Senûsî Tarikatı
Afrika'yı Müslümanlaştırmak hedefiyle yola çıkan Senûsi Tarikatı'nın, Kuzey Afrika'nın tamamını etkileyen, Fransız ve İtalyan işgaline karşı mücadele eden ve Libya'da bir devletin kurulmasını sağlayan siyasî bir harekete dönüşmüştür. Sadece siyasî bir cemaat olmayan, aynı zamanda bir tasavvuf hareketi olan Senûsîlik bu yönüyle bölgede hala etkindir. Kardeşliğe ve yardımlaşmaya oldukça önem veren Senûsî tarikatı Afrika bölgesinde İslâm’ı bidatlerden temizlemek için büyük çaba gösterir. Topluluk arasında dayanışmayı güçlendirmek ve birlik duygusunu Müslümanlara verebilmek adına cemaatle gerçekleştirdikleri ibadet ve etkinlikler yapılır. Ahlakı önceleyen bu anlayışla Senûsîlik Kuzey Afrika’dan çıkarak İstanbul’a, Endonezya’ya kadar yayılan geniş bir tarikat haline gelmiştir.
Tarikatın kurucusu Muhammed bin Ali es-Senûsî’nin Mekke’de Ebûkubeys Dağı yakınlarında bir zaviye açması ile başlayan Senûsîlik hareketi, Kuzey Afrika’nın tamamını etkileyen, Fransız ve İtalyanlara karşı direniş gösteren, Libya’da bir devletin kurulmasını sağlayan büyük bir cemaate dönüşmüştür. Şeyh Ali es-Senûsî döneminde Müslümanları “irşad” etmeyi hedef alan tarikat, cemaati büyüdükçe siyasî bir veçhe de kazanmıştır.
22 Aralık 1787’de doğan Muhammed es-Senûsî ilim öğrenmek için gittiği Mekke’de irşad faaliyetleri için ilk zaviyesini açmıştır. 1837’de açılan ve hac için kutsal topraklara gelen Afrikalıların uğrak noktası olan merkez zaviye Muhammed bin Ali es-Senûsî’nin Trablusgarp’a geri dönmesi ile oraya taşınmıştır. Afrika insanlarına “bid’atlardan arınmış sahih İslâm’ı tanıtma, İslâm’ı zorluklarından arındırarak yaşanmasını kolaylaştırmayı” hedefleyen hareket kısa bir sürede tüm Libya’ya yayılmıştır. Yolların, su kaynaklarının, kabile hayatının yaşandığı bölgelerin çevresine; kısacası insanlara kolay ulaşılacak yerlere kurulan zaviyeler bir müddet sonra çevresini büyüterek kasabalara dönüşmüştür.
Kurucu Şeyh Muhammed bin Ali es-Senûsî’ döneminde sadece Libya topraklarında bilinirliği olan tarikat, Muhammed es-Senûsî’nin 1859 yılındaki ölümünden sonra tarikatın başına geçen oğlu Muhammed el-Mehdi es-Senûsî’ninliderliği zamanında Cezayir ve Libya’yı kapsayan Büyük Sahra bölgesinin tamamına yayılmıştır. Daha çok çöllerde yaşayan kabileleri hedef alan tarikat üyelerinin çalışmalarıyla birçok Afrikalı kabile Müslüman olmuştur.
Senûsîliğin bölgede bu derece etkili olması Osmanlı Devleti’nin dikkatini çekmiştir. Daha önce Sultan Abdulmecid’in 1856’da çıkarttığı fermanla Senûsî zaviyelerine özel bir konum verilmiş olmasına rağmen, II. Abdülhamid döneminde, yaygınlık kazanan bu tarikatla irtibatı yenilemek adına Senûsî Şeyhi Muhammed Mehdi’ye elçiler gönderilmiştir. Görüşmelerin ardından el-Mehdi Halifeliğin iç işlerine karışmak gibi bir niyeti olmadığını, en temel gayesinin Afrika’yı Müslümanlaştırmak olduğunu belli etmek adına merkez zaviyeyi güneyde kalan Kufra vahasına çekmiştir.
İngiltere ile yaptığı anlaşmaya dayanarak 1902’de Fransa bölgeyi işgal etmek adına Afrika’ya giriş yaptığında Senûsî zaviyeleri Fransız askerleriyle mücadele için bir üs olarak kullanılmıştır. Zaviye şeyhleri halka direnişin anlamını ve önemini aktararak Afrika halkalarından müteşekkil büyük bir güç oluşturmalarına rağmen Fransızlar karşısında çok büyük bir etki gösterilememiştir. 1902’de Fransız kuvvetlerinin Çad Gölü’ne yakın bir mesafede konumlandırılmış merkez niteliğinde bir zaviyeyi yıkmaları direnişe büyük bir darbe vurmuş, Muhammed el- Mehdi bu saldırıda vefat etmiştir.
Muhammed el-Mehdi döneminde üye sayıları 5-6 milyonu bulan Senûsî tarikatının Fransız işgali karşısında direniş gösterememelerinin en büyük nedenlerinden biri Sudan Mehdisi ve Sudan asıllı Fazlullah’ın ayrı bir direniş hareketi başlatmaları ve direniş güçlerini bölmeleri olmuştur. Bu iki hareketin kısmi başarıları olmuş olsa da küçük bir güç olmalarından dolayı Fransız ordularına karşı büyük bir direniş göstermemişler, aksine kontrol ettikleri bölgeleri Fransız askerlerinin daha kolay almalarına sebep olmuşlardır.
Muhammed el-Mehdi’nin ölümünden sonra oğullarının henüz çok küçük olması hasebiyle tarikatın başına kardeşinin oğlu Seyyid Ahmed eş-Şerif es-Senûsî geçmiştir. 1902-1912 yılları arasında Fransızlarla mücadele etmeyi sürdüren Seyyid Ahmed işgalcilere karşı küçük başarılar elde etse de, Fransız Sudan’ı olarak bilinen bölgenin oluşturulmasına engel olamamıştır. 1911’de Trablusgarp’ın İtalyan işgaline uğramasıyla ise Fransızlara karşı verilen mücadeleyi hafifletip halkı ve askerî gücünü İtalyanlara karşı yürüttükleri cihada yönlendirmiştir.
Senûsîlerin İtalyanlarla olan mücadelesine Osmanlı devletinden de birlikler gönderilmiştir. Enver Paşa ve Seyyid Ahmed kontrolündeki karma güçler İtalyan güçlerini Trablusgarp kıyılarına kadar sıkıştırmışlardır. İtalyanlar karşılaştıkları şiddetli direnişe son vermek adına Seyyid Ahmed’i yanlarına çekmeye çalışmış fakat Osmanlı Devleti’nin Senûsîlerin sadakatini kazanmak adına yürüttükleri çalışmalar bunu engellemiştir.
Senûsîlerin bölgeye gönderilen askerlere, özellikle de Enver Bey’e duydukları güven merkeze olan sadakatlerini daha da pekiştirmiştir. 1911’de imzalanan Uşi Antlaşması ile Osmanlı Devleti Trablusgarp’tan çekilmiş olmasına rağmen Enver Paşa ve bazı gönüllü askerler bölgede kalarak Senûsîlere, İtalyanlara karşı verilen mücadelede yardım etmeye devam etmiştir. İtalyan ordusu zafer kazanmaya başlayıp, Müslümanları zor durumda bıraktığında Seyyid Ahmed eş-Şerif yardım ve destek talep etmek üzere, amcasının oğlu Muhammed İdris’i vekil olarak bırakarak, 1917’de İstanbul’a doğru yola çıkmıştır.
İstanbul’a geldiğinde büyük bir hürmetle karşılanmış, tahta çıkacak olan Vahdettin’e gösterilerde kılıç kuşatmıştır. Fakat arkasında bıraktığı Libya’nın durumu gittikçe kötüleşmiştir. Kardeşi ve vekâleten yerine bıraktığı amcasının oğlu İngiliz ve İtalyanlarla anlaşmak için görüşmeler başlatmıştır. 1917 yılının Nisan ayında Libya’nın Tobruk kenti yakınlarındaki bir bölge olan Akrama’da İngilizler ve Muhammed İdris arasında bir antlaşma imzalanınca, Osmanlı Devleti tarafından halifelik adına çalışmalara yapmak üzere Trablusgarp’a gönderilmek istenen Ahmed eş-Şerif ülkesine bir daha geri dönememiştir. Cumhuriyet kurulana kadar İstanbul ve Bursa’da ikamet eden Seyyid Ahmed eş-Şerif, cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal ile görüşmek üzere Edirne’ye geçmiştir. Bu görüşmenin ardından yürütülen Millî Mücadele hareketine destek olmaya karar vermiş, Anadolu’yu gezerek Hilafet adına savaşmanın önemiyle ilgili vaazlar vermiştir. İlk TBBM tarafından Irak’ta görevlendirilmek istenen Ahmed eş-Şerif’in, hilafetin kaldırılmasından sonra yönetim ile arası açılmıştır.
- Bir süre daha Türkiye’de ikamet etmesinin ardından Hilafet yanlısı olması sebebiyle Türkiye’yi terk etmesi istenmiştir. Önce Şam’a ardından Mekke’ye yerleşmiş fakat yöneticilerin duydukları rahatsızlıklardan dolayı 1933’taki vefatına kadar ikamet edeceği Asir devletine göçmüştür.
Amcasının oğlu yardım istemek adına İstanbul’a gittiğinde İngilizlerle anlaşan Muhammed İdris 1920’de de Senûsîlerin mücadeleden çekilmesi şartıyla İtalyanlarla er-Recime anlaşmasını imzalamış ve Emir unvanını almıştır. İtalyanlar tarafından Cağbub ve Kufra’nın bağımsız hükümdarı olarak kabul edilmesinin ardından Senûsîleri İtalyanlara karşı verilen silahlı mücadeleden vazgeçirmeye çalışmıştır. Fakat Senûsî zaviyelerinde yetişmiş, halk için bir kanaat önderi olan Ömer Muhtar’ın silah bırakmayı kabul etmemesi, İdris’in verdiği sözü tutamamasına sebep olmuştur. Muhammed İdris’in genel vekili ve direniş hareketinin kumandanı sıfatı ile Senûsî birliklerinin başında bulunan Ömer Muhtar emrindeki kalabalık grupla, İtalyanlar tarafından yakalana dek mücadeleye devam etmiştir.
Mussolini’nin İtalya’da iktidarı ele geçirmesinden sonra 1922’de Libya üzerine yeniden bir işgal başlatan İtalya, 1931’de Ömer Muhtar’ı yakalayıp idam ettikten sonra, Senûsî direnişini kırmıştır. İşgalden sonra Mısıra kaçmış olan Muhammed İdris 1943’te Libya İngilizler tarafından ele geçirildikten ve İtalyan güçleri zayıflatıldıktan sonra ülkesine geri dönmüştür. İkinci Dünya Savaşı’nda İngiliz ordusunu desteklemek için Senûsî güçlerinden bir orduyu yardıma göndermesi, 1951’de Libya’da bağımsız bir krallık kurmak için İngilizlerin desteğini almasına neden olmuştur.
- Kurulan Libya Birleşik Krallığı sadece İngilizlerle değil, ABD’yle de iyi ilişkiler gerçekleştirmiş, iki ülkenin topraklarında üs kurmalarına izin vermiş ve karşılığında maddi yardımlar almıştır.
Osmanlı devleti ve Senûsîler arasındaki olumlu ilişkiler bir gelenek olarak Türkiye Cumhuriyeti ve Libya Krallığına yansımıştır. Birleşmiş Milletler toplantısında Libya’nın bağımsızlığı konusunda olumlu oy veren Türkiye Krallık kurulduğunda da onu ilk tanıyan ülkelerden olmuştur. 1956’da Türkiye’ye gelen Kral İdris’in ziyaretine karşılık Cumhurbaşkanı Celal Bayar 1958’de Libya’ya gitmiştir. Büyük bir tören ile karşılan Cumhurbaşkanı adına Trablus’taki Kraliyet sarayında büyük bir ziyafet düzenlenmiştir. 1969’da Kral İdris’in resmi bir ziyaret için yeniden Türkiye’ye gelmesi ise iktidarının sarsılmasına sebep olmuştur.
- Batılı müttefiklerinin ve bölgedeki kabilelerinin desteğiyle büyük bir güç kazanan Muhammed İdris yönetimdeki ağırlığına rağmen 1969’da genç bir subay olan Muammer Kaddafi tarafından kansız bir darbe ile tahttan indirilmiştir. Böylelikle Libya’daki Senûsî iktidarı son bulmuştur.
Sadece siyasî bir cemaat olmayan, aynı zamanda bir tasavvuf hareketi olan Senûsîlik bu yönüyle bölgede hala etkindir. Kardeşliğe ve yardımlaşmaya oldukça önem veren Senûsî tarikatı Afrika bölgesinde İslâm’ı bidatlerden temizlemek için büyük çaba gösterir. “Mukaddim” adını verdikleri zaviye şeyhleri, “İhvân” denilen mürşidleri irşad etmek ile görevlidir. Topluluk arasında dayanışmayı güçlendirmek ve birlik duygusunu Müslümanlara verebilmek adına cemaatle gerçekleştirdikleri ibadet ve etkinlikler yapılır. Çalışmak, bir iş ile meşgul olmak tarikat içinde nafile ibadetlerden daha önemli görülür. Bundan dolayı üyeler her zaman bir iş edinmek adına yönlendirilir. İş edinme durumu olmayan tarikat üyelerine ise kardeşlik anlayışına uygun bir şekilde diğer tarikat üyelerince yardım edilir. Ahlakı önceleyen bu anlayışla Senûsîlik Kuzey Afrika’dan çıkarak İstanbul’a, Endonezya’ya kadar yayılan geniş bir tarikat haline gelmiştir.