Gırtlağımızda büyüyen harf
Bir varız bir yokuz. Ülkeler, şehirler ve mevsimler değişiyor.Her şey başlangıca, biz başlangıca doğru gidiyoruz. Usulcakenardan kenardan giden pergel bu devranda bizi ortaya alıyor.
Islak bir sabah. Bulunduğumuz yere ait değiliz. Bulunduğumuz yer bize ait değil. Yola çıkıyoruz. Yoldayken insan kendisine ait değil.
Tuna nehrini sağımıza alıp kuzeye sürüyoruz. “Gülbankları duyuyor musun?” diye soruyorum İsmail Kılıçarslan’a. Gülüyor. Çok üzgünler diyarı Budapeşte’den çıkıyoruz. Macar ovası insanda sonsuz bir gitmek hissi uyandırıyor.
Slovak dağlarını aşıp, Lehistan’a giriyoruz. Stepler sonu olmayan bir tekrar gibi yankılanıyor zihnimizde. Bu kez İsmail soruyor; “Zaporojye’nin korkunç çığlıklarını duyuyor musun?” Taras Bulba ve Kazak kardeşliği iki yanımızda dörtnala at sürüyor. Gaza biraz daha basıyorum…
Her ne kadar korkutucu bir karşılama yapsa da Krakow, gönlümüzü çabucak almayı biliyor. Şehrin banliyölerinden birisinde, bir pizzacının en üst katında kalıyoruz.
Hava kararmak üzereyken Krakow’a varıyoruz. Şehre girişte bizi ürpertici bir sürpriz bekliyor. Otoban üzerinde bir köprü ve köprünün üzerine çıkıp el ele tutuşan 13-14 yaşlarında, siyah giyimli iki kız, sabit bakışlarla geçmekte olan arabalara bakıyorlar ve tabi bize de… Şaşkınlıkla kızlara bakarken yanlış bir istikamete sapıp kayboluyoruz ve bu sefer ters taraftan yani şehirden çıkış yönünde otobana geri dönüyoruz. Aksi istikamette köprüye doğru ilerlerken, kızların aynı duruş şekli ile bizi tekrar karşıladığını görerek ürperiyoruz… Bereket ikimizde aynı şeyi görüyoruz…
Her ne kadar korkutucu bir karşılama yapsa da Krakow, gönlümüzü çabucak almayı biliyor. Şehrin banliyölerinden birisinde, bir pizzacının en üst katında kalıyoruz. Tam bir yabancılık hissi özgürlüğe en yakın olduğu andır insanın. İşin garibi tam tersi de geçerlidir. Bütün uçlar ve bütün zıtlar bir süreliğine mola veriyor. Başlangıç ve bitiş. Bu dünyada geçici olduğumuzu unutmak sanatında kısa bir acemilik arası. Burada, bu pizzacının üst katında ve bu uzak ülkede geçiciyiz. Mülkiyetsiz. Bir süre sonra bizden hiçbir iz kalmayacak.
Rynek Glowny’deyiz şimdi. Şehrin meydanı. Meydanın ortasında Mariacki Bazilikası, küçük kırmızı tuğlaları ile çarşıya inmiş bir azizi andırıyor. Her yer soluk kırmızı ve İsevi. Kazimierz isimli daha küçük bir meydana doğru yürüyoruz. Eski bir Yahudi gettosu. Vatikan’a Papa gönderen Krakow eskiden bir Yahudi şehriymiş. Sonra Almanlar gelmiş ve gerisini biliyorsunuz. Elbette bütün Avrupa’da olduğu gibi bu Yahudi Mahallesi de nedense bohemliğin merkez üstü olmuş.
- Kahve, Jazz ve çiçek pazarı. İsmail ile Of Not Being A Jew üzerine konuşuyoruz. Sonra uzun bir sessizlik. Arkana bak Moğollar gelmiş diyorum.
Bir hışımla arkasına bakıyor dostum. Moğol gırtlak müziği yapan bir grup afişte pek tehditkâr gözükmüyor. Akşamında kendimizi bir bodrum katında gırtlak müziği dinlerken buluyoruz. Gözlerimiz kapalı, bu kez de Orta Asya steplerindeyiz. Başımızın üzerinde bir şahin dolaşıyor. Bir ıslık sesi, biraz rutubet, bodruma sıkışmış sonsuzluk. Gırtlağımızda bir harf büyüyor ve buna dayanıyoruz…
Tekrar yola çıkıyoruz ve her kilometrede yoldan aslında hiç çıkmadığımızı fark ediyoruz. Bir varız bir yokuz. Ülkeler, şehirler ve mevsimler değişiyor.
Her şey başlangıca, biz başlangıca doğru gidiyoruz. Usulca kenardan kenardan giden pergel bu devranda bizi ortaya alıyor. Artık İstanbuldayız, yeniden ve yeniden başlamak için…