Pakistan’ın nükleer programı: Komploların durduramadığı bir başarı
Pakistan’ın nükleer programı, 20. yüzyılın ikinci yarısında uluslararası siyasetin en tartışmalı konularından biri olmuştur. Ülke, nükleer teknolojiye sahip olma hedefini, Hindistan’la yaşadığı askerî ve siyasî rekabetin bir sonucu olarak belirlemiştir. Ancak bu hedef, yalnızca Hindistan’ı değil, İsrail ve Batılı devletleri de alarma geçirmiştir. İsrail ve Hindistan’ın, Pakistan’ın nükleer programını durdurmak için geliştirdiği çeşitli planlar ve Pakistan’ın bu planlardan nasıl kurtulduğu, uluslararası ilişkilerde strateji ve dayanıklılığın dikkat çekici bir örneği olmuştur.
Pakistan, 1971 yılında Bangladeş’in bağımsızlığıyla sonuçlanan savaşın ardından ulusal güvenliğinin ciddi bir tehdit altında olduğunu fark etmişti. Bu dönemde, Hindistan’ın 1974 yılında gerçekleştirdiği nükleer test, Pakistan’ı nükleer silah geliştirme konusunda daha kararlı hale getirmişti.
- Başbakan Zülfikar Ali Butto, Pakistan’ın nükleer silaha sahip olmasını "ölümsüz bir güvenlik kalkanı" olarak nitelendirmiş ve bu amaçla ülkenin bilim insanlarına tam destek vermişti.
1970’li yıllarda, Dr. Abdülkadir Han, Avrupa’dan nükleer teknoloji ve bilgiyle Pakistan’a dönmüş ve programın teknik altyapısını oluşturmuştu. Ancak bu girişim, kısa sürede hem Hindistan hem de İsrail tarafından bir tehdit olarak algılanmış ve iki ülke, Pakistan’ın nükleer kapasitesini yok etmek için çeşitli stratejiler geliştirmişti.
Hindistan, Pakistan’ın nükleer programını bir tehdit olarak görmüş ve programın durdurulması için doğrudan ve dolaylı müdahaleler planlamıştı.
1980’lerde, Hindistan istihbarat teşkilatı RAW (Research and Analysis Wing), Pakistan’ın nükleer tesislerini sabote etmek için operasyonel planlar geliştirmişti. Kahuta’daki uranyum zenginleştirme tesisine yönelik bir hava saldırısı, Hindistan tarafından ciddi bir şekilde tartışılmıştı.
Ancak Pakistan, bu tehditlerin farkında olarak güvenlik önlemlerini artırmıştı. Kahuta tesisi, hava savunma sistemleriyle korunmuş ve tesisin çevresinde casusluk faaliyetlerini tespit etmek için güçlü istihbarat mekanizmaları oluşturulmuştu. Ayrıca, Pakistan ordusu, Hindistan’ın olası bir hava saldırısına karşı hızla yanıt verebilecek bir savunma planı geliştirmişti.
İsrail, 1981 yılında Irak’ın Osirak nükleer reaktörüne düzenlediği başarılı hava saldırısıyla adını duyurmuştu. İsrail, Pakistan’ın nükleer programını da benzer bir şekilde yok etmeyi planlamıştı.
- İsrail istihbarat teşkilatı Mossad, Pakistan’ın nükleer tesislerine yönelik bilgi toplamak için çeşitli operasyonlar düzenlemişti. Ayrıca, İsrail ve Hindistan arasında, Pakistan’ın nükleer tesislerine ortak bir hava saldırısı düzenleme planları yapılmıştı.
1984 yılında, İsrail savaş uçaklarının Hindistan üzerinden geçerek Kahuta tesisine saldırmayı planladığı iddia edilmişti. Ancak Pakistan istihbaratı ISI (Inter-Services Intelligence), bu planı önceden öğrenmiş ve gerekli önlemleri almıştı. Pakistan, İsrail ve Hindistan’ın bu işbirliğini caydırmak için uluslararası diplomasiye başvurmuş ve Ortadoğu’daki bazı müttefiklerinden destek almıştı.
Pakistan, nükleer programını korumak için yalnızca askerî değil, diplomatik ve stratejik yolları da kullanmıştı.
- Suudi Arabistan ve diğer Müslüman ülkelerle kurulan güçlü ilişkiler, Pakistan’ın diplomatik desteğini artırmıştı. Bu ülkeler, Pakistan’ın nükleer programını bir "İslâm bombası" olarak desteklemiş ve bu desteği, uluslararası arenada Pakistan’a siyasî bir koruma sağlamıştı.
Ayrıca, Pakistan, nükleer programının barışçıl olduğunu ve savunma amaçlı geliştirildiğini vurgulamıştı. Ve de uluslararası baskıyı hafifletmek için nükleer programının bazı detaylarını gizli tutmuş ve teknolojik altyapısını Batı’dan gelen eleştirilere rağmen geliştirmişti.
Pakistan’ın nükleer programı, yalnızca Hindistan ve İsrail’i değil, ABD ve Batı ülkelerini de rahatsız etmişti.
- 1970’ler ve 1980’lerde ABD, Pakistan’a ekonomik ve askerî yardımı durdurmakla tehdit etmiş ve nükleer programın durdurulması için baskı yapmıştı. Ancak, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali, Pakistan’ın jeopolitik önemini artırmış ve ABD’nin bu baskıyı azaltmasına neden olmuştu.
1980’lerde Pakistan, ABD ile işbirliği yaparak Afganistan’daki Sovyet varlığına karşı mücadele eden mücahitlere destek sağlamıştı. Bu stratejik işbirliği, Pakistan’ın nükleer programını geliştirmesi için bir fırsat oluşturmuştu.
Tüm bu baskılara ve tehditlere rağmen Pakistan, nükleer programını başarıyla tamamlamış ve 1998 yılında ilk nükleer testlerini gerçekleştirdi.
Hindistan’ın aynı yıl yaptığı nükleer testlere bir yanıt olarak gerçekleştirilen bu testler, Pakistan’ın bölgesel güç dengesinde önemli bir aktör olduğunu kanıtlamıştı.
Nükleer testler, Pakistan’ın hem Hindistan’a hem de uluslararası topluma güçlü bir mesaj göndermesini sağlamıştı. Pakistan, nükleer kapasitesini yalnızca savunma amaçlı kullanacağını ve bölgesel güvenlik için bir caydırıcı unsur olarak değerlendireceğini açıklamıştı.
Pakistan’ın nükleer programı, jeopolitik baskılara, casusluk girişimlerine ve uluslararası yaptırımlara rağmen hayatta kalmayı başarmıştı. Hindistan ve İsrail’in sabotaj planlarına karşı alınan etkili önlemler, Pakistan’ın hem istihbarat hem de diplomatik becerilerini göstermişti.
Bugün, Pakistan’ın nükleer programı, ülkenin ulusal güvenliğinin temel bir unsuru olarak kabul edilmektedir. Ancak, bu program, aynı zamanda bölgesel gerilimleri artıran bir faktör olmaya devam etmektedir. Pakistan’ın nükleer kapasitesi, yalnızca Hindistan ile olan ilişkilerini değil, aynı zamanda uluslararası toplumu da etkilemektedir.