Bir şehri yapan nedir?
Gökdelenler, plazalar mı? Elinde kahve fincanıyla molaya çıkmış ağır parfüm kokulukadın ve erkeklerin akşamdan kalma şişmiş göz altları mı? Karınca yuvaları gibi sürekliinsanların bir şeyler taşıdığı, içinde zamanın, insanların, çocukların, masumiyetinkaybolduğu elektrik yüklü alışveriş merkezleri mi? Bunlardan biri mi? Hepsi mi? Nedir birşehri, bir şehir yapan? Evler mi, insanlar mı, yollar mı?
Bir şehri şehir yapan evler midir, yoksa içinden geçen yollar mı? Nedir bize o sırada bir şehirde olduğumuzu hissettiren? Kırmızı kiremitlerle ya da betonla, su depolarıyla üzeri örtülmüş, üstünden kablolar, telefon hatları, martılar, çığlıkları, göçmen kuşlar, ezan sesleri ve ılık akşamüstleri geçen çatılar mı? Kurulduğu günden bu yana nice yağmurlar yemiş, sonra güneş ışığıyla kurumuş, yeniden ıslanmış, kurumuş; oval, plastik burnuyla gökyüzüne bakıp duran paslı çanak antenler mi?
Etrafı korkuluklarla çevrilmiş bakımsız bahçelerin gülleri; ceviz, mandalina, erik ağaçlarının dallarını hareket ettiren gözlerden uzak bahar esintileri mi? Dallarında yuva yapmış kumrular, sinsice kumruları gözleyen, sıçramaya hazır gergin halde bekleyen kedilerin kısık gözleri mi?
Evlerden dışarıya doğru can havliyle uzayan üstü, yanları kapatılmış, kaçak odalara benzeyen pimapen balkonlar mı? Balkonun açık camından dışarıya doğru, bir ergenin aşkını, ölümünden on yıl sonra hakkında sempozyumlar düzenlenecek geleceğin müntehir şairinin efkarını, dost sohbetlerinin neşesini yüklenmiş göğe doğru usul usul süzülen, dağılan, havaya karışan, üst komşunun çamaşırlarına sinen sigara dumanı mı?
Çamaşır iplerine asılı renk renk irili ufaklı çamaşırlar mı? İç sıralara iç çamaşırları, dış sıralara gömlekler, ceketler, başörtülerini muntazaman dizen mahcup kadın elleri mi? Pencereler mi? Demir kafesten ayaklarını sokağa uzatıp oturmuş gelip geçenleri izleyen emekleme çağındaki çocukla; ona şefkatle, hayretle, hatırlamak ister gibi bakan, belli aralıklarla belli sözleri tekrar eden, yüzü buruşmuş, derisi çekilmiş, elleri saydamlaşmış, uzun ince parmaklı alzaymır hastası ihtiyar kadının sayıklamaları mı?
Titizlikle yan yana, arka arkaya park edilmiş, kedilere, sokak köpeklerine ve kağıt toplayıcılarına kızgın otomobillerin, homurdandıkça insanın beynini delen alarm sesleri mi? Dar sokaklardan birinde son model bir jipin yanından geçerken bir elindeki anahtarlığa bir aracın filmli camlarına, bir kaldırıma, ayakuçlarına, bir otomobilin parlayan jantlarına, bir sokağın iki ucuna bir otomobilin karnına bakan çocuğun, gözlerini karartıp, dişlerini ortaya çıkaran bir sırıtışla aracın yanında durakladığı o kısacık an mı? Jipin karnı ve çocuğun sıkılı yumruğundan aynı anda yükselen o ses: “cızzzzzzzzt”?
Gökdelenler, plazalar mı? Elinde kahve fincanıyla molaya çıkmış ağır parfüm kokulu kadın ve erkeklerin akşamdan kalma şişmiş göz altları mı?
Karınca yuvaları gibi sürekli insanların bir şeyler taşıdığı, otomatik kapılarından, x ray cihazlarından geçerek girip çıktığı, girip çıktığı girip çıktığı, içinde zamanın, insanların, çocukların, masumiyetin kaybolduğu elektrik yüklü alışveriş merkezleri mi?
En üst kattaki fast food dükkânının balkonunda, midesindeki dinmez ekşilikle sigarasından derin bir nefes alırken, tabanlarındaki sızıya, baş ağrısına, omuzları arasındaki daralan açıya, titreyen diz kapaklarına aldırmadan az önce bağırdığı karısının gönlünü almaya çalışan 3000 lira gelirli banka memurunun cebindeki aylık toplu taşıma abonelik kartı mı? Aynı anda telefonuna ard arda gelen şu üç SMS’den biri mi:
- “Yunus Emre hastanesinde Alexandreite Candela lazerde 8 seans bayan tüm vücut 1300 TL, erkek üst vücut 2000TL!”
- “Sayın müşterimiz, son ödeme tarihi geçmiş, ödenmemiş 79.90 TL fatura borcunuz bulunmaktadır. Ödeme yapılmadığı takdirde hizmetiniz 3 hafta içerisinde kesilecektir. ”
- “Arabanızı değiştirmenin tam zamanı geldi mi? Beğendiğiniz 2. el arabadan emin olamıyor musunuz? O halde almak istediğiniz aracın plakasını 5664'e gönderin, hasar geçmişini öğrenin. ”
Geceleri ıssızlaşan çirkin üst geçitler mi? Sabahın erken saatlerinde evinden çıkmış, gün boyu kağıtlar, rakamlar, makyaj tazelemeler, kahkahalar, arama çubukları, internet sayfaları öfke nöbetleri, dedikodular arasında ve cinnetin kıyısında dolaştıktan sonra, şimdi bir yandan üst geçidin merdivenlerini dikkatle çıkarken bir yandan da telefonda, çocuklarının bakıcısına “uyudular mı?” diye soran beyaz ince pardesülü kadının sesindeki derin keder mi?
Az önce arkadaşlarıyla vedalaşıp yurda dönmek üzere metrobüse ulaşmaya çalışan üniversite öğrencisi genç kızın adımlarını sıklaştırıp merdivenleri çifter çifter çıkmasına sebep olan, bir yandan yürürken bir yandan başparmağının dokunmatik ekranın tuşlarında panikle dolaşmasına sebep olan saçları jöleli, renkli t-shirt’li renksiz bakışlı delikanlıların gözündeki edepsiz ateş mi? Bunlardan biri mi? Hepsi mi? Nedir bir şehri, bir şehir yapan? Evler mi, insanlar mı, yollar mı?
Peki öyleyse, dinle! Sana aziz okur yollar şehrini anlatacağım. Evsiz, araçsız, kablosuz, düzensiz, karmaşasız yolların şehrini. O kimsenin kredi kartı ekstresinin, en yeni tarifelerinin, şarj sorununun olmadığı şehri. Ama bugün değil.