Padışahın kızını almaktan daha güzel olan
Biz çeviride kaybolanız. Gâvur lisanında karşılığı olmayanız. Dili başka türlüsüne dönmeyeniz.Gönül Çalab’un tahtı, gönüle Çalab bahdı diyeniz.
Türlü mücadeleye girişir. Uzak diyarlardan gelen pehlivanları, vezirin yiğit oğlunu, hünerli âlimleri, beyleri, paşaları yener ve padişahın karşısına dikilir. Çelimsiz vücudu, yamalı hırkası ve kel kafası ile galip odur. Biricik güzel kızına damat olmak isteyen herkesi er meydanına davet eden padişah bu ihtimali hiç düşünmemiştir. Sözünden de dönemez. İstemeye istemeye kızını bu Keloğlan’a verdiğini ilan eder.
Gel gör ki olaylar beklendiği gibi gelişmez.
Keloğlan şöyle der: “Padişahın kızını almak elbet güzeldir fakat ben daha güzel bir şey keşfettim. Padişahın kızını verseler de almamak…”
Döner arkasını gider. Uzakta bir yerde Cankız bekliyordur onu. Taht ve taç padişahın sarayında değil Cankız’ın gönlündedir.
Gönlün hükümdarlığı böyle başlar…
***
Ömer Seyfettin’i müfredat yazarı, Keloğlan’ı 3.sınıf bir çizgi film karakteri, Yunus Emre’yi ilk hümanistlerden zannetmeyenlerdenseniz eğer okumaya devam edin. Yolun bundan sonrasında biz ancak birbirimizi anlarız.
Biz kimiz peki?
Biz çeviride kaybolanız. Gâvur lisanında karşılığı olmayanız. Dili başka türlüsüne dönmeyeniz. Gönül Çalab’un tahtı, gönüle Çalab bahdı diyeniz…
Romantizmin deposuna kaldıracak değiliz gönlümüzü. Elbet değiliz. Ne padişahın kızına ne de egemen dünyanın fermanına aldırırız.
Ceylan’ın derisi için pazarlık yapmayız. Bağ bahçe viran edilir gerekirse. Mal mülk mevki makam para pul… Hepsinden de eyüce bir şey vardır biliriz; bir gönle girmek…
***
Yetimin ürkekliği, garibin sessizliği, muhacirin şaşkınlığı, hastanın derdi, açın hali, çocuğun masumiyeti, aşığın dili, yolcunun menzili… Bir imparatorluk genişliğindeki gönlümüzün ahalisidir. Ve ahali bir olur Türkçe söyler. Buna göre düşünür ve ettiğimizi buna göre ederiz. Tabi biz eğer biz isek…
Biz yani birisinin babası, diğerinin sevdiği, öbürünün komşusu, başka birisinin dostu olan biz. Neden birlikteyiz? Şartlar ve koşullar gerektirdiği için mi? Şartlar ve koşullar gönlümüze ne zaman girdi ki? Biz kendimizi ancak bu sorunun cevabıyla doğrularız. İşte bu, yüce Rabbimizin hediyesidir. Dilimizin altına öyle bir gizem yerleş- tirmiştir ki söz olup yol gösterir. Dilimiz ve dinimiz tam orada buluşur. Tam orada. Gönülde…
Biz efendimizden öyle öğrendik; “Allah gönlü kırıklarla birliktedir.” Mazlumu, garibi, dertliyi sevmemiz bundandır. Rasyonel bulunmayan, akıllıca değildi denilen, bunu yaparak ne kazanacaksın diye sorulan bütün hareketlerimiz bundandır.
Çünkü aklıyla iman edenlerden olmadık. Bin delil getirmedik. Türlü yollarla ispat etmedik. Şüphemiz yoktu. Gönül vardı. İçinde aşk ve iman. İçinde biz vardık. Takdir edildiği gibi, yaratıldığımız gibi, kaderimizin çizildiği gibi…
Aklıyla iman edenin aklına galebe çalan çıkar da gönlümüzün sırtı yere gelmez. Padişahın kızını verseler de almayacak kadar kudretli bir sırrımız var. Ne kadar çok söylenirse o kadar sır, ne kadar yazılırsa o kadar bilinmez. Tankla tüfekle ele geçirilemez, altınla gümüşle satın alınamaz, oyunla dolapla kandırılamaz. Muhkem kalemiz. İç kalemiz.
***
Bir garip Keloğlan, kırık sazı azıcık aşı ve Cankız yoldaşı ile bu dünya macerasında bize takdir edilen en güzel hüneri gösterir de hor görülür, itibar edilmez. Varsın öyle olsun. Varsın hünerlerine ket vurulmuş bir usta gibi uzaktan bakalım kalabalığa. Elbet bir gün bütün fermanlar gönlümüzü dinleyecek....