Varlığı insan yapan duygu durumları: Kaygı endişe korku

ERCAN YILDIRIM
Abone Ol

Kaygı metafizik sahadaki belirsizliği karşıladığı gibi verili dünya hayatında bir türlü kök salamamayı, aşinalık etiğini kuramamayı, yabancılığı aşamamayı da belirginleştirir. Kaygı insanın en çetrefil ve çok yönlü ontolojik aracıdır; şeksiz şüphesiz imanı, sanrılarla ve korkularla dolu benliği, ahenkli bir varoluşu, kök salan düşünceyi doğurabilir... Kaygı varlığı insan yapabilir.

Kaygının boyutuyla düşünmenin yurdu arasındaki ahenk ister istemez özneyi kurar.

Her insan, her yeni nesil yeni bir imkân, yeni bir varoluş hâliyle yeni bir kaygıdır. İnsan kaygıyla var olur, kaygı insan gerçekliğinin esasında bakılırsa dünyanın varlığının sonucudur. Dünya kaygı üzerine kurulur, insan kaygılandığı ölçüde varlığını oluşa getirebilir. Psikolojinin bir şubesinden bahsetmiyoruz; kaygı, endişe, korku bütünüyle felsefi kavramlar, varoluşu belirginleştiren temel düşünme dinamikleridir.

Dünyadaki insan gerçekliğinin statüsü, sınıfsal durumu ne olursa olsun kaygı ve korku arasındaki ontolojik durumu, gerilimi yaşar hatta yaşatır, başkalarına yansıtır. O zaman sormak gerek, kaygı, endişe ve korkular insanların yönelimlerini büsbütün varlık sahalarını belirler mi? Kaygının boyutuyla düşünmenin yurdu arasındaki ahenk ister istemez özneyi kurar. Milletlerin kaygıları ve korkuları da güçlüdür aynen bireylerinki gibi...

Aslına bakılırsa belki 200 yıllık tarihimizi göz önüne alır hassaten son yıllardaki Türkiye’yi düşünürsek “beka” merkezli kaygılar, korkular ve endişeler örtüştüğünde millet bağı ontolojik gerilime gider.

Aslına bakılırsa belki 200 yıllık tarihimizi göz önüne alır hassaten son yıllardaki Türkiye’yi düşünürsek “beka” merkezli kaygılar, korkular ve endişeler örtüştüğünde millet bağı ontolojik gerilime gider. Çünkü kurucu siyaset ve düşünce korkuların ve endişelerin değil kaygıların üzerine bina edilir. Kaygının bu manada inşacı tarafı olur, varoluşu doğrudan etkiler. “Bilinemez” sahadan seslendiği için hâliyle geleceğe atfen adımlar atmak ister, atar veya atamaz… O da toplumların dinamizmi, birikimi, karizması ve entelektüel birikimi ve bunu harekete geçirebilmesiyle ilgili. Kaygı ve korku kişiyi ve toplumu felçli gibi hareketsiz de kılabilir dengesiz eylemliliğe de sürükleyebilir. Denge ve inşa kaygının boyutu, onu karşılayabilecek inanç sahasının derinliğiyle ilgili. Kapitalist gündeliğimiz içinde millet ve birey olarak kaygı, endişe ve korkularımızla kendi benliğimizi, kendiliğimizi belirginleştirebiliyoruz.

Her umut bir korku ve kaygıyı, her kaygı ve umut hatta hareketlenme bir korkuyu beraberinde getirir.

Her umut bir korku ve kaygıyı, her kaygı ve umut hatta hareketlenme bir korkuyu beraberinde getirir. Bu da kader ile kaygının kesişimine insanın vakıf olamaması, hükmedememesi dahası onu bilememesiyle bağlantılı. Hannah Arendt’in dediği gibi, dünya görünüm dersek görünüm olmayan bir şeyin varlığını kabul ederiz. Batı kapitalist zihninde bir şekilde neo Platonculuktaki asıl-gölge ayrışması, ideanın mutlaklığı yok. Bu da kaygı gerilimini ister istemez somuta, dünya içindeki tek tek var olanlara, materyallere yönlendirir. Sonuçta kadim kader tartışması beraberinde sürüklenir... “Korona virüsü kapma, hasta olma önceden takdir edildi mi, insanlar kendi çabalarıyla virüsü bünyelerinden uzak tutabilirler mi?” örneğindeki gibi. Her iki durumdaki kaygı, endişe ve korku günümüz insanını belirler, etkiler.

Hannah Arendt’in dediği gibi, dünya görünüm dersek görünüm olmayan bir şeyin varlığını kabul ederiz.

Güçlü tın

  • Hegel’in “Düşünülen vardır ve var olan ancak düşünüldüğü nispetle vardır.” deyişi inşanın idea sahasındaki varlığını gösterir. Böylece tinin güçlülüğü, zayıflığı, iktidar kurma potansiyeli kaygı-korku dengesini kurabilmesi, açıkçası metafizik sahaya yatkınlığıyla ilgili. Güçlü tin kaygılarını izale edebilecek metafizik uyuma sahip olduğundan dünyadaki başka varoluşlar gibi zayıflık göstermez; hatta her bir “tehdit” durumunda endişeye kapılmaz, tehlike açığa çıktığında korkularının altında ezilmez! İnsan korkar, endişelenir, kaygılanır.

İnsan dışındaki varlıklar, hayvanlar da korkar ve endişelenir ama kaygılanmazlar! Deprem anını ve öncesini gösteren kamera görüntülerine bakıldığında daha depremi insanlar “hissetmezken” hayvanlarda hareketlenmeler başlar. İlk hareket başlamadan önceki sesler hayvanları endişelendirir; sesler arzın kıpırdanmasına yani sallantıya döndüğünde insanlarla birlikte korkarlar “güvenli liman” aramaya “koştururlar.”

Tinin gücü para ve iktidardan değil kaygıyla, metafizik sahayla uyumlu yaşayabilmekten gelir!

Koşturma varoluş çığlığıdır. Deprem bittikten sonra korku azalıp söner ama endişe devam eder; hayvanlarda kaygı oluşmazken insanda kaygılanma artar. Niçin? “Bilinemezliğe”, “metafizik” sahaya “erişim” sağlayamadığı için... Dünya ve var oluş, herkesi hem avcı hem av pozisyonuna getirmede mahir. Güç, iktidar, para, statü, kariyer... Adalet, hak, haklı, hukuk kavramlarını istediği gibi yönlendirebilir. Fakat bir hastalık, salgın gücü, parası olanları da “sıradan insanları” gibi endişeli, korkak hatta kaygılı kılabilir. Kariyeri koruma ve zenginliği muhafaza etme korku ve endişenin ötesinde kaygıyı doğurur, “bilinememezlik”, akıbetinden emin olamamazlık güçlü ve zayıfları da kaygının pençesine ittiği için daha zayıf, daha aciz kılabilir. Bu da görüntüde güçlü özde zayıf bir varoluşu belirginleştirir. Güç, kariyer ve para kişiyi haklı çıkarır ama “tin”i güçlü kılmayabilir. Tinin gücü para ve iktidardan değil kaygıyla, metafizik sahayla uyumlu yaşayabilmekten gelir!

Kaygı, endişe, korku ne demek?

“Ben ne olacağım?” İnsanoğlu doğduğundan ölünceye kadar ne olacağı sorusunun peşinden gider... Tüm davranışları, fikriyatı, eylemleri ne olacağını aramaya, bulmaya, olmayı gerçekleştirme iradesini sağlamaya yöneliktir. Çocuk ve gençken mesleki açıdan ne olacağını düşünmekle, “geleceğini kurtaracak” şeyi belirleme çabasıyla geçer.

Neden post-truth bir çağda yaşamıyoruz?
Cins

Kariyer sahibi ve zenginken bir anda elindekileri yitirince “ne olacağı”nın kaygısını güder. Annesi, babası veya bir hamisi vefat ettiğinde de “ne olacağı” na ilişkin derin düşüncelere dalar... Bunların tümü beraberinde endişeyi ve korkuyu büyütürken aslen insan “bu dünyadan göçtüğünde ne olacağı” nı düşünerek hayatını idame ettirir, gündeliğini kurar, varoluşunu tesis eder. Kaygı metafizik, bilinemez, ontolojik daha soyut sahaya ilişkinken endişe ontik, gündelik, somuta ilişkindir. Korku ise hem ontik hem ontolojik alanda daha çok fiili bir tehlikenin açığa çıkması durumunda kendini gösterir.

Geçmiş geleceğin kaybolmasıyla başlayacağı için kaygıyı da berkitir. İnşa ne kadar kuvvetlenirse geçmiş o derece silinir.

Deprem örneğinden gidersek ufak bir sarsıntının artçılarının boyutunu, evin yıkılıp yıkılmayacağını düşünmek ve ürpermek endişeyi, sarsıntı halindeki ruh yükselimi korkuyu ifade eder. Kaygı deprem, yangın, iktidar değişimi gibi her türlü somut, soyut durumda “akıbetini”, bilinemez sahadaki varlığını düşünmeyi, kimi zaman da “anlık tayyı mekân”ı anlatır. Endişe deprem anını hatırlayarak simüle etme; kaygı her durumda ne olacağını düşünme, daha önce hiç tecrübe edilmediği, metafizik sahada kaldığı için “hatırlama”ya başvuramayacak biçimde ne olacağını simüle etmedir. Korku flu, örtük değil bizatihi yaşanandır, nettir. Kaygıda ontolojik tehdit, endişede tedirginlik, korkuda tehlike bulunur. Kaygı bilinemeyenin sahasında, endişe vakıf olunamayanın, nüfuz edilemeyenin vuku bulmasında, korku aleni ve fiili saldırıda kendini gösterir. Endişe arafta, korku sonuçta, kaygı gaybda, bunlardan başka bir düzlemde kendini belli eder.

Varoluşsal emniyet sahası

Mutlak mutluluk, ebedi huzur, kesintisiz keyif dünya hayatında ihtimal dışıdır.

Hayatını idame ettirecek her türlü dünyevi değer, karnını doyurabilecek geçim kaynağı, güvenlik sahası kaygı ve endişeyi belirginleştirir, fakat hem bu dünya hem öte dünyadaki Ayşe Şasa’nın “ontolojik emniyet alanı”, İsmet Özel’in “varoluşsal güvenlik alanı” dediği durum yalnızca kaygıda kendini gösterir. Varoluşsal emniyet biraz da metafizik doğrulama, varoluşun bilinemez alanı tecrübe edebilecek bilinci sağlamasıyla mümkün olabilir. Bireydeki ve toplumdaki endişeyi dışardan gözlemleyebiliriz. Pişmanlık, huzursuzluk, çekinceler, kuşku, sıkıntı, stresin devamlılığı, hep ihtimâl üzere yaşama, çelişkilerin derinliği, fluluk, beklentilerin uzaması, panik, tasa vaziyete göre endişeyi de kaygıyı da anlatır. Dingin ruh, tutarlılık, huzur, rahatlık, gerginlikten uzak varoluş endişe yitiminden çok kaygıdaki stabil hâli ifade eder.

Mutlak mutluluk, ebedi huzur, kesintisiz keyif dünya hayatında ihtimal dışıdır. Kaygı her zaman belirsizlikten, bilinemeyenden zuhur etmeyebilir; kimi zaman kesinlikler kaygıyı doğurur. Durumu değiştiremeyeceğini tecrübe eden birey kendi var oluşunun pasifleşmesi, etkisiz tini nedeniyle fiili tehditle karşılaşmasa, endişeyi ve korkuyu çağıracak gündelik oluşlarla rastlaşmasa bile öznenin bilinci örten iradeyi kısan dış etkiler karşısındaki kaygılılığı üst seviyeye çıkar. İhtimal, mümkün, ucu açıklık umuda sevk ettiği için kaygıyı da düşürür. Bazen siyasal istikrarsızlık, darbe tehlikesi, dış müdahale ihtimali fiilen saldırıdan yani korkuyu doğuran tehlikelerden daha çok bireyi ve toplumu felçli kılar; bilinemezlik, beklenti kaygı seviyesini yükseltir, süresini uzatır.

Kök salma ahenkli varoluş

Hannah Arendt’in dediği gibi, dünya görünüm dersek görünüm olmayan bir şeyin varlığını kabul ederiz.

Rabbimiz “yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem”den korkmamız gerektiğini vurgular. Taş niye yandığını hatta yandığını bilmez, insan niye yandığını yahut cennetlik olduğunu bilebilir. Bilmek insana has kaygılardan biri, insanın her şeyi bilmesi söz konusu olamaz. Metafizik sahaya dair bilgi insanda tecrübeye dayalı değildir, hâliyle bilemez. Varlığın varlığını bilme isteğinden insan hiçbir zaman vazgeçmez, bu saadete erişemediği zaman kaygılanır. Bilmemek, bilemediğinin hükümranlığı kaygı vericidir. Ben, var olmak ötekini anlamlandırır, idrak etmedikten sonra ötekinin varlığı kabullenilemez çoğu zaman. Bilmekten çok bilenin varlığı önceliklidir. İnsanın gücünün yetmediği, kavrayamadığı, anlamanın ötesinde anlamlandıramadığı, tasnifleyemediği, kavramsallaştıramadığı her maddi ve manevi şey ötekidir, kaygı uyandırıcıdır.

  • Antik Yunan kültürü kaygı üzerine değil düzen ve istikrar üzerine kuruludur. Metafizik sahanın bilinebilir koşulda yorumlandığı her platform eninde sonunda tasarlanabilir, kaygıyı uzak tutar.

Dünyada iyilerden çok kötülerin bulunduğunu söyleyen Platon’un temellendirmesi kaygıdan uzak, ama endişeye ve korkuya açık bir tehdit skalasını, inşayı, devleti içerir. Geçmiş geleceğin kaybolmasıyla başlayacağı için kaygıyı da berkitir. İnşa ne kadar kuvvetlenirse geçmiş o derece silinir. Freud insanın amacını mutlulukla sınırlandırır, acı çekmeme bir tarafıyla haz elde etmektir. Başa çıkamadığımız sorunları, hele ki sebebini fiilen bilemiyorsak, iktisadın kötülemesinden siyasal istikrarsızlığa kadar genel memmununiyetsizlik söz konusuysa kişinin bilinçdışı kesifleşir; kaygılar güçlenir, her tehdit endişe ve korkuya kapı aralar.

Geçmişi bilmek günümüze ulaşmanın tek yoludur
Cins

Hannah Arendt düşünmenin, hatırlamanın, kök salmanın, hepimizin yabancılık duyduğu dünyada yerimizi almanın en insani yolu olduğunu belirtirken bir yanıyla mümkün kötülüklerin, acizliklerin, uyumun en azını inşa etmeye yakınlığımızı da anlatmak ister. Kaygı metafizik sahadaki belirsizliği karşıladığı gibi verili dünya hayatında bir türlü kök salamamayı, aşinalık etiğini kuramamayı, yabancılığı aşamamayı da belirginleştirir. Kaygı insanın en çetrefil ve çok yönlü ontolojik aracıdır; şeksiz şüphesiz imanı, sanrılarla ve korkularla dolu benliği, ahenkli bir varoluşu, kök salan düşünceyi doğurabilir... Kaygı varlığı insan yapabilir.