Maya Şehir: Anadolu
Oğuz boyları, Türkistan’dan gelip Mezopotamya civarınayerleşirken yanlarında henüz pek az kişinin haberdar olduğubir maya getirmişlerdi. Analiz edilebilir, elle tutulabilir,rasyonelleştirilebilir olmayan bu özün, cevherin adıgönüldü. Maya, asırlar süren telaşsız ama süratli bir gayretle;at sırtında yaşayıp at sırtında kahramanca ölmeyiadet edinmiş savaşçıların sadağında, çöllerde, yüce dağbaşlarında esen rüzgârların sırtında getirilmişti.
Şehir, yeryüzünde etrafı çevrilmiş, sınırları arasında insanların doğup yaşayıp öldüğü, evlerden ve caddelerden oluşan toprak parçasıdır. Öyle mi? Peki bir şehir, kaç ev, kaç cadde, kaç insanın varlığıyla şehir olma vasfını kazanır?
Soru, bir dil problemini kavramak için Wittgenstein tarafından sorulmuş olsa da dünyayı dolaşan hikâyelere kulak kabartabilen kimse, bu fakir tanımla-ma- çabasıyla yetinmeyecektir. Bunca hikâye bunca gayret bunca akıl yürütmeden sonra şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Şehir bazen bir fikirdir yalnızca zihinlerde var olan, Simeranya gibi. Bazen güçlü bir duygudur, yüreklerde kuvvetle çarpan, aşk gibi. Bazen mazidir, yeryüzünden silinmiş fakat rüyalarda yaşamaya devam eden, Atlantis gibi. Bazense hiç var olmamıştır, dünya durdukça bereketli bir tohum gibi insanoğlunun ortak hafızasında serpilmeyi bekler, etkileyici bir ihtimal olarak. Her tanımlama denemesinde bu çok kenarlı, dinamik kavramın bir ucuna yaklaşırız ancak. Bu elmasa her bakan, bakış açısına, meşrebine göre onun parlaklığından pay alır.
- Her yeni şehir içindeki insan adedince ihtimalin, hayalin kesiştiği bir nevi kavşak noktasıdır.
- Ve şehir, mekân boyutundan daha çok ve kuvvetle zamana kurulur.
Hal böyleyken sevgili dinleyici, sana bu defa görkemli, olağanüstü bir şehirden bahsedeceğim. Yüzlerce yıllık bir genişliğe sahip, bünyesinde başka nice küçük şehirler barındıran, içinden şehirler doğuran bir mayadan, maya şehirden, Anadolu’dan…
Seyyah yoldaşlarımın anlattığına göre yüzyıllar önce Oğuz boyları, Türkistan’dan gelip Mezopotamya civarına yerleşirken yanlarında henüz pek az kişinin haberdar olduğu bir maya getirmişlerdi. Analiz edilebilir, elle tutulabilir, rasyonelleştirilebilir olmayan bu özün, cevherin adı gönüldü.
Mayayı getirenler, mayayla gelenler bu özü, yeni yurtlarına çalınca adına Mezopotamya denilen bereketli toprak, daha önce kendisine verilen bütün isimleri, taşkın ırmaklarda yıkanan doru atlar gibi tek silkinişte atmış. Bugünkü bedenine, diline ve ismine kavuşmuş: Anadolu olmuş.
Maya, asırlar süren telaşsız ama süratli bir gayretle; boz renkli kurtların yelesinde, her adımında kıvılcımlar çıkaran kısrakların toynaklarında, ala geyiklerin çatal boynuzlarında, ulu kartalların teleğinde, at sırtında yaşayıp at sırtında kahramanca ölmeyi adet edinmiş savaşçıların sadağında, çöllerde, yüce dağ başlarında esen rüzgârların sırtında getirilmişti.
Mayayı getirenler, mayayla gelenler bu özü, yeni yurtlarına çalınca adına Mezopotamya denilen bereketli toprak, daha önce kendisine verilen bütün isimleri, taşkın ırmaklarda yıkanan doru atlar gibi tek silkinişte atmış. Bugünkü bedenine, diline ve ismine kavuşmuş: Anadolu olmuş. Türkistan’dan Türk’ün gövdesinde taşınan gönül mayası onca il onca şehir denendikten sonra ancak ve sadece Anadolu’da tutmuş. Öyleyse bu şehre “maya şehir”in yanısıra “gönül şehri” de diyebiliriz. Denilebilir ki, marifet toprakta mı, mayada mı? Erbabı bilir ancak bu seyyahın cüretini bağışlarsanız size basit bir akıl yürütmeyle baskın olanın mayalanan değil maya olduğunu söyleyebilirim.
Nice iyi gün ve nice kötü gün, nice savaş ve nice barış, nice kahramanlık ve nice fedakarlıktan sonra Türkistan’dan Anadolu’ya gelen Oğuz boylarından adı Kayı olanı, maharetiyle, mayasının cinsiyle, gönlünün gücüyle öteki boyların bir adım önüne geçmiş. Sancak, öz, cevher, maya, gönül, gönüllerin ve şehirlerin sahibi tarafından ona emanet edilmiş. Kayı boyu, 600 yıldan uzun süre emaneti taşımış. Anadolu, büyük bir devletin, büyük bir fikrin, mayanın yurdu, merkezi olmuş. Osmanlı Devleti, Anadolu’ya çaldığı mayayı Balkanlara, Afrika’ya, Ortadoğu’ya, Avrupa’ya azimle, bağlılıkla taşımış. Fethettiği ülkelerde adaletle hükmetmiş, evlerden ve caddelerden oluşan şehirleri mamur etmiş, devasa eserler inşa etmiş. Anadolu mayası, yedi düvele çalınmış, aleme nizam verilmiş.
Öyleyse Anadolu’ya, gönül şehrinin, maya şehrinin yanı sıra, nizamın kendisinden yayıldığı şehir de diyebiliriz.
Devletin hüküm alanı genişlediğinde hatta devletliler değiştiğinde Anadolu’nun hangi mayanın yurdu olduğu unutulsa bile o kutsal öz, ilk günkü tazelikle ve fakat gizlice bir nabız gibi atmaya devam etmiş. Türkülerde, dededen toruna anlatılan hikayelerde, sonradan kaba bulunan kelimelerde, anlam verilmeyen adetlerde, yakışıksız alışkanlıklarda, okumuşlarca bidat sayılan gecelerde yakılan mumların alevinde, meczupların naralarında, kadınların yemenisinin uçlarında, erkeklerin cepkenlerinde…
Nitekim o günden bugüne bu garip, esrarengiz, lütfa mazhar şehir, mayanın yok olduğu düşünüldüğü anlarda bile, her seferinde en doğru zamanda usta bir pehlivanın er meydanına girişindeki gösterişle meydana yürümüş.
- Her seferinde sessiz bir vakarla yapılması gerekeni yapıp geri dönmüş. Öyleyse bu şehre maya şehir, gönül şehri, nizamın kendisinden yayıldığı şehir demenin yanı sıra pekâlâ ölümsüz şehir de diyebiliriz.
Şehir ey dinleyici, bazen bir fikirdir yalnızca zihinlerde var olan, Simeranya gibi. Bazen güçlü bir duygudur, yüreklerde kuvvetle çarpan, aşk gibi. Bazen mazidir, yeryüzünden silinmiş fakat rüyalarda yaşamaya devam eden, Atlantis gibi.
Bazense hiç var olmamıştır, dünya durdukça bereketli bir tohum gibi insanoğlunun ortak hafızasında serpilmeyi bekler; etkileyici bir ihtimal olarak. Ama benim için, bizim için bütün şehirlerin, insanlığın haysiyetinin korunduğu şehir, ilk şehir, tek şehir elbette Anadolu’dur.