Hamas: İslâmî bir izdüşüm
Bir yandan Mısır’la bir yandan da İran’la ilişkileri canlı ve sürekli tutmaya çalışan Hamas, İsrail’in gittikçe ağırlaşan ablukası yüzünden yaşam şartları dayanılmaz boyutlara ulaşan Gazze halkının çözüm talepleriyle de başa çıkmaya çalışıyor. Fetih’in sürekli baskısı ve Gazze’yi tamamen kontrolde tutma çabası da, Hamas’ın bugün karşılaştığı bir diğer engeli oluşturuyor.
Temelleri 1987’de patlak veren Birinci İntifada sırasında atılan Hamas (Hareketu’l-Mukâvemeti’l-İslâmiyye, İslâmî Direniş Hareketi), ideolojik ilhamını Mısır merkezli Müslüman Kardeşler Teşkilâtı’ndan (kısaca: İhvân) almış bir yapılanmadır. Kurucusu Şeyh Ahmed Yasin, örgütle öylesine iç içe geçmiştir ki, onun hayat hikâyesine göz atmak, tesis ettiği teşkilâtı anlamanın da olmazsa olmaz şartlarından biridir.
Ahmed İsmail Yasin, 1938’de Filistin’in Mecdel bölgesindeki (günümüzde, İsrail’in Aşkelon kenti civarı) Cura köyünde dünyaya geldi. Babası, beş yaşındayken vefat etmişti.
- Annesinin ve aile büyüklerinin terbiyesi altında yetişen Ahmed Yasin, Nekbe sürecinde, 10 yaşlarındayken mültecilik tecrübesini yaşadı. Yasin ailesi, kendileri gibi binlerce Filistinliyle birlikte köylerini terk ederek o zaman henüz Mısır’ın kontrolü altında bulunan Gazze’ye yerleştiler.
Ahmed Yasin, 12 yaşındayken arkadaşlarıyla güreş yaptığı sırada belinden yaralandı, omuriliği zedelendiği için de ciddi biçimde sakatlandı. Ailesinin güreştiği arkadaşlarına zarar vermesinden endişelenen Yasin, kazanın denizde yüksekten atlama esnasında yaşandığını söyledi. Söz konusu sakatlık sonraki yıllarda tekerlekli sandalyeye mahkûmiyeti ve kalıcı engellilik durumunu ortaya çıkacaktı.
1958’de lise eğitimini tamamlayan Ahmed Yasin, ertesi yıl Mısır’ın başkenti Kahire’deki Ayn Şems Üniversitesi’nde kaydolarak öğretmenlik sertifikası kazandı. Gazze’ye döndükten sonra da Arapça ve İslâmî ilimler öğretmeni olarak çalışmaya başladı, ayrıca bir camide hatiplik vazifesini üstlendi.
Mısır’daki hareketli ortamdan etkilenen ve İhvân düşüncesini benimseyen Ahmed Yasin, öğretmenlik ve hatiplik kariyeri sırasında Mısır istihbaratının dikkatini çoktan çekmeye başlamıştı. 1965’te “İslâmî faaliyetleri nedeniyle” tutuklanan Yasin, serbest bırakıldıktan sonra tekrar aynı faaliyetlerini sürdürdü. Gazze’nin İsrail tarafından işgal edildiği 1967’den itibaren, işgal karşıtı eylemlerini daha da yoğunlaştıran
- Ahmed Yasin, engelli olmasına rağmen, özellikle Arapçayı kullanmaktaki üstün yeteneği ve etkileyici hitabetiyle kitlelere ulaşıyordu. Gazze İslâm Üniversitesi’nin temelleri de, yine bu yıllarda, Yasin’in öncülüğünde atıldı.
1978’de, tamamen İhvân’ın Mısır’da uyguladığı “sosyal yardımlaşma” ve “halk eğitimi” modelini örnek aldığı “el Mucemmeu’l-İslâmî” isimli bir dernek kurarak İslâmî çalışmalarını resmileştiren Ahmed Yasin, 1983’te “İslâmi faaliyetleri nedeniyle” yeniden tutuklandı. Yasin, bu sırada, İsrail işgaline karşı silahlı direniş organize etmek için küçük bir birlik oluşturmuştu, tutuklanma nedeni de aslında buydu. Bu birlik, 1984’te resmen “İzzeddin el Kassâm Tugayları” adını alacak ve Hamas’ın da silahlı kanadını oluşturacaktı. 13 ay hapse mahkûm edilen Yasin, 1985’te, İsrail’le Filistin Halk Kurtuluş Cephesi arasında yapılan bir esir takasıyla serbest kaldı.
- Direnişi organize etmeye kaldığı yerden devam eden Yasin, 1987’de Birinci İntifada’nın başlamasıyla birlikte, o zamana kadar hazırladığı altyapıyı “Hamas” kısa adıyla bilinen örgüte dönüştürdü.
İntifada’nın ikinci yılı dolunca, 1989’da, Ahmed Yasin İsrail tarafından tekrar tutuklandı. Kendisine yöneltilen başlıca suçlamalar “silahlı direniş organize etmek”, “İsrail askerlerini kaçırmaya ve öldürmeye teşvik”, “Hamas’ı finanse etmek” ve “Hamas’ın askerî kanadını kontrol etmek” idi. Kısa bir yargılamadan sonra ömür boyu hapis cezası ve ilave olarak 15 yıl hapse mahkûm edilen Ahmed Yasin, sonraki yaklaşık sekiz yılı ağır şartlar altında zindanda geçirdi. Bu süre içinde kronik rahatsızlıkları şiddetlendi, gözlerinde ciddi görme kaybı oluştu, engelliliğine bağlı fiziksel hastalıkları nüksetti, akciğer enfeksiyonu geçirdi.
Yakınları ve sevenleri, onun hapishanenin kötü şartlarında hayatını kaybedeceğini düşünürken, Ürdün’ün başkenti Amman’da yaşanan bir suikast girişimi, olayların gidişatını tersine çevirdi.
25 Eylül 1997 günü, Ürdün’e sahte Kanada pasaportlarıyla giriş yapan sekiz Mossad ajanı, Hamas Siyasî Büro Şefi Hâlid Meşal’i, sokak ortasında kulağına zehirli bir kimyasal enjekte ederek öldürmeye kalkıştı. Yaşanan kovalamacada ajanlardan ikisi tutuklandı, dördü İsrail’in Amman Büyükelçiliği binasına sığındı, ikisi de izini kaybettirdi.
Ürdün Kralı Hüseyin, saldırıyı ülkesinin bağımsızlığına ve kendisinin egemenliğine direkt bir saldırı olarak yorumlamıştı. ABD Başkanı Bill Clinton’a durumu ileten ve İsrail’e baskı yapmasını sağlayan Kral, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’yu panzehiri Amman’a göndermek zorunda bıraktı. Panzehir kendisine tatbik edilen Meşal, iki gün sonra komadan uyanarak kendine gelirken, operasyon, Mossad’ın tarihindeki en yüz kızartıcı eylemlerden biri olarak kayıtlara geçti. Mossad Şefi Danny Yatom istifa etmek durumunda kaldı,
İsrail hükümeti de Ürdün’ün tutukladığı Mossad ajanlarına karşılık olarak Şeyh Ahmed Yasin’i serbest bırakmaya mecburen razı oldu.
(Ahmed Yasin’in hapiste tutulduğu süre içinde, İsrail, Hamas ve İslâmî Cihad’ın ileri gelenlerinden 416 kişiyi, 17 Aralık 1992 günü Lübnan’a sürgüne gönderdi. Lübnan topraklarının İsrail’e yakın sınır bölgesinde, Mecr ez-Zuhûr’da kamp kuran bu kişiler, şiddetli kış şartlarına rağmen yaklaşık bir sene boyunca orada kaldılar. Ardından, bölük bölük Filistin topraklarına yeniden geri döndüler. İsrail, geri dönenlerden 17’sini “yanlışlıkla sürgüne gönderildikleri” gerekçesiyle tutuklayarak hapse attı.)
Özgürlüğüne kavuştuktan sonra yeniden Gazze’deki ikametgâhına dönen Ahmed Yasin, Hamas’ın o dönemde düzenlediği çeşitli eylemler nedeniyle 2001 ve 2002’de ev hapsine alındı. Bu arada 2002 ve 2003’te direkt şekilde kendisini hedef alan iki suikast girişimini yara almadan atlattı.
İsrail tarafından 13 Haziran 2003’te yapılan resmî açıklamada, Ahmed Yasin başta olmak üzere bütün Hamas liderlerinin “meşru hedef” olduğu açıkça belirtildi. 6 Eylül 2003’te, İsrail savaş uçakları, Ahmet Yasin’in içinde bulunduğu binayı bombaladı, Yasin saldırıyı hafif yaralı olarak atlattı. 22 Mart 2004’teki ikinci saldırı ise, sabah namazını kıldıktan sonra camiden ayrılan Yasin’i direkt şekilde hedef aldı. Yasin’den geriye parçalanmış bedeni ve kana bulanmış tekerlekli sandalyesi kalmıştı.
Birinci İntifada’nın başlangıç günlerinde Şeyh Ahmed Yasin tarafından kurulan Hamas, İsrail’den çok, o zamana kadar kendisini “Filistin halkının tek meşru temsilcisi” olarak konumlandıran Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) için problemdi. Hamas yetkilileri, FKÖ ile ilgili Filistin halkı arasında oluşan hayal kırıklıklarını net bir şekilde tespit ederek, adeta nokta atışları yapan söylemler geliştirmişti.
- FKÖ liderliğinin şimdiye kadar somut bir başarı elde edememiş olmasından Arafat ve etrafındaki dar kadronun ekonomik ilişkilerine, İsrail işgalinin sürekli genişlemesinden FKÖ’nün halk tarafından seçilmeyen ve dışarıdan bünyeye dâhil olan (Hamas, FKÖ’den farklı olarak, Filistin içinde teşekkül etmişti) bir kuruluş olmasına, birçok ince nokta, ustalıkla dile getiriliyordu.
Birinci İntifada, bu yönüyle, sadece İsrail işgaline karşı değil FKÖ yönetimine karşı da bir isyan ve baş kaldırı anlamını taşıyordu. Hamas, açıkça, FKÖ’nün meşruiyetine ve “Filistin halkının tek temsilcisi” oluşuna meydan okuyordu. Bu durum, kısa süre sonra İsrail ve FKÖ’yü yakınlaştıracak, sonraki süreçte bu iki aktör, Hamas’ı marjinalize edebilmek için gizli-açık işbirliğine soyunacaktı.
1990’ların başında, İsrail, FKÖ’yü yedeğine alarak Filistin siyaset sahnesini dizayn etmeye çalışırken, özellikle Hamas’ın tabanını yok etmek için askerî operasyonları yoğunlaştırmıştı. İntifada’nın artık sona erdiği ve Şeyh Ahmed Yasin’in hapis cezasının devam ettiği bu süreçte çok sayıda Filistinli tutuklandı.
1993’te İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin’le FKÖ Lideri Yâser Arafat arasında Oslo Anlaşması’nın imzalanmasından hemen sonra, Hamas, ilk “intihar saldırısı”nı gerçekleştirdi. 13 Nisan 1994’te İsrail’in Hadera kentindeki bir otobüs durağına düzenlenen saldırıda 5 kişi öldü. Bu ilk örneği daha sonra sırasıyla, şu saldırılar takip etti:
- 19 Ekim 1994, yolcu otobüsü, Tel Aviv (22 ölü, 56 yaralı)
- 25 Aralık 1994, otobüs durağı, Kudüs (13 yaralı)
- 9 Nisan 1995, Gazze, (8 ölü, 50 yaralı) [İslâmî Cihad’la ortaklaşa]
- 24 Temmuz 1995, yolcu otobüsü, Ramat Gan (6 ölü, 31 yaralı)
- 25 Şubat 1996, yolcu otobüsü, Kudüs (26 ölü, 80 yaralı)
- 25 Şubat 1996, otobüs durağı, Aşkelon (2 ölü)
- 3 Mart 1996, yolcu otobüsü, Kudüs (19 ölü, 6 yaralı)
- 30 Temmuz 1997, pazar yeri, Kudüs (15 ölü, 178 yaralı)
- 4 Eylül 1997, alışveriş merkezi, Kudüs (4 ölü, 181 yaralı)
- 29 Ekim 1998, okul servisi, Guş Katif (1 ölü, 8 yaralı)
- 22 Aralık 2000, Ürdün Vadisi (3 yaralı)
- 2 Mart 2001, Netanya (3 ölü, 65 yaralı)
- 27 Mart 2001, Kudüs (28 yaralı)
- 28 Mart 2001, okul otobüs durağı, Kfar Saba (2 ölü, 4 yaralı)
- 22 Nisan 2001, otobüs durağı, Kfar Saba (1 ölü, 60 yaralı)
- 18 Mayıs 2001, alışveriş merkezi, Netanya (5 ölü, 100 yaralı)
- 1 Haziran 2001, disko, Tel Aviv (21 ölü, 120 yaralı)
- 9 Ağustos 2001, Sbarro pizza, Kudüs (15 ölü, 130 yaralı)
- 9 Eylül 2001, tren istasyonu, Nahariya (3 ölü, 90 yaralı)
- 26 Kasım 2001, Erez kontrol noktası (2 yaralı)
- 1 Aralık 2001, alışveriş merkezi, Kudüs (10 ölü, 188 yaralı)
- 2 Aralık 2001, yolcu otobüsü, Hayfa (15 ölü, 46 yaralı)
- 9 Mart 2002, cafe, Kudüs (11 ölü, 54 yaralı)
- 27 Mart 2002, Park Hotel, Netanya (22 ölü, 40 yaralı)
- 31 Mart 2002, restoran, Hayfa (14 ölü, 40 yaralı)
- 10 Nisan 2002, yolcu otobüsü, Kibbutz Yagur (8 ölü, 22 yaralı)
- 7 Mayıs 2002, yüzme havuzu, Rişon LeTsiyon (16 ölü, 55 yaralı)
- 19 Mayıs 2002, pazar yeri, Netanya (3 ölü, 59 yaralı)
- 18 Haziran 2002, yolcu otobüsü, Kudüs (19 ölü, 74 yaralı)
- 19 Ağustos 2003, yolcu otobüsü, Kudüs (22 ölü, 135 yaralı)
- 9 Eylül 2003, Cafe Hillel, Kudüs (7 ölü, 50 yaralı)
- 9 Eylül 2003, asker otostop noktası, Tel Aviv (8 ölü, 32 yaralı)
- 14 Mart 2004, liman, Aşdod (10 ölü, 16 yaralı) [Fetih’e bağlı El Aksa Tugayları’yla ortaklaşa]
- 31 Ağustos 2004, yolcu otobüsü, Beerşeva (16 ölü, 100 yaralı)
Modern dönemde Ortadoğu’daki ilk örneği 1981’de Lübnan iç savaşı sırasında görülen intihar saldırılarını böylece silah olarak kullanmaya başlayan Hamas, intihar eyleminin İslâm dininde caiz görülmemesinden dolayı, saldırılara “istişhad eylemi” demeyi uygun bulmuştu. “Şehit olmayı istemek / şehit olma girişiminde bulunmak” anlamlarına gelen “istişhad”ın Hamas üyelerince cihadın en cesur ve makbul biçimi olarak sunulması, ciddi tartışmaları da beraberinde getirdi:
Hamas’ın fetva mercii olarak bilinen Yûsuf el Karadâvî’nin cevaz vermesiyle uygulamaya geçirilen “istişhad eylemleri”ni caiz görmeyenler, söz konusu eylemlerin hem Filistinlilere hem de Müslümanların genel imajına zarar verdiği kanaatindeydi.
Müslümanların “asker-sivil” ayrımı yapmaksızın, karşısına çıkanları öldüren canavarlar olarak resmedildiğini savunan bu çevreler, Hamas’ın bu kara propagandaya su taşıdığını düşünüyordu.
Eylemleri destekleyen ve caiz görenlerden bir grup ise, Hamas’ın başka çare bulunmadığı için “istişhad eylemleri”ne başvurduğunu belirtiyor, bu eylemlerin -belki dinen caiz olmayabilirse de- çaresizlik anında uygulamaya konan bir zaruret olduğunu savunuyordu. “Kendinizi Filistinlilerin yerine koyun” şeklinde bir slogan da geliştiren bu grup, İslâm dünyasını işgal altındaki Müslümanlarla empati yapmaya davet ediyordu.
Nihayet üçüncü olarak, kayıtsız-şartsız biçimde “istişhad eylemleri”ne taraftar olanlar yer alıyordu. Onların bakış açısına göre, İsrail’in işgal ettiği topraklarda yaşayan herkes meşru hedefti. Madem bu topraklarda yaşamayı kabul etmişlerdi, o zaman başlarına geleceklere de peşinen razı olmuşlardı. Ayrıca, İsrail’de “asker-sivil” şeklinde bir ayrım da kabul edilemezdi. Kadın-erkek herkes askerlik yaptığı gibi, minicik çocuklar da Siyonist ideolojiye göre yetiştiriliyordu. Dolayısıyla, saldırılarda çocukların ve bebeklerin de ölmesi, Hamas’ın suçlanmasını gerektirecek bir durum değildi.
Her bir “istişhad eylemi”nden sonra İsrail’in Filistinlilere yönelik işgal ve baskı politikası daha da ağırlaşırken, Hamas, nihayet 2004 sonu itibariyle eylemlere son verdiğini duyurdu. Bu arada Ahmed Yasin ve ondan sonra liderliğe getirilen Abdulaziz Rantisî’nin aynı yıl içinde arka arkaya İsrail saldırılarına kurban gitmesi de, bu kararın alınmasında etkili olan önemli bir etkendi. Ancak asıl sebep, “istişhad eylemleri”nde elde edilmesi beklenen kârın karşılaşılan zararla kıyaslanamayacak derecede küçük olmasıydı.
- Nitekim, eylemlerin fikir babası Yûsuf el-Karadâvî daha sonra “Bundan sonra istişhad eylemi caiz değildir, çünkü Filistinlilerin elinde artık kendilerini savunacak yeteri kadar silah ve imkân vardır” diyerek, önceki fetvasını değiştirecekti.
“İstişhad eylemleri”ne son vermesine rağmen, Hamas, sonraki süreçte İsrail hedeflerine yönelik operasyonlarını sürdürdü. Askeri hedefler seçildiği için ve her seferinde İsrail’in bir saldırısından sonra gerçekleştiği için, bu türden operasyonlar İslâm dünyasında genellikle yaygın bir destek kazandı. Ahmed Yasin ve Abdulaziz Rantisî’den sonra, 26 Eylül 2004’te Hamas’ın üst düzey isimlerinden İzzeddîn Subhî Şeyh Halîl’in, aracına konan bir bombayla öldürülmesi, yine Hamas’ın söz konusu operasyonlarının meşruiyetini sağlayan olaylardan biriydi.
25 Ocak 2006’da düzenlenen Filistin parlamento seçimlerine, Hamas’ın kontrol ettiği “Değişim ve Reform Partisi” ilk kez katıldı.
132 üyeli “Filistin Yasama Konseyi”ne 76 Hamas adayına karşılık 43 Fetih adayı ancak girebildi. Sonuçlar, Mahmud Abbas ve ekibi için gerçek bir hezimetti. Fetih’in koalisyona girmeyi reddetmesiyle, Hamas tarafından kurulan hükümet, 29 Mart 2006’da yemin ederek görevine başladı. Başbakan İsmail Haniye, Gazze’de kabinesinin kuruluşunu ilân ederken, ABD ve Kanada, yeni Filistin hükümetiyle hiçbir şekilde temaslarının olmayacağını açıkladı.
Hamas hükümetinin işbaşına gelmesinden hemen sonra, 25 Haziran günü, Hamas’a bağlı birlikler bir İsrail askerî noktasına baskın düzenleyerek, iki askeri öldürdü, birini de kaçırdı. Gilad Şalit isimli asker, 18 Ekim 2011’de bir esir takasıyla serbest bırakılıncaya kadar 5 yıldan fazla bir süre Gazze’de bilinmeyen bir sığınakta tutuldu.
Şalit’in serbest bırakılması için İsrail’in sürdürdüğü yoğun çaba, Hamas’ı hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde vazgeçilmez bir siyasî aktör haline getirdi.
Hatta bu süreçte, ABD eski Başkanı Jimmy Carter, 1997’deki suikast girişiminin ardından, 1999’dan itibaren Suriye’nin başkenti Şam’da yaşamaya başlayan Hamas Siyasî Büro Şefi Hâlid Meşal’i ziyaret etti. Carter’ın amacı, Gilad Şalit’in serbest bırakılmasına aracılık etmekti, ancak bu girişim başarıya ulaşmadı. Meşal, Şam’da ağırladığı Carter’la kameralar önünde verdiği samimi pozlar dışında, esir İsrailli askerle ilgili herhangi bir tavize yanaşmadı.
Ertesi yıl, 2007’nin Haziran'ında, Hamas yönetimi, Gazze’nin kontrolünü resmen ele aldı. Fetih’in İstihbarat Şefi Muhammed Dahlan’a bağlı birliklerle Hamas askerleri arasında yaşanan bir haftalık yoğun bir çatışma sonunda, Dahlan ve takipçileri Gazze’den sınır dışı edildi.
14 Haziran’da Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, Gazze’deki hükümeti feshettiğini ve Başbakan İsmail Haniye’yi görevinden alarak yerine Salam Feyyad’ı atadığını açıkladı, ancak Hamas tarafı bu kararı görmezden geldi ve Haniye görevinde kalmaya devam etti. Aynı günlerde, İsrail, Gazze’ye yönelik kapsamlı bir kara-deniz-hava ablukası başlattı. Bu, Hamas’ın yönetimden çekilmemesine verilmiş bir ceza niteliğindeydi. İsrail, bir yıl sonra, Gazze’den atılan roketleri bahane ederek 27 Aralık 2008’de “Dökme Kurşun Operasyonu”nu başlattı, Hamas hükümetini yeniden cezalandırmaya soyundu.
- Tamamına yakını sivil olmak üzere 1400’den fazla Filistinlinin hayatını kaybettiği bombardımanlarda, asıl hedef, Hamas tarafından kaçırılan Gilad Şalit’in kurtarılmasıydı. İsrail, 22 gün sonra, bombardımanı durdurmak zorunda kaldı.
İsrail bu şekilde sürekli Gazze’yi ve Hamas’ı cezalandırırken, yaşanan bombardımanlar ve ağır can kayıpları, Filistin kamuoyunda Hamas’la Fetih arasındaki yakınlaşmanın zorlanması noktasında beklentileri artırıyordu. Kamuoyunun sürekli baskısı altında, Yemen’in başkenti Sanaa’da bir araya gelen Hamas ve Fetih heyetleri, 23 Mart 2008’de “Sanaa Anlaşması” adı verilen metni imzaladı.
Taraflar arasındaki gerilimin azalması, ortak düşman İsrail’e karşı birlikte mücadele edilmesi ve sonraki aşamada “birlik hükümeti”nin kurulması, anlaşmanın esas noktalarıydı.
Sonraki aylarda ortaya çıkan anlaşmazlıklar, ittifakın öyle kolayca tesis edilemeyeceğini de gösterecekti. Fetih, Gazze’deki yönetimin tamamen Ramallah’a devredilmesini beklerken, Hamas ise kazandığı seçim zaferinin hakkını vermek istiyordu. Hamas-Fetih görüşmeleri, 2010 yılı boyunca, bu defa Suriye’nin başkenti Şam’da yürütüldü. Oradan da yine somut bir netice elde edilemedi. Fetih, Gazze’nin teslim olmasını talep ederken, Hamas da İsrail’i tanıyacak herhangi bir formüle yanaşmıyordu. 15 Mart 2011’de Batı Şeria ve Gazze’de on binlerce Filistinli, Hamas ve Fetih arasında artık bir anlaşmanın sağlanması talebiyle sokaklarda gösteriler düzenledi. Gazze’de, Hamas’a bağlı polisler, göstericileri zor kullanarak dağıttı.
Mahmud Abbas, 26 Mart’ta Hamas yetkilileriyle yüz yüze görüşerek, ittifak müzakerelerini konuştu. 27 Nisan günü, Hamas ve Fetih adına yapılan açıklamada, birlik hükümetinin kurulacağı belirtilerek, bir yıl içinde seçime gidileceği duyuruldu.
Bunun üzerine, İsrail, Filistin’e ait gümrük gelirlerinin 88 milyon dolarlık kısmını dondurduğunu açıkladı. 4 Mayıs 2011 günü Hamas ve Fetih yetkilileri, Kahire’de yeni bir ittifak anlaşması imzaladı. Bunu, 6 Şubat 2012’de Katar’ın başkenti Doha’da ilân edilen yeni bir “birlik deklarasyonu” takip etti. Hamas yönetimi bu süreçte, “Arap Baharı”nın sarsmaya başladığı Şam’dan ayrılarak, Doha’ya yerleşmişti. Hamas’ın 1999’da başlayan Şam ikâmeti böylece sona eriyordu.
23 Ekim 2012’de, dönemin Katar Emiri Hamad bin Temîm Âl-i Sânî, kalabalık bir heyetle Gazze’yi ziyaret etti. Milyonlarca dolarlık yatırımın sözünün verildiği ziyaret, Hamas hükümetine taze kan hükmündeydi. Aynı yılın sonunda, İsrail, “Bulut Sütunu Operasyonu”nu başlatarak, 14-21 Kasım günleri arasında Gazze’yi ağır bombardımana tuttu. Bombardımandan yaklaşık iki hafta sonra, 7-8 Aralık’ta, Hamas Siyasî Büro Şefi Hâlid Meşal, 45 yıllık bir aradan sonra ilk kez Gazze’yi ziyaret etti.
Mısır’da Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin 3 Temmuz 2013’te askerî darbeyle devrilmesi, Gazze’deki şartları da direkt şekilde etkilemişti.
Refah Kapısı uzun süreliğine kapanırken, Mısır’dan Gazze’ye yönelik yardım ve destek de durduruldu. Ancak Hamas, hızlı bir şekilde yeni yönetimle de temasa geçerek, Gazze’deki insani krizin hafifletilmesi için eldeki bütün alternatifleri kullanmaya girişti. İsrail’in 8 Temmuz-26 Ağustos 2014 tarihleri arasında Gazze’ye düzenlediği “Koruyucu Kalkan Operasyonu”, yine öncekiler gibi çok sayıda (en az 2100) Filistinlinin ölümüne yol açtı.
9 Ekim 2014 günü, Gazze, tarihi anlara tanıklık etti: Hamas ve Fetih arasında varılan mutabakat sonucu teşkil edilen “birlik hükümeti”, Mahmud Abbas tarafından atanan Rami Hamdallah başkanlığında Gazze’de toplandı. Ancak bu birlik manzarası uzun sürmeyecek, 30 Kasım’da hükümetin bozulduğu açıklanacaktı.
Hem içeriden hem de dışarıdan çeşitli baskılarla karşı karşıya kalan Hamas, 1 Mayıs 2017’de “Kuruluş Belgesi”ndeki bazı yenilik ve tadilatları dünya kamuoyuyla paylaştı. Hâlid Meşal’in bizzat duyurduğuna göre, hareket, artık Müslüman Kardeşler Teşkilâtı (İhvân) ile herhangi bir organik bağının bulunmadığını açıklıyor, dahası 1967 sınırları dâhilinde kurulacak bir Filistin devletinin tanınması karşılığında İsrail’i tanıyacağını belirtiyordu. Neresinden bakılırsa bakılsın, bu durum, Hamas’ın temel felsefesinden ve hareket tarzından ciddi bir sapmaya işaret ediyordu. Belgenin açıklandığı dönem itibariyle hareketin yüzleşmek zorunda kaldığı güçlükler, üslup değişikliğinin ana nedeniydi.
- Hâlid Meşal, “Yeni Hamas”ı ilân ettikten birkaç gün sonra görevini bırakarak, hareketin liderliğini İsmail Haniye’ye devretti. Haniye’nin yerini de, yine Hamas’ın üst düzey isimlerinden Yahya Sinvâr aldı.
Mısır istihbaratıyla temasları sıklaştıran Hamas’ın yeni yönetimi, 12 Ekim 2017’de, Kahire’de imzalanan bir mutabakatla, Fetih’le kalıcı bir birliğin kurulduğunu açıkladı. Böylece, 10 yıllık bir aradan sonra, Gazze yeniden Batı Şeria ile birleşerek yönetim ortak hale gelecekti. Anlaşma ayrıca, Gazze’nin bütün sınır kapılarının Fetih’e devrini de öngörüyordu. İsrail, Hamas içinde bulunduğu sürece bu “birlik hükümeti” ile herhangi bir temas kurmayacağını açıklamış olsa da, gelinen noktanın Filistinliler açısından anlamı büyüktü. Hamas, İsrail’i tanımayacağını, silah bırakmayacağını ve İran’la ilişkileri kesmeyeceğini kesin bir dille dünyaya ilân etmişti. Bu da, söz konusu anlaşmayı Hamas açısından “kabul edilebilir” kılan bir etkendi.
ABD’de Donald Trump’ın başkan seçilmesinden sonra Amerikan yönetiminin Filistin konusunda denge siyasetini tamamen terk etmesi, elbette İsrail hükümetini de memnun eden bir durumdu. Bu çerçevede, Hamas Lideri İsmail Haniye’nin 31 Ocak 2018’de ABD tarafından “global terörist” ilân edilmesi, İsrail açısından bir zaferdi.
Gazze “birlik hükümeti”nin çatısı altına alınmış olsa da, Hamas’la Fetih arasındaki ihtilaflar henüz sona ermiş değil. Bir yandan Mısır’la bir yandan da İran’la ilişkileri canlı ve sürekli tutmaya çalışan Hamas, İsrail’in gittikçe ağırlaşan ablukası yüzünden yaşam şartları dayanılmaz boyutlara ulaşan Gazze halkının çözüm talepleriyle de başa çıkmaya çalışıyor. Fetih’in sürekli baskısı ve Gazze’yi tamamen kontrolde tutma çabası da, Hamas’ın bugün karşılaştığı bir diğer engeli oluşturuyor.