Aslında 4 Filistin var
Tarihî Filistin toprakları; Gazze, Batı Şeria, Kudüs ve 1948 topraklarından oluşuyor.
Son günlere yaşanan gelişmelerden ötürü ‘Filistin Meselesi’ gündemimizde oldukça yer tutuyor; geçmişinden bugüne her detayı, her teorisi ile Filistin hakkında birçok şey söyleniyor. Uzmanlar olayları değerlendirip kamuoyunu bilgilendirirken ya da ülkelerden açıklamalar gelirken “1968 sınırları” “1948 toprakları”, “Kudüs”, “Batı Şeria Duvarı”, “Gazze”den çekiliş gibi birçok farklı ifade duyuyoruz. 1948 yılından kurulduğu ilân edilen İsrail Devleti’nin ardından, geçen zaman içerisinde yürütülen bazı politikalar, yapılan anlaşmalar, BM kararları ile gelinen noktada Filistin’in ve Filistinlilerin parçalara ayrıldığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Parçalanmış Filistin temelde dört bölgeye ayrılıyor:
- Gazze
- Batı Şeria
- Kudüs
- 1948 toprakları
Aynı geçmişe sahip Filistin halkı 1948’den bu yana bambaşka tecrübeler yaşıyor. Kudüs’teki bir Filistinlinin gündelik hayatı ile Gazze’dekinin gündelik hayatı oldukça farklı. Hatta durum bazen öyle bir hal alıyor ki Batı Şeria’nın içerisinde bile farklı ülkelerdeymiş gibi yaşam süren Filistinliler var. Bu dört bölge de içinde bambaşka şartlar barındırıyor; kendi aralarında bağlantı ve iletişimleri neredeyse yok. Çeşitli engellerin ve duvarların arkasında her biri işgalin farklı bir yüzüyle muhatap olan Filistinlilerin gündelik hayatını anlayabilmek için her bölgeyi kendi özelinde incelememiz gerek.
1) Gazze
“Beyrut Kasabı” lakabı ile bilinen Sabra ve Şatilla Katliamları’nın azmettiricisi, dönemin İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron’un “Bir milyondan fazla Filistinli orada yaşıyor ve her nesille sayılarını ikiye katlıyorlar. Yahudilerin demografik yapısını tehdit ediyorlar.” sözleri ile bahsettiği Gazze, daha doğru ifade ile içinde barındırdığı Han Yunus ve Refah beldeleri ile Gazze Şeridi; 2005 yılında içindeki dört yerleşim birimiyle birlikte İsrail ordusu tarafından tamamen boşaltıldı.
İsrail ordusunun Gazze’nin içinden çekilmesiyle yine İsrail ordusu tarafından hava, kara ve denizden abluka altına alınan 365 km²’lik şehir, 16 yıldır dünyanın en büyük açık hava hapishanesi konumunda.
Gazze, Filistin’de hayatın içerisinde ne yerleşimci ne de asker olarak Yahudi görmeyeceğiniz; gündelik hayatın akışındayken İsrailliler ile karşılaşmayacağınız tek şehir.
Hamas, resmî adı ile İslami Direniş Hareketi (1987’de Mısır’daki Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın Filistin kolu olarak kurulmuş olup günümüze siyasî parti ve silahlı direniş örgütü olarak gelmiştir.) tarafından yönetilen şehirde, nüfusun tamamı Filistinlilerden oluşuyor.
Gazze halkı günlük hayatın içinde herhangi bir Yahudi varlığı ile karşılaşmıyor olsa bile bu İsrail’in şehri tamamen kendi haline bıraktığı iddialarını akıllara getirmesin.
- Denizden İsrail savaş gemileri ile kuşatılmış şehir, aynı zamanda 24 saat İHA’lar ve kameralı droneler ile izleniyor. Şehrin İsrail’e sınır olan hattı ise 65 kilometre uzunluğunda 6 metreden daha yüksek akıllı ve silahlı bir çit sistemi döşenmiş beton duvarlarla kaplı.
Gazze’nin İsrail’den başka tek sınır hattı olan Refah’ta ise durum benzersiz değil. Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi tarafından Refah sınırındaki tüm evler boşaltılıp -Gazze’den kapılar dışında çıkışın tek ümidi olan- tüneller yıkıldı. Sınır hattınaysa 16 kilometre uzunluğunda, yüksekliği yer yer 6 metreyi bulan beton duvarlar örülüyor.
“Beton duvarların arasında var olmaya çalışan bu şehrin gündelik hayatta yaşadığı en büyük problem nedir?” diye sorsak, akıllara muhtemelen bombardımanlardan kaynaklanan ölümler cevabı gelecektir. Çünkü biz Gazze’yi genellikle İsrail savaş uçaklarıyla tahrip edilmiş yerlerden çıkan ceset fotoğraflarından biliriz.
Oysa İsrail’in Gazze’ye olan saldırılarında -tam sayı bilinmese de- bugüne kadar yaklaşık 6 bin kişi hayatını kaybetti. 2 milyon nüfusa oranla bu sayı yapılan onca saldırının neticesi olamayacak kadar az. Bu verileri anlamak için İsrail’in düzenlediği saldırıların sonuçlarını incelediğimizde “öldürmekten ziyade insan gibi yaşatmamak” politikasını rahatça gözlemleyebiliriz.
İsrail bir hava saldırısı yapıyorsa genelde çiftlikleri, kütüphaneleri, üniversiteleri, parkları vurur. Yani bir sabah uyandığınızda geçiminizi sağladığınız çiftliğiniz ya da her gün gittiğiniz kütüphane artık kullanılamaz haldedir.
Şehir içinde sizi hayata tutunduran, yaşama dair ümit veren ne varsa bir bombardımanda yok olmaya mahkumdur. İsrail, yine sıklıkla elektrik santralleri ve hastaneleri vurur. Zaten günün sadece bir kısmında sınırlı olarak elektrik verilen şehirde, santrallerin aldığı bu hasarlarla iş iyice içinden çıkılmaz bir hal alır.
- Her türlü mal giriş-çıkışı da İsrail’in elinde olduğu için yıkılan, hasar alan yerleri tamir etmek neredeyse imkânsızdır. Çünkü İsrail savaş malzemesi olarak kullanılabilir gerekçesiyle inşaat malzemelerinin Gazze’ye girişine izin vermez. Sadece inşaat malzemeleri değil; sağlık ürünleri de dahil olmak üzere birçok temel eşya içeri alınmaz.
Mesela dünyanın en organik meyve-sebzelerini Gazze’de yiyebilirsiniz. Çünkü gübre başta olmak üzere tarım ilaçlarının da içeriye girişi yasaktır. Tabi tarla tam hasat öncesi zehirli gaz atan İHA’ların hedefi olmazsa…
Yapılan bombardımanların en acı verici sonucu şüphesiz ev yıkımlarında görülür. İsrail her zaman insan öldürmez, ama her zaman binaları vurur.
Gazze semalarında uçaklar uçmaya başladıktan sonra her an İsrail ordusu tarafından bir telefon alabilirsiniz. “Evinizi 15 dakika içinde boşaltın, vuracağız.” Yıllar boyunca içinde yaşayıp bir sürü hatıra biriktirdiğiniz evinizden dakikalar içinde yanınıza ne alabilirseniz aşağı iner, yıkılışını seyredersiniz. Evin altında sadece eşyalar değil, sizin ve aileniz tüm hayatı kalır.
Yani Gazze’de ölmediğiniz, yaşayabildiğiniz manasına gelmiyor.
Girmenin ve çıkmanın neredeyse imkânsız olduğu Gazze’de Filistinlileri iki son bekliyor; ya hemen ya da abluka ve psikolojik savaşla uzun sürede…
2) Batı Şeria
Batı Şeria, günümüzdeki sınırları itibarıyla Şeria Nehri ve Lut Gölü’nün batı kıyılarıyla; İsrail’in ördüğü 700 kilometrelik duvar arasında kalan toprak parçasıdır. Toprak parçası ifadesinden ziyade toprak parçaları diyebiliriz. Çünkü Batı Şeria’dan bir bütün olarak bahsetmek mümkün değil; alan yaklaşık 165 parçaya ayrılmış durumda.
- 2. Oslo Görüşmeleri'nin neticesinde temelde üç bölgeye ayrılan Batı Şeria’da A Bölgesi (%17) tamamen Filistin yönetiminde, B bölgesi (%24) İsrail ile Filistin ortak yönetimi, Batı Şeria’nın en verimli toprakları, tarım arazileri ve su kaynaklarının bulunduğu C bölgesi (%59) ise tamamen İsrail kontrolüne verildi.
İdarî açıdan İsrail’in ilhak ettiği kantonlarda Filistinli vatandaşlara İsrail Askerî Hukuku, Yahudi yerleşimcilere ise İsrail Sivil Hukuku uygulanmaktadır.
Filistin Yönetimi’ne bırakılan bölge ise Filistin yönetimindeymiş gibi görünse de 2. Oslo mutabakatında imzalanan İsrail-Filistin Güvenlik Anlaşması’na göre yönetiliyor. Yani özerk olarak bile bir Filistin idaresinden bahsetmek pek mümkün değil. Hem kendi iç hesaplaşmaları bakımından hem de İsrail'le olan güvenlik anlaşmaları yüzünden Filistin hükümetinin Filistinlileri birleştirmek ve temsil etmekten ziyade Filistinlileri kendi içinde ayrılıklara sürükleyen bir rol oynadığını iddia edebiliriz. Bu ayrılıkların da kimlerin ekmeğine yağ sürdüğü malum.
Batı Şeria toprakları, İsrail’in Filistinliler üzerindeki tutumunu en net görebileceğimiz yerdir. Filistinliler burada gündelik hayatın hemen hemen her yerinde hem Yahudi yerleşimcilerle hem de İsrail askerleri ile karşı karşıya.
Zaten duvarlarla ayrılmış şehirlerin; arasına kurulan yerleşim birimleri, kontrol noktaları, kışlalar Batı Şeria’nın içinde hareket etmeyi neredeyse imkânsız hale getiriyor.
130’dan fazla kontrol noktası içeren bölgede yaşanan durum Filistinliler tarafından şöyle ifade ediliyor: “Ramazan ayında yakın yaklaşık 30-40 kilometre mesafede oturan bir akrabamızın iftar davetine yetişebilmek için en geç 14’te evden çıkmamız gerekiyor. Aksi taksirde yetişmemiz mümkün değil.”
Normalde bir saatten fazla sürmeyecek mesafeler kapılar, kontrol noktaları ve bazen askerlerin keyfî engellemeleri ile saatleri aşıyor. Bu engellemeler sadece Batı Şeria’nın içinde değil; duvarın arkasına geçmeniz gerektiğinde de çeşitli engellerle baş başa kalıyorsunuz.
- Kudüs’e ya da başka bir şehir geçmek için İsrail’den bir çeşit izin kâğıdı izin almanız lazım. İzin verildikten sonra 700 kilometrelik duvar hattında bulunan en yakın kapıya gitmeniz gerek. Keskin nişancılar ile korunan duvar hattı boyunca 84 tane kapı var. Ama bunlardan sadece 10 tanesi her gün açılıyor. Yani gitmeniz gereken mesafe 10 kilometre bile olsa en yakın ve açık kapıyı bulup ondan geçmeniz gerekiyor. Filistinliler kendi ülkelerinde, kendi topraklarında en ufak hareket için böyle uygulamalara maruz kalıyor.
“Onlara hayatı o kadar dar edelim ki kendilerinden çekip gitsinler.” Bu sözler Yahudi Bakan Beni Alon’a ait. Bu sözler İsrail’in Batı Şeria özelindekini stratejisini ifade ediyor. Engeller, tutuklamalar, baskınlar ve tabi ki ev yıkımları…
Maalesef Batı Şeria’da evler Gazze’deki kadar çabuk yıkılmıyor. İsrail herhangi bir bahane ile yıkım kararını çıkartıyor fakat ne zaman yıkılacağının haberi verilmiyor. Eviniz iki gün sonra da yıkılabilir iki yıl sonra da. İsrail ev yıkımların ücret karşılığında yapıyor. Vakti geldiğinde kendi evinizin yıkılması için belli bir miktar ödeme yapmanız ya da evinizi kendi elleriniz ile yıkmanız gerekiyor.
Fakirlik ve işsizliğin temel problemlerden biri olduğu Batı Şeria topraklarında kendi evini yıktıracak parası olacak kadar şanslı Filistinli sayısı oldukça az.
Filistin’de kalma savaşını sadece evinizi ve özgürlüğünüzü elinizden almaya çalışan İsrail otoritesine karşı değil; Yahudi yerleşimcilere karşı da vermeniz gerekiyor. Filistinlileri ne kadar taciz edersek o kadar çabuk giderler motivasyonu ve imtiyazlı olduklarının -hukuk sistemine göre ceza almıyorlar- bilinciyle, Batı Şerialılar için büyük tehlikelerden birini de yerleşimciler oluşturuyor. Her ne kadar sivil olarak değerlendirilseler de bu insanların çoğunun silahlı olduğunu unutmamakta fayda var. Yerleşimci tehlikesinin boyutu ve cüretini İsrail tarihinden bir örnekle izah edebiliriz:
Takvimler 4 Kasım 1995’i gösterirken, Tel Aviv’de İsrail’in hatta bölgedeki tüm devletlerin ve halkların hafızasına kazınacak bir olay yaşandı. İsrail’in İsrail doğumlu ilk başbakanı Yitzhak Rabin, düzenlediği bir miting esnasında yerleşimci bir Yahudi gencin silahından çıkan iki kurşunun göğsüne isabet etmesi neticesinde öldü. Rabin’in hayatı ve ölümü üzerinden söylenebilecek birçok şey olsa da yaşanan bu olay sayıları günbegün artan yerleşim birimlerinin ne kadar ileri gidebileceklerini kanıtlıyor.
İsrail’in bir numaralı adamını bile öldürebilecek cürete sahip bu yerleşimciler Filistinlilere neler yapmaz?
3) Kudüs
Batı Şeria için söylediklerimizi, Kudüs’ün de girizgâhı olarak kabul edebiliriz. Günlük hayatın içinde yoğun olarak İsrail askerleri ve yerleşimcilerle muhatap olunan şehrin Batı Şeria’dan temel farkı, burada halkın tamamına İsrail Sivil Hukuku uygulanmasıdır.
Filistinlilerin Kudüs içerisinde herhangi bir egemenliği söz konusu değildir. Kadim dönemden beri içinde Hristiyan, Müslüman ve az sayıda Yahudi cemaat barındıran şehir, İsrail işgalinden demografik olarak etkilenmiştir. Kudüs’ün mahallelerine özellikle dindar olan birçok Yahudi yerleştirilmiştir.
- Kudüs ve çevresine çok sayıda yerleşim birimi kurulsa da burada Yahudileri inşa edilen birimlerden ziyade, bizzat Filistinlilerin evlerine ve Müslüman mahallerin içine yerleştirmek en temel hedeflerden biri. Bundan dolayı Kudüs’te yaşamanın bedeli Filistinliler için oldukça ağırdır.
Kudüs halkı vatandaşlıktan ziyade -her an iptal edilebilir- çeşitli şartlara bağlanmış oturum izinleri ile yaşamaktadır. İsrail modern taktiklerle bu izinleri iptal edip, şehrin aslî unsuru olan Hristiyan ve Müslüman nüfusu azaltmak için çalışıyor. Bu çalışmalara örnek olarak evlilik politikasını verebiliriz.
Kudüslülerin, Kudüs dışında oturan biri ile evlenme hakları yok. Batı Şeria ya da Gazze’den biriyle evlenirlerse oturum izini verilmiyor.
Ya ayrı ya da Kudüs dışında yaşamaları isteniyor. Bu kuralın en çok Hristiyanları olumsuz etkilediğini söyleyebiliriz. Filistin’deki Hristiyan nüfusun çoğunluğu, Kudüs’ün dışında yaşadığı için şehrin içinden biri ile evlenilebilme olasılığı oldukça düşük.
- Oturum izinlerinin iptali sadece evlilik ile sınırlı değil. Aileden biri herhangi bir olaya karışırsa buna askerlerin keyfî tutuklamaları da dahil, tüm ailenin oturum izinleri iptal ediliyor. Oturum izinin iptal olmasının ardından kişinin Kudüs’ten ayrılması bekleniyor. Batı Şeria ve Gazze’de yaşama şartları oldukça zor olduğu için bu durum Filistinlileri dış göçe zorluyor.
Ayrılan Filistinlinin evi bazen yıkılıyor bazen yerleşimci Yahudi bir aileye teslim ediliyor. Mahallerinin içine yerleştirilen yerleşimciler sokakların huzurunu kaçırıyor.
İsrail otoritesi tarafından sebepsiz cezalar ve ağır vergilere de muhatap olan Kudüs halkı, iktisadî manada sıkıntı çekiyor. 700 kilometrelik ayrım duvarı örülmesinin neticesinde ev ve arazilerinin, iş yerlerinin Batı Şeria ile Kudüs arasında ayrılması aralardaki geçişlerin engellenmesinden ötürü bu iktisadi krizi derinleştirdi.
Evlerin hem ekonomisi hem psikolojisini olumsuz etkileyen faktörlerden biri de İsrail’in sebepsiz tutuklamaları. Genelde gece vakti yapılan ev baskınlarıyla hem evler tahrip ediliyor -ki Kudüs’te evlerin herhangi bir şekilde onarım izni yok. Duvara çivi bile çakamazsınız. Evinizin bir yerini yaptırırsanız bazen yaptırdınız yer kadar bazen tamamı yıkılır. - hem de Kudüslü gençler hedef alınıyor.
Acımasızca tutuklanan gençlerin genelde sabit bir gözaltı süresi olmuyor. Gözaltının ardından ertelenen mahkemeler, uzayan duruşmalar ile yılları bulan davalarda tutuklanan kişi evi geçindiren kişiyse ki bu genelde böyle oluyor aileleri, çocukları durumdan sadece manevi değil maddî olarak ta olumsuz etkileniyor.
- Tutuklanan kişi çocuksa zaman zaman ev hapsi verilebiliyor. Bu durum kulağa ilk etapta olumluymuş gibi gelse de, ev hapsinin sonuçları bazen normal hapisten daha yıkıcı olabiliyor. Ev hapsinde bulunan çocuk ne dışarı çıkıp oynayabiliyor ne de eğitimine devam edebiliyor.
Akranlarından geride kalan çocukta suçluluk duygusu ve öfkeyle birlikte ruhsal sıkıntılar görülüyor. Ayrıca çocuğun evden olduğundan emin olmak için bir ebeveyn her daim çocukla birlikte olmak zorunda, Bu durum anne babalarını çocuklarının gardiyanı haline getiriyor; aralarındaki ilişkiye zarar veriyor.
Kudüs’ün karış karış her yerine yerleştirilen kameralar kim bilir nasıl sahnelere tanık olmuştur?
4) 1948 toprakları
Filistinlilerin Filistin’de kalma mücadelesinin bir başka çeşidi de bugün, dünya tarafından İsrail olarak kabul edilen -aslında hepsi Nekbe döneminde yerlerinden sürgün edilmiş Filistinlilere ait- 1948 topraklarında veriliyor.
- 1948 toprakları, Batı Şeria, Kudüs ve Gazze’nin dışında kalan alanı kapsıyor. Akdeniz’in önemli limanlarına ve turistik beldelerine ev sahipliği yapan bu topraklarda çoğunlukla seküler Yahudiler yaşıyor.
Yerleşim birimleri burada kendini küçük apartmanlardan yer yer plaza ve rezidansların oluşturduğu büyük şehirlere bırakmış durumda. Yine de bu oluşumların yerleşim birimlerinden bir farkı olmadığını ve içinde barındırdığı insanların yerleşimci olduğunu hatırlatmakta fayda var.
İsrail nüfusunun 5’te 1’ini Filistinliler oluşturuyor. Büyük İsrail şehirlerinin içinde ya da gettolaşmış kasabalarda ikamet eden Filistinlilere Şair Raşid Hüseyin’in bir konferanstaki sözlerinden bakalım: “Bizler İsrail’in Arapları, biz kimiz? Burada bizi beşinci kol (Arap devletlerinin entelektüellerine karşı), orada (İsrail’de) hain olarak görüyorlar. İki ayrı dünyada yaşıyoruz ve hiçbirine ait değiliz.”
1948 topraklarında yaşayan bir Filistinlinin en temel problemini kimlik krizi olarak ifade edebiliriz. Bu kimlik krizi zihinlerimizde yanlış yer etmesin. Zaman zaman asimile olmuş Filistinlilerle karşılaşsak ta Ramazan baskınlarında Mescid-i Aksâ’yı savunan gençler genelde bu topraklardan hem de sürülme ve hapis tehlikesine rağmen.
- 1948 topraklarında, yani kendi topraklarında kiracı muamelesi gören Filistinliler, genelde alt takım işlerde çalışmak zorunda bırakılıyor. Birçok kuruluşun işe alım için ön şartı askerliğini tamamlamış olmak ama Müslüman Arapların askerlik yapması yasak.
Günlük hayatta böyle modern hukuka uydurulmuş birçok engel var. Bunlardan birisi de İsrail vatandaşı olmayan kişilerle evlilik yasağı. 1948 topraklarında yaşıyorsanız; Müslümanların çoğunlukta olduğu Batı Şeria ya da Kudüs’ten biri ile evlenemezsiniz. Evlenirseniz evlenip oraya yerleşmeniz gerekir.
İsrail buradaki nüfusu çeşitli gerekçeler ile Batı Şeria’ya sevk etmek istiyor. İsrail’in büyük şehirlerinin kalbindeki Müslüman Arapları tehdit unsuru olarak görüyorlar.
İşsizlik, aşağılanma, hapis cezaları ile kitleleri uzaklaştırmak istiyor.
1948 topraklarındaki büyük problemlerden biri de İsrail’in zaman zaman kendi eli ile silahlandırdığı ve bilinçli olarak müdahale etmediği Filistinli mafyalar; genelde 1948 topraklarının içindeki Müslüman kasabalarda olan bu çeteler Filistin iç şiddetinin en büyük örneği oluyor. Filistinlileri kendi içlerinde ayrılıklara sürüklüyor.
1948 topraklarında yaşayan Filistinliler başka bir deyişle İsrail’in içindeki Araplar, Filistinlilerin içerisinde en iyi şartlara sahip olanlar. Aynı halkın çocukları olarak Filistinli olma, Filistin kimliğinde kalma savaşını bambaşka şekilde veriyorlar.