Kızın adı Meşgule
Sükûnet ile pısırıklığı karıştıran cahil insanlar vardır. Ama bir çiçeğe eğilir gibi bakabilenler görürlerdi ki Meşgule’nin insana ürperti verecek kadar derin gözleri vardı. Ama bu derinlik karanlık kuyular gibi değil de yağmur bahçelerin serin derinliği gibi bir derinlik.
Meşgule nasıl bir isimdir?
Nerden aklınıza geldi, nasıl buldunuz?
Ayşe, Fatma, Hatice olsa olmaz mıydı?
Ya da Aleyna, Ecrin bile olurdu.
Meşgule, isminden dolayı her yerde acı biber gibi laflara, olta iğnesi gibi zalim esprilere alışmıştı. Zaten Meşgule alışabilme gücü yüksek kızlardandı. Meşgule ismini almasının hikâyesini şöyle anlatırdı. “Benim doğumumu yaptıran ebe, her zaman ‘meşgulüm çok meşgulüm’ der dururmuş. Adı ‘Meşgul Ebe’ kalmış. Dedem rahmetli de Meşgul Ebe’yi severmiş azıcık. O sebepten adımı Meşgule koymuş. Meşgul Ebe’nin esas adı Kadriye imiş. Dedem adımı Kadriye koyacakmış ama ilçemizde laf söz olur diye Meşgule koymuş. Dedim ya dedem Meşgul Ebe’ye azıcık yangılıymış.”
Meşgule’nin adının ağırlığı yetmezmiş gibi evde annesi ve anneannesi, okulda arkadaşları, mahallede akranları Meşgule’ye duyura duyura hep aynı hikâyeleri anlattılar.
Yani Meşgule dedesinin bir doğum ebesine olan sevdasının bir kalıntısıydı. O sebepten Meşgule’yi yasak bir aşkın meyvesi gibi gördüler. Sanki dedesi Meşgul Ebe ile olmadık işler çevirmiş de ortaya Meşgule çıkmış gibiydi.
Meşgule’nin adının ağırlığı yetmezmiş gibi evde annesi ve anneannesi, okulda arkadaşları, mahallede akranları Meşgule’ye duyura duyura hep aynı hikâyeleri anlattılar. Meşgul Ebe nasıl bir kadındı? Dede nasıl bir hovarda idi? Daha neler neler…
Meşgule ise hikâyesi milletin ağzına sakız olmuş insanların yıllar içinde oluşturduğu bir umursamazlık ile değil de Allah vergisi bir sükûnetle yaşardı. Sükûnet ile pısırıklığı karıştıran cahil insanlar vardır. Ama bir çiçeğe eğilir gibi bakabilenler görürlerdi ki Meşgule’nin insana ürperti verecek kadar derin gözleri vardı. Ama bu derinlik karanlık kuyular gibi değil de yağmur bahçelerin serin derinliği gibi bir derinlik. Sonra kıvır kıvır saçlar. Öyle kuaför elinde mahremiyetini yitirmiş ilaçlı saçlar gibi değil. Eski kitapların kıvrımlı minyatürleri gibi nakış nakış kıvrımlı saçlar. Hepsi bir tarafa, sanki Mevla bin tane kuş kalbinin rikkatini bir tek Meşgule’ye vermişti. Kuyumcu terazisi gibi hassas bir yüreciği vardı Meşgule’nin.
Yıllar su gibi aktı. Dedesi öldü, anneannesinin gözü toprağa bakar oldu. Anne babası yaşlandı Meşgule’nin. Yıllar geçip giderken Meşgule’de bir hal belirdi. Gitmek, sadece gitmek istiyordu Meşgule. Yaşadığı yerden bıktığı için değil, hikâyesi söylene söylene aşınıp yıprandığı için değil de hani bir sabah uyanırsın ve mobilyaları değiştirsek ne güzel olur dersin ya işte öyle bir değişiklik istiyordu Meşgule. Mobilya aynı, oda aynı olacak ama işte bir değişiklik çok şeyi değiştirecek.
İşte tam böyle bir değişiklik arzusu ile içi dolup taşan Meşgule bir pazar alışverişinde Taner ile karşılaştı. Taner, boyu uzun, sesi kalın, sakalı gür, omzu kemikli ama kalbi pamuk gibi olan erkeklerdendi. Meşgule ile tanışmaları, konuşmaları, anlaşıp hayatlarını birleştirme kararı almaları çabuk olmadı. Çünkü çabuk iş bozkırın ruhuna uymaz. Bozkırda işler çabuk olsun diyen kişi çabuk çabuk diye diye ölür gider ama işler yine çabuk olmaz. Meşgule ile Taner’in işleri çabuk olmadı ama hep bir çizgide giden istikamet sahibi işler gibi oldu. Ve o gidişin sonunda nişanlandılar. Taner işi gereği şantiyelerde ömür tüketen bir mühendis idi. Yine uzak bir yerde şantiye kurulmuştu. Kütür kütür akan bir ırmağın önüne bir baraj yapılacaktı. Elektrik için ya da sulama için değil de ırmağın azgınlığına gem vurmak içindi bu baraj. Irmak da anlamış mühendis kısmının bu gizli niyetini nasıl coşmuştu. Su akarken kükrer mi? İşte bu ırmaktan kükreme sesi geliyordu. Bozkırın kızları zaten büyük sulardan korkarlar. Suya alışık kız istiyorsan bozkıra bakmayacaksın. Meşgule de Taner’e sıkı sıkı tembihlemişti. “Aman suya girme, aman sudan uzak dur. Sizin baraj yapmanızdan hoşlanmayan su sizi içine çeker.” demişti. Taner, “En tatlı meşguliyetim benim, senin kafan masallardaki gibi çalışıyor. O su akacak ki enerji olacak. O su hiç durmadan coşacak ki toprak sulansın. Ekinler boy versin, bağlar bahçeler delirsin…” dedi.
- Meşgule ile Taner yeni tanıştıklarında Meşgule, Taner’e sormuştu. “İsmimin Meşgule olması bir sıkıntı olur mu sana?” Taner de gülümsemiş, “Kız sen Meşgule isen ben de cevapsız çağrı olurum. Cevabım da sen olursun.” demişti.
Meşgule o zaman gülden güzel gülümsemiş, “Mevlam kimseyi cevapsız bırakmasın.” demişti. Taner işte o zaman karar vermişti; bu kız ile bir ömür geçiririm ben diye ve “Kız senin nasıl bir yüreğin var öyle…” demiş, alından öpmüştü Meşgule’nin…
Meşgule’nin güllaç yaprağı gibi olan yüreği baraj yapanlara kinlenen suyun azgınlığında ürperiyordu sürekli. Bir gece kötü bir rüya ile sıçradı yerinden. Sabaha kadar Taner için dua etti.
Sabah oldu Taner’i aradı ulaşamadı.
Taner’in arkadaşlarını aradı ulaşamadı.
Şantiyeyi aradı ulaşamadı…
Olduğu yere çöktü kaldı Meşgule. Şantiye şefi telefonla Taner’in boğulduğu haberini verdiğinde Meşgule hala yerdeydi. Yerinden kalkamadı. “Başıma gelecek olan içime doğmuş.” dedi.
Tahammül mülkünün sınırlarını zorlayan bu kara haber sonunda Meşgule kendine sorular sora sora yas tuttu. O sorular ne kadar zehirliydi bir bilseniz…
Bir zamanlar Meşgule’nin Taner’e ettiği duayı biz de Meşgule için edelim de lafımız dua ile mühürlensin.
Mevlam kimseyi cevapsız bırakmasın.