Sonsuz dans: Urfa
Şehirlerin neden kadınlara benzetildiğini o gün anladım; çünkü bir şehri ancak ciğerindensökülen ve sonunda seni yakıp tüketecek bir yeminle çözebilirsin.
Sana yollar şehrini anlatacaktım, biliyorum. Bugün söylediğini yarın unutan bir bunak değilim; aklım, avına doğru atılan bir leoparın ayakları kadar diri ve hızlı. Gevşek ağızlı bir kocakarı hiç değilim; boyumu aşan sularda yüzmeyi terk edeli belki asırlar oldu. Yollar şehri, seninle benim aramda bir akit, senin okurluğunun, benimse hafızam ve hatıralarımın imtihanı olarak ebediyen aramızda duracak bir sınır.
Yollar şehrini önünde sonunda benden dinleyeceksin sevgili okur ama bazı şehirler, yalnızca bazı zamanlarda anlatılır. Eski dostumun söylediği gibi “kutsal mekanlar, insanlar tarafından seçilmez, yalnızca ve ancak onun tarafından keşfedilir. Başka bir deyişle kutsal mekan, insana kendini şu ya da bu biçimde gösterir.” Ve ben, sözlerimden olduğu kadar gördüklerimden ve hatırladıklarımdan, zihnimde ve kalbimde belirenlerden ve bunları ne erken ne de geç, tam zamanında sana aktarmaktan da sorumluyum.
Urfa’nın nüfusu ve yüzölçümü değişmez ama sayısız Urfa vardır. O, bütün ihtimallerin merkezindeki şehirdir.
Öyleyse bana kendisini hatırlatmış ve belki kimseye göstermediği kutsal ve benzersiz yüzünü göstermişken Urfa’yı anlatmalıyım sana. Daha önce sayısız kere içinden geçtiğim, hanlarında konakladığım, alışveriş yaptığım, insanlarıyla sohbet ettiğim, neredeyse insanlığın başlangıcından beri kutsal bir mekan olan Ulu Cami’nin gölgesinde aşık olarak kutsandığım, sokaklarını adımladığım, balıklarıyla konuştuğum, erenlerine selam, ağıtlarına kulak verdiğim halde ancak daha yeni, son ziyaretimde beni gören, bana kendini gösteren şehri anlatmalıyım. Urfa’nın nüfusu ve yüzölçümü değişmez ama sayısız Urfa vardır. O, bütün ihtimallerin merkezindeki şehirdir. Şehrin sakinlerinin her şey olabileceği, yatağında akan bir nehrin köpükleri gibi zamanın derinliklerinde yüzdükleri gizemli şehrin adıdır Urfa: Sonsuzluğun, topraklarında dans ettiği büyülü tezahürler mekanıdır.
Dinle bak: Şanlıurfa’da rebab çalan Parmaksız Hüseyin, aynı anda bir başka Urfa’da pekala aşiret ağası olabilir ya da pamuk işçisi ya da mülteci kampında bir şair; yiğit, yenilmez bir asker ya da şehrin en ünlü hafızı… 23 Nisan 2016’da elleri ve sesi titreyerek “ulusal egemenlik” şiiri okuyan şu masum, başka bir Urfa’da pekala bir Kadiri dergahında kimsenin yüzüne bakmadığı bir meczup olabilir.
O meczup ki Hızır Aleyhisselam’ın yoldaşıdır, kim bilir belki onun ta kendisidir. Her gece el ayak çekildikten sonra hasretine dayanamayıp Tillo’daki şeyhinin kabrini ziyarete gitmektedir. Orada uluların kendisine teklif ettiği postu, mahcubiyetle reddeder. Kuşluk vakti ise bir “hu!” ile yeniden dergahın müştemilatındaki yatağına geri döner. Anlatabiliyor muyum? Her insan, her an bir başka Urfa’da elbette yine kendisi kalarak bir başkası olabilir. Beden elbisedir, değişir ama öz aynı kalır. Ziyaretlerimden birinde, ihtiyar bir büyücüden bunun nebatat ve hayvanat için de geçerli olduğunu duymuştum. Kucağında oynaşan sincabın aslında büyük aşkı Gülendam’ın kanaryası olduğuna dair kutsal bildiği her şey üzerine yemin etti bana: “Ekmek değişmez ekmeğe, su hep akar suya, çöl durgundur çöle yemin olsun...” diye başlayıp, gittikçe uzun havaya dönüşen kusursuz ve sahibinin nefesini tüketen bir yemin. Yemin uzadıkça Urfa, yüzündeki peçeleri teker teker kaldırdı ve biraz daha göründü bana.
- Şehirlerin neden kadınlara benzetildiğini o gün anladım; çünkü bir şehri ancak ciğerinden sökülen ve sonunda seni yakıp tüketecek bir yeminle çözebilirsin.
Bir başka ziyaretimde bir saat ustası, tamir ettiği saatimi teslim ederken beni kendine doğru çekti, dudaklarını kulağıma yaklaştırdı ve lafı dolandırmadan, İbrahim Aleyhisselam için yakılan ateşe su taşıyan karıncanın kendisi olduğunu söyledi. Hayretime aldırmadan, “Nemrut’u delirten sinek de işte şu ilerdeki tespih ustasıdır” diye ekledi kıs kıs gülerek. Aynı anda bir başka Urfa’da bir kahveci, bir oğlan çocuğuna aynı şeyleri söyleyip gülüyordu. Bir başkasında Kazancı Bedih adıyla bilinen bir gazelhan, çırağına yine bu hikayeyi anlatıyordu. Ve nihayet sevgili okur bir başka Urfa’da, eserlerini “Mehmet Siyah Kalem” olarak imzalayan ve ölümünden yüzlerce yıl sonra meşhur olacak garip nakkaş, ürkütücü görünümlü kara yağız dostuna en kıymetli eserini, yüzüğüyle birlikte emanet ederek Urfa’nın sırrını ifşa ediyordu. Sırrı açık etmenin sorumluluğunu nakkaşa bırakarak ben de şimdi sana söylüyorum.
Günahı onun boynuna: “‘Bu sonsuz dans, yalnız Urfa’da yapılır sanıyorsan yanılıyorsun! O, dünyaya yayılmak için bekleyen bir gizli ilk kenttir esasen. Hem sen cenneti ne sanıyordun ki? Cennet Urfa’dır.”