Filistinliler terörist mi, direnişçi mi?
İsrail gibi küçük bir ülke yıllarca Filistin topraklarını yasa dışı yollarla işgal edip, düzinelerce BM kararını çiğneyerek, uluslararası hukuku ihlal ettiği halde en ufak bir cezaya da çarptırılmadı. Kanıksanmış durumda olan İsrail’in Filistin halkına uyguladığı zulüm, tüm hızıyla devam ederken Filistinliler de kendi topraklarını savunmaya devam ediyor.
Çeviri: Firdevs Yiğit
İlk bakışta, önceki bölümlere dayanarak, her şey net görünüyor. İsrail bir klasik sömürge girişimidir: Filistin topraklarının çalınması, halkından kurtulmak için etnik temizlik, geride kalanlara karşı apartheid, savaş suçları... Bu şekilde ezilen bir halk için, uluslararası hukuk bu halkın direniş hakkını muhafaza eder. Ancak bugün Filistin halkı, en azından Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde “kötü” bir intibadan mustarip. Neden?
Avrupalıların çoğu, hatta sol cenah bile, bugünlerde Filistin direnişi hakkında oldukça olumsuz bir kanaate sahip. Direnişin terörizm ve İslâmcı fanatizm tarafından yaftalandığını düşünüyorlar. Bu görüş sahadaki gerçekle örtüşüyor mu?
Bu durum solun, medyasına fazla güvenmesi, ilk elden bilgi aramaması ve böylece kendini klişelere hapsetmesi sorunudur. Bu insanların, örneğin laik FKÖ'den sayıca çok daha fazla taraftarı olan Hamas örgütünün %27'sinin (ve siyasi ofisinde %15'inin) kadın olduğundan haberleri var mı? Bir erkek karısını öldürdüğünde, "namus cinayeti" işleyen failler için hapis cezalarını altı ay ile sınırlayarak kadınlara karşı en gerici yasalardan birini yürürlükte tutanın "laik" El-Fetih olduğunu biliyorlar mı? Gazze'de Hamas'ın seçimlerde İslâmî olmayan siyasî akımların yer aldığı bir cephe listesi sunduğundan haberdarlar mı? Hamas'ın bir üyesi olan İçişleri Bakanı’nın güvenlik birimlerinin başına eski bir El-Fetih üyesini getirdiğini biliyorlar mı mesela? Sanmam, sahadaki durumu hakikaten anlamak istiyorsanız klişeleri aşmanız ve kendinizi doğru bir şekilde bilgilendirmeniz gerekiyor. Aslına bakılırsa Filistin direnişinin çeşitli akımları çok önemli evrelerden geçti ve halen de geçmekte. Gerçeklik sabit değildir.
- Bu direnişin uzun süredir şu üç akımdan müteşekkil olduğunu çok az kişi biliyor: Arap milliyetçiliği, Marksizm ve İslâmcılık. En başa dönelim.
Esasen direnişin ortaya çıkışı, sömürgeleştirmenin başlangıcından itibaren Siyonistlerin toprakları ele geçirmeye başlamasıyladır.
Doğru. 1890'dan itibaren protestolar, yazışmalar, çatışmalar başlayacak ve asla durmayacaktır:
1921'deki ayaklanmalar, 1929'daki Kudüs grevi, 1929'daki isyanlar, 1936-1939'daki altı ay süren ve hatta kırsalda bir gerilla grubunun mevcudiyetine neden olan büyük isyan.
Bu direniş neden başarısız oldu?
İlk olarak Filistinliler, herkese mavi boncuk dağıtan İngilizlerin oldukça makyavelist stratejisi hakkında net bir görüşe sahip değillerdi… Doğrusu Arap dünyası, örneğin Hindistan'da uygulandığı gibi sömürgecilik deneyimine de sahip değildi. Bu yeni emperyalist sistemin yapı taşlarını anlayamadılar (keza Avrupa işçi sınıfı da anlamadı). Filistinliler de Siyonist yerleşimcilerin yürüttüğü projeyi kavrayamadı. İşin aslı, sahada maruf bir tabanı olmadığı için kimse bu projenin başarılı olacağına ihtimal vermedi. Ancak İngiliz sömürgecilerinin desteği sayesinde başarılı oldu, o zamanlar İngiliz baskısı çok güçlüydü. Londra, Filistinli liderleri sistematik olarak sınır dışı ederek, onların siyasî yapılarını oluşturmalarını engelleyerek, Yahudi devletinin inşasını kasten destekledi.
Sizce bu, 1948 savaşı sırasında Filistin direnişinin zayıflığının gerekçesi olabilir mi?
Elbette, çünkü örgütlenememişlerdi. Bu yenilgi Filistinlileri yıllarca felç bırakacak ve sarsacaktı. Derken 1955 dolaylarında yeni nesil Filistinliler meşaleyi devraldı.
Nasır'ın Mısır'daki sömürgecilik karşıtı ayaklanmasının yakaladığı başarıdan ve Arap milliyetçiliğinin yeniden canlanışından ilham alırlar. Hristiyan asıllı Michel Aflak, Müslümanları, Hristiyanları, Yahudileri ve laikleri bir araya getiren modern bir Arap milliyetçiliği fikrini geliştirir.Bu da Baas Partisi'ni doğuracak, Suriye ve Irak'taki sömürge karşıtı devrimlere yol açacaktır. Mısır'daki Nasır gibi milliyetçi Aflak da Müslüman Kardeşlerin İslâmcı hareketinin ve Marksizmin (Mısır Komünist Partisi aracılığıyla) bu çifte etkisine maruz kaldı.
Filistin direnişi bu nedenle şu üç akımdan oluşur:
- Müslüman kardeşler, Mısırlı İslâmcılar.
- Lübnan'da Georges Habache tarafından Marksist bir eğilimle kurulan Filistin'in Kurtuluşu Halk Cephesi (PFLP).
- Bilhassa Yaser Arafat'ın yönettiği Arap milliyetçi eğiliminin en önemli örgütü El-Fetih.
1964 yılında Filistinlilerin bir nevi gayri resmî parlamentosu olan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kuruldu. El-Fetih ve sol gruplar olmak üzere iki kutbu olsa da İslâmcılar daha çok El-Fetih ile bütünleşmiş durumdadır. Arap Devletleri Birliği tarafından tanınan FKÖ, öğrencilerin ve kadınların yer aldığı sendikal örgütleri ve Kızılay'ı kuracaktır. FKÖ'nün yanı sıra Fedailer gibi silahlı direniş grupları da oluşturulur. Haziran 1967'de İsrail'in sözde Altı Gün Savaşı'nda Mısır ve Suriye'yi ezici bir askerî yenilgiye uğrattığı ve Filistin'in geri kalanını (Batı Şeria ve Gazze Şeridi) işgal etme fırsatını yakaladığı unutulmamalıdır.
Avrupa'da Filistinliler, özellikle son zamanlarda Hamas, şiddet kullanmakla suçlanıyor
Bu, sorunu tersten okumaktır. Asıl şiddet içeren şey sömürgeleştirme, toprak hırsızlığı, İsrail ordusunun gaddarlığıdır. Filistin'de sömürgeleştirilenlerin, ezilenlerin başka bir seçeneği yok, mesele hayat memat meselesi. Dahası, tüm barışçıl yolları denediler ve İsrail tek bir adım dahi atmadı; aksine giderek daha fazlasına göz dikti.
Bu direnişin siyasî programı, amacı nedir?
İsrail bugün bile, karşısındakiler "Yahudileri denize dökmek" istediği için meşru müdafaa yaptığını iddia ediyor.
- Bu İsrail propagandasıyla yayılan ve Batı medyasında geniş yankı bulan bir efsane. Aslında Filistin direnişi bu konuda çok doğru bir tutum benimsemiştir. Temel ilke, İsrail tarafından topraklarından sürülen Filistinlilerin geri dönmeleri ve orada normal bir yaşam hakkına sahip olmalarıdır.
Fakat FKÖ'nün 1968'de hazırlanan ilk tüzüğü, Yahudilerin statüsünü neredeyse hiç vurgulamıyordu.
Doğru, ancak 1967’nin sonunda Filistin yönetimi, "Din olarak Museviliğin ve Yahudi ırkının düşmanı değiliz. Bizim mücadelemiz, vatanımızı işgal eden sömürgeci ve emperyalist Siyonist varlığa karşıdır.” şeklinde bir beyanda bulundu. El-Fetih, 1968'deki üçüncü kongresinde geleceğin Filistin'ini "Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların birlikte barış içinde ve eşit haklara sahip olarak yaşayacakları demokratik, ilerici, ayrımcı olmayan bir devlet" olarak tanımladı. Yine Ocak 1969'da El-Fetih, Fransız dergisi Tribune Socialiste'e "Eğer karşımızda ırkçı bir Yahudi devleti bulursak, bir Arap devleti kurmak için değil, ırkçı Yahudileri sınır dışı etmek için savaşırız.” diye bir açıklama yaptı.
Buna rağmen Avrupa’da hâlâ Yahudilerin denize dökülme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı söylentileri var.
Bakın, Avrupa’nın Yahudilerle sorunu Araplarınkinden büyüktür. Tarihsel olarak Yahudilerden nefret eden Avrupa'dır. Köklü anti-Semitizmiyle onları "üretti" denilebilir, ardından Rusya, Polonya, Hitler, Fransa'daki Dreyfus olayı ile onlara acı çektirdi. Sonra da Ortadoğu'ya göndererek başından savmak istedi.
Siyonizm, Avrupalıların Yahudilerini ihraç etmek için kullandığı ırkçı bir ideolojidir.
Onları ortadan kaldırarak ihraç ediyor, muhafızlara, petrolün korumaları haline dönüştürüyorlar. Acı çektiklerinde Yahudilere acıyorum. İsrail orada yaşamanın tercih edilemeyeceği, hiçbir Avrupalının orada yaşamak istemeyeceği kadar sert, militarize, ırkçı, kadın karşıtı bir toplum!
Şu bir gerçek ki İsrailliler bugün orada, o coğrafyada.
Ve kalmaya da devam edebilirler, Filistinliler bunu çok uzun zamandır söylüyor. Sadece Filistinlileri sınır dışı etmeye hakları yok.
Direnişe geri dönelim. 60'lı yıllardaki etkisi nedir?
Öncelikle, Filistin'in kurtuluşunun İsrail ile Arap devletleri arasındaki geleneksel bir askerî çatışma ile gerçekleşeceği fikri geride kalıyor. Kademeli olarak kurtarılmış bölgeler kurmayı amaçlayan uzun vadeli bir halk savaşı, silahlı direniş tercih ediliyor ve nüfusa güvenmek isteniyor. Militanların çoğu, silahlı kurtuluşu siyasî ve sosyal ilerlemeyle birleştiren gerçek bir devrim istiyor.
Bu direniş büyük itibar kazanacaktır.
Evet, kilit tarih 21 Mart 1968’dir. El-Fetih mensupları (sembolik bir isim olan ve onur anlamına gelen) Karame köyünü işgal eden İsrail ordusunu ezici bir yenilgiye uğrattı. 21 İsrail askeri öldürüldü, birkaç tank ve bir uçak imha edildi. Arapların İsrail'e karşı 1967’deki yenilgisinin ardından kazandığı bu ilk zafer, Filistinli savaşçılara Arap dünyasında ve tüm dünyada muazzam bir prestij kazandırır. İsrail'in yenilmezliği efsanesi sona erer. Amerikan yanlısı Ürdün Kralı Hüseyin bile kendini “Hepimiz fedaiyiz.” demekle yükümlü hisseder.
Bu direnişin güçlü yönleri neler diye soracak olursanız:
- Arap ülkelerinin (ki şu anda parası beş parasız olan) parasına muhtaç olmadan, tabandan gelen Filistinliler tarafından finanse edilmesi.
- ABD ve İsrail'i işaret eden göstergelerden sızıntıları tespit etmek için istihbarat servisleri geliştirmesi.
- Çin, Vietnam ve Küba’nın deneyimlerini inceleyerek bunları kendi şartlarına uyarlamaya çalışması.
Filistinliler Che Guevara'yı, Ho Chi Minh'i, Mao'yu o dönem okumuşlardır. Dış desteğe değil, evvela güçlü yönlerine güvenerek, halkla sabırlı kitlesel çalışmalar yaparak, bir halk hareketinin yenilgiye uğrasa bile uzun vadede kesin olarak güçleneceği ilkesini benimsediler.
Filistin hareketlerinin örgütlenme düzeyi o zaman Arap devletlerininkinden çok daha yüksektir. Sırların nasıl saklanacağını iyi bilirler. Çinliler ve Vietnamlılar gibi halka yakın olarak işlerini ihtiyatla ve alçakgönüllülükle yaparlar. Gerçek direnme ahlakı, acıyla yoğrulan halkın arasına karışarak onlar gibi yaşamaktan ibarettir. Daha fazlasına değil, çok daha azına sahipsin zira her şeyi paylaşıyorsun; işte böylesine güçlü bir direnç. Siyonistler neye uğradıklarını şaşırdılar, içlerine sızamadılar.
Bugüne kıyasla önemli bir ders.
Öyle, Filistin Yönetimi'nin artık geçmişe nazaran çok parası var fakat Siyonistlerin tasarrufunda ve buna karşı yapabileceği bir şey yok.
Fakat bugün mukavemet gösteren bir Filistinli hemen her daim "terörist" olarak lanse ediliyor. O zamanlar bir Arap Che Guevara olarak takdir gördüğünü hayal etmek zor. Bu algı değişikliğine ne sebep oldu?
Bir kaç etken var. Öncelikle, bu radikal Filistinli savaşçıların dünyadaki birçok insanı tedirgin ettiğini anlamalıyız, bilhassa bazı Arap feodal diktatörleri.
1970'lerde FKÖ uluslararası tanınırlık ve büyük finansal destekler kazanır. Siyaset, eğitim, sağlık, kültür, bilişim departmanları ile önemli bir organizasyon geliştirecektir. Petro-monarşilerden alınan paralar sayesinde Filistin halkına hizmet sunar. FKÖ sürgünde gerçek bir hükümet olarak tüm Filistinli mültecilerin devletinin embriyosu haline gelir, yıllık bütçesi birkaç yüz milyon dolara ulaşır.
FKÖ yükselirken her şey yolunda mıydı?
Aslına bakarsanız, en tehlikelileri “şekerli kaplanmış olan mermilerdir.”. Filistin pre-kapitalist, oldukça fakir ve hala çok feodal bir zihniyete sahip bir toplum olduğundan, bu diplomatik ve finansa imkanlar şüpheli "avantajlar" sağlayacaktır. Diplomatik görevlendirmeler yapılır ve hemen ardından kayırmacılık ve yolsuzluk başlar. Filistin kadroları hazırlıksızdır ve birçoğu yeni imkanlarla kendini toplumdan yalıtarak uzaklaşmıştır.
Ciddi ithamlarda bulunuyorsunuz!
En önemlisi olumlu tarafını inkâr etmiyorum. FKÖ Filistin kimliğini korumayı, topraklarından ve harabelerinden sürülen mültecilere hizmet vermeyi, toplulukların yaşamını sürdürmeyi, siyasî ve sosyal kurumlar meydana getirmeyi ve Filistin davası için uluslararası tanınırlık kazanmayı başardı. Bu çok önemli. Bu dönem 1968'den 1982'ye kadar sürdü ancak yükseliş hızla bir düşüşe dönüşecekti.
Direniş ayrıca ciddi askerî müdahalelere de maruz kaldı.
İsrail tarafından sürülen birçok Filistinli, komşu ülke Ürdün'e sığındı ve hızla ekonomisine hâkim oldu. Bu ülkenin İngiliz sömürgeciliğinin yapay bir üretimi olduğu unutulmamalıdır. Orada zengin toprak sahipleri (küçük bir sabun endüstrisi sayesinde), birbirinden bağımsız küçük oluşumlar, köylüler, işçiler ve ayrıca kraliyet ailesinin soyundan gelen Bedeviler olmak üzere çeşitli sınıflar bir arada yaşıyordu.
Ürdün halkı Filistin direnişini büyük ölçüde destekledi. Ne yazık ki, Ürdün'deki sosyal sınıfların durumunu analiz edemediler. Topluma hükmederek (Kralın ordusu onları kontrol edemiyordu), Filistin'i özgürleştirme hedeflerine odaklanmak yerine Ürdün'ün kendisinde devrimden bahsederek ne kazanmış oldular? Ürdünlü burjuvaları ve küçük burjuvaları ürküttüler. Sadece sabunlarını satarak hayatlarını idame ettirmek istiyorlardı. Filistinliler Ürdün toplumunun bir kısmıyla gereksiz bir çatışmaya girerek kendilerini tecrit ettiler.
Durum epey vahimdi, çünkü Filistin direnişinin başarıları ABD'yi tedirgin etmişti. ABD Bakanı Rogers, direnişi yok etmek için bir plan hazırladı. Filistinlilere fazlasıyla sempati duyan Ürdün ordusunu istihdam edemeyince, daha sonra ülkesinin devlet başkanı olacak olan General Zia al-Khad'ın Pakistan birliklerini getirtti ve Zia al-Khad, Amman çevresindeki Filistin mülteci kamplarında korkunç katliamlar gerçekleştirdi. Eylül 1970, sonraları “Kara Eylül” olarak anılacaktı. Bu dönüm noktası, Arap dünyasında modern devrimci hareketin yenilgisine işaret ediyor.
Sosyal durumu analiz ediyorsunuz. Filistin direnişinin o dönemki siyasî gündemi neydi?
En büyük örgüt olan El-Fetih'in aslında gerçekten bir gündemi yoktu. Petro-monarşilerden para alan ve proletaryadan üst orta sınıfa kadar tüm sosyal sınıflara hitap eden Fetih, düpedüz popülist ve milliyetçidir, toplumsal meselelerde bir tavır almaz. Gündemi Filistin'in bağımsızlığından ibarettir.
Ancak bu noktada da El-Fetih, İsrail sömürgeciliğini Güney Afrika'nınkiyle bir tutarak analitik bir hata yaptı. Şahsen bu analize asla katılmadım, çünkü arada büyük bir fark vardı: İlk Afrikalı sömürgeler köylü olsalar da Güney Afrika'ya hâkim olan İngiliz yerleşimciler servetlerini madenlere dayandırırlardı ve sömürü için (aynı zamanda bu ülkede komünist ve devrimci bir sendikacılığın oluşmasını sağlayan) siyah proletaryaya her zaman ihtiyaçları vardı.
- Öte yandan Yahudi yerleşimciler şehirlerini inşa ederken az bir miktar Arap işgücünden faydalandılar ve sonra ondan çabucak kurtuldular; "Yahudi işi" olsun istiyorlardı.
Siyonizm Filistinlileri topraklarından sürmeyi amaçlıyordu. Siyonist lider Jabontinsky’nin, 1920’ler hakkındaki ifadeleri açıktı, ancak Filistinliler Siyonist projeyi dikkatli bir şekilde incelemediler.
Ürdün'den sürülen Filistin direnişi Lübnan'a sığınır.
Yine yerel halkla ittifak ederek sağlam bir cephe oluşturmaya çalışmayarak maalesef aynı hatayı yapacaklardır. Biliyorsunuz, direniş daha sonra petrol üretimiyle münzevi hale gelen Arap ülkelerinden çok para alır. FKÖ artık zengindir. Bir miktar yozlaşmış diplomat ve teknokrat üretmek yerine bu para vasıtasıyla Lübnanlı kadınlarla büyük bir dayanışma kurabilirlerdi.
Ancak Lübnan'da Filistinlilerin durumu Ürdün'dekinden çok daha elverişsizdi.
Doğru. Filistinlilerin çalışması yasaklandı ve kamplara hapsedildiler, itikâdî baronluklara bölünmüş feodal bir devlette azınlıktaydılar. Fakat FKÖ, Lübnan halkı ile nasıl iş tutulur sorununu gündeme getirmedi. Tabanda mütevazı bir şekilde ve hatta ırkçı olmayan beyazlarla bile çalışmış olan Güney Afrikalıların deneyimlerinden istifade etmedi. Ürdün hatasından ders çıkarmadı. Kibrin bedeli her zaman ödenmez. Bu parayla Filistinli mülteciler için klinikler kurdular ama neden oradaki Lübnanlı fakirlerin tedavisi için de bu klinikleri açmadılar?
- Kendilerini kamplarda tecrit etmek yerine Lübnan halkıyla birleşmeleri, onlara siyasî eğitim vermeleri ve onları mücadeleye entegre etmeleri gerekiyordu. Bunun yerine Lübnan toprakları İsrail’e saldırmak için kullanıldı ki bunun da bir karşılığı olacaktı ve yerel halk bunun sonuçlarına katlandı, hoşnut da değillerdi.
1975'te Lübnan'da sağın (Hristiyanlar) ve solun (Şiîler, Sünnîler ve bazı Hristiyanlar) falanjistleri arasında bir iç savaş çıktı. Hikâye şöyle: Filistinliler uzak durmaya çalışır ama Falanjistler Filistinli mültecileri Tel al-Zaatar kampında katleder ve onları solun tarafını tutmaya zorlar. İsrail ise Falanjistleri destekler ve güney Lübnan'da bir Hristiyan milis gücü oluşturur. 1981'de FKÖ'yü yok etmek amacıyla Lübnan'ı işgal eder.
Savaşı kaybeder ve askerlerini yeni karargâhını kuracağı Tunus'a tahliye etmek zorunda kalır. Son olarak İsrail, Lübnanlı falanjist milislerden kendisini Filistinli savaşçılardan kurtarmasını ister ve Sabra ve Şatila mülteci kamplarında korkunç bir katliam yapılır. O zamanlar Savaş Bakanı Ariel Sharon'du. Bu yaşananlar silahlı direnişin sonu, her türlü gerilla savaşı olasılığının sonu anlamına gelmekteydi.
- FKÖ başka hiç kimseyle değil, yalnızca İsrail ile savaşmaya odaklanmış olsaydı, Lübnan'daki olumsuz etkileri en aza indirgeyebilirdi.
Olgunlaşmamıştı, iyi tahlil edemiyordu. Siyonistler bu zayıflıkları irdelediler, FKÖ'nün zayıf olduğu yere nasıl darbe indireceklerini biliyorlardı.
FHKC buna müdahale edemez miydi?
Marjinalleştirildi. Marksist eğilimleri nedeniyle Arap ülkelerinden hiç para almadı ve Lübnan'da kurumsallaşmak için El-Fetih ile aynı imkânlara sahip değildi. Dahası 1972'ye kadar FHKC, gerici Arap rejimlerine karşı da dâhil olmak üzere küresel bir Arap devrimini savunuyordu, çünkü onlar ABD ve İsrail'e yardım ediyorlardı.
FKÖ'nün düşüşünün o günlerden itibaren başladığını söylüyorsunuz. Sebebi neydi?
Filistinli liderlerin çoğu silahlı mücadeleyi arka plana atıyor, bunu gerçek bir kurtuluş aracı olarak görmüyor, yalnızca İsrail’e gözdağı vermek için sürdürülüyordu. Yeni Filistin düzeni, zaferin müzakere yoluyla sağlanacağı gibi yanıltıcı bir teori benimsiyordu. Aldatıcı bir şekilde "barış süreci" olarak adlandırılan süreç 1991'de Madrid'de başlayacak ve Oslo'da (1993-1995), Wye'de, ardından 2000'de Camp David'de (ABD) devam edecektir. ABD, İsrail'in Filistinlileri geri püskürtmesine yardım etmek için tüm gücüyle ağırlığını koyacaktır.
Müzakere meşru değil mi?
Tabii ki öyle, ancak güçlü veya eşit bir konumdaysanız. Aynı dönemlerde, Nixon-Kissinger ikilisi, ABD’nin Vietnam’dan çekilmesine yönelik karar verildiğinde, Kuzey Vietnam’ı, aynı zamanda Laos ve Kamboçya’yı da acımasızca bombalayarak iyi bir ders vermeyi seçer. "Sana karşı en kötü çılgınlığı yapmaya muktediriz!” mesajına karşın Vietnamlılar, "Tet" adı verilen ihtişamlı bir askerî harekâtla misilleme yapar: "Biz de!"
Ancak önce bir halk tabanı ve kararlı bir direnişle güçlü bir konum elde ettiyseniz başarılı bir şekilde müzakere edebilirsiniz. Sahada güçlü olduğunuzda "konuşabilirsiniz". Sahada savaşmaktan vazgeçenler müzakere masasında çok zayıf kalırlar.
- Bu sağcı eğilim sonunda müzakerelerde her şeye boyun eğecek, Oslo'da Filistin topraklarının (ki zaten sahip olamayacakları) %22'sine razı olmayı kabullenecektir. Dünyada hiç kimsenin topraklarının %78'inden vazgeçtiğini görülmemiştir!
Zirveler mücadeleyi etkisiz kılsa da halk vazgeçmez. Nitekim 1987 Aralık'ta Birinci İntifada adlı halk ayaklanması patlak verdi.
Çok mühim, olağanüstü bir hadise. Tüm sivil toplum işgal karşıtı gösteri yapar, genç delikanlılar işgalcinin tanklarına sapanla taş atar. Dünya nezdinde dengeler değişir. İsrail artık Câlût’un kötülükleriyle kuşatılmış küçük Davud değil, bizatihi, silahsız bir sivil nüfusa acımasızca saldıran Câlût’un ta kendisidir.
Bu esnada Birleşmiş Milletler, Yaser Arafat'ı New York'taki Genel Kurullarında konuşma yapması için davet eder ancak Amerika Birleşik Devletleri onu hala bir "terörist" olarak gördüğü için vize talebini reddeder. Netice olarak BM oturumunu Cenevre'ye taşır, yalnızca ABD ve İsrail boykot eder ancak böylece tüm dünya Arafat'ı Filistin halkının temsilcisi olarak tanır. Bu başlı başına ciddi bir ilerlemedir.
Sadece ABD, Arafat'ın "şiddetten", yani aslında İsrail şiddetine direnme hakkından vazgeçmesini talep edecek ve Arafat, ABD’nin İsrail’e baskı kurarak bir çözüm bulabileceği yanılgısına kapılarak teslimiyet gösterecektir. Ancak ABD sözde müzakereleri başlatmak için 1991'e kadar beklemiştir.
Neyi beklediler?
1990'da SSCB'nin ortadan kalkması, Washington'ın ertesi yıl Irak'a saldırmasını ve İsrail'e direnen bu ülkeye diz çöktürmesini sağladı. Bu bağlamda Filistinliler iki önemli uluslararası destekten yoksun bırakıldı. Bu yolla ABD, Filistinlileri 1993'teki Oslo Anlaşmalarına ve sonraki müzakerelere boyun eğmeye zorlayabilecektir.
Boyun eğmekten kastınız ne?
Müzakereler yalnızca son derece sınırlı bir özerklik sunacaktı. Elbette Filistin Yönetimi Filistin'e dönerek sadece kültür, eğitim, turizm, sağlık gibi (işgalcinin tamamen ihmal ettiği) sektörleri yönetebilecekti. Ayrıca bir polis gücü ve az miktarda vergi toplama olanağı da kazanacaktı.
Ancak Filistin Yönetimi ne toprağın işlenmesi, ne çok önemli bir sorun olan su, ne de yerleşimciler hakkında en ufak bir yetkiye sahiptir. Asıl egemenlik alametleri olan sınırlar, toprak, yollar, su, ekonomik kaynaklar gibi esas unsurlar İsrail’in kontrolüne bırakılmaktadır. Şayet İsrail birlikleri büyük şehirlerin dışında yeniden toplanırsa (İsrail, kötü polis vazifesini kendi polisi haline gelen Filistin otoritesine emanet etmekten pişman değildir), geri çekilmeyecek ve gerektiğinde müdahale edebileceklerdir. Kuşkusuz bu durumda FKÖ artık bir terörist olarak görülmez, zira İsrail tarafından tanınıyordur; ancak Gazze ve Batı Şeria'daki durumu da iyileştirmeyi başaramaz. Anlaşmanın hiçbir maddesi İsrail sömürgeciliğine son vermez.
Sonuç olarak Arafat, kendini ciddi bir şekilde tehlikeye atsa da neredeyse hiçbir şey elde edemedi. Düşmanları, onun kendi halkı nazarındaki itibarını zedelemeyi başardı. Dahası çok otoriter ve az demokratik olan Filistin Yönetimi, himayeci ve kayırmacı atama ve patronaj sistemini tahkim etmiştir. Büyüyen yolsuzluklar onu daha itibarsızlaştıracak, El Fetih ve FKÖ tarafından işlenen bu hatalar Hamas'ın yükselişine imkân tanıyacaktır.
Hamas mı? Nihayetinde, Avrupa’da o kadar iyi tanınmayan bir hareket.
Hamas, Mısır'daki en eski siyasî hareketlerden biri olan Müslüman Kardeşler’den doğan siyasî bir harekettir. "Hamas" kelimesi "uyanış" anlamına gelir, patlak veren bir şeye atıfta bulunur. İrlanda milliyetçi hareketiyle karşılaştırılabilecek bir İslâmî milliyetçi harekettir. İngilizler tarafından sömürge işgali ile karşı karşıya kalan İrlanda Cumhuriyet Ordusu, 1916'dan itibaren bir direniş hareketi geliştirir. İrlandalılar katolik ve İngiliz yerleşimciler protestan olduğu için işgalci bunu dinler arası bir savaşa tebdil etmeye çalışır. Din, bir halkı bölmek için kullanılabilir ama bazen de onları bir amaç uğruna seferber eder.
Hamas'ın başarısını nasıl açıklıyorsunuz?
El-Fetih’in tutamadığı sözleri yerine getirmesine bağlıyorum. Daha önce yolsuzluktan bahsetmiştim; Hamas, bu tarz politik rezaletlerin tekrar yaşanmaması için çok fazla ehemmiyet gösterdi.
Varlığının ikinci bir nedeni ise, Filistin toplumu içerisinde, İsrail'in kendi köstebeği kılmak için yozlaştırdığı insanları tespit ederek ortadan kaldırmasıdır. Bazıları fiziksel olarak ortadan kaldırılsa da çoğu -suç ve alkol bağımlıları- , Hamas’ın sosyal programları aracılığıyla topluma yeniden kazandırıldı. Yani artık bilgi akışı kesilmişti. Bu çok önemli: İsrail, herkesin herkese karşı olduğu dejenere olmuş bir toplum yaratmıştı. Bunu bir bilgi ağı kurmak ve İrlanda'da İngilizler tarafından da uygulanan belirli bir tipik kontrol (mekanizması) oluşturmak için kullandı. Ancak Hamas bu ağı yok etmeyi başardı, bu büyük bir zafer.
Üçüncü unsur çok önemli; Hamas, 1948 ve 1967'de sınır dışı edilen mültecilerin geri dönmesini talep eder. Bugün altı milyondan fazla mülteci, ülkelerine dönme hakkından mahrum! Öte yandan İsrail, bir Yahudi Devleti olarak herhangi bir yerden -İspanya, Rusya, Etiyopya vs- herhangi bir Yahudi’yi ağırlama hakkına sahip. Filistin'de daha önce hiç görülmemiş insanlar!
İsrail neden hâlâ bu kadar çok göçmen getiriyor?
Siyonistler, Yahudileri güvenli bir yere getirmek için İsrail'i kurduklarını iddia etseler de altmış yıl sonra bile, uluslarının güvenliği hâlâ garanti altına alınmış değil. Birçok vatandaş bu nedenle İsrail'den kaçıyor ve hükümet şimdi demografik bir krizle karşı karşıya. Yeterince Yahudi’ye sahip olmak ve demografik krizi çözmek için Peru dağlarından Yahudi toplamaya kadar gittiler! Hintlileri Yahudiliğe döndürdüler, sonra da onları İsrail sınırına, düşmanla karşı karşıya olan ön cepheye yerleştirdiler. Bu Hintliler, evler ve silahlar edinmek suretiyle yeni yerleşimciler oldular.
Gerçek şu ki İsrail'de herkes yaşayabilir, Filistinliler hariç!
Bazıları İsrail'in kasıtlı olarak Hamas'ın yükselişini desteklediğini söylüyor.
Bunun bir kanıtı yok. Başlangıçta İsrail, Filistinliler arası çatışma çıkması umuduyla Hamas'a müsamaha gösterdi. FKÖ ve El-Fetih'i zayıflatmak istediler ancak Hamas'ın bu şekilde gelişirken gösterdiği kalite, kapasite ve örgütlenmeyi öngöremediler. Herhangi bir sömürgeci güç, tebaasını kaçınılmaz olarak yaramaz çocuklar olarak görür.
İsrail yönetimi Hamas’ın başarılı olmasını mı bekliyordu yani?
Kesinlikle hayır. İlk etapta onun katılmayı reddedeceğini düşünerek oy pusulasını düzenlemek için acele ettiler. Ancak sonra hareket, dogmatik ve çok sınırlı bir düşünce tarzı sunacağı için çoğunluk partisi tarafından mağlup edileceği düşüncesiyle endişe etmeyi bıraktılar. Hamas tüm beklentilerin aksine bir koalisyon oluşturdu ve köktendinci bir örgütten beklenebileceklerin aksine esnek bir imaj sundu.
İsrail'in bu zaferden sonraki tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Arafat, farklı hizipler arasında bir tür arabulucuydu. Ölümünün ardından Hamas ile El-Fetih arasındaki tenakuzlar düşmanca bir hal aldı. İsrail bu anlaşmazlıkları istismar etti ve El-Fetih'i Hamas'ın popülaritesini baltalamak için kullanmaya başladı.
Filistin'de İslâmcı bir rejim kurulacak mı, kurulmayacak mı?
İran'daki gibi İslâmcı bir rejim, Hamas'ın nihai hedefidir ancak bunun asla uygulanamayacağını anlamak gerekiyor. Nitekim örgüt, temelde vatansever bir hareket üzerine kuruludur. Gazze'ye karşı yürütülen bu acımasız savaş, sadece Hamas'ın değil, El-Fetih'inkiler de dâhil olmak üzere tüm yurtsever güçleri seferber eder. Bu anlaşma sayesinde Filistin halkı bir araya gelir.
Kadınlara karşı tutumu nedeniyle eleştiriliyor.
Hamas’ın fikirleri kesinlikle beni bağlamıyor. Fakat aynı zamanda kendinizi doğru bilgilendirmeli ve klişelere karşı da dikkatli olmalısınız. Filistinli bir feminist aktivist olan Islah Jad kısa süre önce, "İslâmcılar, kadınlara zulmedildiğini ve sosyal baskının kurbanı olduklarını kabul ettiler. Bu gerçeğin sorumluluğunu dine değil, gelişmesi gereken geleneklere bağlıyorlar. Onların inancına göre İslâm, kadınların ülkelerini özgürleştirmeleri için eğitilmelerini, örgütlenmelerini ve politikleşmelerini, toplumlarının gelişimi için aktif olmalarını gerekli kılıyor.” şeklinde bir açıklama yaptı. (1. Milliyetçilik, Laiklik ve İslâmcılık Arasında", Monique Etienne Röportajı, Nisan 2005, Fransa Filistin Dayanışma Derneği web sitesi, https://www.france-palestine.org/De-Melilla-a-Kalandia)
Kadınların katılmadığı hiçbir kurtuluş mücadelesi güçlü olamaz, bunu defalarca gördük. Hamas büyüdü, çünkü içten içe kadınlar büyümesine izin verdi ve bugün Orta Doğu'da dengeler hızla değişiyor. Hamas'ın ve Lübnan'daki Hizbullah direniş hareketinin liderlerine bir bakın, onlar geçmişin şeyhleri değil, eğitim görmüş, kot pantolon giyen, dünyayı tanıyan insanlar.
Peki ya eşitlik var mı?
Kadınların eşitliğe ulaşabilmesi için, onları çalışmaya yönlendiren bir ekonomik dönüşüm olması gerekecek. Bu Filistin’in gündeminde değil, ancak eşitlik, mücadeleye tam olarak katılmakla da kazanılır.
- Tecavüz örneğini ele alalım. İsrail askerleri sistematik olarak tecavüz ediyor, bu yöntem sadece kadını değil, geleneksel anlayışa göre onurunu yitiren tüm ailesini de yok etmeyi mümkün kılıyor. Tecavüze uğramış ve onurları zedelenmiş Filistinli kadınlar hakkında konuşmak bir tabuydu. Hamas ne yaptı etti, bu tabuyu yıktı. Bunu konuşabiliriz! Hamas gerçekleri ifşa etti ve kurbanlara atıfta bulunarak "Filistin'in tamamı tecavüze uğruyor!" dedi. Artık utanç verici değildi, bir kadın yeniden evlenebilirdi. Görüyorsunuz, Avrupa'da dedikleri kadar basit değil bu işler!
Ancak Hamas’ın Avrupa solunun önce sahada koşulların nasıl olduğunu anlamasını istediği söyleniyor. Örneğin Hamas, Siyonistlerin gençlerin arasına sızmak ve bilgi elde etmek için kullandıkları bir araç olan esrarı ve tüm uyuşturucuları yasakladı. Elbette Filistinli anneler bu kararın arkasında durdu.
Bunun dışında Hamas haklı olarak sigara tüketmiyor, zira sağlığa zararlı! Alkole karşı çıkıyor. Alkolizm her zaman sömürgeciler tarafından, örneğin Hindistan ve Avustralya'da, kendilerini alkolden nasıl koruyacaklarını bilmeyen topluluklara boyun eğdirmek için kullanılmıştır. Her halükarda aile içi şiddeti de azaltacaktır ve bunun arakasındaki hesap şu: Sömürgecilik tarafından ezildiğinizde ve ekonomik olarak darboğaza mahkûm edildiğinizde mücadeleye vereceğiniz destek sınırlı hale gelir. Sigara ve alkol olmadan çok düşük bir gelirle hayatta kalabilir ve yine de mücadeleye katkıda bulunabilirsiniz.
Hamas'ın sosyo-ekonomik programı nedir?
Onların tasarısı, tıpkı İranlılar gibi, önemli (ölçüde) devlet müdahalesine sahip kapitalist bir ekonomidir. Dış egemenliği reddederler ve petrol gibi kaynaklardan elde edilen geliri dağıtırlar. Esasen Filistinlileri cezbeden şeyin Hamas'ın sosyal programı değil, onun direnişi somutlaştırması olduğu bilinmelidir. Bugün Filistin halkı için en önemli şey direniştir.
İşte bu noktaya geldik: Direniş Hamas’tır! Kadınlara karşı tutumlarından, ekonomik programlarından veya kaderci fikirlerinden ötürü onları desteklemiyorum. Onları en önemli hususta, sahada savaşan milliyetçi bir direniş hareketi olmaları hasebiyle destekliyorum.
Diğer akımlarla ittifak ederek daha ilerici bir hareket haline gelebilir mi?
Evet ve bu İsrail’in saldırganlığının bir tezahürü. Hamas ile Hizbullah’ın birçok müştereği var, Hizbullah da, "Lübnan çok çeşitli bir ülkedir, biz bunun sadece bir kısmını temsil ediyoruz ve amacımız tüm Lübnanlı ilericilerle bağımsız bir ulusal ekonomi inşa etmektir." demişti.
Hamas nasıl gelişecek? Bunu bize gösterecek bir kristal küre yok. Tarih mutlak bir bilim değil. Hamas'ın da azami bir programı var ama bugün asıl görevleri Siyonist devlete karşı direnmek. Yarın, yeni liderlik ve yeni fikirler gibi farklı unsurların bir kombinasyonu olabilir ve bu onu demokratik bir devrim yoluna sokabilir. Mesele şu ki, Filistinlileri desteklemek isteyen ilericiler, her şeyin yoluna gireceğine dair tam bir teminata sahip olmak istiyorlar ama asla mutlak bir güvence yoktur.
Bu birleşme daha sonra demokratik ve ilerici bir toplum kurmak için bir ittifaka dönüştürülebilir mi?
Bir cephe ya da ittifak evrimleşen bir olgudur. Bu şekilde Vietnamlı Komünistler, işgale karşı Budistlerle ittifak kurdular. Birlikte bir görevin üstesinden gelmek adına bir cephe zaman içinde daralabilir. Başka bir görev ve belki yeni bir cepheye kavuşana dek sürebilir bu.
Avrupa solu genel olarak Hamas'ı yetersiz görüyor, ancak Arap solu bu görüşü paylaşmıyor.
Avrupalılar kesinlikle daha doğru bilgilendirilmelidir. Filistin'de Marksist FHKC ve Hamas, özellikle askerî ittifaklar veya seçim cepheleri ile çok yakınlaştı, FHKC lideri Doktor Rabah Manha'nın belirttiği gibi, "Hamas'ta bir takım gelişmeler oldu. Gerçekten de 1988’den bu yana, adım adım Müslüman Kardeşler tipi bir örgütten ulusal bir kurtuluş hareketine dönüştü.(...) Filistin davasını destekleyen, ancak Hamas’ın ajandasını bütünüyle reddeden yahut bir kısmına katılmayan küresel ve Arap siyasi güçler, onu kapalı bir vizyondan çıkarmamıza, gelişimini sürdürmemize yardımcı olmalıdır.”. (2.Nicolas Dot-Pouillard, Sola Açık Bir İslamcılık: Tricontinental Merkezi, Ocak 2009) Bu dönüşümler bazen oldukça hızlı gelişir. Lübnan'da 1980'lerde İslâmcı Hizbullah ile Komünist Parti arasında çok şiddetli çatışmalar yaşandı.Şimdilerdeyse ikisi güçlü bir siyasî cephe oluşturdular ve 2006'da İsrail'in güney Lübnan'ı işgali sırasında el ele, yan yana savaştılar.
Direniş için öngörüleriniz neler?
İsrail, Filistin devleti ihtimalini yok etti. Günümüzde yan yana iki devlet (fikri) imkânsız hale geldi. İhtimal dâhilindeki tek yol, herkese açık ve herkesin eşit olduğu tek bir devlet çatısı altında birleşmektir.
Mücadelenin evrimi herkesi tek bir devlet oluşturmaya zorlayacaktır. İlk olarak, eğer düzgün bir şekilde savaşmak istiyorlarsa, Hamas, El-Fetih ve FHKC Siyonizm'e karşı birleşmek zorunda kalacak ve bu mücadele nihayetinde İsrail halkının tepki göstermesine neden olacaktır. İsrail halkı liderleri tarafından dışlanmalarına izin vermeyecekler.
Tıpkı Güney Afrika'daki gibi, mücadelenin şiddeti arttığında, İsrail devlet aygıtı çatırdayacak ve İsrail toplumu sömürgecilikten çıkar sağlayan sınıflar ve diğerleri arasında parçalara ayrılacaktır. İsrail halkının ilerici kesimi müzakere etmek isteyecek, o sırada iktidarın kalbi - yani ordu ve gizli servisler - diğer Yahudilerle de karşı karşıya gelecektir. Kimileri ülkeyi terk edecek, diğerleri pazarlık edecek ve tek çözüm de herkese açık ve herkese saygılı bir devlet fikri olacaktır.
Konuyla ilgili okuma yapmak isteyenler için:
Christian Chesnot & Josephine Lama, Palestiniens, 19481998, Editions Autrement, Paris, 1998.