Direnişin çöldeki kalbi ve aklı: Ömer Muhtar
16 Eylül 1931'de 73 yaşındaki Ömer el-Muhtar, İtalyan sömürge güçleri tarafından idam cezasının infazıyla bir insanın ulaşacağı en yüksek mertebelerden birine erişmişti. 20 senelik mücadelesinin sonunda o artık seyyidü'ş-şüheda olarak cellatlarında daha uzun yaşama şerefine nail olmuştu. Senûsî hareketinin zaviyelerinde yetişen kahramana göre hayatta sadece iki seçenek vardı; ya şehadet, ya da zafer.
1862 senesinin sıcak bir yaz gününde, Libya’nın büyük Arap kabilelerinden biri olan Menife’ye mensup Gays ailesi, bir erkek çocuğun doğumuna şahit oldu. Ömer bin Ferhad adı verilen ancak daha sonraları zihinlere Ömer Muhtar ismiyle kazınacak olan bu çocuk, doğduğu topraklar olan Berka’da büyük bir direnişe önderlik edecekti.
Mütevazı bir aileye mensup olan Ömer el-Muhtar, henüz yetişip serpilmeden kendisini yetimliğin sert ayazında buldu. Hac vazifesini eda etmek için Mekke’ye yapmış olduğu yolculuk esnasında rahatsızlanan babası hayatını kaybetmişti. Baba, son nefesini vermeden önce Ömer Muhtar ve kardeşi Muhammed’i amcalarına emanet etmişti. İki küçük yavrucağın bakımını üstlenen amca, eğitimleri için onları bir zaviyeye yolladı. Bir ıslahat ve direniş hareketi olan Senûsîlik’e ait olan bu zaviyede, Seyyid Hüseyin el-Garyani’nin himayesine giren Ömer el-Muhtar, böylece ilk eğitimini almış oluyordu.
Buradaki ilk merhale eğitiminden sonra Senûsîlik hareketinin merkezi olan Cağbub kasabasına gitti. Hareketin kurucusu Muhammed bin Ali es-Senûsî, Cebelülahdar’da ilk ana zaviyeyi kurmuş, ancak zaviyenin oldukça fazla ilgiye mazhar olması sonucunda, çevresi büyük bir kasabaya dönüşmeye başlayarak bütün dikkatleri üzerine çekmişti. Osmanlı otoritesinin ve Mısır Hidivi’nin gözlerinin önünde bulunmaktan rahatsız olan Ali es-Senûsî, çözümü zaviyeyi Cağbub’a taşımakta bulmuştu. Zaviyenin taşınmasından kısa bir süre sonra Ali es-Senûsî vefat etmiş ve hareketin liderliğine Mehdi es-Senûsî gelmişti. Ömer el-Muhtar, burada Mehdi es-Senûsî başta olmak üzere önemli temsilcileri ile tanışma fırsatı buldu.
- Yaklaşık sekiz sene Cağbub Medresesi’nde kalan Ömer el-Muhtar; Seyyid ez-Zervali el-Mağribi, Seyyid Cevani ve Allame Falih bin Muhammed ez-Zahiri’nin ders halkalarına dâhil olarak şer’î ilimleri tahsil etti.
Ömer el-Muhtar, Cağbub’daki zaviyede geçirdiği sekiz sene içerisinde Mehdi es-Senûsî’nin en gözde müritlerinden biri olmuştu. O şer’î ilimlerdeki derinliğinin yanında, kendisine hayran bırakan bir zekâyla kabilevî olaylar ve tarihî vakıalar hakkında birçok bilgi edinmiş; kabilelerin birbirleriyle olan ilişkileri, nesepleri, gelenekleri, tutumları hakkında tecrübe sahibi olmuştu. Bu şekilde çevredeki bedevi kabileler arasında cereyan eden anlaşmazlıkların çözüm yollarını öğrenmişti. Bunun yanı sıra; Berka bölgesindeki bitki türlerinin çeşitlerini ve özelliklerini öğrenen Ömer el-Muhtar, hastalıkların tedavisinde kullanılacak bitkileri de yakinen tanıyordu.
- Öyle ki, İtalya’nın işgalinden önce Çad’da sömürgeci Fransa ile mücadele eden Senûsî mücahidlerine ait yaklaşık dört bin deve uyuz hastalığına yakalanmıştı. Durumdan haberdar olan Mehdi es-Senûsî, develerin tedavisi için Ömer el-Muhtar’ı görevlendirdi. Kendisine verilen bu görevi başarıyla ifa eden Ömer el-Muhtar, dört bin deveyi iyileştirerek Mehdi es-Senûsî’nin nazarında kıymetini daha da arttırmış oldu.
Takvimler 1895’i gösterdiğinde Mehdi es-Senûsî, Cağbub’daki zaviyesini Kufra’da bulunan Tac köyüne taşımaya karar verdi. En sevdiği müridi Ömer el-Muhtarı da yanında götüren Mehdi es-Senûsî, yaklaşık iki sene sonra Ömer el-Muhtar’ı Ubeyd kabilesine ait Kasur Zaviyesi’ne şeyh olarak atadı. Osmanlıya tam boyun eğmeyen güçlü bir kabile arazisinde göreve başlayan Ömer el-Muhtar, üstüne düşen sorumlulukları bihakkın yerine getirerek kabileler arasındaki birliği sağladı. Zaviyenin şeyhi olarak geçirdiği süre zarfında fikirleri ve ikna metoduyla özellikle Ubeyd kabilesini Osmanlı idaresine yakınlaştırdı. 1911’de İtalya’ya karşı başlayacak olan direnişin öncü kuvveti Ubeyd kabilesi olacaktı.
Zaviyenin Kufra’ya taşınmasından dört sene sonra Mehdi es-Senûsî, yine bir taşınma kararı alarak zaviyeyi Çad sınırları içerisinde bulunan Borku bölgesindeki Garu’ya taşıdı. Bu esnada Ömer el-Muhtar da Mehdi es-Senûsî ile beraberdi. Sömürgeci Fransa’nın Çad’ı işgal etmesiyle Senûsiyye hareketi de cihada hazırlanmış, bölgede kimlerin komutan olarak sahaya sürüleceğine karar verilmişti. Üzerinde ittifak edilen komutanlar arasında Ömer el-Muhtar da vardı. Fransızlar ile girilen amansız çarpışmalarda tüm bakışları üzerine çeken Ömer el-Muhtar, mücadelesiyle Mehdi es-Senûsî’yi kendisine hayran bırakmıştı.
Mehdi es-Senûsî, onun hakkında ‘Biz Ömer el-Muhtar gibi on kişiye daha sahip olsaydık, bu savaş için bize yeterdi’ diyordu.
Ömer el-Muhtar, Çad’da üstlendiği önemli vazifelerden sonra Ayn Galaka’da açılan zaviyeye tekrar şeyh sıfatıyla atandı. Ancak Mehdi es-Senûsî’nin 1902’de Garu’da bulunan ana zaviyede vefat etmesi üzerine hareketin faaliyetlerinde ciddi bir yavaşlama oldu. Bir sene sonra atandığı ilk zaviye olan Kasur zaviyesine geri dönen Ömer el-Muhtar, eğitim ve tebliğ faaliyetleriyle meşgul oldu. Zaviyede faaliyetlerine devam ettiği sırada, 1908 yılında Mısır ve Libya sınırları üzerinde bulunan Berdi bölgesinde İngilizlerle yeni bir savaşın patlak vermesiyle bölgedeki savaşa katıldı. Sülüm bölgesinin Mısır topraklarına katılmasıyla savaş sona erdi ve Ömer el-Muhtar yirmi yıl sürecek olan kendisinin de ‘Çöl Aslanı’ olarak anılacağı direniş öncesi zaviyesine geri döndü.
El-Mehdi vefat etmeden önce kendi çocuklarının henüz küçük yaşta olmasından dolayı hareketin başına yeğeni Ahmed Şerif es-Senûsî’yi atamıştı. Hareketin bütünselliğinin korunması açısından liderler Senûsî ailesinden seçiliyordu. Ömer el-Muhtar ile de yakın arkadaş olan Ahmed Şerif es-Senûsî, İtalyanların Trablus’u işgal etmesiyle mücadelenin ana eksenini Fransızlardan İtalyanlara çevirdi. İtalya tarafından işgal edilen topraklarda takınılacak tavrı kararlaştırmak üzere Kufra’da yapılan toplantıya Ömer el-Muhtar da katılmıştı. Toplantının ardından Cebelülahdar’a geri dönen Ömer el-Muhtar, Ubeyd kabilesi başta olmak üzere çevredeki diğer kabileleri örgütleyerek bir mücahit birliği tesis etti. Bu birlik, direnişin ana omurgasını oluşturacak ve yirmi yıl sürecek olan mücadelede İtalyanlara büyük kayıplar yaşatacaktı.
1912’de Uşi Antlaşması’nın imzalanmasıyla işgal edilen Trablus topraklarında artık hiçbir Osmanlı askerinin kalmamasına karar verilmişti. Antlaşmadan sonra askerleri Mısır’a götürmek isteyen Aziz el-Mısrî ile ona karşı çıkan Ahmed Şerif es-Senûsî arasında bir takım çatışmalar patlak verdi. Hareketin lideri Şerif es-Senûsî, bu çatışmalara bir son vermesi için Ömer el-Muhtar’ı vazifelendirdi ve ayrıca onu Berka bölgesinden sorumlu komutan olarak da atadı. Kendisine tevdi edilen bu görevle Teşkilat-ı Mahsusa aracılığıyla bazı Türk subaylarla görüşme imkânı buldu. Enver Paşa’nın kardeşi ve dönemin Osmanlı Afrika Komutanı olan Nuri Paşa ile de Butnan’da görüşmüştü. 1915 yılında İtalyanları bir süre kıyı kesimlere hapseden Ahmed Şerif es-Senûsî, İtalyanların ilerleyişini durduramadı ve onlar karşısında zor duruma düştü. 1917’de Mehdi es-Senûsî’nin oğlu Seyyid Muhammed İdris’i yerine halife bıraktıktan sonra İstanbul’a götürüldü.
Ahmed Şerif es-Senûsî’nin halefi İdris es-Senûsî, artık Senûsîler’in Osmanlı tarafından tanınan yeni lideri olmuştu. Ömer el-Muhtar ise İdris es-Senûsî’nin genel vekili sıfatıyla direniş hareketinin kumandanlığını getirilmişti. Enver Paşa başta olmak üzere Türk subaylarıyla senkronize olarak direniş hareketini yöneten Ömer el-Muhtar, emrine verilen birlikleri teşkilatlandırdı. Onun birlikleri arasında eğitim için İstanbul’a gönderilen yerli subaylar da bulunuyordu.
İtalya’nın işgalinden bu yana yaklaşık 7 yıl geçmişti. Ömer el-Muhtar, işgalci İtalyanlara karşı yürütülen operasyonları bizatihi organize ediyor, bununla da kalmayıp korkusuzca en önde her zaman kendisi yer alıyordu. Öyle ki bir keresinde birliğiyle beraber kurşun yağmuru altında kalarak mücahitlere göre nispeten daha korumasız bir siperde bulunuyordu. Durumu fark eden onun yakın adamlarından Şeyh Muhammed el-Ahdar el-İsevî, Ömer el-Muhtar’ı bulunduğu yerden daha güvenilir bir yere saklamak istedi. Bunu anlayan ve bu duruma sinirlenen Ömer el-Muhtar, mücahitler tarafından zorla istenilen yere götürüldü.
Cebelülahdar’da bunlar yaşanırken Mondros Ateşkes Antlaşması'yla Osmanlı Afrika’dan çekilmişti. Antlaşmadan iki yıl sonra İdris es-Senûsî de Cağbub ve Kufra’nın bağımsız lideri olarak kalmak şartıyla İtalya ile bir anlaşma yaptı. Anlaşmayla İdris es-Senûsî İtalyanlara, silahlı direnişe devam eden bütün Senûsîler’e silah bıraktırmayı taahhüt etmişti. Ancak direniş hareketinin komutanı Ömer el-Muhtar İdris es-Senûsî’nin bu anlaşmasını reddetti.
Ona göre iki seçenek vardı; ya şehadet, ya da zafer.
Ömer el-Muhtar’ın, birçok cephede etkinliği ve kabileler nazarında oldukça kıymetli bir yeri olması sebebiyle İdris es-Senûsî, İtalyanlara verdiği bu sözü yerine getiremeyerek İngiliz işgali altındaki Mısır’a kaçtı. 1943 yılına kadar kalacağı Mısır’a giden İdris es-Senûsî direniş topraklarında yerine Muhammed Rıza es-Senûsî’yi vekil olarak bırakmıştı.
İdris es-Senûsî’nin Mısır’a kaçtığı tarihte İtalya’nın siyasetinde bir takım değişiklikler oluyordu. Ulusal Faşist Partisi iktidara gelmiş, İtalya’yı Roma İmparatorluğu dönemindeki gücüne kavuşturmayı hayal eden Mussolini başbakan olmuştu.
- Trablus’taki direniş ve Senûsîler’in varlığı, ihtişamlı Roma hayalinin önündeki büyük engellerden biriydi. Bu amaçla Mussolini, 1923 yılından itibaren işgali derinleştirme kararı aldı.
Direniş bölgelerindeki faaliyetlerine devam eden Ömer el-Muhtar, kabileler ve bölgenin ileri gelenleriyle daima görüşüyor, gençleri askerî eğitim dışında ruhen de cihada hazırlıyordu. Berağis, Harabi, Murabitin bölgelerini teftiş eden Ömer el-Muhtar, son durumu değerlendirmek üzere 1923 yılının Şubat ayında Mısır’a giderek İdris es-Senûsî ile görüştü. Senûsiyye hareketine ve liderlerine karşı oldukça vefalı olan Ömer el-Muhtar, kendisine bir karşılama töreni hazırlandığını duyunca bundan rahatsız olarak iptal edilmesini istemişti. Zira İdris es-Senûsî, Mısır’a geldiğinde böyle bir tören düzenlenmemişken nasıl olur da kendisi için düzenlenebilirdi. Ancak direniş bölgesinde yürütülen operasyonların başarısından haberdar olan İdris es-Senûsî, Ömer el-Muhtar’ın karşılanması için bir karar çıkardı ve o da bu karara uymak zorunda kaldı.
- Mısır’da İslâm dünyasının direnişe yardım etmesi çağrısında bulunan Ömer el-Muhtar, İdris es-Senûsî’den beklediği yardımı alamamıştı. Bunun sebebi olarak da kendisinin İtalyanlarla anlaşmış olmasını ileri sürüyordu.
Aynı günlerde Ömer el-Muhtar’ın Mısır’da olduğundan haberdar olan İtalyanlar, onu direnişten vazgeçirmek için bir anlaşma teklifinde bulundular. Ailesi ve kendisi için can güvenliği ile lüks ve rahat içinde bir hayat karşılığında, Ömer el-Muhtar’ın direnişten vazgeçmesini isteyen İtalyanlar, onun yaşayacağı bölgeyi seçmesine kadar hür bıraktılar. Mısır’dan ayrılacağı son güne kadar tekliflerini devam ettiren İtalyanlar, Ömer el-Muhtar’ı ikna edememişlerdi.
Mısır’daki görüşmelerini sonlandıran Ömer el-Muhtar, Kahire’den ayrılarak Berka bölgesine doğru yola koyuldu. Onun Mısır’da olduğundan zaten haberdar olan İtalyan güçler, Ebyarülguba’da Ömer el-Muhtar ve beraberindekilere sürpriz bir saldırı düzenledi.
Ömer el-Muhtar liderliğinde elli kişiden oluşan mücahitler, İtalyan zırhlılarını alev topuna çevirmiş ve yedi zırhlı araçtan sadece biri kaçmayı başarabilmişti.
Libya topraklarını tamamen el geçirmek isteyen Mussolini, işgalin uzamasından endişe ediyordu. 1923’ten 1931’e kadar sürecek olan şiddetli çatışmalarda Mussolini, Ömer Muhtar ile mücadele etmesi için tam beş sömürgeci vali tayin edecekti.
İtalyanların zırhlı araçlarına, topçu takımlarına, bombardıman ve keşif uçaklarına karşı Ömer el-Muhtar; 2000 nizami askere ve Cebel aşiretlerinden katılan sayıları 3500 ile 4000 arasında değişen gayri nizami asker ile binek hayvanlara sahipti. Mussolini’nin iktidara gelmesiyle bölgeye tayin edilen ilk vali Bongiovanni, taarruzun henüz başlarında başarı sağlar gibi gözükse de, yıldızı vur kaç taktiği ile parlayan Kumandan Ömer el-Muhtar ve çevre kabileler tarafından bozguna uğratılmıştı.
13 subay, 40 İtalyan askeri ve 279 sömürge askerini kaybeden Bongiovanni, 1924 yılında azledildi ve yerine General Mombelli Berka Valisi olarak atandı. İtalyanların devam eden taarruzlarından Ömer el-Muhtardan ziyade yerli halk zarar görüyordu. 1925 yılında yapılan bir saldırıda, 250 insanın hayatını kaybetmesine karşılık savaş alanında sadece 50 tüfek bulunması bu durumu gözler önüne seriyordu. Kasım 1926’da ise Faşist Partisi’nin önemli isimlerinden olan Attilio Terruzzi, Mombelli’nin yerine getirilmiş desteğine ise Ottorino Mezzetti verilmişti.
Vali Terruzzi ve General Mezzetti’nin ilk ve en önemli hedefi, yıllardır ilerleyen yaşına rağmen bütün gayretiyle bir operasyondan diğerine koşan Ömer el-Muhtar’ın hâkim olduğu Cebel bölgesini ele geçirmekti. Bunun için kendilerine çölde hareket kabiliyetlerini arttıracak büyük bir mobil güç tahsis edilmişti. Zırhlı araçlar ve sömürgelerden oluşan taburların sayısı arttırılmış, uçakların adedi yirmiyi bulmuştu. Toplam da 10.000 olan asker sayısına şehir garnizonunda ve asayişin sağlandığı bölgelerdeki asker sayısı dahil değildi. Ömer el-Muhtar’ın kumandasında ise 400’ü süvari olmakla birlikte yalnızca 1500 mücahit bulunuyordu.
- İtalyan birliklerinin kendisinden katbekat üstünlüğüne rağmen vur kaç taktiğini oldukça ustaca uygulayan Ömer el-Muhtar, 1927’de işgalcileri büyük hezimete uğrattı. 28 Mart 1927’de İtalyanların 7. Libya Taburu, Derne’de pusuya düşürülmüş 750 askerden oluşun taburun yarısı yok edilmişti.
İtalyanlara tattırılan bu büyük zayiattan sonra İtalya’nın işgalinde bulunan bölgelerdeki Senûsî zaviyeleri ve camiler kapatıldı, şeyhler ise tutuklandı. Elinde sayıca fazla askeri güç bulunduran Mezzetti, 1927 yılının Eylül ayına kadar Cebel’de büyük temizleme operasyonları düzenledi. Ömer el-Muhtar, bu operasyonlardan her seferinde kaçmayı başarıyor, acımasız İtalyan güçleri onu ele geçirebilmek için sivil, kadın, yaşlı ve hatta hayvan tanımaksızın önüne ne çıkıyorsa yok ediyordu. Yürütülen bu temizleme operasyonunda 1300 erkek öldürülmüş ancak savaş alanında sadece 269 tüfek bulunabilmişti. Esir alınan kadınların sayısı 250’yi bulurken yaklaşık 4000 hayvan da telef olmuştu.
1927 yılının sonlarında önemli bir gelişme daha olmuştu. İdris es-Senûsi’nin Mısır’a kaçarken yerine halife olarak bıraktığı kardeşi Muhammed Rıza es-Senûsî, İtalyanlara teslim olmuştu. Dönemin Sömürge Bakanı Federzoni, Terruzzi ve Mezzetti’nin istememesine rağmen faşist rejimin düşmanlarını gönderdiği Ustica adasına hapsetti. Senûsîler’in arasında ciddi anlaşmazlıklara yol açacak bir hadise gibi görünse de beklenen olmamıştı. Ayrıca Rıza es-Senûsî’nin büyük oğlu, babasının tutuklanmasından sonra Ömer el-Muhtar ve mücahitlerin yanına geçmiş, böylece Ömer el-Muhtar, İdris es-Senûsî’nin Berka’daki tam yetkili temsilcisi olmuştu.
Cebelülahdar’ı kontrol altına almakta kararlı olan Mezzetti, Sirte bölgesini ve Berka’nın güneyindeki vahaları ele geçirmek için 1928’de askerî birliklerini, Trablusgarp ve Berka’da toplama kararı aldı. Ancak bütün modern teknik imkanlarla zorlu çöl düzlüklerine hakim olan İtalyanlar, yürüttükleri operasyonlarda bir türlü başarıya ulaşamıyorlardı.
İtalyanların yürüttüğü geniş çaplı ve rastgele hava saldırıları, Ömer el-Muhtar’ın bir dizi yıldırım hamlesiyle gerçekleştirdiği vur kaç faaliyetleriyle cevap buluyordu.
Ömer el-Muhtar’ın kumandanlık ettiği birlikler karşısında somut bir başarıya ulaşamayan İtalya Hükümeti, onu direnişten vazgeçirmek için tekrar bir anlaşma yapmaya karar verdi. Ömer el-Muhtar, İtalyanların bu anlaşmadaki iyi niyetini göstermelerini istiyordu. Bunun için de ellerinde tutuklu olan Rıza es-Senûsî’nin serbest bırakılmasını talep etti. 20 Mart 1929’da İtalya Hükümeti’nin temsilcileriyle bir araya gelindi, ancak hiçbir sonuç alınamadı.
Bir ay boyunca devam eden bu görüşmelere, Rıza es-Senûsî ile Şerif el-Garyani de katılıyordu. Hükümet temsilcileri Ömer el-Muhtar’a; Hicaz’a veya Mısır’a gitmek ile Berka’da kalmak tekliflerinde bulundular. Ömer el-Muhtar, bu tekliflerden birini kabul ederse kendisine maaş bağlanacak ve saygınlığı koruncaktı. Bu tekliflerin hepsini reddeden Ömer el-Muhtar ile 19 Haziran’a kadar görüşmeler devam etti. Son görüşme için toplanıldığında İtalya Hükümeti’nin temsilcilerine, Ömer el-Muhtar tarafından şu teklifler yapıldı. Anlaşmaya göre; halkın inançları ve dinine hiçbir müdahale olmayacak, zaviyeler ve vakıflara bir zarar verilmeyecek, kabilelerden zekât toplanmasına izin verilecek, İtalyanların gasp ettiği mallar iade edilecek, İtalyanlar, Cağbub ve Calu’da oluşturulan merkezlerden geri çekilecek, kendilerinin seçeceği bir başkan olacak ve genel af ilan edilecekti. Her iki tarafta şartlarda anlaşamadığı için haftalarca süren müzakereler başarısızlıkla sonuçlanmış oldu.
- İtalya hükümeti direnişte 19. senesine giren Ömer el-Muhtar’ı durdurmak için sömürgelerde eğitilmiş kumandanların en tecrübelisi ve en katısı olan General Graziani’yi operasyon komutasına atadı.
Hiçbir askerî okula gitmeyen Graziani, rütbesini muharebe alanlarındaki zalimce başarıları sonucu kazanmış biriydi. Berka’ya gelmesinden birkaç gün geçmemişti ki, Libya halkı ‘Seyyar Mahkemeler’, bir diğer adıyla ‘Uçan Mahkemeler’ ile tanıştı. Ömer el-Muhtar’ın da yargılanacağı bu mahkemeler, hızlıca kurulmasından dolayı bu adı alıyordu. Müslümanlara idam veya hapis cezaları veriliyor, mallarına el koyuluyordu. En ufak bir şüphe ve iftiralar ile verilen hükümler neticesinde, iki ay içerisinde birçok kişi asılarak ya da kurşuna dizilerek şehit edildi.
Halk ile Ömer el-Muhtar’ın bağlantısını koparmak isteyen Graziani, kadın, yaşlı, çocuk dinlemeksizin herkesi hapishanelere gönderiyordu. Libya’nın birçok bölgesinde toplama kampları ve hapishaneler inşa edilerek yerli halka nefes aldırılmıyordu. Öyle ki Cebelülahdar’da Ömer-el Muhtar’a yardım ettiği tespit edilen kabilelerinden intikam almak için köylerin etrafını tellerle çevirtmiş ve işkenceler yapmıştı. Graziani’nin attığı bu adımlardan bunalan bazı kabile liderleri, Ömer el-Muhtar’dan artık direnişten vazgeçmesini dahi istemişlerdi.
Ancak Ömer el-Muhtar, mushafını çıkartıp el basarak tekrardan şehadet ya da zaferden biri olmadıkça mücadelesinde vazgeçmeyeceğini söylemişti.
Askerî tedbirleri arttıran Graziani, el-Faydiyye bölgesini tamamen kuşatmış, 3175 tüfeğe el koymuştu. Bu gelişme üzerine Ömer el-Muhtar, çalışma dairesini yardımların geldiği Mısır sınırına yakın bir bölgeye taşıdı. Mücahitlerin ve beraberindeki hayvanların ihtiyaçları Mısır sınırından karşılanıyordu. Buna engel olmak isteyen Graziani, doğu sınırı boyunca Akdeniz’den Cağbub’a kadar yaklaşık 270-300 kilometrelik bir alanı dikenli teller ile döşedi.
Mücahitler, tüm zorluklara rağmen çatışmalara devam ediyor, direnişi sürdürüyorlardı. 1930’un Ekim ayında işgalciler ile girilen şiddetli çatışma ardından savaş meydanında Ömer el-Muhtar’ın gözlüğü bulunmuş, bunun üzerine Graziani şöyle demişti: ‘Bugün Ömer el-Muhtar’ın gözlüğünü aldık, yarın kellesini alacağız.’ Graziani, elindeki üstün askerî güç ve zalimce operasyonlarıyla ilerleyişini sürdürmüş ve 13 Ocak 1931’de Kufra vahasını işgal etmişti. Kufra’nın işgaliyle erkeklerin çoğu öldürülmüş, kadınlara ise tecavüz edilmişti.
Ömer el-Muhtar ve birliğini ele geçirmek için her yolu denemeye karar veren Graziani, Cebel’de izlenen İtalyan stratejisini tamamıyla değiştirerek, uzun vadeli bir yıpratma stratejisini izleme kararı almıştı. Dünya kamuoyunun Libya’da işlenen savaş suçlarından tamamen habersiz olması onun işlerini daha da kolaylaştırıyordu. 1931 baharı ve yaz boyunca Cebel’de hiçbir büyük çaplı muharebe yapılmadı ve taraflar sadece ufak çatışmalarda karşı karşıya geldi.
Ömer el-Muhtar, savaş merkezini sürekli taşıyor, bu şekilde İtalyanların hedefi olmaktan kendisini ve birliğini koruyordu. Bu amaç doğrultusunda yine bir gün birliğiyle hareket etmişti. Cebel’de bulunan İtalyan birlikleri, istihbarat bilgilerine ulaşmış ve bölgeye gözcü birimleri sevk etmişti. Kıvrak zekâsıyla kendi birliğini gruplara ayıran Ömer el-Muhtar, İtalyan hatlarından geçmeyi başarmıştı. Ancak ufak gruplardan birinin keşif uçağı tarafından tespit edilmesiyle haberdar edilen bölgedeki işgalci kuvvetler, çatışmaya sebebiyet vermişti. Çatışma esnasında, Ömer el-Muhtar’ın bir eli atının yara alıp düşmesi sonucu atın altında kalmış, diğer eli ise kurşunların hedefi olmuştu. Bu vaziyette ele geçirilen Ömer el-Muhtar, kimliğinin tespit edilmesinin ardından bir destroyer gemisiyle Bingazi’deki hapishaneye nakledilmişti. Onun yakalanması esnasında Roma’dan Paris’e geçmekte olan Graziani, hemen Bingazi’ye döndü.
- 15 Eylül günü hurma, arpa ve düşmandan başka hiçbir şeye sahip olmayan mücahitlerin lideri Ömer el-Muhtar, haysiyetli ve metanetli duruşuyla düşmanlarını kendine hayran bırakacak şekilde tamamen formalite icabı yargılandı ve hakkında idam kararı verildi.
Bir gün sonra toplama kampında bulunan ve bu anı izlettirilmek zorunda bırakılan 20.000 insanın önünde kurulan darağacına getirildi. Boynuna ip geçirilmiş bir adamdan hala korkan işgalci İtalyanlar, Ömer el-Muhtar’ın ağzından çıkacak bir kelime ile halkın galeyana gelmesinden endişe ettikleri için idam esnasında uçaklar ile alçak uçuş yapıyorlardı. İdam cezasının infazıyla Ömer el-Muhtar, bir insanın ulaşacağı en yüksek mertebelerden birine erişmişti. 20 senelik mücadelesinin sonunda o artık seyyidü'ş-şüheda olarak cellatlarında daha uzun yaşama şerefine nail olmuştu.