İslâmî Kahire gezi rehberi - 1

MUHAMMED İKBAL ÇAKMAK
Abone Ol

Bugün internete girdiğinizde Kahire’ye dair gezi rehberi, seyahatname gibi birçok yazı ile karşılaşmanız mümkün. Bu yazılarda Kahire ile ilgili olarak genel bir tablo çizilerek tarihi eser ve yapılar bir bütün halinde okuyucuya aktarılır. Yazılarda Antik Mısır Dönemi ve Giza Piramitlerinin ön planda oluşu ise hemen göze çarpar. Buna karşılık bu yazılarda, İslâmî mimarinin büyük çoğunluğunun burada yer alması hasebiyle “İslâmî Kahire” olarak anılan bölgeye dair ayrıntılı ve tatmin edici bilgiler yer almamaktadır. Bu bölge içerisinde yer alan eserlerle ilgili kaleme alınan yazılar ise birkaç yapıyla sınırlı kalmakta, bir bütünlük arz etmemektedir.

Münferiden “İslâmî Kahire” bölgesiyle ilgili olarak hazırlanmış bir gezi rehberinin olmayışından dolayı bu ihtiyacı gidermesi için bir yazı kaleme almak istedim. Bu sebeple, bölgede yer alan yapıları ve eserleri, tarihi arka planını da göz ardı etmeksizin, bir bütün halinde ele alan bir gezi rehberi ortaya çıkarmayı amaçladım.

İslâmî Kahire gezi rehberini iki kısma ayırdım. Birinci kısımda, Kuzey Surları (Bab-el Nasr) ile Güney’de Bab-üz Züveyle arasında yer alan yapı ve eserler, bir gezi güzergahı oluşturularak anlatılacak; ikinci kısımda ise Kale içi, Sultan Hasan Camii, Rufai Camii ile Tolunoğlu Camii anlatılacaktır.

Kahire sokakları bir renk ve kültür cümbüşüdür.

Başlarken:

Mısır’a gelir gelmez 4 veya 8 GB interneti olan bir hat almanızı tavsiye ederim. Hat fiyatları uygun, siz ihtiyacınızı karşılayacak olanı tercih edebilirsiniz. Biz gittiğimizde “Orange” isimli hattı kullanmıştık. İnternete sahip olmanız harita üzerinden yolunuzu kolayca bulmanız açısından önemli. Eğer hat almak istemezseniz, çevirimdışı harita uygulaması maps.me’yi kullanabilirsiniz.

Kahire’de göreceğiniz enteresan şeylerden sadece birisi, köpeklerin arabaların üzerinde yatması.

Çokça karşımıza çıkacak birkaç kelimenin anlamını buraya yazacak olursak:

  • “Şâre: Cadde”, “Midan: Meydan”, “Bâb: Kapı”, “Kubri: Köprü”, “Beyt: Ev”, “Kasr: Saray”

Bahsedeceğim yapılar birbirine oldukça yakın ve düzenli bir sıra halinde ilerlediği için tüm mekanların konumunu buraya ekleme gereği duymuyorum. Başlangıç noktamız olacak olan Hanü’l Halili çarşısı ve Hüseyin Camii’nin konumunu belirlememiz yeterli.

Mutlaka tatmanız gereken lezzet, şeker kamışı suyu.

Yine gezeceğimiz noktaları karışıklık söz konusu olmasın diye, ziyaret sırasına göre numaralandıracağım. Son olarak, gezimizi tamamen yürüyerek gerçekleştireceğimizi belirtmek isterim.

Mısır’ın ilk İslâm başkenti: Fustat

Mısır, Müslümanlar tarafından 641 yılında fethedildi. Şehir fethedildiğinde, Halife Hz. Ömer; Fâtih ise Amr bin As’tı. İslâm orduları, kumandanları Amr bin As’ı izleyerek Mısır’ı fethettiklerinde, Nil Nehri'nin kenarındaki Roma kalesi Babil’in kuzeyine(günümüz Kahire’sinin güney sınırına) çadırlarını kurmuşlardı. Bu çadır-kentin yerini zamanla taştan yapılmış bir şehir alsa da, bu bölge “büyük çadır” anlamına gelen “Fustat” adıyla bilindi ve büyüyerek Mısır’ın ilk İslâm başkenti oldu. Şehrin fethinin hemen ardından, Afrika kıtasındaki ilk cami olacak olan Amr bin As Camii inşa edildi.

Kahire’nin Mars’la bir alakası olabilir mi?
Mecra

Eski şehrin ara sokaklarında bir berber dükkânı.

Abbasi halifesi tarafından Mısır’a vali olarak görevlendirilen Ahmed bin Tolun, Fustat’ın kuzeydoğusunda Yeşkur dağının eteğinde yeni bir şehir inşa etti. Şehrin bulunduğu bölgeyi komutan ve yüksek memurlara ikta ettiği için, şehre Ek-Katâî ismini verdi. Yeni şehir merkezi zamanla genişledi ve Fustat ile birleşti.

Osmanlı döneminde inşa edilen bir sebil.

İhşidiler döneminde de Fustat başkent olarak kullanıldı. Ancak Fatımîler döneminde başkent, Fustat’ın biraz daha kuzeyine inşa edildi. 1168 yılında Haçlılar tarafından ele geçilmemesi için ateşe verilen Fustat, bugün bomboş bir arazidir.

Fâtımîler ve Kahire

935 senesinde istiklalini ilan eden Muhammed bin. Togaç’a halife tarafından Fergana Türk hükümdarlarının kullandığı “Şahlar Şahı” manasına gelen “İhşid” unvanı verilmişti. Dedeleri Fergana’dan köle olarak getirilen bir Türk, Mısır’da devlet kuruyordu. Bu ilk değildi, son da olmadı. Mekke ve Medine’de hakimiyet kurarak bunu başaran ilk Türk devleti olma ünvanını da kazandılar.

Ancak, İhşidiler devletinin ömrü çok uzun sürmedi. 969 senesine gelindiğinde kıtlık ve salgın hastalıklar baş göstermiş yönetimde aksaklıklar ortaya çıkmıştı. Uzun zamandan beri Mısır’a hâkim olmak isteyen Fatımîler için ise bu durum bulunmaz bir fırsattı. Halk Fustat’a giren Fatımî Halifesi Muiz li-Dinillah’ı bir kurtarıcı olarak karşıladı.

Günümüzün Kahiresi'nde eskiyle yeni iç içedir.

Fâtımîler, bizim gezimize başlayacağımız bölgede yeni bir şehir kurdular. Şehir ilk kurulduğunda ona “Mansuriyye” denilmişti. Bu isim Fatımî halifelerinin üçüncüsü olan ve halife Mu’iz Li-Dinillah’ın babası el-Mansur Billah’ın isminden geliyordu. Yeni kentin isminin Kahire olarak anılması ise Halife Muiz li-Dinillah’ın Mısır’a gelmesiyle başlamıştı. Halife Muiz, yeni şehre “galip” “üstün gelen” anlamlarına gelen “Kahire” ismini verdi.

Bugün Kahire, kurulan tüm eski şehirlerin bir arada bulunduğu, gayrıresmî rakamlara göre 25 milyonun üzerinde insanın yaşadığı, dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri.

1. Başlangıç noktamız: Hanü’l Halili Çarşısı

İslâmî Kahire gezimize, semtin ticari merkezi olan Hanü’l Halili’den başlıyoruz. Memlük Sultanı Berkuk’un at eğiticisi olan Çerkes el Halili tarafından kurulan bu çarşı altı asrı aşan bir geçmişe sahip ve halen Mısır’ın tarihî mirasının en önemli unsurlarından biri.

Asıl han bölgesi, El-Muizz li-Dinillah Caddesi ile Hüseyin Meydanı arasında bulunuyor. Günümüzde bu bölge hediyelik eşyadan baharata her türlü şeyin satıldığı pazarları da içine alan geniş bir alanı kaplamış durumda. Eski kent kapılarına kadar sokaklar boyunca satıcılar sıralanıyor.

Hanü’l Halili’de bir hediyelik eşya dükkanı.

Ortadoğu'nun en büyük çarşılarından biri olan Hanü’l Halili’de lokantalar, kahvehaneler, antikacılar, aradığınız her şeyi bulabileceğiniz hediyelik eşya dükkanları bulunuyor. Burada geçireceğiniz vakti Kahire’de kalış sürenize göre ayarlamanızı tavsiye ederim. Kahire’nin kalbi diyebileceğim bu bölgede çokça vakit geçirmek isteyebilirsiniz.

Alışveriş önerileri:

  1. Mutlaka pazarlık yapın. Pazarlık esnasında çekingen davranmayın.
  2. Tüm alışverişinizi tek bir dükkandan yapmayın.
  3. Fiyat karşılaştırması için birçok dükkana girip çıkın. Alternatifinizin çok fazla olduğunu unutmayın.
  4. Satıcılar size ısrarlı bir şekilde mallarını satmaya çalışacak. Kıyasıya pazarlık edeceksiniz. Pazarlık etmekten ve yeri geldiğinde reddetmekten çekinmeyin.
  5. Henüz son kozumuzu oynamadık: Pazarlık sonucundan memnun değilsiniz, anlaşamadınız. Teşekkür edin, arkanızı dönün ve uzaklaşmaya başlayın. Siz uzaklaştıkça satıcı malın fiyatını düşürerek arkanızdan bağıracak. İstediğiniz fiyatı söylediğinde geri dönüp alışverişinizi yapabilirsiniz.

Satılmayı bekleyen buzdolabı süsleri.

2. Tarihe tanıklık eden kahvehane: Fişavi

Kahire’nin en meşhur kahvehanesi, Fişavi. Kahire’nin en meşhur kahvehanesi hiç şüphe yok ki “Fişavi”dir. 1773 yılından beri ayakta olan bir kahvehaneden bahsediyoruz. Kimler gelip kimler geçmedi ki buradan?

İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif bu kahvehanede yudumladı kahvesini. Mehmet Ali Paşa’nın torunu, Mısır’ın son kralı Kral Faruk burada oturdu. Necip Mahfuz kitaplarını burada yazdı. Hollywood filmlerinin vazgeçilmezi Morgan Freeman da buradan izledi Kahire’yi. Ve daha birçok bilinen, bilinmeyen insan geçti bu kahvehaneden.

Fişavi, Kahire'nin en ünlü kahvehanesi.

Bu kahvehane için "Kahire’nin merkezi" desek yanlış olmaz. Sokağın her iki yanına dizilen sandalyelere, sedirlere oturup etrafı seyretmeniz dahi Kahire’yi anlamanıza yeter aslında. Kahire’nin bütün renklerini üzerlerinde taşıyan insanlar önünüzden geçerler durmaksızın. Mekanın içi de bir o kadar ilgi çekicidir ve günün her vaktinde içeri girip çıkan satıcıların varlığı sizi hiç rahatsız etmez. Kimi elindeki anahtarlıklarla girer içeriye kimi sırtındaki halıyla, bir çocuk kucağında kitaplarla, bir teyze elindeki patiklerle.

Nobel ödüllü Mısırlı yazar Necip Mahfuz, kendisine bu ödülü kazandıran eseri “Midak Sokağı” için şunları söylemiştir: “Sokak benim için bütün bir dünyanın sembolüdür, dünyayı nasıl görüyorsam sokağı da öyle biçimlendirdim.”

Kahveye gelen ünlü isimler duvarlarda sergileniyor. Fotoğrafın sağ orta kısmında Hollywood’un ünlü aktörü Morgan Freeman’ı görebilirsiniz.

Kahvehane ve sokak. Bütün bir dünyayı içerisine sığdırabilen ender yerlerden olan bu sokakta, bu kahvehanede oturmanızı, kahvenizi yudumlarken, bütün bir günün yorgunluğunu atmanızı şiddetle tavsiye ederim.

Kahvehanenin içi. Burası akşam vakitlerinde tıklım tıklım olur.

Naneli çayımız hazır.

Arap ülkelerinde tütün üzerine doğrudan köz koyularak da nargile tüketilmesi oldukça yaygın.

Dipnot: Fişavi’nin Elmalı nargilesi meşhurdur. Yanına bir de naneli çay söyleyip nargilesini denemelisiniz. Benim Fişavi’de en beğendiğim şey ise salebi oldu. Tavsiye ederim.

Bir sonraki durağımız Hüseyin Camii ve Midan Hüseyin olacak.

3. Kerbela ve Seyyid el-Hüseyin Camii

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in [s.a.v.] vefatının üzerinden henüz 25 yıl geçmişti ki Müslümanlar birbirlerine karşı birer yıl arayla iki büyük savaşa girdiler. Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra, Hz. Aişe ve onun yanında yer alanlar, haksız yere öldürülen halifenin katillerinin bir an önce cezalandırılması görüşündeyken; yeni halife Hz. Ali gerçek katillerin ortaya çıkarılması gerektiği bu sebeple aceleci davranılmaması gerektiği görüşündeydi. Bu fikir ayrılıkları sonucunda büyük bir savaş vuku buldu. Böylece Cemel Vakası, Müslümanlar arasındaki ilk iç savaş olarak tarihe geçti.

Hüseyin Cami,, Kahire’nin en kutsal mekanlarından biridir ve Hristiyanların girmesi yasaktır.

Şam valisi Muaviye bin Ebu Süfyan, halifenin şehit edilmesinin ardından Medine’de halife seçilen Hz. Ali’ye, Hz. Osman hakkında ilgisiz kaldığı ve isyancı katilleri ordusunda barındırdığı iddiasıyla biat etmedi. Ayrıca Hz. Osman’ın yakın akrabası olduğunu, onun kanını dava hakkının bulunduğunu ve bunu gerçekleştireceğini vaat ederek Şam halkından da biat aldı. Bu halifeye isyan anlamına geliyordu. Cemel Vakası’nda galip gelmesinin ardından, İslâm Devleti Halifesi Hz. Ali Kûfe’ye yöneldi ve Muaviye’ye elçi göndererek kendisini itaate davet etti. Muaviye ise buna karşılık Hz. Ali’den Hz. Osman’ın katillerini kendisine teslim etmesini ve halifeliği bırakarak şûra tarafından yeni bir halife seçilmesi işini sağlamasını teklif etti. Onun bu tavrı iki tarafı Sıffin’de karşı karşıya getirdi. Hakem olayı ile sona erdirilen bu büyük savaş aradaki husumeti sona erdirmedi. Hz. Ali’nin, 661 yılında bir harici tarafından şehid edilmesinin ardından Muaviye halifeliğini ilan etti. Böylece yaklaşık 90 yıl sürecek ve İslâm tarihinin ilk hanedan devleti olacak olan Emeviler dönemi başlamış oldu.

Hüseyin Camii’nin Midan Hüseyin’den görünüşü.

Muaviye aldığı bir kararla ölümünden sonra yerine geçmek üzere oğlu Yezid’i veliaht tayin etti. Muâviye’nin 680 yılındaki vefatının ardından her yerde oğlu Yezid’e biat edildi. Bu konuda sorun çıkaran tek şehir Medine oldu. Yezid’in halifeliğini tanımayan Hz. Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyr, kendilerinden zorla biat almakla görevlendirilen valinin baskılarından kurtularak Mekke’ye gittiler. Onların bu davranışıyla birlikte Muâviye zamanında kontrol altında tutulan muhalefet harekete geçiyor, bu işin başını da Kûfeliler çekiyordu. Bunlar Mekke’ye sığınan Hz. Hüseyin’e elçi ve mektuplar göndererek kendisini Kûfe’ye davet ettiler. Davetlerini kabul edip şehirlerine geldiği takdirde kendisini halife ilân edeceklerini ve bayrağı altında Yezîd’e karşı savaşacaklarını bildirdiler. Hz. Hüseyin’in durumu araştırmak üzere gönderdiği amcasının oğlu Müslim b. Akīl Kûfe’de çok müsait bir zemin buldu; barış sever vali Nu‘mân b. Beşîr’in müsamahasından da faydalanarak Hz. Hüseyin adına halktan biat aldı. Ardından da Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye çağırdı.

Seyyid el-Hüseyin Camii içerisinde yer alan türbe ve dua eden insanlar.

Gelişmelerden haberdar olan Yezid, Basra Valisi Ubeydullah b. Ziyâd’ı Kûfe valiliğine getirerek isyanı önlemekle görevlendirdi. Göreve başladıktan hemen sonra Müslim b. Akīl ve arkadaşlarını öldürten Ubeydullah, gönderdiği kuvvetlerle Kûfe’deki yeni gelişmelerden habersiz olarak Kûfe’ye gelmekte olan Hz. Hüseyin’in yolunu kestirdi. 680 yılında, Muharrem ayının onuncu günü olan Cuma gününde Kerbelâ’da cereyan eden çarpışmalarda Hz. Hüseyin ve beraberindekilerin tamamına yakını hunharca katledildi. İslâm tarihinin en büyük faciası olan ve asırlarca devam edecek mücadelelerin temelini teşkil eden bu hadise, Şiîliği siyasî bir taraftarlık olmaktan çıkarıp hilâfetin Hz. Ali evlâdının hakkı olduğu inancını bir nas olarak kabul eden bir grup haline getirdi. Müslümanların iki zümreye ayrılmasının esasını teşkil eden bu facia yüzünden başlatılan isyanlar Emevîler’in yıkılışının önemli sebeplerinden biri oldu.

Caminin içerisinde yer alan türbe kısmı günün her vakti doludur. İnsanlar burada Hz. Hüseyin için gözyaşı dökerler.

Hz. Peygamberin vefatının üzerinden henüz 50 yıl dahi geçmemişti ki, O’nun ardından İslâm devletinin üç halifesi şehid edilmiş, Müslümanlar birbirleriyle iki büyük savaşa girişmişti. Peygamberin bir torunu zehirlenmiş; bir diğer torunu ise, etkilerini bugün halen coğrafyamızda yaşanan siyasi olaylarda dahi hissettiğimiz büyük mezhep ayrılığını doğuran Kerbela Hadisesi’nde, acımasızca katledilmişti.

Türbenin içerisinde oturan insanlar.

Hz. Hüseyin’in mezarı bugün Irak’ın Kerbela şehrindedir. Başının ise Kahire’de Seyyid el-Hüseyin Camii içerisinde olduğu rivayet edilir. Bu sebeple kutsallık atfedilen camiye Müslüman olmayanların girmesi yasaktır. Caminin içerisinde yer alan ve günün her saatinde dolu olan türbe kısmında insanları otururken, dua ederken, namaz kılarken, türbenin demir korkuluklarına yaslanıp ağlarken görmeniz mümkün. Bugün dahi tüm Müslümanların kalbinde Hz. Hüseyin’in acısı taze ve türbenin içerisinde bu acıyı derinden hissedebiliyorsunuz.

Hz. Hüseyin Camii'nin atmosferinden bir görüntü.

Caminin içerisine girdiğinizde pek çok camide göremeyeceğiniz türden bir manzarayla karşılaşıyorsunuz. Biri yemeğini yerken bir diğeri biraz ilerisinde namaz kılıyor bir başkası uzanmış yatıyor, kimisi Kur’ân okuyor kimi kendi arasında muhabbet ediyor. Camide inanılmaz bir atmosfer var bu atmosfer sizi hemen sarıveriyor.

Şimdi Hüseyin Meydanına gidelim ve biraz eski Kahire manzarası seyredelim. Hemen ardından ise El Ezher ile yolculuğumuza devam edelim.

4. Sizi asırlar öncesine götürecek bir meydan: Midan Hüseyin

Kahire’de beni en çok etkileyen yerlerden birinden bahsedeceğim sizlere, Hüseyin Meydanı’ndan. Tüm şehrin özetini bir kısa film tadında seyredeceğiniz bu meydan bence şehrin en güzel noktalarından biri.

Midan Hüseyin’e geldiğinizde Seyyid el- Hüseyin Camii’nin meydana bakan kapısına sırtınızı verin ve karşınıza çıkan inanılmaz bir manzarayı seyredin. İnsanların birbirinden farklı kıyafetlerle sağa sola koşuşturmasını izleyip birbirleriyle konuşmalarını, bağırıp çağırmalarını dinleyin. Sizi yüz yıllar öncesine götürecek bu manzara gerçekten büyüleyici bir etkiye sahip.

İşte o güzel manzara.

Midan Hüseyin’deyseniz, sağınızda Hanü’l Halili çarşısı, ileride Ebu Dehab Camii ve minaresini görürsünüz. Ebu Dehab Camii ile El Ezher Camii karşı karşıyadır. Hüseyin Meydanı'ndan Ebu Dehab Camii'ne doğru yürüdüğünüzde hem biraz önce izlediğiniz insanların arasına karışacak onları daha yakından hissedeceksiniz hem de biraz sonra Ezher’in her biri birbirinden farklı güzel minarelerini göreceksiniz. İnsanların ve şehrin sesini dinleyeceğiniz muazzam bir yer alan Hüseyin Meydanı’na muhakkak vakit ayırın.

Midan Hüseyin.

Şimdi de Midan Hüseyin’in hemen ilerisindeki Şare El Ezher’e doğru ilerliyoruz. Alt geçitten geçerek El Ezher Camii’ne ulaşıyoruz.

5. Bilginin çiçek açtığı yer: El Ezher

Fâtımîler uzun süredir hayalini kurdukları Kahire’yi 969 yılında İhşidileri ortadan kaldırarak ele geçirdikten sonra, kurulan yeni şehrin ana camisi ve eğitim merkezi olarak da 970 yılında El Ezher’in temellerini attılar. İlk devir kaynaklarında ismi Camiü’l Kahire olarak geçen camiye daha sonraki yıllarda Fatımîler tarafından verilen “Ezher”(çok parlak, çok güzel) isminin, Hz. Fatıma’nın “Zehra” lakabından esinlenerek konulmuş olabileceği ileri sürülmektedir. Yine Fatımîler döneminde camiye onun adına bir de maksure(camilerde parmaklıkla çevrilmiş, genellikle padişaha ayrılmış yüksekçe yer) eklenmiş olması bu fikri güçlendirmektedir.

Siyasetin koridorlarında bir dinî kurum: Ezher
Mecra

El Ezher Camii’nin mazgalları ve çiçek açmış ağaçlar.

Fâtımî saltanatı boyunca bu cami, âdeta bir bayram havasında yapılan pek çok dinî kutlamanın merkezi olmuştur. Halkın bu tür merasimlere katılmaya büyük bir istek duyduğu gibi bizzat Fâtımî halifeleri de bu törenlerde bulunmaya ve toplanan kalabalıkları görmeye hayli önem vermişlerdir.

Fâtımîler tarafından Şii-Batınî inancının öğretilmesi ve yayılması için kurulan Ezher, bu özelliğini iki yüz yıla yakın korudu. Salahaddîn Eyyûbî tarafından Mısır’da hakimiyet kurulup Fâtımîlerin ortadan kaldırılması ve hutbenin de Abbasi halifesi adına okutulmasıyla Ezher için yeni bir devir de başlamış oldu. Salahaddîn Eyyûbî Şii mezhebini ve merasimlerini ülkeden silmek için mücadele etti. Ezher’i, Mısır’daki Şiiliğin ana merkezi olarak gördüğü için burada Cuma namazını kılınmasını yasakladı ve burayı Sünni bir eğitim merkezi haline getirdi.

Şark'ın en sevgili sultanı
Mecra

  • Eyyûbîler’in Şiî medreselerini siyasetten arındırıp sadece ilmî faaliyette bulunulan merkezler haline dönüştürme politikası Ezher’i bu dönemde geri plana itti.

El Ezher Camii’nin kuzey yönünde bulunan giriş kapısı.

Eyyûbîlerin ardından gelen Memlûkler ise Ezher’e eski itibarını ve ihtişamını yeniden iade etmiştir. Memlûklerden itibaren Ezher, Ehl-i sünnet itikadı üzere ilim tahsili yapılan, bütün ilimlerin öğretildiği bir üniversite haline gelmiştir. Yaptırmış oldukları üç büyük medrese ile birlikte Ezher’in külliye halinde gelişerek büyümesini katkı sağlamışlardır. Bu gelişmeler ve yükseliş Memlûk Sultanı II. Baybars döneminde ise zirveye ulaşmış, tekrar Cuma namazı kılınmasına müsaade edilmiştir.

Mısır’ı fetheden Yavuz Sultan Selim, Kahire’den ayrılmadan önce son Cuma namazını Ezher’de kılmış ve Osmanlı döneminde de Ezher gelişimini sürdürmeye devam etmiştir.

Huzurlu ve güvenilir bir liman

Ezher, Memlûkler zamanında yeniden canlanışıyla birlikte kamuoyunu etkileme yönünden de tekrar eski mevkiini kazandı. Saraya ait bildirilerle önemli haberler yine buranın minberinden halka duyuruluyordu. Cami şehirde çıkan karışıklıklar sırasında insanların sığındığı yer haline gelmişti; ülkede bir salgın hastalık baş gösterdiği, Nil taştığı veya fiyatlar aşırı yükseldiği vakit halk buraya koşup Allah’a dua ediyordu.

Ezher'in iç avlusu...

Memlûk sultanlarının ve emirlerinin gösterdikleri ihtimamın bir sonucu olarak vakıflardan ve hayır işlerinden gelen kaynakların çoğalması, bu müesseseyi faaliyeti yüzyıllarca sürecek dünyanın en büyük İslâmî ilimler merkezi durumuna getirmiştir. Buna tesir eden bir başka faktör de doğuda Moğollar’ın, İspanya’da Hristiyanların baskılarından kaçan ilim adamlarının Mısır’a göç etmeleriydi. İslâm dünyasındaki âlimlerin birçoğu o dönemde Mısır’ı en huzurlu ve en güvenilir yer olarak gördüklerinden buraya geliyordu.

Günümüzde El Ezher

"Ezher Şeyhi" bugün ülkedeki en yüksek dinsel makam olarak kabul edilirken, medrese de Sünni Müslümanlığın en saygın öğretim kurumlarından biridir. Bugün ülkenin çeşitli yerlerinde modern kampüsleri bulunan Ezher’de verilen eğitim ücretsizdir. Dünyanın her yerinden Müslüman yatılı öğrenciler buraya kabul edilir. El Ezher bugün yalnızca dini ilimlerin verildiği bir üniversite değildir. Tıp, mühendislik, ziraat, idari bilimler alanlarında da fakülteleri bulunan büyük bir eğitim kurumudur.

Akşam namazında Ezher Camii...

El Ezher Camii’nin büyük ve geniş avlusuna girdiğimizde hava da artık kararmak üzere. Akşam ezanına birkaç dakika var. Caminin ışıkları da açıldıktan sonra karşımıza çıkan manzara eşsiz. Birbirinden farklı iki güzel minaresi ve büyük avlusuyla mükemmel Ezher manzarası karşımızda.

Cemaatle akşam namazı.

Akşam ezanının okunmasıyla birlikte camiye geçiyoruz. Namaz cemaatle kılınıyor. Geç kalanlar yeni bir cemaat oluşturuyor hemen. Namazın ardından sohbet ve ders halkalarının oluşuyor caminin içerisinde.

Önde Kur’ân okuyan bir genç, arkada ise bir ders halkası görülüyor.

Akşam namazının ardından avluya tekrar çıkıyoruz ve kararan havayla birlikte ortaya çıkan manzarada Ezher’in minareleri bir de böyle seyrediyoruz. Ardından camiden ayrılıyoruz.

El Ezher’in yanı başında bulunan Ebu Dehab Camii ile yolculuğumuza devam ediyoruz.

6. Mısır’ın kalbinde unutulmuş bir Osmanlı eseri: Ebu Dehab Camii

Mısır’da Osmanlı mimarisinin mükemmel bir örneği olarak kabul edilen bu camii Ezher’in hemen yanı başında bulunuyor. Başlangıçta Ezher Üniversitesi’nde okumaya gelen öğrencileri barındırmak için medrese olarak inşa edildiği bilinen bu cami maalesef yıllardır kapalı. Yine de bu güzel eseri dışarıdan da olsa görüp yolumuza devam ediyoruz.

Ebu Dehab Camii.

Şare El Ezher üzerinden 2-3 dakikalık yürüyüş mesafesinde bulunan Şare el-Muiz Li Dinillah’a doğru ilerliyoruz.

7. Dünyanın en göz alıcı sokağı: Şare Muizz li Dinillah

El Muizz li Dinillah, 969 yılında Kahire’yi fetheden Fatımî halifesiydi ve yeni şehrin ana güzergahına da kendisinin ismi verilecekti. Kente güney kapısı olan Babü’z Zuveyle’dan girip kuzey surlarında yer alan Babü’l Fütuh’tan kent dışına çıkan bu cadde ortaçağ Kahire’sinin ana güzergahlarından biriydi. Geçen zaman içerisinde binalar caddenin genişliğini ziyadesiyle azaltmış olsa da, cadde hala Kahire’nin en güzide yapılarına ve eserlerine ev sahipliği yapmakta. Bununla birlikte cadde, kalabalık ve işlekliğinden de hiçbir şey kaybetmemiş durumda. Her iki yanında da satıcıların tezgahlarını sıraladığı cadde, Hanü’l Halili’nin bakırcılar pazarına ve bir çok atölyeye de mekan oluşturur. Sokak, Babü’l Fütuh yakınlarındaki soğan sarımsak tezgahlarıyla sona eriyor.

Sabahın erken vaktinde dükkânını açıp işine koyulan bir zanaatkar.

Yüzyıllar boyunca şehrin ana güzergahı olarak kullanılan, şehrin en güzide eserlerinin bir sıra halinde dizildiği bir sokağa giriyoruz. Bu sokak için “ortaçağ açık hava müzesi” desek hiç de abartı olmayacaktır.

Muiz caddesinde izleyeceğimiz güzergah.

Hazırsanız zaman içinde yapacağımız bu güzel yolculuğa başlayalım.

8. El Eşref Barsbey Camii

El Ezher’den çıkıp Ezher Caddesi'ni takip ederek kısa bir yürüyüşün ardından Muiz Caddesi'ne varıyoruz. Muiz Caddesi'ne ulaşıp sağa doğru döndüğünüzde biraz ileride sizi karşılayacak olan Camii, El-Melik El-Eşref Seyfeddin Barsbey tarafından 1423 yılında yaptırılmış. Eşref Barsbey, Memlüklere 16 yıl hükmetmiş birçok hayır ve hasenatta bulunmuş. Ancak yürütmüş olduğu hatalı iktisadi politikalar sebebiyle onun döneminde halkın durumu çok kötüleşmiş, halk ağır vergiler altında ezilmiş. Bu sebeple vefat ettiğinde kimsenin üzülmediği söylenir. Buna rağmen yine onun öneminde Mısır iç siyaset bakımından istikrarlı bir devir yaşamıştır. İç karışıklıklara mahal vermeyen Barsbey aynı zamanda Kıbrıs’ın da fethini gerçekleştirmiştir.

Muiz Caddesi'ne bu güzel cami ile giriş yapıyoruz.

Cami, Memlûk mimari ve sanatının güzel örneklerinden biridir. İçerisinde güzel oymaları olan fildişi kakma bir ahşap minberi bulunur. Cami ibadete açık ve merkezi konumu itibariyle de namaz kılacak olan halkın uğrak noktalarından biri.

Eşref Barsbey Camii’nin ardından Muiz Caddesi'nde ilerlemeye devam ediyoruz. Yeni durağımız yalnızca 200 metre ileride.

9. Tarihî direnişin kanıtı: Beynü’l Kasrîn

Fâtımîler, Mısır’ı ele geçirdikten sonra El Kahire (Üstün Gelen) ismiyle yeni bir şehir kurmuşlar ve bu şehri ülkenin başkenti yapmışlardı. Onların Kahire’yi kurmaktaki gayeleri halife ve ailesi için güvenilir bir sultanlık kalesi oluşturmaktı. Bu sebeple şehri kalın bir duvarla sağlamlaştırmışlar, halife için bir sığınak haline getirmişlerdi. Baskına uğramamak için şehrin kuzeyine hendek kazdılar.

“İki saray arasında” anlamına gelen Beynü’l Kasrin’de bugün Memlük eserleri boy göstermektedir.

Böylece şehir hem düşman güçlerine karşı sağlamlaştırılmış hem de Fustat, Askar ve Katai şehirlerinde meskun olan halkın sultanlık sarayına girmeleri engellenmiş oldu. Zira herhangi bir kimsenin şehir surlarını geçmesine izin verilmezdi. Şehre sadece kraliyet ailesinin askerleri ve önde gelen devlet memurları girebiliyordu. Kahire’ye girmek isteyenlerin özel bir izin belgesi almaları gerekirdi.

Eski Kahire’de Beynü’l Kasrin’i gördüğümüz bir illüstrasyon.

Yüksek surların ardında görkemli saray ve camileriyle bir sultanlık kenti inşa edilmişse de Fâtimîlerin mimari eserlerinden günümüze çok az şey kalmıştır.

Beynü’l Kasrin, “iki saray arasında” anlamına gelmektedir ve Muiz li Dinillah Caddesi’nin Hanü’l Halili’den itibaren kuzeye doğru devam eden kısmını oluşturmaktadır. Bu isim, Kahire’de tarihî direnişin bir kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır, zira sözü geçen her iki saray da altı yüz yıldan fazla süredir yerinde yoktur. Kalabalık bir meydanın iki yanında karşı karşıya duran bu saraylar, Fâtımîler tarafından 969 senesinde kurulan El Kahire’nin önemli bir kısmını oluşturmaktaydı. Artlarından gelen devletler ve hükümdarlar ise bu sarayların yerine kendi binalarını inşa etmişlerdir ve bu bölge her zaman binaların en görkemlilerine ayrılmıştır.

Kölelikten hükümdarlığa: Memlûkler

Memlûklerin tarih sahnesine çıkışları ve devlet kurma serüvenleri epeyce ilginçtir. Öyle ya, halkının neredeyse tamamı Arap olan bir coğrafyada Türkler nasıl devlet kurmuşlardır?

Memlûk eserlerinin İslam sanat tarihindeki önemi büyüktür. Eserlerdeki zarafet ve ince işçilik göz kamaştırır.

Memlûk kelimesi “efendisinin temellükü altında bulunan köle” anlamına gelmektedir. Bu kelime zamanla İslâm tarihi içerisinde ıstılahî (özel anlamda kullanılan, herkesin anlayamayacağı söz) bir mânâ kazanmış ve “harplerde esir düşerek veya tüccarlardan satın alınarak köle yapılan beyaz insan” anlamına gelmeye başlamıştır. Bu mânâsı ile memlûk artık “münhasıran hükümdar veya emirlerin muhafız birliklerinde görev yapan hususî, içtimaî ve hukukî bir statüye sahip asker”i ifade etmeye başlamıştır. Bunların kurdukları devlete de Devletü’l-Memâlîk (Kölemen Devleti) denilmiştir.

Köle pazarından Mısır sultanlığına...
Mecra

Memlûk askeri.

Hâkimiyetlerini güçlendirmek maksadıyla İslâm tarihinde ilk defa memlûk kullananlar Abbasî halifeleri olmuştur. Abbasî Devleti’nin kuruluşunda İranlı unsur mühim bir rol oynamıştır. Buna paralel olarak İran nüfûzunun gittikçe kuvvetlenmesi karşısında Abbasi halifeleri, bilhassa el-Me’mûn (813-833) zamanından itibaren, bir denge kurmak maksadıyla, ilk defa İslâm devleti sınırları dışından Türkleri getirterek onlardan askerî birlikler teşkil etmeye başlamışlardır. Kısa zamanda sayıları otuz bine ulaşan bu Türk birliklerine hususi bir itina gösterilmiş, el-Mûtasım (833­-842), bu Türk birlikler için Sâmarrâ şehrini kurarak onlara geniş ıktalar tahsis etmiştir. Bunların Arap ve Acemlerle evlenip karışarak bozulmamaları için hususî gayret gösterilmiştir. Bu Türk birliklerini yalnızca Türk bey ve asilzâdeleri kumanda etmiştir.

Abbasîlerin kendilerini güçlendirmek için devamlı memlûk satın almaları ve valilerin de bulundukları yerlerde bağımsız olma arzularını gerçekleştirmek için yegâne dayanak olarak memlûklerden teşekkül ettirilecek orduları görerek bu gaye ile memlûk satın almaları, bir müddet sonra bu memlûklerin İslâm devletinin her yerinde yayılmasına sebep oldu. Fakat zamanla bu askerlerin diğer vilayetlere de yayılması Abbasîlerin aleyhine oldu.

Küçük yaşta ülkelerinden getirtilip, efendilerinin lütfu ile hürriyetlerine kavuşturulan bu memlûkler, zamanla nüfûzlarını artırarak, yeni vatan edindikleri topraklar üzerinde idareyi ellerine almaya başladılar.

Göstermiş oldukları yararlıkların mükâfatı olarak çeşitli vilayetlere vali tayin edilen Türk kumandanlar, bu yabancı sahalarda memlûk sistemini büyük bir maharetle tatbik ettiler. Bunun en bâriz örneği Mısır’da görüldü. Mısır’a gelen Türk valiler kurdukları memlûk gruplarına dayanarak, hilâfet merkezine karşı istiklâl mücadelesine giriştiler. Tolunoğulları, İhşidiler, Memlükler bu şekilde kurulmuşlardır.

Bir Memlük tasviri.

Köle olarak getirilen, bir çok İslâm devletini koruyup muhafaza eden ve sonrasında İslâm tarihinin en güçlü devletlerinden birini kuran, Moğolların ilerleyişini durdurmuş Memlûkler, İslâm sanat tarihine de çok büyük katkılar sağlamış, arkalarında bugün hala hayretle seyrettiğimiz saygın eserler bırakmışlardır.

Memlûk cami ve medreselerinin daha ilk bakışta büyük bir incelik ve zerafete matuf olduğunu hemen fark edersiniz. Dışardan baktığınızda görkemli ve güzel işçilik direkt dikkatinizi celbeder, içeriye girdiğinizde ise gözleriniz kamaşır. Kahire’ye yapmış olduğum bu seyahatte gördüğüm Memlûk eserleri, kendilerine olan saygımı kat ve kat artırdı.

Memlûklere saygı, rahmet ve hürmetle.

Günümüzde Beynü’l Kasrin’in batı tarafında, art arda sıralanmış üç Memlük külliyesini görürsünüz ki bunların her biri gerçek manasıyla şaheserdirler.

Mısır’da İslâm sanatının ortaya koyduğu en önemli yapılardan biri olan Sultan Kalavun Külliyesi ile yolculuğumuza devam ediyoruz.

10. Sultan Kalavun Medresesi ve Türbesi

Beynü’l Kasrin içerisinde yer alan 3 Memlûk eserinden ilki Sultan Kalavun Medrese ve Türbesidir. (en güneyde kalan yapı.) 1279-1280 yıllarında Memlûk Sultanı el-Melikü’l-Mansûr Kalavun tarafından inşa ettirilmiştir. Cami, medrese, türbe, hastahaneden (bimaristan) meydana geldiğinden Kalavun Külliyesi şeklinde de adlandırılmaktadır.

Solda görülen ilk yapı, Sultan Kalavun Medresesi.

Yapımında üç yüz Haçlı esiri çalıştırılmış, tamamlanması da on üç ay sürmüştür. Ön cephesine baktığınıza Gotik mimari üslubun izlerini hemen fark edersiniz. 13. yüzyıl için değişik bir örnek olan bu cephe sivri kemerli nişlerle hareketlendirilmiş ve girintili çıkıntılı cephe düzenlemesiyle dikine uzanan bir mimari görüntü sağlanmıştır.

Medresenin dış cephe pencereleri ve cepheyi boydan boya kaplayan yazı şeridi.

Sivri kemerli nişler binaya çok katlı bir görünüş veren üç sıra pencereye sahiptir. En alttaki pencereler geniş dikdörtgen açıklıklı ve demir kafesli, orta sıradakiler daha küçük ve sivri kemerlidir. Üst sıradaki pencereler ise sivri kemerli ikiz pencere şeklinde olup üstlerinde de bir yuvarlak pencere vardır. Gerek cephede gerekse iç mekânda, İslâm öncesi devirlere ait devşirme sütun ve sütun başlıkların kullanıldığı görülmektedir. Cephede alt sıra pencerelerin üzerinde taşa yüksek kabartma olarak işlenmiş bir yazı şeridi yer almaktadır.

Kalavun Külliyesi'nin her bir köşesi sanat eserleriyle doludur.

İçeri girdiğinizde uzun, karanlık bir koridor sizi karşılar. Bu koridor soldaki medrese ile sağdaki türbeyi birbirinden ayırır. Türbe Kahire’deki en gösterişli ve çarpıcı mekanlardan birine sahiptir. Kudüs’teki Kubbetü’s-Sahra’dan esinlenilmiş türbenin sekizgen düzenindeki sütunlarının iki çifti bazı eski Mısır tapınaklarından alınmış büyük granit sütunlardır. Bu da göstermektedir ki Memlûk mimarisi farklı mimari kültürlerin izini taşımaktadır.

Sultan Kalavun Medresesi'nin içindeyiz.

Medresenin iç avlusu.

Buradan ayrılıp hemen yanı başındaki Sultan en-Nasır Muhammed Medresesi ve Türbesi’ne geçiyoruz.

Üç kez tahta çıkan Memlûk sultanı: El-Melik En-Nâsır Nâsıreddin Muhammed B. Kalavun

Mansur Kalavun’un oğlu en-Nâsır Muhammed bin Kalavun tahta ilk çıktığında dokuz yaşında bir çocuktu. Yaşının küçük olmasından faydalanan emirler yönetimi ele geçirdi. Sultan yaşının küçük olması ve ülkeyi yönetemeyeceği gerekçeleriyle tahttan indirildi. Emirler arasındaki mücadeleler sürüp giderken kendisi ümera tarafından ikinci sefer tahta çıkarıldı. Yine yaşının küçük olması sebebiyle aynı problemlerle karşı karşıya kalan Sultan, hacca gitme bahanesiyle Kahire’den ayrıldı ve tahttan çekildiğini açıkladı. Tekrar tahta çıkması kararlaştırıldığında ise artık devletin idaresini ele alacak ve hâkimiyet sağlayacak yaştaydı. Üçüncü sefer Memlûk tahtına oturduktan sonra tam otuz bir yıl saltanat sürmüş ve toplamda kırk iki yıl tahtta kalmıştır. Memlûk Sultanlardan hiçbiri bu kadar uzun saltanat sürmemiştir.

Memlûk minareleri, sıra dışı mimarileriyle dikkat çeker.

Sultan en-Nasır Muhammed’in devleti tek başına idare ettiği bu üçüncü ve en uzun saltanatı esnasında kurulan nizam sayesinde memleketin iktisadi durumu da fevkalade gelişti. Onun zamanında yapılan cami, medrese, han, hamam, çeşme ve saraylardan pek çoğu bugün Mısır ve Suriye’de hâlâ ayaktadır. El Makrizî onun hakkında şöyle söyler; “Îmârı seven bir sultandı. Her gün üç yüz elli altın dinâra tekabül eden yedi bin gümüş dirhem meblağı imâr için sarf ediyordu”.

Şimdi Beynü’l Kasrin’deki en-Nasır Muhammed Medrese ve Türbesine geçelim.

11. Sultan en-Nasır Muhammed Medresesi ve Türbesi

Sultan en-Nasır Muhammed Medresesi ve Türbesi’nin daha alçak ve daha dar olan ön cephesi karşılıyor bizi. Gotik mimari üslupta yapılmış olan siyah-beyaz giriş kapısı Akka’daki bir kiliseden alınmış ve Haçlıların Memlûkler tarafından 1291 yılında nihai olarak mağlup edilişinin anısına Kahire’de yeniden yapılmıştır.

Sultan en-Nasır Muhammed Medresesi’ne bu kapıdan giriş yapıyoruz.

Yeryüzündeki en güzel ve ayrıntılı işlemelere sahip eşsiz minarelerden birini burada göreceğinize sizi temin ederim. Baktığınız zaman şaşıp kalacağınız, gözlerini ayırmadan seyredeceğiniz bir ustalık eserini uzun uzun seyretmeden buradan ayrılmamanızı tavsiye ederim.

Medresenin minaresinde yer alan alçı işlemeleri eşsiz güzelliktedir.

Medresenin içerisi de bir o kadar güzel. Burada yer alan bu mimari eserler için ne kadar şey söylesek az gelir diye düşünüyorum. Fotoğraflarda dahi bu denli güzel görünen bu her biri birer şaheser olan eserleri çıplak gözle seyretmek ise gerçekten paha biçilemez.

Medresenin iç avlusu.

Medrese içerisindeki caminin mihrabı üzerindeki ayrıntılı işçilik.

Mihraptan detay.

Şimdi de Beybü’l Kasrin’in en kuzeyinde yer alan Sultan Berkuk Medresesi’ne doğru ilerliyoruz.

12. Sultan Berkuk Külliyesi

Mısır’da Çerkes asıllı Türklerin hakimiyetini başlatan Sultan Ebu Sid Berkuk tarafından yaptırılan külliye, dışarıdan bakıldığında camiden pek farklı olmasa da, gerçekte fıkıh öğrenilen bir okuldur. Çok daha küçük ölçüde olmasına ve sarkıtlarla çevrili taş bir kubbeye sahip bulunmasına rağmen giriş kısmı Sultan Hasan Camii’nin bir taklididir. Cephe duvarı altlı üstlü bir sıra pencere ile zenginleştirilmiştir. Alttaki pencereler dikdörtgen, üsttekiler ise sivri kemerli ve tahta kafeslidir.

Sultan Berkuk Külliyesi'nin dışarıdan görünümü.

Beynü’l Kasrin’deki diğer Memlûk eserlerine oranla daha sade bir dış cephe bizi karşılıyor. Ancak bu sadelikte dahi ince işçilik gözlerden kaçmıyor.

Külliyenin dört kapısı vardır ki bu kapılar ana avludan, her biri bir fıkıh okuluna ayrılmış dört ayrı sınıfa ve öğrenci hücreleri bölümüne açılır. Namazgahın biraz ötesindeki türbe, güzel yaldızlı bir kubbe altındaki mermer kaplama duvarlarıyla gözlerinizi alır. Burada yatan Berkuk değil, kızıdır. Sultan ise Kuzey Mezarlığı’nda yatmaktadır.

Sultan Berkuk Medresesi’nin minaresi de yine göz kamaştırıyor.

Medresenin iç avlusuna girdiğimizde bizi güzel bir avlu, avlunun ortasında da güzel bir şadırvan karşılıyor. Şadırvanın kubbesi içindeki işlemeler ise gerçekten görülmeye değer.

İç avludaki şadırvandan bir görünüm.

Medrese içerisinde hangi köşeye dönseniz bir incelik bir ayrıntı görürsünüz. Eğer sanata işçiliğe ve sanat tarihine ilginiz varsa bu medreselerden çıkmanız kolay olmayacak.

Medrese içerisindeki caminin tavanındaki altın yaldız işlemeleri görmeden geçmeyin.

Cami içerisine Hz. Süleyman’ın mührü yerleştirilmiş ve vitrayla çok güzel bir görüntü ortaya çıkarılmış.

Buradan hemen sağ çaprazımızda yer alan Kasr Beştak’a geçiyoruz.

13. Kasr Beştak

Beştak, on dördüncü yüzyılda sultanın kızıyla evlenip büyük bir zenginlik ve nüfuz kazanmış, kötü şöhretli olan güçlü bir emirdi. 1334 yılında yaptırdığı sarayı da büyük ziyafetlerin ve eğlencelerin verildiği gösterişli bir mekandı. Ancak şöyle bir durum vardı ki, Memlûkler döneminde büyük zenginlik ve nüfuz iki ucu keskin bir bıçaktı ve kıskanç bir rakibin gelip kendisini yakalatıp katlederek bütün malvarlığına el koyması kaçınılmazdı. Böyle de oldu…

O dönemde zengin ve nüfuz sahibi asillerin yaşadıkları yerleri görmek sizi geçmişe götürüveriyor. Evin etrafındaki müşrefiye kafesler ise gerçekten göze hitap ediyor. Peki bu müşrefiye kafesler öylesine mi yapılmışlar?

Sarayın dış cephesi, ahşap kafeslerle kaplıdır.

Kahire’de inşa edilen her şey gibi bunların da bir anlamı, işlevselliği bulunmaktadır. Sokakta duran bir kişi müşrefiyeye doğru baktığında evin içini göremez ama evin içinde olan bir kişi müşrefiyeden dışarıya baktığında sokağı gayet net bir biçimde görebilir. Tabii tek işlevi bu değildir.

  • Sıcak bir iklime sahip Kahire’de en büyük sorunlardan birisi bunaltıcı evlerdir. İşte bu müşrefiyeler evin içini serin tutar, aynı zamanda gün ışığının da eve girmesine mani olmaz.

Hatta sokaktakiler dahi bu müşrefiyelerden istifade etmektedir. Zira Müslüman ülkelerde sokaklar dar olurdu, güneşten ve yağmurdan kaçmak isteyen insanlar bu müşrefiyelerin altına sığınıyorlardı.

Şimdi de hemen yanı başımızdaki, yolu ikiye ayırarak tam ortada bir abide gibi duran Abdül Kethuda Sebil-Kuttabı’na doğru ilerliyoruz.

14. İki iyilik bir arada: Abdul Kethuda Sebil-Kuttabı

Bilindiği üzere su insanoğlunun en temel ihtiyaçlarının başında gelmektedir. Bu ihtiyacın karşılanması ise Kahireliler için kolay bir iş değildi. Kahire’nin tek su kaynağı Nil nehriydi. Su ihtiyacı inşa edilen kemerler yahut sakalar vasıtasıyla şehre ulaştırıldı. Diğer taraftan sakaların taşıdığı suyu depolamak için havuzlar, sarnıçlar ve sebiller inşa edilmiştir. Bu sebillerden birisi şehrin en işlek noktalarından birine inşa edildi.

Ortada yer alan yapı, Abdul Kethuda Sebili.

İslâmî Kahire sokakları, dantel gibi ilmek ilmek işlenmiş kafesleriyle kaplı geniş pencereleri olan güzel yapılarla bezelidir. Sebiller, yani insanların su ihtiyaçlarını karşıladıkları çeşmeler temiz suyla dolu tutulur, pencere kafeslerine de yoldan geçen insanların susuzluklarını giderebilmesi için bakır maşrapalar asılır. Kahire’de zengin paşalar ve yöneticiler, hem sevap kazanmak hem de halkın sevgisini kazanmak amacıyla sebil yaptırırlardı.

Bu yapı sadece insanların su içtikleri bir yer olarak inşa edilmemiştir. Sebilin üstünde yer alan katta, Kur’ân eğitimi için ayrılan ve “kuttab” olarak anılan, küçük bir teras inşa edilmiştir. Burası talebelerin Kur’an okuması, ezber yapması gayesine hizmet eden üç yandan esintiye açık huzurlu bir ortam olmuştur. Bir sebil-kuttab bu haliyle, Hz. Peygamberin insanlara buyurduğu iki sünnete hizmet etmiş oluyordu: Susayanlar için su, ilim tahsil etmek isteyenler için ilim.

1744 yılında inşa edilen yapının alt katını Mekke’nin tasvir edildiği çiniler süslerken üst katta da oyma ahşap sütun ve kirişler vardır. Yapının dışı adeta yapboz parçaları gibi birbirine geçmiş farklı renklerde mermer blok kaplamalarıyla işlenmiştir.

Sebil Kuttab’ın alt katı ve işlemeler.

Bu yapı da Muiz Caddesi'nde yer alan güzel noktalardan biridir ve şehrin de sembollerinden biri haline gelmiştir. Günün birden fazla vaktinde (sabah, ikindi) buradan geçtiğim halde hep kalabalık olduğunu ve insanlar tarafından da çok sevildiğini söyleyebilirim.

Sebilin ilerisinde Muiz Caddesi üzerinde sağda kalan El Akmar Camii ile gezimize devam edelim.

15. Eşsiz bir mimari incisi: El-Akmar Camii

Kamer(Ay) kelime kökünden gelen ismi ile El-Akmar Camii, “Mehtaplı Camii” anlamına gelir. Bu adı da muhtemelen ışıltılı gri renkli taşlarından almıştır. 1125 yılında Fatımîler döneminde inşa edilen caminin dokuz yüz yıla yakınlık bir tarih eseri olduğunu söylemek mümkün. Geçen bunca zamanda Kahire’nin tozuna ve kirine maruz kalan cami, artık ışıldamaktan uzaklaşmış olsa da, hala eşsiz bir mimari güzellik olarak kabul edilir.

Akmar Camii, eşsiz taş işlemeleriyle dikkat çeker.

Mısır’ın taştan yapılan en eski camisi El Akmar. Zira daha öncesinde binalar tuğla ile inşa edilir üzerine de sıva çekilirdi. Mısır’ın en eski taş cephesi sayılan dış cephesini gördüğünüzde hayran kalacaksınız. Giriş kapısının üzerinde yer alan deniz kabuğu desenleri, cami cephelerindeki taş süslemelerinin ilk örneklerinden biridir.

Sâmarrâ Camii'nin Kahire'deki kardeşi
Mecra

Akmar Camii'ndeki taş işlemelerden bir detay.

Caminin içi de en az dışarısı kadar ilgi çekici.

Çılgın halife: El Hakim Biemrillah

Fatımî halifesi Aziz Billah’ın oğlu olan Hakim Biemrillah, sekiz yaşındayken babası tarafından veliaht tayin edildi. Babasının ölümü üzerine on bir yaşında iken imam unvanı ve Hakim Biemrillah lakabıyla halifeliğe getirildi. On beş yaşına kadar vesayet altında ülkeyi yönetti. Vesayet sona erdiğinde ilk işi vasisini ortadan kaldırmak oldu. Sonrasında gerçek şahsiyetini gösterdi ve yaşının küçük olmasına rağmen aşırı bir taassupla bir taraftan Ehl-i kitaba, diğer taraftan Sünnî Müslümanlara karşı çok katı ve insafsız uygulamalar başlattı.

Hakim Biemrillah’ın bastırdığı altın para.

Tarihçilerin ittifakla belirttiklerine göre Hâkim Biemrillah; sert mizaçlı, merhametsiz, insanları öldürmekten zevk alan, kendisine nasihat edenlere zulümle karşılık veren bir kimse idi. Söz ve davranışları tutarlı değildi. Bazen son derece cömert olur, bazen da aşırı derecede cimrileşirdi. Giydiği yünlü elbiseyi yıllarca değiştirmez, gece ve gündüz kandil ışığında otururdu. Eşek üzerinde çarşı pazarı dolaşır, ölçü ve tartıda hile yapanları şiddetle cezalandırırdı. İlmîsever diye bilinir, fakat âlimlere eziyet ederdi. Çok sayıda devlet adamını ve ulemâyı öldürtmüştü. Her halifenin emir ve yasak içeren düzenlemeleri olmuştu. Ama Hakim Biemrillah farklıydı. Zira bir karar veriyor ve onu birkaç sene sonra ortadan kaldırıyordu. Onu anlamak çok zordu.

Fatimîlerin ilim merkezi Dârülhikme
Mecra

İslâm tarihinin en acımasız ve anlaşılmaz şahsiyetlerinden olarak gösterilen Hakim Biemrillah’ın eylemlerinden birkaçından bahsedelim:

- 1005'te Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman gibi sahâbîlere sövülmesini emretti ve sövgü içeren ibarelerin cami, mescid, cadde, sokak ve dükkân kapılarının üzerine yazılmasını istedi; iki yıl sonra bu uygulamadan vazgeçti.

- 1005 yılında Yahudi ve Hıristiyanların özel elbiseler giyip kuşanmalarını, Müslümanlarla aynı gemiye binmemelerini ve aynı hamamda yıkanmamalarını, Müslüman hizmetçi kullanmamalarını emretti.

- 1009 teravih namazını yasakladı ve bu durum dokuz yıl sürdü.

- Aynı yıl Kahire’de bulunan kiliselerle Kudüs’teki Kıyâme Kilisesi’ni yağmalatıp yıktırdı. Ertesi yıl da Hıristiyanların bayram kutlamalarını yasakladı; daha sonra ise çıkardığı fermanlarla bunları tamamen serbest bıraktı.

- İçki alışkanlığını ortadan kaldırmak maksadıyla, içkiyi yasaklamak yerine, üzüm asmalarını söktürdü.

- Tebaasının eğlence ve zevklerini sınırlayarak mûsikiyle meşgul olmayı, satranç oynamayı ve Nil nehri üzerinde kayıkla gezinmeyi, kadınların sokağa çıkmalarını yasakladı.

- Kahire’de bulunan dükkânların gündüz kapatılıp gece açılmasını ve aydınlatılmasını emretti. Bunun için de çarşı pazarın gerekli aydınlatmasını sağlattı.

- Daha önce Muiz-Lidînillâh tarafından ezana dahil edilen “hayye alâ hayri’l-amel” ve sabah ezanında okunan “es-salâtü hayrun mine’n-nevm” ibarelerini ezandan çıkardı.

- Hıristiyanları Müslüman olmaya zorladı sonra tekrar eski dinlerine dönmelerine izin verdi.

- Önünde yer öpülmesi âdetini kaldırdı; buna karşılık hutbe ve yazışmalara Hz. Peygamber’e salâtüselâm yerine “es-selâmü alâ emîri’l-mü’minîn” ibaresini koydurdu ve hatipler ismini andığında cemaatin ayağa kalkmasını emretti.

- Bazı bitkilerin yenmesini ve yetiştirilmesini, kurban bayramı dışında sığır kesilmesini yasakladı.

- Emir ve yasaklarını ihlâl edenleri ise en sert şekilde cezalandırdı. Bundan dolayı halkın yanında yüksek rütbeli devlet memurları ve vezirler de ölüme mahkûm ediliyordu. Bu ağır cezalar yüzünden Mısır ve diğer yerlerdeki halk kendisinden aşırı derecede korkuyordu. Bir defasında Kahire çarşısında dolaşırken bir kasap dükkânına girerek eline bir satır alıp yanındakilerden birini öldürmüş ve sonra da hiçbir şey olmamış gibi oradan uzaklaşıp gitmişti; gönderdiği kefen ve defin izni gelinceye kadar maktulün cesedine hiç kimse yaklaşmaya cesaret edememişti.

  • İnsanların korkulu rüyası Hakim Biemrillah 1017 yılına gelindiğinde, etrafındaki sapık düşünceleri kendisine aşılayan el-Ahram ve Derezi’nin de etkisiyle, Tanrı’nın kendisine göründüğünü ilan etmiş ve böylece Dürzîlik adı verilen yeni bir Şii mezhebi ortaya çıkmıştı.

Hâkim, yanında görevlilerle birlikte geceleri sık sık Kahire yakınlarındaki Mukattam tepesine çıkar, yıldızları seyreder ve gecenin bir kısmını orada geçirirdi. Bu adetini hiç terk etmedi. Bir gün yine tepeye çıkmak istemiş, kendisine refakat eden görevlilere bulundukları yerde beklemelerini söyleyerek yanlarından ayrılmış ancak bundan sonra onu bir daha gören olmamıştır.

Çılgın halifeden yeterince bahsettiğimize göre, yaptırdığı camiye geçebiliriz.

16. El Hâkim Camii

Halife Hakim’in adını taşıyan camiinin yapımına babası Aziz Billah zamanında başlanmış, ancak oğlu Hâkim Biemrillah zamanında tamamlanmıştır. O tarihten sonra da tarih boyunca çeşitli amaçlar için kullanılmıştır. Fâtımîler döneminde haçlı esirleri için zindan, Selahaddin tarafından ahır, Napolyon tarafından depo ve sonraki dönemde de erkek okulu olarak kullanılmıştır.

Hâkim Camii'nin mermer avlusu...

Cami günümüzde parlayan mermerleri ve gösterişli avizeleriyle ışıl ışıldır. Mimari yapı olarak El Ezher Camii’ne benzemektedir. Caminin içerisine girdiğinizde büyük bir avlu sizi karşılar. Büyük avlunun bir köşesine de çeşme yerleştirilmiş. Avluda cıvıl cıvıl sesler çıkartarak koşuşturan çocukları görmek ve geçmişe gitmek için ayaklarınızdaki çorapları çıkarıp mermeri hissederek avlunun içerisinde gezinmenizi tavsiye ederim.

El Hâkim Camii’nin minaresi de ilgi çekicidir.

Kuzey surları ve geri dönüş

Böylece Muiz Caddesi'nin Kuzey surlarına kadar olan kısmındaki gezilecek noktaları bitirmiş olduk. Yürümüş olduğumuz bu kısa mesafede birden fazla devletin ve kültürün eserlerini ziyaret ettik. Mimari ve estetik açısından bizi ziyadesiyle tatmin edecek bir çok eser gördük. Şimdi, geriye dönüp geldiğimiz yolu takip ederek Muiz caddesi üzerinden Bâbüz Züveyle doğru yürüyeceğiz.

İslâmî Kahire’nin en değerli eserleri ve yapıtlarının büyük bir kısmı Muiz Caddesi'nde bulunmakta. Bu muhteşem eserleri geri dönüş yolunda tekrar görmek, aynı yolculuğa tekrar çıkmak gayesiyle gezi güzergâhını da bu şekilde düzenlemek istedim. Zaten mesafe çok kısa, hiç sıkılmadan tekrar yürüyeceğinizi rahatlıkla söyleyebilirim.

Şimdi yola çıktığımız noktaya tekrar geri dönüyor ve Babüz Züveyle’ye doğru ilerlemeye devam ediyor. Yolumuzun üzerinde bir Külliye daha karşılıyor bizi:

17. El Gavri Külliyesi

Kahire’nin en zarif minarelerinden birine sahip olan Gavri Külliyesi, pazar kurulan dar bir sokağın iki yakasında, karşılıklı olarak yer alan ikiz binalardan oluşmaktadır. 1505 yılında güçlü Memlûk sultanlarının sonuncusu olan Kansu Gavri tarafından yaptırılmıştır. Muharebe meydanında ölen ilk Memlük Sultanı olan Gavri, Yavuz Sultan Selim karşısında yapmış olduğu savaşı kaybetmiş ve cesedi de bulunamamıştır. Bu sebeple külliyenin doğu tarafında yer alan türbesi, kısa ömürlü ardılı Tomanbay için kullanılmıştır. Türbenin karşısında, külliyenin batı tarafında bulunan El-Gavri Cami ve Medresesi’nin çatısından güzel Kahire manzarası izlemek mümkündür.

Gavri Külliyesi'nde zarafet ve ihtişam bir aradadır.

İki ve üç sıralı pencerelerle hareketlendirilmiş olan cephenin güney tarafında dışarıya taşkın olarak yerleştirilmiş dört katlı bir minare vardır. Minarenin her tarafında görülen kemerli açıklıklar mimaride hareketliliği açıkça belli etmektedir. Kare bir yapıya sahip minare tuğladan yapılmış ve yeşil çinilerle süslenmiştir. Minarenin tepesinde külâh yerine Arap mimarisinde çok görülen, soğan biçiminde biri ortada olmak üzere beş kubbecik bulunmaktadır. Bu haliyle şehirdeki birçok minareden farklı olan bu eşsiz minare fazlasıyla övgüyü hak ediyor.

Buradan ayrılarak güneye, Babüz Züveyle’ye doğru ilerliyoruz. İslâmî Kahire rehberimizin ilk yazısında son ziyaret edeceğimiz nokta da burası olacak.

18. Tarihe tanık bir kapı: Babü’z Züveyle

Fâtımîler döneminde inşa edilen kent surlarının günümüze kalmış tek güney kapısı olan Babü’z Züveyle ilk olarak on birinci yüzyılda yapılmıştır. Memlûkler döneminde sultanlar, Mekke’ye her yıl giden hac kervanlarının ayrılışını buradan seyrederdi.

Bu kapı oldukça meşhur bir kapıdır ve hafızalara halk önünde kanlı idamların gerçekleştirildiği yer olarak kazınmıştır. Öyle ki, öldürülenlerin başları surların üzerinde teşhir edilir günlerce orada bekletilirdi. Bu kanlı uygulama, 1811 yılında Osmanlı valisi Mehmet Ali Paşa’nın kalede Memlûklerin ileri gelenlerini öldürtmesinden sonra da sürdürülmüş, öldürülen Memlûklerin başları sarıklara geçirilerek teşhir edilmiştir.

Babü’z Züveyle kapısının üzerinde iki minare bulunmaktadır. Bunlar kapının yanı başın bulunan Müeyyed Camii ile birlikte yapılmıştır.

Şüphesiz bir çok katle şahitlik etmiş olan Babü’z Züveyle’de gerçekleştirilen en yürek burkan idam Memlûklerin son sultanı Tomanbay’ın idamı olmuştur. Babü’z Züveyle’ye yapmış olduğumuz bu ziyaretin, Tomanbay’ı tanıyarak ve burada yaşanan hadiselerden kısa da olsa bahsederek daha anlamlı olacağı kanaatindeyim.

İlk Osmanlı halifesinin omzunda ebediyete uğurladığı son Memlûk Sultanı: Tomanbay

Osmanlı Hükümdarı Yavuz Sultan Selim’e karşı Suriye seferine çıkan Kansu Gavri, Tomanbay’ı yokluğunda ülkeyi yönetmekle yükümlü kıldı. Tomanbay bu görevi süresince güvenliğe çok önem verdi, disiplinli davrandı, bundan dolayı halk ve asker tarafından çok sevildi. Bir süre sonra Kansu Gavri’nin, Mercidabık Savaşı’nda yenilip savaş alanında ölmesi üzerine kimin sultan olacağı konusu gündeme geldi. Bu sırada ülke çok olumsuz şartlar içinde bulunuyordu. Osmanlı Devleti’ne karşı önemli bir savaş kaybedilmiş, Suriye toprakları elden çıkmıştı; Kansu Gavri’nin yanında bulunan halife ve pek çok emîr Osmanlı Devleti’ne esir düşmüştü. Mağlûp ordu ve emirler bozgun yüzünden perişan bir halde yaklaşık iki ay sonra Mısır’a dönebildi. Kahire’ye gelen emîrlerin ilk işi, sultanın yokluğunda ülkeyi güzel bir şekilde idare eden Tomanbay’a sultanlık teklif etmek oldu. Ancak Tomanbay bu sırada sultanlığın ne anlama geldiğini iyi bildiğinden bu öneriyi kabul etmek istemedi. Fakat devrin şeyhlerinden birinin araya girmesi ve Memlük emîrlerine isyan ve ihanet etmeyeceklerine dair yemin ettirmesiyle sultanlığa razı oldu.

Memlükler dönemine ait savaş gömleği.

Tomanbay bu şartlarda sultanlık görevini kabul etmekle büyük bir cesaret göstermişti. Yavuz Sultan Selim önce Tomanbay’a bir mektup yollayarak onu kendisine itaat etmeye çağırdı. Tomanbay teklifi kabul etmeyi düşünüyordu; ancak Suriye’de yenilen emîrlerin intikam hırsı ve Osmanlı hükümdarının mektuplarındaki ağır ifadeler onu bundan alıkoydu ve Osmanlı elçilerinin öldürülmesini emretti. Tomanbay büyük bir gayret göstererek bozgunlardan artakalan Memlük ordusunu derleyip toparlamaya çalıştı, savaşın Kahire dışındaki Ridâniye’de yapılması kararlaştırıldı. Bunun üzerine bölgede derin siperler kazıldı ve İskenderiye ile Kahire Kalesi’ndeki bazı toplar getirilip buralara yerleştirildi. Yavuz Sultan Selim ordusunu ikiye bölerek bir grubun Memlükler’in beklediği yönden, diğer grubu Mukattam dağının çevresinden dolaştırıp yandan hücum etmesini sağladı. Osmanlılar’ın elindeki hafif toplar ve piyadelerin kullandığı tüfekler savaşın kaderini belirledi. Bir ara Tomanbay yanındaki birliklerle cesurca bir hücuma kalkıp Osmanlı ordusunun merkezine yüklendi ancak başarısızlıkla sonuçlandı. Bununla beraber Memlük ordusu tam anlamıyla dağılmıştı. Tomanbay dağılan birlikleri toplamak için geri çekildi. Savaştan bir gün sonra Osmanlı ordusu Kahire’ye girdi. Fakat 28 Ocak gecesi Tomanbay etrafına topladığı 10.000 kadar askerle âniden şehre geri döndü.

  • Yapılan sokak savaşları neticesinde Kahire’nin büyük bir kısmını ele geçirdiyse de bu başarısı uzun sürmedi ve şehirde sadece üç gün tutunabildi; Osmanlılar’ın ağır baskısı karşısında şehri terk etmek zorunda kaldı.

Fakat Tomanbay’ın mücadeleden vazgeçmeye niyeti yoktu. Bu sebeple yine asker toplamak amacıyla hazırlıklara girişti. Yapılan üçüncü savaşı da Osmanlılar kazandı. Tomanbay kendisi için güvenli olduğunu düşündüğü Terrûce bölgesine kaçtı. Burada ihanete uğrayarak yakalandı ve zincirlerle bağlandıktan sonra kendisini almaya gelen Osmanlı birliklerine teslim edildi. Bu artık bir devrin sona geldiği anlamına geliyordu.

Babü’z Züveyle’nin üzerindeki minarelere çıkıp Kahire manzarası seyredebilirsiniz.

Tarih kaynakları Tomanbay’ın son derece cesur, mücadele azmi kuvvetli, hayır sahibi, edepli, dindar olduğu ve bazı haksız vergileri kaldırdığı söylenir. Halk tarafından da oldukça sevilmesi bize onun hakkında anlatılanların doğru olduğunu göstermektedir. Yavuz Sultan Selim’in huzuruna getirildiğinde bir hükümdar gibi karşılandı. Cesaretinden dolayı Tomanbay’ın bağışlanacağı düşünülürken artık halkının ondan ümidini kesmesi ve yeni bir isyan ihtimalinin ortadan kaldırılması gibi gerekçelerle idamına karar verildi.

Tomanbay, Yavuz Sultan Selim tarafından Şehsuvaroğlu Ali Bey’e teslim edildi. Şehsuvaroğlu Ali Bey’in babası Dulkadiroğlu Şehsuvar Bey, Osmanlılara sadakat göstermesinden dolayı dönemin Memlûk Sultanı tarafından Babü’z Züveyle’de idam edilmişti. Şehsuvaroğlu Ali Bey vakti zamanında babasının idam edildiği Babü’z Züveyle’de Tomanbay’ı idam ettirdi. Böylece Memlûk devletinin son sultanı hayata veda etti.

Yavuz Sultan Selim’in emriyle Tomanbay için Kahire’de büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Yavuz da cenaze törenine bizzat katıldı ve Osmanlı hükümdarlık geleneğinde hiç görülmemiş bir şeyi yaptı. Tomanbay’ın cenazesini omuzlayarak ebediyete uğurladı. Ayrıca üç gün boyunca Tomanbay adına fakirlere para dağıtıldı.

İslâmî Kahire rehberi - 2
Mecra

İslâmî Kahire Rehberimizin ilk kısmı böylece sona ediyor. İkinci kısımda görüşmek üzere.

[Fotoğraflar: Muhammed İkbal Çakmak]