Öksürük kardeşliği

 Neşet’in ailesi için en zor türkü geçim türküsüydü.
Neşet’in ailesi için en zor türkü geçim türküsüydü.

Neşet günlerce okul idaresinden kaçmaya çalışarak ceketsizliğini sakladı. Sonraki hafta ise müdür bey bir pazartesi sabahı Neşet’in öksürük sesi okul bahçesini tutunca ceketsiz törene katıldığı için Neşet’in kulağını çekti, azarladı ama “...neden bu haldesin?” demedi.

“Ceket alıyoruz ama dikkat et sökme, yırtma, boya mürekkep döküp de hiç etme. Üç sene boyunca giyilecek bu ceket ona göre!” Neşet ortaokula başlayacaktı. Babası kırk kere tembihleyerek ceketi alıyordu. Çünkü Neşet’in ailesi için en zor türkü geçim türküsüydü.

Okul başladı. Neşet, baba, ana duasıyla ve üzerinde yeni ceket ile okula başladı. Aradan geçti iki ay. Neşet anne babasını ve memleketini çok özlese de okumak zorunda olduğundan sabrediyordu. Yatılı okul öğrencisinin âdeti, töresi nasılsa artık alışmıştı. Bir gün arkadaşı ceketine bir tabak dolusu yemek boca edinceye kadar her şey iyiydi. Arkadaşı çok mahcup oldu. Neşet’in ceketi ancak kuru temizlemede iflah olurdu. Öyle yaptılar. Arkadaşı kuru temizleme masrafını ödedi. Neşet ceketini kuru temizlemeye verdi ama ceketi çıkarınca ne giyeceğini hiç düşünmemişti.

Öksürdükçe adım vereme çıkar, beni okuldan alıp hastanelere koyarlar. Beni okuldan alırlarsa ben ölürüm diye üzülüyor, ağlıyordu yorganın altında.

Cuma günü verilen ceket pazartesiye kadar kalınca üç gün boyunca gömlekle gezen Neşet öksürmeye başladı. At öksürüğü denilen şiddetli öksürük yemekhanede, yatakhanede, sınıfta, bahçede Neşet’in imzası olmuştu. Hatta “öhö öhö” diye lakap taktılar. Öksürmek Neşet’i çok korkutuyordu. Öksürdükçe adım vereme çıkar, beni okuldan alıp hastanelere koyarlar. Beni okuldan alırlarsa ben ölürüm diye üzülüyor, ağlıyordu yorganın altında.

Kendinden önce öksürüğü gidiyordu sanki her yere. Öksürerek ve üşüyerek ceketini almaya gitti. Ama ceketi eline alınca çok şaşırdı. Çünkü ceket küçülmüştü hem de sağ omuz başında beyaz bir leke vardı. Neşet itiraz etti. Hatta bağırdı, çağırdı ama temizlikçinin çırağı Neşet’e yalvardı. “Abi ben burada yeni çırak oldum. Ceketini perişan ettiğimi ustam duyarsa beni kovar. Ben ceketi sana öderim.” dedi. Neşet yüreğinde merhamet adlı fidanı henüz öldürmediğinden “...tamam.” dedi. Ama ceketin giyilecek hali yoktu. Mevsim kışa devrildiğinden zalim esmeye başlamış rüzgârda elinde küçülmüş ve lekelenmiş ceket ile okulun yolun tuttu. Biraz dikkatli bakanlar Neşet’in ağladığını görürdü.

  • Ya param olsaydı
  • ya da ceketim.
  • Ya da böyle
  • öksürmeseydim.

Neşet günlerce okul idaresinden kaçmaya çalışarak ceketsizliğini sakladı. Sonraki hafta ise müdür bey bir pazartesi sabahı Neşet’in öksürük sesi okul bahçesini tutunca ceketsiz törene katıldığı için Neşet’in kulağını çekti, azarladı ama “...neden bu haldesin?” demedi. Neşet öksürüğün artık bir ucu boğazını yırtan zalimliğine dayanmıyordu. Bu arada iki kere kuru temizlikçiye gitmiş. Çırağı sıkıştırmıştı. Çırak ağlayarak yalvarıyor param yok diyor başka bir şey demiyordu.

Neşet kuru temizlikçiye gidip de elleri boş dönerken sınıf arkadaşı Erdal’a rastladı. Erdal diye isim mi olurmuş. “er “ tamam da “dal” ne oluyor diye adıyla dalga geçtiği Erdal, Neşet’in halini görünce merhamet damarı kabardı. “Gel, eve gidek. Annem çörek edecekti. Çay, peynir, bir de reçel var.” dedi. Neşet çayı çöreği değil ama sıcak odayı düşününce hayır diyemedi. Eve girdi. Hakikaten kuyruk yağı ile yapılmış çörek sıcak, çay sıcak ama hepsinden mühimi oda sıcaktı. Neşet çöreği yiyip soba kenarına oturunca uyudu kaldı. O zaman Erdal ve annesi çok acıdılar. Neşet uyuklarken bir de sayıklamasın mı? “Vallaha baba ceketi ben bozmadım. Ben ceketime sahip oldum baba vallaha” Erdal’ın annesi topun hizasını ince gören bilardocular gibi hayatın ayrıntısını kaçırmayan kadınlardandı. Hemen anladı ki Neşet’in bir ceket derdi var. Neşet soba dibindeki uykusundan sıçrayıp uyanınca bir çay daha koydular. Ve Erdal’ın annesi kurnaz komiserler gibi Neşet’in ağzından lafları aldı bir bir. Ve dedi ki sana Erdal’ın ceketlerinden birini vereceğim. Bir de içine kendi elimle ördüğüm süveter giyeceksin. Neşet itiraz etti. “yok” dedi sıçradı kalktı. “O ceketi babam görürse beni keser. Ben aynı renk ceketi çırağa aldıracağım nasılsa... Ben gideyim.” dedi. Ama dedik ya Erdal’ın annesi akıl küpü bir şeydir.

“Senin ceketin aynı renginden olacak. Süveteri de ben hediye etmiş olurum, sıkma canını.” dedi.

Ama Neşet yardım almayı kabul etmiyordu. Erdal’ın annesi ki artık adını da söyleyelim; Münire dedi ki: Bak aslanım Neşet senin matematiğin pek iyiymiş. Sen Erdal’ıma matematik çalıştır biz de sana ders ücreti olarak bu ceketi vermiş olalım. Böyle olsun. Neşet düşündü, “...tamam, böyle olabilir.” Aslında kabul etmeseydi de Münire Neşet’i o halde dışarı göndermezdi ama neyse ki Neşet kabul etti. Erdal ile derslere başladılar. Neşet o evden çıkarken süveter ve ceketle ısınan sırtı sayesinde öksürüğün elinden canını kurtardı. Meğer öksürüğün tüm gücü kuru yelden gelirmiş. Neşet ayna karşısına geçti ceketine baktı. Babası herhalde anlamazdı artık.

Ceketi verirsem tekrar öksürük olurum. Adım veremli diye çıkarsa beni burada barındırmazlar artık diye çok korktu.
Ceketi verirsem tekrar öksürük olurum. Adım veremli diye çıkarsa beni burada barındırmazlar artık diye çok korktu.

Erdal ile Neşet matematik çalışıyorlardı ama bir mesele vardı. Erdal Neşet’in anlattıklarını biliyordu. Neşet bu durumu anlarsa ders meselesinin mahsustan olduğunu düşünür üzülürdü. Erdal durumu annesine açtı. Münire masallarda keloğlana akıllar veren kızlar gibi hiç düşünmeden konuştu. “Be hey oğlum bu da laf mı şimdicik? Bildiğin yerleri unut, bilmediğin yerleri sor. Zaten bir cekete kaç ders eder ki?”

  • Erdal hesapladı tam sekiz ders alsa yeterdi. Neşet ile konuşup ders hesabında anlaştılar. Erdal arkadaşının gönlü olsun diye bildiği yerleri bilmezden geldi. He hı diyerek ders dinledi Neşet’ten...

Neşet akllı çocuktu kısa zamanda anladı ders karşılığı ceket işi mahsuscuktandır. Ama ceketi ve süveteri veremedi. Ceketi verirsem tekrar öksürük olurum. Adım veremli diye çıkarsa beni burada barındırmazlar artık diye çok korktu. Okulun tuvaletinde ağladı. Çaresiz katlandı yalandan ders vermeye. Sonra bir gün edebiyat dersinde sakallı bir şairin şiirini okurken “ya param olsaydı ya hamiyetsiz olsaydım” mısrası dikkatini çekti. Sözlüğe baktı hamiyet ne demek diye. Sonra mısranın manasını çözünce boğazına bir yumruk geldi durdu. Kendi haline acıdı. İki satır şiir yazdı, kendi için yazdı. “Ya param olsaydı ya da ceketim. Ya da böyle öksürmeseydim”

Yıllar geçti. Okullar bitti. Allah Neşet’e hem para hem de dolaplar dolusu ceket verdi. Ama Neşet kuru temizlikçide küçülen ceketini de Erdal’ın annesinin verdiği ceketi de sakladı. Ve evlendi Neşet; bir de oğlan çocuğu verdi Allah ve Neşet yıllar evvel kendine verdiği bir sözün gereğini yaptı. “Erdal” koydu oğlunun adını... Sonra da telefon açtı arkadaşı Erdal’a. “Münire anama söyle bir Erdal’ı iki oldu...”