Kader yeniden
Zihninin derinliklerinde sanayinin gelişmesi, köydeki gençlerin şık plaza dizilerini izleyerek bir gün beyaz yakalı olabilirim hayali ile şehre gitmesi, gençler köyden çekilince yaşlıların ilgisizlikten çabuk hastalanmaları arasındaki bağı o da biliyordu.
Pilot Sait, personelin giyinme odasından bozma bir yerde bebekle uğraşan karısını bekliyordu. Yıpranmış yazılardan, fast-food yerine sulu yemek servis edilmesinden, bin yıldır aynı yerde duran hediyelik eşyalardan belliydi eskisi kadar rağbet görmeyen bir dinlenme tesisi olduğu.
Fakat ne çare, biraz daha altını değiştirmezlerse, ikisinin de kulağı bebek zırlamasından patlayacaktı. Hiç sorulmadan önüne bırakılan acı çaydan bir yudum bile almadı. Daha binaya girer girmez gördüğü eskimiş tuzluklar, ucuz kâğıt mendiller ve tabaklara sayıyla konulan acı biber turşularının anımsattığı o buruk tat genzini yeterince yakmıştı.
Sırf hanımı istedi diye, hâlen bir havalimanı olmayan bu küçük şehre, ikisinin de doğup büyüdüğü köye, yüzlerce kilometre öteden arabayla gelmesi ihtimâl dâhilinde değildi. Kocasının mesleğini unutmuşçasına yolculuğun ayrıntılarını heyecanla tasarlayıp anlatmıştı Elif. Sait ise karısını can kulağı ile dinler gibi görünmüştü. İkisi de can kulağıyla dinlenmeyen anlatıcının fikrinde sabitleneceğini, sonsuz bir monolog içerisinde kavrulacağını bilecek kadar roman okumuşlardı.
Tarım ürünleri para etmediği için halkını büyük şehre uğurlamış bu köy bayramlarda şenlik yerine dönerdi. Yıkık dökük baba evlerinin yanına senede beş on gün kalmak için yapılan lüks villaların oluşturduğu tezadı izleyerek ilerliyorlardı yolda.
Elif, üniversite okuma bahanesiyle kaçtıkları, bir düğünü bile çok gördükleri bu köye neden önceden değil de şimdi dönmek istediğini kendi dahi bilmiyordu. Kocasının nasıl olsa bu fikirden hoşlanmayacağını düşünüp bir anda aklına gelen fikirleri öylece anlatmıştı. Sonunda "O istemiyor diye gidemedik işte" deme konforuna sığınacak, bu sene de köy defterini kapattık sevinci ile bir köşede sevinçten ağlayacaktı. Oysa şimdi karşısında sakince duran bu adama öfke doluydu. Kocasına sarılırken akan yaşların kederden olduğu anlaşılmasın diye elinden geleni yaptı. Hâlbuki Sait anlamıştı fakat çok geçti artık. Gözlerini açıp kapattıklarında havalimanında buldular kendilerini. Tekrar açıp kapatınca uçaktan inmiş, kiraladıkları arabayla doğup büyüdükleri şehrin kırsalındaki bu dinlenme tesisindelerdi. Bir kırpma daha, köy yolundalar... Tarım ürünleri para etmediği için halkını büyük şehre uğurlamış bu köy bayramlarda şenlik yerine dönerdi. Yıkık dökük baba evlerinin yanına senede beş on gün kalmak için yapılan lüks villaların oluşturduğu tezadı izleyerek ilerliyorlardı yolda.
Kendi sözlerine karşın muhatabının ne diyeceğini çok iyi bilen, mümkün kavgaların en iyisini dahi etmiş çiftlere has o sessizliği Elif bozdu. "Lütfen kınama onu, takıntı işte, tüm bunların başlarına uçaklar yüzünden geldiğine inanıyorlar, cahillik" dedi dediklerine inanmayarak. "Peki" dedi Sait karısının bu sözleri inanmadan söylediğini bilerek. Arabadan iner inmez bebeği kucaklamaya yöneldi Elif'in akrabaları. Onlar bebeği kendilerine benzetirken Sait valizleri indirdi. Biraz hoşbeş, yeme-içme derken sıra kahveye geldi. Elif'in babası iki şey arasında bağ kurmak isterse, tüm kâinat ona bu iki şeyin birbiriyle bağlantısına dair veriler sunardı. Yaşlı adam, yıllardan beridir zihninde damıta damıta hazırlamıştı bu tiradı. Haydi oğlan çöpsüz üzümdü, ya kızı? Yıldırım nikâhı ne ulan! Laf söz olmasın diye sakinleştirici içirip götürmüşlerdi adamcağızı nikâha. Kızın amcası büyük şehirdeydi hiç yoktan. Zoraki bir kız isteme... Herkes ne olduğunu biliyordu ya hoş, kız babasıdır üstüne gitmeyelim diye, "Yav bu çocukları bir an evvel evlendirelim, siz bizi bilirsiniz biz sizi" dedi Sait'in ağabeyi.
Sanki çocuklar halt etmemişler, nikâh kıymamışlar gibi. "Yahu çocuklar, siz devlet dairesindeki işleri hâlledin, şimdi o kalabalığın içine girmeye ne gerek, düğün yemeğiniz benden" diye de eklemişti. Kudurdu kuduracaktı yaşlı adam, cebindeki pakete saldırdı, bitmişti sigarası. Üç beş adam tez elden sigara uzattılar. Enflasyondu, Fener'di, mısır fiyatlarıydı derken biraz gevşemiş göründü kız babası. Unuttu sanıyorlardı, unutur muydu ulan! Bambaşka mevzulardan girdi ve birdenbire komşu şehre gelen uçakların köylerinin üzerinde uçmaya başladıktan sonra olanlara getirdi konuyu. O gün bu gündür malum hastalığın arttığını, bunu kendisinin söylemediğini, uzmanların anlattığını söyledi. Nasıl olsa uzmanlar kim diyemezdi kimse. Sait böyle zamanlarda put gibi dururdu ve Elif bunu bilirdi. Elif, babasının kaş göz işaretlerine sinir olduğunu ve "ne kaşını gözünü oynatıyon" diyeceğini de bilirdi. Hiçbir şey yapmayarak çok iş başarırdı Elif bazen. Sait huzursuzdu ve bunun nedeni kayınbabasının sözlerini şahsi algılaması değildi.
- Zihninin derinliklerinde uçakların köyün üzerinden geçmesi, sanayinin gelişmesi, köydeki gençlerin şık plaza dizilerini izleyerek bir gün beyaz yakalı olabilirim hayali ile şehre gitmesi, gençler köyden çekilince yaşlıların ilgisizlikten çabuk hastalanmaları arasındaki bağı o da biliyordu.
Huzursuzluğunun sebebi bu işin ucunun kendisine dokunmasıydı. Sait bu köyden çıkmasa acaba o kadar erken ölür müydü annesi ve babası? Gözünü kapattı, bükülen uzay zamanda açılan solucan deliğinden aktı Sait. Doğup büyüdüğü köy evinde, elinde "Falan Üniversitesi Pilotaj Bölümünü kazandınız" yazılı mektup, pencereden baktığı ândaydı yeniden. Ağustos hayın geçerdi bu köyde. Elinde Sait'in üniversiteye hazırlık kitapları ile kuruluğa yürüyodu annesi. Babası kenardaki cevizin altında odun kırıyordu. Küçük kardeşi yoktu Sait'in. Abisi ve ablasının çocukları olmamıştı. Kitapları verebilecekleri kimse yoktu. Hem ele verilmezdi bu cıcığı çıkmış kitaplar, ancak yanlış anlamayacak bir yakına...
Annesi kitapları savururken son umutlarını da savurduğunu düşünmüştü Sait. Babası ise hiç oralı değil gibiydi. Derin bir sessizlik. Bir kavga çıksın istemişti Sait o gün. Babasının höykürerek üzerine yürümesini, annesinin saçını başını yolarak "gitme oğlum" demesini... Bu derviş kılıklı iki insan bu hâllerden pek uzaktı. Bayramda gelmeyen abisini, ablasını anlatırlardı Sait'e. Çok çalışıyorlarmış, o yüzden gelemiyorlarmış.
Tam bu anda derdi Sait, tam bu anda karşılarına çıkıp demeliyim. Nedir bu her şeyi kabullenir hâliniz? Gitme deyin. Gitmeyeyim.
Kimseye söylemesinmiş ama yine tüp bebek deneyeceklermiş. Bir doktor varmış İstanbul'da, şifa Allah'tanmış ama bu adam da işinin ehliymiş, ona görüneceklermiş abi kardeş, çok paraymış, memlekete gelselermiş bin türlü masrafmış, hem gelseler köydekiler çocuk yok mu hâlâ diyecekmiş, telefonla arayıp soranlar oluyor diye numaralarını değiştirmişler garibimler. İşte istediği fırsat önündeydi Sait'in. "Şimdiki aklım olsa, o âna gitsem, asla bırakıp gitmem onları" dediği andaydı. Annesi ayazlıktaki mısırları kırmaya yöneldi. Babası beline sıkıştırdığı mendille kafasını ovalayıp hanımının hemen yanındaki sedire oturup uzaklara doğru uzun uzun seyre daldı.
Tam bu anda derdi Sait, tam bu anda karşılarına çıkıp demeliyim. Nedir bu her şeyi kabullenir hâliniz? Gitme deyin. Gitmeyeyim. Bakın içime doğuyordu öleceğiniz köyü kıran o hastalıktan. İşte şimdi kesin olarak biliyorum ki yalnızlıktan öleceksiniz. Gitme deyin. Veya benimle gelin.
Hiçbir şey diyemedi, çünkü duasını eksik etmişti. O ana gitsem demişti sadece. O âna gitmişti ama yetişkinliğindeki aklı onunlaydı. Kadere müdahale edemeyeceğini bilecek yaştaydı artık. Tıpkı ilk seferdeki gibi onları seyretti. Bu sefer kızgınlıkla değil, doya doya, uzun uzun seyretti.