Pehlevî Hanedanlığı'nın son günlerinde yaşananlar

Şah Muhammed Rıza Pehlevî, 1941'den 1979'a kadar İran'ı demir yumrukla yönetmişti.
Şah Muhammed Rıza Pehlevî, 1941'den 1979'a kadar İran'ı demir yumrukla yönetmişti.

Kendisine "Tanrı'nın Gölgesi' unvanını veren Şah Muhammed Rıza Pehlevî, artık sarayında da güvende olmadığını ve iktidarını tamamen kaybettiğini anlayınca gerekli hazırlıkları yaptı ve bir daha geri dönmemek üzere İran'dan ayrıldı. Enver Sedat'ın daveti üzerine Kahire'ye geldi ve 27 Temmuz 1980'de burada hayatını kaybetti.

Temmuz ayının son günlerinde Kahire’nin kavurucu sıcağı altında Meçhul Asker Anıtı’nın bulunduğu bölgeye koruma ordusu eşliğinde güzel giyimli yaşlı bir kadın gelir.

Sessiz sedasız bir mezarı ziyaret ettikten sonra bölgeden ayrılır.

Kimseyle konuşmayan ve her sene bu seremoniyi aksatmadan yerine getiren kişi, bir zamanlar tüm Ortadoğu’nun ilgi odağında bulunan Kraliçe Farah Pehlevî’den başkası değildir. Ziyaret ettiği kişi ise İran’ın devrik lideri ve kocası Şah Muhammed Rıza’nın kendisidir.

Farah, o meş’un günlerin en önemli tanığıydı.

Kendisine verdiği ünvanlara göre "Krallar Kralı, Aryanların Işığı, Tanrı’nın Gölgesi", Şîa’nın Muhafızı Şah Rıza Pehlevî, o sabah her zaman yaptığı gibi erkenden uyanmıştı. Evin kâhyası Şah’ın özel tostunu, portakal suyu ve gazetelerle birlikte istihbarat raporunu getirmişti.

Komünizmle mücadele, darbe girişimleri, terör eylemleri, refah ve Avrupaî bir hayat; Şah Rıza, uzun iktidarı süresince ihmal etmediği portakal suyunu sarayında son kez gönül rahatlığıyla ve Şah olarak içiyordu.

Farah’ın mezarın başında düşündüğü son şeyler bunlar olabilir miydi?

İran'ın son hükümdarları: Şah Muhammed Rıza Pehlevî ve Kraliçe Farah Pehlevî.
İran'ın son hükümdarları: Şah Muhammed Rıza Pehlevî ve Kraliçe Farah Pehlevî.

Şah’ın 1979 senesinde huzurlu günleri geride kalmış, cennetin krallığı yıkılmış ve Batı yanlısı seküler İran tarih sahnesinden çekilmişti.

Bunlar elbette, Şah’ın ailesinin durup baktığı yerden görünenler. SAVAK’ın katlettiği sayısız masum İranlı’nın annelerin başlattığı büyük yürüyüş, Şah’ın huzurunu kaçıran belki de en önemli nedendi.

26 Ekim 1919 dünyaya gelen ve 1941 tarihinde İran tahtını ele geçiren Rıza Pehlevî’nin öyküsüne biraz daha yakından bakmak adına 4 Şubat 1949 tarihine dönmemiz gerek.

Tahran Üniversitesi’nde bir suikast girişimi

Tahran Üniversitesi’nin 4 Şubat 1949'da önemli bir misafiri vardı. Bu kişi, ülkede politik gücünü büyük oranda yitirmiş ve sembolik bir makamı temsil eden İran Şahı Muhammed Rıza idi.

Muhammed Rıza, 1941 yılında sürgüne gönderilen babasının yerine tahta oturduğundan beri Ruslar ve İngilizler arasında denge gözetmeye çalışarak tahtını koruyan, iç siyasette ise esamisi okunmayan düşük profilli bir Şah’tı.

Bu durum 4 Şubat günü Tahran Üniversitesi ziyaretinde tamamen değişecekti.

  • Tahran Üniversitesi’nde Şah Muhammed Rıza’nın bulunduğu bir sırada üst üste duyulan kurşun sesleri okulun koridorlarında kargaşaya sebep oldu. Naser Hüseyin Mir Fakhraei isimli genç Rıza'ya beş el ateş etmişti ve şahı yüzünden yaralamıştı.

Şah’ın korumalarının karşı ateşiyle Naser Hüseyin Mir Fakhraei oracıkta öldürülmüştü, ama suikastçı gencin üzeri arandığında Feryad-ı Millet ve Perçom-i İslâm gazetelerine ait iki gazeteci kartı bulunmuştu.

Suikast girişimi sonrasında Şah, hastanede yatarken.
Suikast girişimi sonrasında Şah, hastanede yatarken.

  • Muhammed Rıza, bu teşebbüsten sonra devlet idaresinde dizginleri eline alarak ülkenin en büyük siyasî partilerinden birisi olan Tudeh’i suikastın arkasındaki asıl güç olduğu iddiasıyla kapattırdı ve siyasî temsilcilerini hapse attırdı.

Ardından aynı yıl İngiltere’ye giden Şah Rıza, İngilizlerden İran Anayasası’nı yeniden şekillendirmek için izin istedi ve onayı aldıktan sonra ülkesine dönerek şahlık kurumunu baştan düzenledi.

Silahlı kuvvetlerin gücünü de arkasına alan Muhammed Rıza, ülkede kontrolü iyiden iyiye eline almasını sağlayan düzenlemeleri gerçekleştirmişti. Buna göre; Rıza, meclisi kapatabiliyor ve doğrudan kendisinin atadığı üyelerden oluşan bir senato kurabiliyordu. Şahın tekelinde kurulan Senato’nun ilk icraatı; Şah’a “Kebir” sıfatını vererek devlet otoritesindeki yerini daha da güçlendirmek oldu.

Şah’ın bu engellenemez yükselişi ise devrik Kaçkar Hanedanlığı'nın mütevazı bir temsilcisi olan Başbakan Muhammed Musaddık tarafından engellenecekti.
1951 yılında İran Başbakanlığına gelen Muhammed Musaddık, başbakanlığı sırasında (1951-1953) Şah Muhammed Rıza Pehlevî'yle büyük bir iktidar çekişmesi yaşadı. İran petrollerini millileştirerek tepki çeken Musaddık, parayla tutulmuş sokak çetelerinin oluşturduğu anarşi ortamında görevden uzaklaştırıldı. Musaddık, 1953 yılında Uluslararası istihbarat teşkilatlarının Ortadoğu’daki ilk ortak darbesiyle iktidarını kaybetti.
1951 yılında İran Başbakanlığına gelen Muhammed Musaddık, başbakanlığı sırasında (1951-1953) Şah Muhammed Rıza Pehlevî'yle büyük bir iktidar çekişmesi yaşadı. İran petrollerini millileştirerek tepki çeken Musaddık, parayla tutulmuş sokak çetelerinin oluşturduğu anarşi ortamında görevden uzaklaştırıldı. Musaddık, 1953 yılında Uluslararası istihbarat teşkilatlarının Ortadoğu’daki ilk ortak darbesiyle iktidarını kaybetti.

Musaddık, Şah’ın ülkeyi adeta Batıya peşkeş çeken uygulamalarına karşı “Millî Cephe”isminde bir ittifak kurarak karşı duracaktı.

  • İran Petrollerini millîleştiren Musaddık, İngiltere’ye karşı verdiği mücadeleyle yalnızca İran’ın değil tüm uluslararası kamuoyunun kahramanı haline geldi.

Şah Rıza, ise o günlerde politik hırslarına fazlasıyla yenilmiş durumdaydı. İngiltere donanmasının İran karasularını çevirdiği sıralarda ülkeden kaçıp Musaddık’a karşı muhalefetini açıktan yapmayı dahi deniyordu. Oysa Musaddık, Şah’ın ülke dışına çıkma talebini şu sözlerle geçiştiriyordu:

“Bu zamanlarda İran milletinin dünyanın büyük devletlerinden biriyle mücadele halinde olduğunu ve bu yolculuğun iyi etkisi olmayacağını ve Şehinşah’ın vaziyetlerden razı olmadığı için ülke dışına çıkmak istiyor şeklinde intiba bırakacağını…”

Şah, bunun üzerine İngiltere, ABD ve İsrail’in hazırladığı Ajax Darbe planının son halkası olarak cuntaya katıldı.

Şah Muhammed Rıza’ya yakınlığı ile bilinen Tümgeneral Fazlullah Zahedi’nin başını çektiği cunta 1953 yılının 16 Ağustos gününde harekete geçti. İlk darbe girişimi halkın Musaddık’ın yanında durması sayesinde bastırıldı.

Başbakan Musaddık ise kargaşa içerisindeki İran siyasetinden faydalanarak kendisini desteklemeye gelen halkın içindeki siyasî muhaliflerini de tasfiye etmeye karar verdi.

Özellikle Tudehlilerden kurtulmak için doğru bir zaman olduğunu düşünen Musaddık, kendisine karşı darbeye teşebbüs eden orduyu, bu kez Tudeh’e karşı kışladan çıkardı.

Oysa ordu bütünüyle Tümgeneral Fazlullah Zahedi’ye ve Zahedi de tüm kalbiyle Şah Rıza’ya bağlıydı. Sonuç olarak darbe başarıya ulaştı ve Musaddık 19 Ağustos’ta devrildi.

Şah artık tek adamdı ve ülkesini gönlünün dilediği gibi idare edebilecekti.
Musaddık’ın 19 Ağustos 1953 tarihinde darbe ile devrilmesiyle Şah artık tek adamdı ve ülkesini gönlünün dilediği gibi idare edebilecekti.
Musaddık’ın 19 Ağustos 1953 tarihinde darbe ile devrilmesiyle Şah artık tek adamdı ve ülkesini gönlünün dilediği gibi idare edebilecekti.

Refah yılları

Şah iktidarı tamamen ele geçirdikten sonra Batı ile yakın ilişkiler kurdu. Sovyetler karşısındaki tutumu sayesinde özellikle ABD ve İngiltere ile yakınlaştı. Şah’ın en büyük politik başarısı 1973 Petrol Krizi ile gerçekleşti.

  • Petrol fiyatları bir anda iki katına çıkınca İran, ekonomik anlamda Basra Körfezi’nin en güçlü ekonomisi haline geldi.
Time dergisi, "Petrol İmparatoru" manşetiyle Şah Muhammed Rıza Pehlevî'yi kapağına taşımıştı.
Time dergisi, "Petrol İmparatoru" manşetiyle Şah Muhammed Rıza Pehlevî'yi kapağına taşımıştı.

Şah, bu paranın önemli bir kısmı ile eğitime ciddi yatırımlar yaptı. Sadece 12 yıl içerisinde 15 üniversite kurdu ve 200’e yakın yeni eğitim enstitüsü oluşturdu. 1974 senesinde Time Dergisi Şah için Petrol İmparatoru manşetini atacaktı.

Her şey bir rüya gibi ilerliyordu.

İran, yurt dışında kolay ve büyük krediler buluyor, ülke tam bir refah içerisinde yüzüyordu.

500 bine yakın Avrupalı yabancının yaşadığı İran, adeta Batının Ortadoğu’ya açılan limanı gibiydi. Bugün ‘Büyük Şeytan’ denilen ABD’nin dahi 52 bin vatandaşı İran’da yaşıyordu.


Beyaz Hareket

Yurt dışından alınan kredilerin; yanlış yatırımlar, yolsuzluklar ve müsrif devlet adamlarının elinde yok edilmesi İran’da ekonomik dengeleri tersine çevirmeye başladı.

İsrail gibi ülkelerle kurulan yakın ilişkiler, SAVAK isimli İstihbarat Birimi’nin acımasız operasyonları Şah’ın halk arasındaki teveccühünü azaltan gelişmelerdi.

CIA’nin de lojistik ve teorik desteğiyle, 1957’de kısa adı SAVAK olan Ulusal İstihbarat ve Güvenlik Organizasyonu tesis edildi. General Teymur Bahtiyar’ın kontrolünde kurulan SAVAK, 1979’da Humeynî yönetimi tarafından lağvedilinceye kadar, bütün İranlıların korkulu rüyası olacaktı.
CIA’nin de lojistik ve teorik desteğiyle, 1957’de kısa adı SAVAK olan Ulusal İstihbarat ve Güvenlik Organizasyonu tesis edildi. General Teymur Bahtiyar’ın kontrolünde kurulan SAVAK, 1979’da Humeynî yönetimi tarafından lağvedilinceye kadar, bütün İranlıların korkulu rüyası olacaktı.
  • Bu süreçte Şah’ın "Beyaz Devrim" isimli reform paketi halk arasındaki rahatsızlığı ciddi boyutlara ulaştırdı.
  • Beyaz Devrim’e karşı içinde Humeynî’nin de bulunduğu 8 kişilik bir ulema grubu sert bir protesto bildirisi yayınladı.

Şah, bu bildiri karşısında büyük bir öfke duydu ve ulemaya haddini bildirmek için Kum’a bizzat geldi.

Oysa Şah’ın gelişi ve burada yaptığı konuşma ulema içindeki rahatsızlığı daha da artırdı.

Humeynî, bu öfkenin en ateşli vaiziydi, henüz bildiri tartışmaları sürerken Nevruz Kutlamasının bidat olduğuna dair fetva yayınladı. Nevruz, İran’ın İslâm öncesi dönemine bir atıftı ve millî kimliğin bir unsuru olarak görülüyordu. Oysa Humeynî bu fetva ile İranlıların İslâm’dan başka bir kimliği olmadığı mesajını veriyordu.

Şah’ın Humeynî’ye duyduğu kişisel öfke, bu ihtiyar mollayı bir anda sessiz yığınların sesine dönüştürdü.

Şah'ın 1963'te açıkladığı ve ABD’nin desteklediği “Beyaz Devrim”, İranlı din adamı sınıfının etkisini yok etmeyi amaçlıyordu. Plan, kapsamlı bir toprak reformunun yanında, kadınların sosyal hayata daha fazla katılımını, özelleştirilmenin yaygınlaştırılmasını ve yabancı yatırımların teşvik edilmesini öngörüyordu.
Şah'ın 1963'te açıkladığı ve ABD’nin desteklediği “Beyaz Devrim”, İranlı din adamı sınıfının etkisini yok etmeyi amaçlıyordu. Plan, kapsamlı bir toprak reformunun yanında, kadınların sosyal hayata daha fazla katılımını, özelleştirilmenin yaygınlaştırılmasını ve yabancı yatırımların teşvik edilmesini öngörüyordu.
  • Humeynî’nin tutuklanmasının ardından on binlerce molla sokaklara indi ve Şah’a geri adım attırmayı başardı. Bir din adamının başına bela olmasındansa ülkeden çıkartmaya karar veren Şah, Humeynî’yi Türkiye’ye sürgüne gönderdi. Oysa bu onun iktidarını bitirecek en önemli hatalarından birisiydi.

Humeynî önce Türkiye’ye ardından Irak’a gitti. Irak yönetimi, bu Şiî din adamının gücü karşısında endişeye kapıldı ve ülkesinden çıkardı. Humeynî’nin bu kez durağı Fransa oldu.

Şah, geç de olsa muhaliflerinin yurt dışında etkili olduğunu fark etti. SAVAK’ı onları izlemelerini ve mümkünse öldürmelerini emretti.

1979 yılında İran’daki devrime öncülük eden Ayetullah Humeynî, 1964 ila 1978 arasında Türkiye ve Irak’taki yaklaşık 14 yıl süren sürgün hayatının başlangıcını Bursa’da yapmıştı.

Kalabalıkları harekete geçiren suikast

Şah’ın yurt dışında yaptırdığı en önemli operasyon Ali Şeriati suikastı olacaktı. Humeynî kalabalıkların manevi lideriydi; ama basit bir üniversite hocası olan bu sosyolog onları harekete geçiren asıl dinamikti.

“Hayat iman ve cihat” gibi Tahran sokaklarını inleten sloganları mimarı bu aydının yok edilmesi için operasyon başlatıldı.

“Ali Şeriati, İran’da kalırsa öldürüleceğini biliyordu, ölümden korkusu yoktu; fakat zihninde şimşekler çakıyordu ve kısa olacağını çok önceden sezdiği ömründe üretmek istiyordu. Sahte bir kimlikle önce Belçika’ya geçmeyi başardı ve ardından da İngiltere’ye geçti. Şeriati’nin amacı Amerika’ya gitmekti; ama SAVAK ve İngiliz istihbaratının ortak operasyonu ile 19 Haziran 1977 yılında kaldığı otel odasında öldürüldü.

Cinayeti kayıtlara kalp krizi olarak geçirilse de ne ailesi ne de sevenleri Şeriati’nin eceliyle öldüğüne hiçbir zaman inanmadı. Onun ölümü İran’da devrimin ilk kıvılcımlarından birisi oldu.” (Ali Şeriati: Bazen diyorum ki feryad edeyim, yine görüyorum ki sesim kısılmış – Independent Türkçe)

SAVAK sadece İran içinde değil, ülke dışında da çok aktifti. Örgütün “olağan şüpheli” olarak işaretlendiği ölüm/ortadan kaybolma olayların en ünlüsü, rejim muhalifi İranlı yazar Ali Şeriati’nin 18 Haziran 1977 günü İngiltere’de esrarengiz bir biçimde hayatını kaybetmesiydi.
SAVAK sadece İran içinde değil, ülke dışında da çok aktifti. Örgütün “olağan şüpheli” olarak işaretlendiği ölüm/ortadan kaybolma olayların en ünlüsü, rejim muhalifi İranlı yazar Ali Şeriati’nin 18 Haziran 1977 günü İngiltere’de esrarengiz bir biçimde hayatını kaybetmesiydi.

Şah kendisine yönelik artan protesto ve muhalefete karşı sert bir politika izledi; ama bu onun iktidarının sonunu daha da hızlandıracaktı.

1979’da yapılacak seçimlerde iktidarın Humeynî taraftarlarına geçmesi ihtimali üzerine ordu bir direniş ve darbe planı hazırlayarak Şah Rıza’ya getirdi. Buna göre petrol bölgeleri güvenlik kordonuna alınacak ve Tahran sokaklarında Şahlığı destekleyen sivillerle direniş başlatılacaktı.

Kum uleması, kanlı bir savaşa hazırlanan Şah’ın planına karşı Humeynî’yi uyardı.

Bunun üzerine Humeynî; devlete su ve elektrik faturalarını ödememelerini emretti. Şah, bu talimattan sonra halkın çok büyük bir bölümünün faturalarını ödememesi sonucu Humeynî’nin sahip olduğu gücü kavradı.

Generallerin tüm darbe planlarına rağmen Şah Rıza, ülkeden ayrılma planları üzerine ciddi şekilde kafa yormaya başlamıştı.

Önce ailesini yurt dışına gönderen Şah, olayları son ana kadar izlemeye karar verdi.

Yanında yalnızca Kraliçe ve üç çocuğu kalmıştı. Kraliçe Farah, en bunalımlı zamanlarda bile sarayda kalmayı reddediyor ve basının ilgisinin üzerinde olmasını istiyordu; fakat bir akşam sarayda bulunan bir kâğıt tüm şah ailesinin durumun vahametini anlamasını sağladı.

Yemek için yemek masasına geldiklerinde sofranın ortasındaki kâğıtta şunlar yazıyordu: Şaha ve Kraliçeye ölüm!

Ulema sınıfıyla giriştiği kavgayı tahtıyla ödeyen Muhammed Rıza Pehlevî, bir daha dönmemek üzere İran'ı terk ederken.
Ulema sınıfıyla giriştiği kavgayı tahtıyla ödeyen Muhammed Rıza Pehlevî, bir daha dönmemek üzere İran'ı terk ederken.

Şah Muhammed Rıza, artık sarayında da güvende olmadığını ve iktidarını tamamen kaybettiğini anladı.

Gerekli hazırlıkları yaptı ülkeden ayrıldı. Önce Mısır’a ardından Fas’a geçti. Daha sonra pankreas kanserini gerekçe göstererek ABD’ye geçti. Bu sırada İranlılar ABD Elçiliğini basarak Şah’ın iadesini istedi.

Son olarak Enver Sedat’ın daveti üzerine Kahire’ye geldi ve 27 Temmuz 1980’de burada hayatını kaybetti.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım