Ayçin Bayraktaroğlu: Yüzlerde hikayeler bulmaya çalışıyorum
Yüzlerimizin ve hayatlarımızın görünenin dışında bir hikâyenin kahramanı olduğunu düşünen fotoğraf sanatçısı Ayçin Bayraktaroğlu ile yüzler, fotoğraflar, şehirler ve bir anın içinde saklı kalmak hakkında konuştuk.
Objektifinizi hep insana çevirdiğinizi görüyoruz, insan yüzündeki hikâyelerin izini sürdüğünüzü düşünebilir miyiz?
Tüm fotoğraf maceram boyunca beni ilgilendiren insan suretleri oldu hep. Özellikle uzak diyarlara yolculuk tutkum ile fotoğraf buluşunca bana göre her yolculuk, ziyaret edilecek her yeni ülke, başka bir yere yapılan her keşif oradaki halkı izlemek ve gözlemlemek anlamına geldi. Aynı yer kürede yaşadığımız halde en yakınımızdaki insanları, onların öykülerini bile gerçek anlamda paylaşamıyorken bir de uzak diyarlardaki insanlar ve onların yaşamları… Kimi zaman çok uzak, kimi zaman anlaşılmaz, bazen sıcak ve yakın. O insanlar, bizim maceracı bir turist hevesiyle geldiğimiz - ve en nihayetinde bırakıp gideceğimiz- şehirlerinde, köylerinde, günlük yaşamları olağan bir şekilde akıp giderken neler yapar, neler düşünür, nasıl yaşarlar; beni ilgilendiren hep bu oldu.
Ve insan suretleri her zaman fotoğrafçılığımın temel ilgi alanı oldu.
En doğal hallerinde fotoğrafladığım bu suretler, kimi günlük işlerini yaparken, bir yerden bir yere gitmeye çalışırken ya da hayatın sakince aktığı sokaklarda kapı önlerinde öylece otururken fotoğrafladığım bu yüzler, daha sonrasında her birinin eşsiz ve benzersiz yaşam öykülerini fısıldamaya başladı.
Hindistan’ın sizin için ayrı bir yeri olmalı… Öyle değil mi, nedir sizi oraya çeken?
Hindistan ile tanışıklığım 2003 yılına kadar uzanıyor. Ancak o dönemde henüz fotoğraf hayatımı bu kadar ele geçirmemişti. Bu gerçekten inanılmaz ülkeyi ve zengin kültürü anlamak, tanımak, sevmek ve içselleştirmek hemen kısa sürede gerçekleşebilecek bir olğu da değil. Zira öte yandan Hindistan çok da zor bir ülke. Belli mitler var hakkında konuşulagelen, Hindistan’ı ya çok sever ya da nefret edersiniz denir. Hijyen konusundaki sıkıntılar, kaos ve çok farklı yaşam tarzları zorlayıcı olabilir gerçekten. Ancak bir kez tutulursanız bir daha asla geri dönüşü olmayan bir virüs gibi işler içinize, o sevdiğim şarkıdaki gibi ‘Hindistan yavaştan kendini sevdirir’ diye. Benim bu müthiş ülkeyle ilişkim yavaştan değil de ilk görüşte aşk tanımına girecek bir şekilde başladı ve devam etmekte.
Sizin hikâyeniz nedir, fotoğraf çekmeye nasıl başladınız?
Profesyonel olarak çalıştığım dönemde gerek isim nedeniyle gerekse seyahat etmek benim için bir tutku olduğundan yaptığım yolculuklarda fotoğraf ile tanıştım ve gitgide artan bir ilgi ile insan suretlerini fotoğraflamaya odaklandım. Fotoğraf maceram bu şekilde başlayıp zaman içinde bir tutkuya dönüştü. Bu dönemde temel fotoğraf eğitimini İFSAK’ta tamamladım. Ardından 4 yıl kadar önce profesyonel çalışma sürecini sonlandırarak tam zamanlı fotoğraf tutkumun peşine düştüm. Fotoğraf ile birlikte Hindistan’ı keşfettim. Defalarca bu olağanüstü ülkeye fotoğraf amaçlı yolculuklar yaptım ve yapmaktayım. Ayrıca Hindistan’a fotoğraf gezileri de düzenlemekteyim.
2015 Nisan ve Mayıs aylarında Fransa’nın Avignon ve Gordes şehirlerinde ‘Incredible İndia’ , 2017 de İtalya Sarzana ‘da Primitive Art Gallery’de "Eller" adlı sergilerim oldu.
Yine Temmuz 2015 de Hindistan’da gerçekleştirdiğim bir proje ile Visa Pour L’İmage Fotomuhabirliği Festivali’nde "Coup de Coeur" seçilerek ödül adayı oldum. Bunun dışında çeşitli dergilerde ve internet oluşumlarında fotoğraf kritikleri ve röportajlarım yayınlandı.
2016 yılında Hindistan’ın Gujarat Kabileleri çalışması ile Moskova MİFA Onur Mansiyonu aldım.
İstanbul’da Salon Supa’da ‘Mudra’ isimli kişisel sergimi Kasım 2016’da gerçekleştirdim. 2017 Mart ayında Sili’de gerçekleşen ‘Contact Planet’ kollektif sergisinde fotoğraflarım yer aldı. 2017 Bursa FotoFest’te "Dadar Çiçek Pazarı" sergimle yer aldım. Son iki senedir belgesel çalışmalarım var. Halen Amerika orijinli bir STK işbirliği ile "Nepal’de Çocuk Ticareti" belgeseli üzerinde çalışıyorum. Ayrıca Hindistan’da devam eden belgesel çalışmalarım var. Tüm bu süreç, fotoğrafın büyülü dünyası, durmaksızın üretmek ve öğrenmek her gün yeni baştan bu tutkuyu tetikleyen unsurlar şüphesiz.
İnsanlar onları fotoğraflamak istemenize nasıl yaklaşıyorlar? Hindistan’da fotoğraf insanları tedirgin ediyor mu? Bizimle paylaşabileceğiniz değişik anılar var mı?
İnsanları fotoğraflamak anlamında böyle bir süreç varsa, benim için öncelikle fotoğraflayacağım konuyu seçmekle başlıyor. Kalabalıkların içinde de olsa o özel sureti görmek, bir duyguyu farketmek, fotoğrafa karar vermekle başlıyor süreç. Sonrası tamamen kurulan ilişki ile ilgili. Özellikle Hindistan’ın kırsal kesiminde insanlar çok sıcak ve nazik. Ev içlerine girdiğinizde sizi her zaman gülümseyerek karşılıyor ve çoğu zaman onlara özgü bir baharatlı sütlü çay olan Masala Chai ya da hatta bazen yemek ikram ediyorlar ki bu şartlar ve samimiyet her zaman fotoğraflarım için en güzel zemini hazırlıyor. Genelde ortak bir dil konuşmuyoruz ancak beden dili, bir gülümseme, bir çocuğu sevgiyle kucaklamak her zaman sözlü iletişim duvarını aşarak, kalbe hitap edebiliyor.
Her sanatı tamamlayan başka bir sanatın varlığından söz etmemiz mümkün. Siz bir fotoğraf sanatçısınız, bu sanatı diğer disiplinlerden hangileriyle ya da hangisiyle tamamlıyorsunuz ?
Fotoğraf şüphesiz ki bir görsel sanat dalı. Ve diğer sanat disiplinleri ile hem farkı hem de benzerlikleri olan çok geniş ve tanımlanması çok zor bir alan.
Kendi fotoğraf yolculuğumda bana ilham veren, beni tanımlayan, ürettiğim fotoğrafları belirleyen, kısacası beni ben yapan şeyin yıllar boyunca izlediğim tüm filmler, dinlediğim tüm müzikler, gezdiğim tüm sergiler, gördüğüm tüm resimler, okuduğum tüm kitaplar ve gezdiğim tüm şehirler olduğunu düşünüyorum. Tüm bunların kişiliğimi ve fotoğrafçılığımı yarattığını ve yaratmaya da devam ettiğini söyleyebilirim.
"Benim fikrimce bir şeyi fotoğraflayana kadar onu gerçekten gördüğünüzü iddia edemezsiniz" diyor Emile Zola. Fotoğraf sizin için dünyayı görmeye mi yarıyor yoksa göstermeye mi?
Fotoğraf çeşitli formlarda belli sorular sordurma ya da haber alma ya da daha sanatsal çerçevede belli duygular yaratma aracı. Bir fotoğrafçı için de aynı şekilde kendi duygu ya da düşüncesini izleyicilere aktarmak için seçtiği yol. Fotoğraf, insanları, kültürleri, uygarlıkları anlamamıza olanak sağlamakla birlikte aslında kendi iç dünyamızı keşfetmek ve yaratıcılığımızı yeniden ve yeniden açığa çıkarmak için kullandığımız bir araç.
Fotoğraf yolculuğum boyunca zaman içinde farkettiğim şey şu ki fotoğrafçılar dünyayı farklı algılıyor ve görüyorlar. Yani kelimenin gerçek anlamı ile "görüyorlar".
İnsanların yüzlerindeki bir ifade, vahşi doğada bir duygu, şehirde bir perspektif, bir geometri, bunların hepsi fotoğrafçılar için anlamlı olan bir görme biçimi. Ve aynı zamanda da bu gördükleri durum ve duyguyu fotoğrafa çevirebilmek için gerekli olan sabır, tutku, ve uzun bir sürecin kabulü. Benim için fotoğraflarım bir içsel yolculuk, kendimi keşif süreci, kendimle yüzleşme aracı, kendimi başka bir durum ve başka bir gerçeklikle sınama şekli, bir coşku hali, sanırım bu bağlamda daha çok dünyayı ve dünyamı görmeye yarayan bir macera.
Fotoğraf sizce anı yakalamak mıdır yoksa o kare için bir şeylerden feragat etmek midir?
Aslında tüm fotoğraf dünyasında konuşulagelen ve bir mit olan "anı yakalamak" konusu bana göre sınırları oldukça belirsiz bir tanımlama. Dünyanın herhangi bir yerinde doğru anda doğru "durum" meydana geliyorken tam o anda orada bir kamera ve doğru ekipman ve doğru ışık vb tüm bileşenler aynı anda bir araya gelip o fotoğrafçı o deklanşöre basabiliyorsa bu gerçekten anı yakalamış olmaktır şüphesiz. Ve bence büyük oranda şans ile doğru ilişkilidir bu konu. Ancak böyle bir durum dışındaki tüm çektiğimiz fotoğraflar -ki neredeyse hepsi- belli bir kurgu içinde çektiğimiz fotoğraflardır. Yani onlar da bir anı yakalamışlardır evet ama perde arkasında bildiğimiz ve beklediğimiz ve kurguladığımız bir anı yakalamışlardır.
Örneğin güneşin doğuşunda bir dağcının tırmanmaya başladığı o silueti çekmek için belli bir saatte belli bir ekipman ile o dağcının orada olduğunu da bilerek gider ve çekeriz. Kesinlikle o eşsiz anı yakalamışızdır ama işte arka planda bir önbilgi, bir zamanlama ve öncesinde ve sonrasında yapılan bir hazırlık ile çekmişizdir. Ve üstelik bu şekilde kusursuz kareler de yaratırız. Bunun dışında sanırım sokak fotoğrafçılığı anı yakalamak adına en yakın fotoğraf dalıdır ama orada da gördüğümüz bir sahne bir ışık bir durumu tamamlamak için ya da kafamızda çektiğimiz kareyi gerçekleştirmek için sabırla, geçen birini beklemek ya da geçen birinin kadrajdan çıkmasını beklemek gibi birçok kurgusal elemanı kullanırız.