Varoluşsal mı Leyla?
Aynı paltodan çıkmadık fakat üzerimizde aynı trençkot varken aynı soğuk kantinde aynı romanları okuduk. O aldı yürüdü. Ben kuyuda kalakaldım. Kuyudan çıktığını varsayıyorum. Kuyuya hiç girmediğini düşünmek dahi istemiyorum.
Paramparça vazo, kapıya dayanan komşular, devrilen ev bitkisinin her yana saçılan toprağı... Tedirginlikten kedere, derken kasavete en nihayet delirmenin ucundan bir önceki durağa kavuşup büyümüş gözlerim... Bir köşede öylece duran dev kütüphanemiz. Demin yaptıklarımı çoktan kabullenmiş. Kabullenilmek, çıldırtıcı!
Leyla yapma. Bir umut ver bize. Sen çekip gideceksin, ben sonsuza dek kendini öldürmüşlerden anılacağım. Bazı şeyleri bilemiyoruz, sadece güveniyoruz ve bu bizim eksikliğimiz değil. Bunu kabullensek ne olur? Ne kaybederiz.
Yadırganmadan ve alay edilmeden öylece susup anlayışlı bakışlar eşliğinde dinlenmek. Hareket alanım kalmadı artık. Hatalarımı yüzüme vurup biraz bağırsa rahatlayacağım. Meleklik de taslamıyor hani. Mükemmeliğin kusurlu olduğunu da bilir. Hatalarımdan ders çıkarmışım. Kendimi bu kadar yormamalıymışım. Yaşananların sebebi O'nu özlememmiş. Herhangi bir sınıflandırma sisteminde bir bölüme, bir dizine, bir rafa, koyamıyorum onu. Bir etiket yapıştıramıyorum. Bir kütüphane memuru için bunun ne denli zor olduğunu tahmin edemezsiniz.
***
Durdurmak istemedim. Vazo, komşular tahmin etmiştim. Hatta kitapları devirir diyordum fakat onlara dokunmadı. Bu kadar okumanın kafasını karıştırdığını düşünüyorlar. Oysa ben bu kuyudan böylece çıkabileceğini düşünüyorum. Ona dair umudumu yitirmedim. O'nun kurtuluşu benim kurtuluşum. Aramızdaki bağı adlandıramıyorum. Ne garip. Aslında her şeyi ben adlandırırım. Nerede ne yenileceğine, nereye gidileceğine, hangi eşyaların alınacağına o karar verir. Ben varoluşsal bir iç görü ile iyilik hâlimizi korumaya odaklıyım.
Düştüğüm kuyudan çıkartmıyor. Kuyunun başında, içeri bakmıyor. Çekip gitsin susuz kuyumun başından. Burası nemli, karanlık ve sessiz. Başıma ne geleceğini biliyorum. Bazıları evvelden aldıkları kitapları iade eder, yeni kitap seçer, kaydettirir ve gider. Bazıları bir köşede tek başına ders çalışır. Bunlar sorunsuz tiplerdir. Haydi haydi telefonları çalar. Vücudumu esnetmek için şöyle bir yürüyormuşum gibi yanlarına ilerler, tepelerinde dikilir, özel eşyalarına bakmayarak onları rahatsız eder, telefonlarını sessize almalarını sağlarım. Bunlara hazırlıklıyım. Fakat son yıllarda türeyen tipler var. Hangileri daha sinir bozucu bilmiyorum.
Güya kitap sevdirme uğruna sidik kokulu, ağlak veletlerinin arabalarını sürüye sürüye hafta bir onlar iki soluğu burada alanlar mı, yoksa ders çalışmayacaklarını önceki gelişlerinden bildiğim talepsiz talebeler, okumaz kitaplılar mı? Bu tipleri defalarca uyararak kütüphaneden soğuturum. Bunu o kadar uzun bir zamanda ve o kadar sinsice yaparım ki hiçbir kameraya delil vermem. Ettikleri şikâyetler olumsuz sonuçlanır çünkü sinirime yenilmem. Kameranın görmediği açılarda gıcıklaşır, yavaş yavaş bıktırırım.
- Yaşam kaynağın olduğumu neden kabul etmiyorsun? Ben olmasam tek lokma yiyemez, bi' yudum su içemez, süslenip gezemesin. Kızgın veya kırgın değilim. İyiliğimiz için söylüyorum. Ben olmazsam ölürsün Ya Hû!
***
Saf iyilik karşısında daha da kötüleşilir mi? Her merhametli tavrında daha da uzaklaştım. Bildiklerini bilmediğimi mi sanıyorsunuz? Aynı paltodan çıkmadık fakat üzerimizde aynı trençkot varken aynı soğuk kantinde aynı romanları okuduk. O aldı yürüdü. Ben kuyuda kalakaldım. Kuyudan çıktığını varsayıyorum. Kuyuya hiç girmediğini düşünmek dahi istemiyorum. Beni iyileştirmesin. Şifacı mısın, terapist mi? Değil. Nereye koyacağım seni?
Yarını düşünmeden öylece yaşasak ya! Kitab'a O'ndan soruyorum. Bana çok az bilgi verilmiş.
Leyla yapma. Bir umut ver bize. Sen çekip gideceksin, ben sonsuza dek kendini öldürmüşlerden anılacağım. Bazı şeyleri bilemiyoruz, sadece güveniyoruz ve bu bizim eksikliğimiz değil. Bunu kabullensek ne olur? Ne kaybederiz.
***
İkinci vadiyi istiyorum.