Kargaların yokluğuna dair
Birey, “yasaların yasası”nı görebilir mi? Ona dokunabilir mi? Onun gücünü içinde hissedebilir mi? Teolojik yorumla meseleye bakacak olursak, kulun Allah’ı göremediğini, göremeyeceğini dillendirmemiz gerekir. Göz, Tanrı’yı idrak edemez. “Yasaların yasası”nı bulma, ona erişme yolunda birey her daim, yaratılmış olan bir nakısa sahip olacaktır. Noksan olacaktır.
Franz Kafka’nın Dava’sında yer alan Josef K.’nın suçu/suçsuzluğu hakkında tüm büyük filozoflar, büyük yazarlar görüşlerini yazdılar. Hannah Arendt’ten Giorgio Agamben’e; Walter Benjamin’den Jacques Derrida’ya kadar Josef K. “Yasa Kapısı” parabolünde köyden gelen ve yasa kapısında hakkını arayan yaşlı adamla yeri geldi bir tutuldu, yeri geldi ayrıştırıldı.
Bazen aklımdan geçiyor da, roman anlatıcısının Dava’nın başında Josef K.’nın suçsuzluğuna tanık olduğunu ve kesin bir iftiraya kurban gittiğini bize dillendirmesine rağmen metin içinde yasaların yasası tarafından iftiraya uğramış, suçsuz olduğunu anlatının gerçekliğinden bildiğimiz Josef K.’dan ne istedi de onu metnin sonunda iki cellat tarafından hem de kalbine iki defa saplanan keskin bıçağın dönderilmesiyle “bir köpek gibi” infaz etti.
Boyun eğmeyen biri olması, başlangıçtan infazına dek yasayı kaale almaması, yasaya kalbinde inanmaması, yasayı iliğinde hissetmemesi, kendini yasaya yeterince verememesi Josef K.’nın infazını kolaylaştırdı.
Yargı da acımasız: Utanç sanki o öldükten sonra da devam edecekti. Bazen aklımdan geçiyor da, Josef K., Camus’nün Yabancı’sındaki Mersault gibi kayıtsız olmasaydı, yasayı tiye almasaydı, tüccar Bloch gibi yasanın, kapısında köpekleşseydi, onun gibi bir yılda ölmeyip beş sene boyunca hâlâ yaşamını sürdürebilir miydi? Boyun eğmeyen biri olması, başlangıçtan infazına dek yasayı kaale almaması, yasaya kalbinde inanmaması, yasayı iliğinde hissetmemesi, kendini yasaya yeterince verememesi Josef K.’nın infazını kolaylaştırdı. Kendince hiç görmediği yasaların yasası tarafından, hiç tanımadığı müessesenin, hiç yüzleşmediği yargıçların kararıyla infaz edildi. Peki ama birey “yasaların yasası”nı görebilir mi? Ona dokunabilir mi? Onun gücünü içinde hissedebilir mi? Teolojik yorumla meseleye bakacak olursak, kulun Allah’ı göremediğini, göremeyeceğini dillendirmemiz gerekir.
Göz, Tanrı’yı idrak edemez. “Yasaların yasası”nı bulma, ona erişme yolunda her daim birey, yaratılmış olan bir nakısa sahibi olacaktır. Noksan olacaktır. Hududu olacaktır. Küçücük bir ampülcük koskoca ve devasa bir barajın elektrik yükünü, gerilimini topyekûn nasıl çekemezse, peygamberler, başta da Hz. Musa (as) Allah’ı beyhude görmeye çalışmışlar. Kalplerinin yatışması ve serinlemesi için görmek istedikleri Allah’ın gücü sınırlı değil ki bir yere vursun da orayı yerle yeksan etmesin. Dağa vurmuş. Dağdan Hz. Musa’ya (as) ve Hz. Musa (as) bayılmış… Kaldıramamış o yükü. Allah’ın sınırsız gücü, bizim sınırlı, çok sınırlı, çok çok çok sınırlı, çok çok çok çok sınırlı gücümüze vurduğunda bizde mantık dışı, algı dışı bir alana savruluruz, insan mantığımızla kavrayamayacağımız bir alanda öylesine kalakalırız.
Kafka’nın Dava’sını, aslında onunla “Yasa Kapısı” meselini yorumlarken bilmemiz gereken bir şey de, yasayla yüzleşen kişinin dışarıda kalması meselesi değildir. Yasanın dışı yoktur. Mevzu kökensel yasaysa bu yasa her yerde hazır ve nazırdır. Doğusu ve batısı yoktur. Kuzeyi ve güneyi yoktur. Cihet-i Sitte’den müberradır. Sınırı yoktur, kör noktası yoktur. İnsanoğlu olarak yanılgılarımızdan biri de Dava’daki Josef K.’da olduğu gibi canlı kanlı, önümüzde görebileceğimiz, dokunabileceğimiz bir “yasalar yasası” görme arzusudur. Yasa kapısına gelen yaşlı için de durum aynıdır.
Kapıdan sızan ışığa bakıp yasanın içerde bir yerde mukim ya da müheyya olduğunu zannetmektedir. Bilmemektedir ki, “yasaların yasası” her yerdedir, bekleyişin balındadır. Sen onu sabırla beklerken kapı açılsın diye, açık kapıdan kayra gelsin diye, oysa yasa seni çoktan kuşatmıştır. Yasadan kaçış gözükmez ve insanın varoluşu ve soluk alışına yapışmıştır yasa. Camus’nün Yanlışlık adlı oyununda tanrı, hizmetçi kılığında metin boyunca hiç konuşmadan, olaylara müdahil olmadan sessiz sakin hanenin işlerini görür. Hep karakterlerin yanı başındadır.
- Oyunun sonunda, trajedi gerçekleştiğinde karakterlerden biri acısının şiddetinden tanrıya yakardığında hizmetçi hızlı bir şekilde kapıyı açar ve içeri girer, “Beni mi çağırdınız?” diyerek oyunda ilk defa da konuşur.
Tanrı’yı yani “yasalar yasasını” insanoğlu her zaman uzaklarında, ötelerde arar ve hiç şahdamarında olduğunu düşünmez. Josef K.’nın da, yasa kapısı önüne gelen yaşlının da yanılgısı bu olmuştur. Davaları aslında Josef K.’nın bir yıl boyunca yaptıklarının dökümünü, diğerinin de yasa kapısında uzun süre bekleyişindeki hâl ve hareketlerini kapsar. Bu süre boyunca yasayı arayan bu iki şahıs tutum ve davranışlarından, sabırlarından-sabırsızlıklarından, kayıtsızlıklarından, aşırı muhteris oluşlarından ve her şeylerinden zaten davanın içinde bir karara doğru sürüklendiklerinin ayrımına varamamışlardır. İçinde bulundukları durum zaten davalarıdır, bunu bilememişlerdir.
Hz. Musa (as) için Hızır’ın hareketleri ve davranışları nasıl kendince anlamsız ve kötüyse, kavranamaz ve idrak edilemezse, eşyanın tülünün sultanı Allah’ın, dünyada gördüğümüz ve bize mantık dışı gelen her şeyi de, tülü aralayamadığımızdan kaynaklanan kısıtlı bakışımızla bağlantılıdır. Ölümlü, Mutlak’ı idrak edemez. Hele onu çırılçıplak görmeye çalışması; Rüyetullah’ın, Allah’ın yüzünün peşinde koşması beyhudedir. Ölümlü dünyada kendince anlamlı hareketlerde bulunur. Mutlak’ta bunun karşılığı elbette olur.
Ölümlünün ölçülerinin Mutlak’ın ölçülerine eşyanın tülü gereği uymadığı zamanlarda ölümlü kavrayışını yitirebilir. Ölümlü, Mutlak’ta kendine bir gedik arama peşindedir, ama Mutlak, ölümlünün yokluğu demektir. Şöyle izah edelim Kafka’nın önemli cümlesiyle: “Kargalar, tek bir karganın gökyüzünü yok edebileceğini iddia ederler. Buna hiç şüphe yoktur; ama bu gökyüzü için hiçbir şey ifade etmez; çünkü GÖKYÜZÜ KARGALARIN YOKLUĞU demektir."