Sahnenin dışında kalan kahraman
Senûsî tarikatının kurucusu Seyyid Muhammed bin Ali’nin torunu olan Seyyid Ahmed, tarikatın merkezinin bulunduğu bugün Libya-Mısır sınırında olan Cağbub’ta, 1873’te doğdu. Dede Muhammed bin Ali, tarikatı ilk olarak 1837’de, Mekke’de, Ebu Kubeys dağının hemen yanı başında açtığı zaviyede kurmuştu. Kısa sürede geniş bir alana yayılan tarikat, ismini Muhammed Bin Ali’nin ailesinin eskiden yaşadığı ve bu aileye de ismini veren Tilimsan şehrindeki Esnus dağından almıştı.
"Âlem-i İslâm'ın yegâne ümid-gâhı, Haremeyn-i Şerifeynin hadimi Emiri'l-Mü'minin Halife-i zişan efendimiz hazretlerinin payitaht-ı saltanat-ı seniyyeleri olan Daru's-sa'adet'e, yarın Balkan treniyle Afrika Mücahidlerinin muhterem ve mu'azzam reisi ve o havalide padişahımız efendimizin muazzez vekili; Seyyid Ahmed eş-Şerîf es-Senûsî hazretleri kemâl-i vekar ve iclâl ile teşrif buyuracaklar ve emiri'l-mü'minin hazretlerinin misafir-i hâsı olarak aramızda bulunacaklardır."
29 Ağustos 1918 tarihli Sebilü'r-Reşad dergisi, okurlarının karşısına bu duyuruyla çıkmıştı. Gelişi Osmanlı kamuoyunda büyük bir heyecana neden olan Şeyh Ahmed Senûsî, İstanbul’a ulaşır ulaşmaz ayağının tozuyla son Osmanlı padişahı Sultan Vahdettin’e kılıç kuşandıracaktı. Bu İstanbul ziyareti hem şeyhin hayatını hem de Osmanlı siyasetini derinden etkileyecekti.
Senûsî tarikatının kurucusu Seyyid Muhammed bin Ali’nin torunu olan Seyyid Ahmed, tarikatın merkezinin bulunduğu bugün Libya-Mısır sınırında olan Cağbub’ta, 1873’te doğdu. Dede Muhammed bin Ali, tarikatı ilk olarak 1837’de, Mekke’de, Ebu Kubeys dağının hemen yanı başında açtığı zaviyede kurmuştu. Kısa sürede geniş bir alana yayılan tarikat, ismini Muhammed Bin Ali’nin ailesinin eskiden yaşadığı ve bu aileye de ismini veren Tilimsan şehrindeki Esnus dağından almıştı.
Muhammed bin Ali, iyi eğitim görmüş, siyasî ve fikrî olarak aktif biriydi. Kurduğu tarikata da kendi kişisel özellikleri yansımıştı. O Mekke’de kaldığı yıllarda o zamanlar çölde sert fırtınalar estiren Vahhabi hareketiyle mücadele etmiş, Kuzey Afrika’dan gelen hacıları vaazları ile etkilemiş ve Cezayir’de yeni başlayan Fransız işgaline karşı bu hacılara önemli ölçüde direniş ruhu aşılamıştı.
Uzun yıllar Mekke’de yaşayan Muhammed bin Ali, Kuzey Afrika’da halifeleri vasıtasıyla çok sayıda zaviye açtı. Bu zaviyeler üzerinden halk irşad ediliyordu. Ömrünün sonlarına doğru Kuzey Afrika’ya dönen Muhammed bin Ali, Fransız karşıtlığı bilindiği için doğum yeri olan Fransız işgali altındaki Cezayir’e geçemedi. Cağbub’a yerleşen Muhammed bin Ali, buraya büyük bir merkez zaviye kurdu. Kısa sürede zaviyenin etrafında bir şehir teşekkül etti. O vefat ettiğinde arkasında Tunus, Mısır, Hicaz, Cezayir’de hac ve ticaret yolları üzerine kurulmuş 22 zaviye, 50 milyon müntesibi olan dev bir siyasî-fikrî-Sûfî hareket ve gönül rahatlığıyla bu hareketi teslim edeceği iki evlat bırakmıştı.
Muhammed Mehdi ve Muhammed Şerîf, iki kardeş olarak babalarının vefatından sonra tarikatın yükünü omuzladılar. Tarikatın şeyhlik postuna babasının isteği üzerine 16 yaşındaki Muhammed Mehdi oturdu. 14 Yaşındaki kardeşi Muhammed Şerif ise vefatına kadar onun en büyük destekçisi ve yardımcısı olacaktı. Muhammed Mehdi, babasının vasiyeti doğrultusunda Sudan topraklarına ve Orta Afrika’ya açılmaya çalıştı. Onun başarılı idaresiyle Senûsîlik İslâm dünyasının dört bir tarafına hızla yayıldı.
Bu tarikatın nüfuz ve gücü çeşitli Avrupa devletlerinin iştahını kabartıyordu. Fakat Muhammed Mehdi, Avrupalı devletlere mesafeliydi. O, kendisine yapılan tüm ittifak ve birlikte hareket etme tekliflerini reddetti. Osmanlıya bağlılığını ömrünün sonuna kadar sürdürdü. Muhammed Mehdi, tarikatın merkezini güneyde bulunan Kufra’ya taşımak istediğinde Osmanlı Devleti durumdan bir isyan teşebbüsü olabileceği düşüncesiyle endişelenmiş olsa da olumsuz bir durum ortaya çıkmadı.
Muhammed Mehdi, 1895’te kardeşi Muhammed Şerîf, yeğeni Ahmed Şerîf ve müridi Ömer Muhtar’ın da aralarında bulunduğu geniş bir toplulukla tarikatın merkezini Kufra’ya kaydırdı. Bu yer değişimindeki amaç, Fransız işgalinin beklendiği Kuzey-Orta Afrika’ya daha yakın olmaktı. Nitekim Mehdi, daha sonra, daha da güneydeki bugün Sudan sınırları içinde olan Garu şehrine indi. Senûsîler, burada yıllarca Osmanlı birlikleri ile beraber Fransızlara direnerek en azından Çad’ın sömürgeleştirilmesini geciktirdiler. Ne var ki Fransızlar gözlerini karartmıştı.
Şeyhin vefatına yakın Çad’da direniş de kırıldı. 1902’de vefat eden şeyh Muhammed Mehdi, kardeşi Muhammed Şerîf kendinden önce irtihal ettiği, kendi çocukları da çok küçük yaşta oldukları için tarikatın postnişinliğini ve direniş harekâtının komutanlığını yeğeni Ahmed Şerîf’e bıraktı.
Ahmed Şerîf, hayatının ilk yıllarını dinî alt yapıları çok sağlam olan babası ve amcasının gözetiminde geçirdi. Çocukluğunun erken döneminde Kur'ân-ı Kerîm’i hıfz etti. Kuzey Afrika'nın önemli âlimlerinden dersler aldı. Tam bir Senûsî olarak hem kalbini, hem aklını hem de bileğini donatarak, kuvvetlendirerek yetişti. Hem tarikat içi işlerde hem de cihatta amcasına ve babasına yardımcı oldu.
Tarikat merkezinin taşınmasında ilk ciddi idarî görevini üstlendi. Burada gösterdiği gayret ve iyi idareyle takdir topladı. 1896 yılında babasının vefatıyla beraber ailesinin sorumluluğunu da üstlendi. Ömrünün sonuna kadar devam edecek Türklerle dostluğu da burada başladı. Osmanlı askerleriyle beraber Çad direnişinde Fransızlara karşı mücadele eden Ahmed Şerîf, çektiği cihat kılıcını bir daha kınına sokmayacaktı.
Amcası Muhammed Mehdi’nin vefatıyla beraber tarikatın başına geçen Ahmed Şerîf, milyonlarca müridiyle beraber Kuzey Afrika’nın en etkili siyasî-askerî gücüydü. O, tarikat postuna oturduğu yıllarda Osmanlı’nın Kuzey Afrika’da tek bir sancağı kalmıştı: Trablusgarp. Şeyh Ahmed, amcasından sonra seneler boyunca Fransız kuvvetlerine karşı direndi. Burada bazı başarılar elde etse de tüm teknik imkânlara sahip düzenli ordularla üzerine gelen Fransızlara karşı kesin bir zafer elde edemedi.
Uzun bir mücadelenin ardından 1909’da Fransızlar, Kuzey-Orta Afrika içlerine kadar girip Fransız Sudan’ı ismi verilen bölgeyi ele geçirdiler. Birçok Senûsî zaviyesini yıkan Fransızlar, bölgedeki bazı Senûsî önderlerini de şehit ettiler. Bu gelişmeler bölgede Senûsîliği zayıflattı.
Fransızların bu hareketlerinin aslında kendilerine karşı değil İslâm’a olduğunu dile getiren Şeyh Ahmed Şerîf, Osmanlı Devleti'nden düzenli ordu kurmak için yardım istedi. Düzenli ordu çalışmaları devam ederken, 1911 yılında Trablusgarp’a İtalyanlar tarafından asker çıkarılması tüm direniş planını değiştirdi. Şeyh Ahmed Senûsî kuvvetlerini İtalyan işgaline karşı yoğunlaştırmak zorunda kaldı.
İtalya, Afrika için geç kalmıştı. Kıtanın tüm önemli merkezleri Fransızlar ve İngilizler tarafından sömürgeleştirilmişti. Sömürge yarışından geri kalmak istemeyen İtalya, gözünü, Kuzey Afrika’da kalan son Osmanlı sancağı Trablusgarp’a dikti. İtalyanlar teknolojik imkânların verdiği güvenle tüm güçleriyle Trablusgarb’a yüklendi.
O sırada Osmanlı yönetimi, İtalyanlara karşı ne yapılacağı konusunda kararsızdı. Kimi yöneticiler İtalya ile böyle bir savaşa girmenin çılgınlık olduğunu söylüyorlardı. Kimi yöneticiler de eldeki imkânlar el verdiği ölçüde Trablusgarp’ın savunulmasını, bu sadık Osmanlı eyaletinin kolay bir şekilde İtalyanların eline bırakılmamasını istiyordu.
Sonuçta İtalyanlara karşı mukavemet kararı alındı. İtalyanlar 5 Ekim 1911’de Trablus’u işgal etti. Şehirde zayıf bir Osmanlı garnizonu vardı. 18 Ekimde Derne, 20 Ekimde Bingazi şehirleri düştü. Osmanlı kuvvetleri, sahil şeridinden iç bölgelere doğru çekildi.
Bu sırada Şeyh Ahmed Şerîf’in liderliğinde bölgede direnişin örgütlenmesi için bir toplantı yapıldı. Direnişin başına Senusilerin Bingazi zaviyesi şeyhi Ahmed el-Îsevî getirildi. Osmanlı askerleri ve Senûsî birlikleri zaman zaman İtalyanlara ağır kayıplar verdiren saldırılar gerçekleştirse de asıl direniş, ilk işgal teşebbüsünden 2 ay sonra, Osmanlı subaylarının Mısır üzerinden kaçak yollarla Trablusgarp’a ulaşmasıyla başladı.
Bu subaylar arasında Enver Bey, Mustafa Kemal Bey ve Fethi Bey gibi önemli isimler vardı. Osmanlı subayları kısa bir sürede halkı askerî eğitime tabi tuttular. Kendisinden beş-altı kat büyük ve tüm teknik imkânlara sahip bir orduya karşı Osmanlı-Senûsî birlikleri destansı bir direniş gösterdi. Önemli zaferler elde edildi. İtalyanlar direnişi kırmak için halkı açık alanlarda kurşuna dizdirdi. Osmanlı Devletinin zor durumda kalması için birçok Osmanlı limanı, İtalyan donanması tarafından bombalandı.
Dünya tarihinde bir savaşta ilk kez bir savaş uçağı kullanıldı. Yine dünya tarihinde ilk kez bir savaş uçağı Osmanlı ordusu tarafından tüfekle düşürüldü.
İtalyanlar, Trablusgarp’ı aylarca uçaklarla ve zeplinlerle bombaladı. Ama hiçbir şey direnişi kıramadı. Son olarak İtalyanlar, Osmanlı Devletini savaştan çekilmeye zorlamak için Ege denizindeki 12 adayı işgal etti. Aynı günlerde başlayan Balkan Savaşı, Trablusgarp savaşının gidişatını da değiştirdi. Osmanlı Devleti, Trablusgarp’ı Uşi Anlaşmasıyla İtalyanlara bırakarak bölgeden çekilmek zorunda kaldı.
Şeyh Ahmed Şerîf, İtalyanlar tarafından kendisine yapılan tüm barış ve iş birliği tekliflerini geri çevirmişti. Osmanlı Devleti'nin Trablusgarp’ı öylece bırakması şeyhte büyük hayal kırıklığına neden oldu. Enver Bey, Osmanlı Devleti'nin niye bölgeden çekilmek zorunda olduğunu şeyhe anlatsa da anlatılanlar şeyhi iknaya yetmedi. Şeyh Ahmed yapılan anlaşmanın kendisi açısından hükümsüz olduğunu söyledi.
Bundan sonra bağımsız bir devlet lideri gibi hareket eden Senusi şeyhi, İslâm dünyasının dört bir tarafına Trablusgarb direnişine yardım etmeleri için mektup gönderdi. Bu mektuplar büyük yankı uyandırsa da bir miktar tıbbi yardım haricinde geri dönüş olmadı.
Enver Bey ve gönüllü Osmanlı subaylarının bölgeden ayrılmasından sonra Şeyh Ahmed Şerîf, İtalyanlarla tek başına yüzleşmek zorunda kaldı. O önce Mayıs 1913’te sonra Nisan 1915’te İtalya’ya karşı iki büyük zafer kazandı. İtalyanlar Ahmed Şerîf’e muhalif bazı kabile liderlerini para yardımıyla kendi taraflarına çekseler de bu direnişi etkilemedi. O sıralarda başlayan, bütün dünya devlerinin arenaya çıkıp kozlarını paylaştığı Birinci Cihan Harbi Şeyh Ahmed Şerîf’in ve direnişin kaderini de değiştir. İtalya’nın 1915’te itilaf devletleri safında savaşa girmesi, Osmanlı Devleti’nin gözünü yeniden Trablusgarp’a çevirdi.
Osmanlı Devleti tarafından Şeyh Ahmed Şerîf’e Bingazi ve Trablusgarp valiliği payesi verildi. Tabi bu sadece manevi bir taltifti. İstanbul’dan yola çıkan bir Alman denizaltısıyla Trablusgarb'a cephanelik yardımı yapıldı. Bu denizaltının içinde Enver beyin kardeşi Nuri Bey ve bazı Osmanlı subayları da vardı. Osmanlı Devleti yıllardır İtalyanlara karşı savaşmakta olan Şeyh Ahmed’e Mısır’daki işgalci İngilizlere karşı savaşması yönünde baskı yaptı. Şeyh, Senûsî birliklerine İngilizlere karşı savaşmalarını emretti. İlk başta İngilizlere karşı önemli başarılar elde edildi. Fakat daha sonra Senûsî kuvvetleri ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı. Şeyh Ahmed, Trablusgarp’a dönerek orada bir direniş başlatmak istiyordu.
- 1916 yılında İngilizler karşısında aldığı mağlubiyetle siyasî anlamda büyük yara alan Şeyh ikinci büyük yarayı Nuri Bey'in daha önce İtalyanların parayla kandırdığı kabile reisi Ramazan eş-Şitâvî'yle iş birliği yapması ve Trablusgarp bölgesindeki yetkileri ona vermesiyle aldı. Bunun üzerine tüm idarî ve askerî görevlerini amcası Muhammed Mehdi’nin büyük oğlu Muhammed İdris’e devretti. Kendisi tarikatın manevi lideri olarak kaldı.
O, kısa bir süre sonra Osmanlıya karşı İngiliz yanlısı bir politika savunan Muhammed İdris’le de ters düşecekti.
Birinci Cihan Harbi'nin sonlarına doğru dönemin erkân-ı harbiye reisi Enver Paşa şeyh Ahmed Şerîf’i İstanbul’a davet etti. Bu davetin arka planında, Enver Paşa’nın şeyhin karizmatik kişiliğinden ve Müslümanlar üzerindeki nüfuzundan yararlanma düşüncesi vardı.
Şeyh Ahmed, Sirte körfezinden bir Alman denizaltına bindirilerek Avusturya’ya getirildi. Burada Alman İmparatoru Wilhem tarafından Berlin’e davet edilen şeyh, kendisinin Alman propagandasına alet edileceğini sezerek, rahatsızlığını öne sürüp bu daveti reddetti. Beraberindeki küçük bir heyetle Avusturya’dan balkan trenine bindirilen Ahmed Şerîf, 30 Ağustos 1918 günü İstanbul’a geldi. İstanbul’da gelen misafirin yankısı büyük oldu. Gazeteler röportaj için arka arkaya şeyhin kapısını çaldılar. İlmî derinliği, mücadelesi ve idareciliği ile ismi kulaktan kulağa yayınlan meşhur şeyh Ahmed Senûsî artık İstanbul’daydı.
Şeyh, Sultan Vahdettin‘in tahta çıkışından 58 gün sonra ona Eyüp Sultan Camii'nde Osmanlı yönetim geleneği gereğince kılıç kuşandırdı. O, Hz. Ömer’in kılıcını, fetih suresini okuduktan sonra kendi elleriyle padişahın beline taktı. Bu Osmanlı için son kılıç kuşanma merasimiydi. Ahmed Şerîf, İstanbul’da sultanın özel misafiri olarak ağırlandı, kendisine vezirlik unvanı ve paşalık payesi verildi. Birçok devlet yetkilisiyle görüştü. Onun için Topkapı sarayı tahsis edilmişti. Ne var ki gelen günler şeyh efendi ile Osmanlı yönetiminin arasını açacaktı.
- Özellikle Birinci Cihan Harbi'nden Osmanlının yenik çıktığının anlaşılması üzerine, devletin yürüttüğü İngiltere meyilli siyaset, Ahmed Şerîf’in hoşnutsuzluğuna neden oldu. Mondros Ateşkes Anlaşması'nın imzalanmasından bir hafta sonra kalbi kırık şeyh Bursa’da zorunluluğu ikametgâha tabi tutuldu. Burada birçok kuvay-ı milliye lideri onunla temas kurdu. Bu temasların ardından; 8 Temmuz 1920’de Bursa’nın düşmesi nedeniyle şeyh önce Konya’ya daha sonra da Ankara’ya geçti.
Ankara’da Mustafa Kemal’le görüşen Ahmed Şerîf, ona bazı hediyeler verdi. Bir müddet burada kaldıktan sonra Sivas’a geçti. 18 Şubat 1921 günü Cami Kebir’de toplanan Büyük İslâm Konferansı’na başkanlık etti. İslâm birliği için yapılması gerekenlerin konuşulduğu toplantıda şeyhin konuşması büyük beğeni topladı. Bu konuşma Sebilü'r-Reşad dergisinde yayınlandı.
Daha sonra millî mücadeleye destek için Anadolu’nun çeşitli şehirlerine gitti. 2. İnönü zaferini rüyasında görerek zaferden önce bu rüyayı Mustafa Kemal’e aktardı. Şeyhten ve şöhretinden rahatsız olan İngilizler onun peşine bir ajan da takmışlardı. Bu ajan, şeyhin Anadolu’daki hareketini adım adım izlemişti.
Millî mücadelenin sonlarına doğru Ahmed Şerîf, Kral Faysal ve İngiltere’ye karşı bugünkü Türkiye-Irak sınırına gönderildi. Ondan bölgedeki aşiretleri Ankara hükumetinin lehine birleştirmesi bekleniyordu. 1921 yılında çeşitli aşiret liderleriyle görüşen şeyh onlara Ankara hükümetinin beklentilerini ve vaadlerini iletti.
İngiltere ve Kral Faysal aleyhinde ağır bir üslupla kaleme alınmış broşürler bastırarak Irak’ın çeşitli bölgelerine gönderdi. Lozan Anlaşması günlerinde Güney Doğu’da Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda propaganda yürüttü. Halk, Güney Doğu’da çeşitli illerde ikamet eden şeyhin, gezdiği yerlerin düşman işgaline uğramayacağına inanıyordu.
Cumhuriyetin kurulmasına kadar Türk hükümetinin elinde bir koz olan Şeyh Ahmed Şerîf, cumhuriyetten sonra yeni rejim için bir sorun yumağı olacaktı. Yine de bu süre içerisinde şeyh ile Mustafa Kemal’in mektuplaşmaları ve karşılıklı telgraflaşmaları devam etti.
Hatta Mustafa Kemal Tarsus’ta ikamet eden şeyhi ziyaret etti. Burada şeyhe bir kehribar tespih hediye etti. Senûsî şeyhi, Tarsus’un havasından rahatsızlandığı için Mersin’e taşındı. Burada ona tahsis edilen ev, Hristiyan mahallesindeydi. Son zamanlarında çeşitli zorluklar yaşayan şeyh, kendi topraklarına dönmek istedi.
Trablusgarp’da işler şeyh Ahmed’in ayrılığının ardından sarpa sarmıştı. Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra bölgeden tüm Osmanlı subayları çıkarılmıştı. Ahmed Şerîf’in bölgedeki vekili olan amcaoğlu şeyh İdris Senûsî, İtalyanlarla anlaşmaya varmıştı. Bu anlaşma, özellikle İdris Senûsî’nin çevresindeki vatanseverlerin etkisiyle uygulanamamıştı. İtalyanlara karşı savaş yeniden başlamıştı.
Şeyh İdris, rahatsızlığını öne sürerek, askerî tüm yetkiyi müridi Ömer Muhtar’a bırakarak Mısır’a geçmişti. O Mısır’da İngilizlerle yakın bir ilişki içerisine girmişti. İngilizlerin desteği ile İtalya’yı bölgeden çıkarmak istiyordu. Trablusgarp’da Ömer Muhtar’ın liderliğinde 1931 yılına kadar sürecek tarihî bir direniş başlamıştı. Şeyh İdris’ten ümidini kesen Ömer Muhtar, Şeyh Ahmed Senûsî’ye mektuplar göndererek onu lidersiz kalan Trablusgarp’a direnişin başına çağırmıştı.
Şeyh Ahmed Senûsî kendisi de bu Trablusgarp’a geçme arzusunda olduğu halde, bu arzusunu gerçekleştirmeyi başaramadı. Hatta bir defasında Mısır’a kadar geldikten sonra geri Türkiye’ye dönmek zorunda kaldı. Şeyh’in Türkiye’de varlığı İtalya’yı ve İngiltere’yi rahatsız ediyordu. 1926 yılında eski, vefalı dost ve kadim müttefik Ahmed Şerîf’den Türkiye’den ayrılması istendi.
O, Suriye’ye geçti. Buradaki varlığı Fransızları tedirgin etti. Fransız güdümlü Suriye hükümeti ondan Suriye’yi terk etmesini istedi. Oradan Filistin’e geçen şeyh burada da İngilizleri rahatsız etti. En son Hicaz'a yerleşen Ahmed Şerîf’in şöhretinden Kral İbn Suud’da çekindi. En-nihayetinde şeyh Yemen ile Suudi Arabistan arasında tampon bölge olan Asîr’e çekildi. Mücadelelerle geçen bir hayatın ardından bu dünyadaki tüm kapılar şeyhe kapanmıştı.
Şeyh, ömrünün sonlarında kendisine kapanmayan tek kapı olan Allah’ın merhamet kapısına sığındı. Hayatının son demlerini ibadet ile geçirdi. Tertemiz bir hayatın ardından Ahmed Şerîf, kutsal topraklara yaptığı bir ziyaret esnasında ömrü boyunca yoluna sadık kaldığı Hz. Peygamberin’in huzurunda, Medine’de, 10 Mart 1933’te vefat etti. O, ömrü boyunca bir elinde kılıcı bir elinde tespihi cepheden cepheye koşturmuş, hiçbir baskıya boyun eğmemiş ve son nefesine kadar Türklere dost kalmıştı. Şeyhin hayatında yaşadığı en büyük pişmanlık Trablusgarp’ı bırakıp, İstanbul’a geçmesiydi. Kendisinden sonra yetim kalan Senusiler Ömer Muhtar’ın İtalyanlar tarafından idamıyla büsbütün güçten düştüler. Muhammed İdris Senûsî İngilizlerle anlaşarak onların himayesinde modern Libya devletini kurdu.
Şeyh Ahmed Şerîf Es-Senûsî; bütün gözü karalığı, vefası ve samimiyetine rağmen dostları tarafından sahnenin dışına itilmişti. Ondan geriye, yazdığı bazı kitaplar, gelecek nesillere örnek olacak dosdoğru bir hayat ve ahirette kurulacak yüce mahkemede görülecek hesaplar kalmıştı.