Her şey her yerde
Kendi ölümlerine sahip adamları ve atları çatlatan hızın coşkusunu konuştuk sabaha kadar. Marlen Dietrich’in küstah bir fotoğrafına bakıp Prusya Mavisini tartıştık. Bir daha da görüşmedik. Kimse tahammül edemez kendi cenazesini izlemeye tanıdık bir gözde. Yıllar sonra bir vincin tepesinde tekrar düşündüm seni. Hiç var olmayabilirdin. Fakat bazıları var olmasa bile onları icat etmek gerekir.
Son Prusyalı
Deliliğini fark ettiğim ilk andı. İnsan fark ettiğinde fark da edilir. Tuhaf bir ölümdür bu. Sonra sen küçük kirli bir ampulün pırpır ettiği o garip odada, tavana gözlerini dikip bağırmıştın
“Üzerimde yıldızlı gök ve içimde ahlak yasası”...
Kendi ölümlerine sahip adamları ve atları çatlatan hızın coşkusunu konuştuk sabaha kadar. Marlen Dietrich’in küstah bir fotoğrafına bakıp Prusya Mavisini tartıştık. Bir daha da görüşmedik. Kimse tahammül edemez kendi cenazesini izlemeye tanıdık bir gözde. Yıllar sonra bir vincin tepesinde tekrar düşündüm seni. Hiç var olmayabilirdin. Fakat bazıları var olmasa bile onları icat etmek gerekir.
Gerçek ve merhamet
“Gazetecilere asla gerçeği söylemem!”
İşte aradığım tersinden çarşı bu. Faulkner’ın çarşısı. Gerçeğin ne tarafında yer aldığın ile alakalıdır bu dünya macerası.
Kimse gerçeğin kendisi olmaya cesaret edemiyor. Ya müşterisin ya satıcı. Ve bizler o kadar müşteri olduk ki gerçek dükkanından yalanlar satın alıp devam ettik yürümeye.
Kimse gerçeğin kendisi olmaya cesaret edemiyor. Ya müşterisin ya satıcı. Ve bizler o kadar müşteri olduk ki gerçek dükkanından yalanlar satın alıp devam ettik yürümeye. Birisi tersini önerdiğinde, yani müşteri değil satıcı olmayı teklif ettiğinde ise bunu bir devrim olarak görmeye hazırdık çoktan. Tıpkı şaşırmayı merhamet zannedip heybemize koymamız gibi. Ölümlere şaşırıyoruz ve bunu merhamet zannediyoruz. Açlığa şaşırıyoruz ve bunu merhamet zannediyoruz. Tüm asırların en büyük şaşkınları biziz işte. Herkesin çarşısına göre bir pazar var...
Cennet durağı
Her sabah durakta karşılaşıyorum onunla. Otobüs gelene kadar biraz sohbet ediyoruz. Sonra ben binip gidiyorum. Neden sonra her seferinde sadece benim binip gittiğim geliyor aklıma. Ertesi gün, hangi otobüsü beklediğini soruyorum. Benim beklediğim buradan geçmez diye cevap veriyor. Neden o halde bu durakta bekliyorsun diyerek şaşkınlığımı telafi etmeye çalışıyorum. Benim beklediğim hiçbir durakta durmaz artık diyor. Sonra kafasını kaldırıp, gelen otobüsümü işaret ediyor. Ayaklanıyorum. Arkamdan bağırdığını duyuyorum sadece; Erken gidenler nasıl bekleyeceğimizi öğretmediler bize!
Karısını toprağa vereli üç kış geçmiş. Sonradan öğreniyorum.
Japon kılıç sanatı
Daha sağlam ve daha esnek olsun diye çelik, binlerce kez büker onu Japonlar.
- En iyi kılıç ustaları aynı zamanda en iyi hikâyecilerdir. Çünkü hiçbir kılıç hikâyeler anlatmadan yapılamaz. Çelik, usta ellerde şekil bulup kılıç olurken, tam olarak çeliğin berkitilme süresine göre ayarlanmış hikâyeler anlatır ustalar.
Hikâye bitip sessizlik geldiği zaman, kılıç hazır olur. Suskunluğun bundan daha güzel bir tarifi olamaz.
Sinan'da bir İtalyan
Cuma’ya Sinan’a inilir. Suyun hareket ettirdiği bir giz vardır orada. Eski değirmen dönmese de öğütmeye devam eder. Beydağları’ndaki bu değirmen mevkisi zamanı eğip büküyor aslında. Derler ki Sinan’da bir İtalya’nın hayaleti vardır. Çocuklar gece gavur çığlıkları duyduklarına yemin ederler.
1919’da Palermo’lu Alfredo, Antalya limanına yanaşan Caio Duilio kruvazöründen inen askerlerden biridir. Bazı arkadaşlarını yörükler geyik misali avlarken, Alfredo Sicilya’dan bir mektup alır. Ne olursa olsun buraya dönme sakın demektedir mektup. Kan davası savaş dinlemez. İtalyanlar şehri terk ederken, Alfredo da ordudan firar eder. Şehir de barınamaz. Dağa çıkar. Sinan’a geldiğinde artık durur. Yerleşik olur. Firid der yörükler ona. Değirmenin yanına bir bakkal açar. Zengin olur.
Sakın gözlerinin içine bakma demişti firarından bir gece önce hemşerisi. Buraya niye geldiğini hatırlarlar. Bunu unutur Firid. Gözlerinin içine bakar Avcı Durmuş’un. Küçük bakar. Lokum senin neyine der bakarken.
Firid’i en son Durmuş gördü derler o gün bugündür...