Darbecilere 'bacak arası' yapan forvet
Burada görmemiz gereken çok şey var artık. “Bu ülkede yaşanmaz” diyenlere inat,bambaşka hayatları birleştiren hikâyeleri çoğaltmak için yaşamalıyız burada. Hainin alnınınortasına kurşunu çakan şehit komutanın onur ve imanını anlatmalıyız çocuklarımıza.
Bir gün, bir şiiri birebir yaşayacağım aklıma gelmezdi; “Vücudun çıra gibi tutuştu tutuşacak/saat üçe doğru bir temmuz gününde/ yani beni düşüneceksin, ya da bir başkasını/gülecek, konuşacak, dinleyeceksin/incecik parmakların saçlarının içinde…”
Cahit Külebi’nin Temmuz şiirinin girişiydi bu. 15 Temmuz gecesi, mesleğimin icabı saat gece yarısını geçmeye yakın televizyona çıkıp, futbol yorumları yapacak, kendimce milyon dolarlık futbolcular hakkında ahkâm kesecektim. Ama olmadı, kesemedim. Sadece 15 dakika kalabildiğim yayın sırasında karşımdaki ekranda okuduğum ve aklımda kalan son görüntü, köprüye dizilmiş tanklar ve bir alt yazıydı: “Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke yönetimine el koymuştur.”
O gece, şeytanı bile hayretler içerisinde bırakacak şekilde kendi halkına kurşun, bomba yağdırarak namazsız duasız cehenneme gitme korkusu duymadan bir hainin peşine takılan satılmışlar ordusu vardı karşımızda. Sokaklara dökülen insanların her birinin kafasının üzerinde görünmez notalar dönüyor, bir Orhan Gencebay şarkısı çalıyordu sanki: “İki elin kanda olsa da gel/Ecel bize pusu kursa da gel/Korkma, Tanrım sevenleri korur/Sevenlerin dualarıyla gel.” O gece sokağa çıkan insanlar seviyordu ve Allah onları korudu.
Bir zamanlar defans oyuncularının arasından sıyrılarak gole giden Malili eski futbolcu, bu sefer arabası ile darbeci askerlerden ara sokaklara kaçarak kurtuldu ve yanındaki dört Türk iş adamını sağ salim otele kavuşturdu.
O gece ben de seviyordum ve daha çok sevebilmek için ‘Allah’ım beni koru’ diye dua ettim. O gece kardeşinin su içtiği pet şişeden su içerken şişenin ağzını tişörtünün ucuyla temizleyen abiler de sokaktaydı, annesinin babasının bir türlü kendisini anlamadığından şikâyet edip ayrı eve çıkma hayalleri kuran ergen de; aldığı maaşın yarısından fazlasını kredi borcuna yatıran da sokaktaydı. Sokaklar o ve sonraki geceler de birbirinden alakasız hayatları bir araya getirdi. Bu da beni, birkaç yıl önce yaşanan ve hala aklımdan çıkmayan ‘alakasız hayatları bir araya getiren darbe’ hikâyesine götürdü.
2012 yılının Mayıs ayında, İstanbul’dan Mali’ye giden uçakta dört Türk vardı. İş adamı olan dört Türk, çeşitli görüşmeler yapacak ve aynı zamanda ülkenin yönetimini elinde bulunduran hükümetle de bir araya gelecekti. Ancak aynı gün, Mali’de darbe oldu! Ne şans değil mi? Mali halkı ise onlardan daha şanslıydı (!) çünkü bu Mali’nin son iki ay içinde yaşadığı ikinci darbeydi. Daha önce Toure yönetimini devirmek için bir darbe yapılmış, ordu içindeki cuntanın el koyduğu yönetim sivil hükümete teslim edilmişti. Ancak ordu içerisinde Toure’yi destekleyen başka bir ekip de ‘karşı- darbe’ yapmaya kalkınca olan bizim Türk iş adamlarına oldu…
Devlete ait televizyon kanalının binasında hükümet başkanı ile görüşmek üzere randevu saatini bekleyen dört Türk iş adamı, bir anda ‘karşı-darbe’ girişiminin ortasında kaldı. Ne olduğunu anlayamadan üzerlerinden geçen mermilerden kurtulmak için yere yattılar. O sırada etraflarında hükümete ait askerlerin cansız bedenleri ile karşı-darbecilerin zemini döven postallarından başka hiçbir şey yoktu. Bir de az önce her yeri kan gölüne çeviren mermilerden geriye kalan boş kovanlar…
- Dört Türk iş adamı bir anda tutsak durumuna düştüler. Beyaz tenli olmaları, karşı-darbeciler tarafından ‘hemen’ öldürülmemelerini sağladı. Çünkü yabancıları öldürmek, bölgenin –en azından bir süre önceye kadar- demokrasi ile yönetilen ender ülkelerinden biri olan Mali için hoş bir durum değildi.
Bu yüzden tutsak olarak bekletildiler. Bu bekletilme belki de hayatlarını kurtardı. İçlerinden bir tanesi hemen telefonuna sarıldı ve titreyen elleri ile doğru ismi buldu: “Fernand Coulibaly”.
Henüz 23 yaşındayken bir Mali-Tunus maçında görülüp keşfedilen ardından da Türkiye’ye transfer edilen futbolcuydu telefonun ucundaki. O tarihte futbolu bırakalı çok olmuştu ama Türkiye’de kaldığı 10 sene boyunca yaşadıklarıyla bizim için çoktan ‘unutulmaz’ olmuştu. Anadolu topraklarında yedi ayrı takımda oynamış, Müslüman olmuş, Muhammed Doğan adını almıştı. Aynı zamanda Mali-Türkiye ilişkilerinde de gönüllü elçilik yapıyordu. Yaşı biraz büyük olanlar onu Adana Demirspor, Gaziantepspor gibi takımlardan hatırlayacaktır; sempatik Türkçesi, örgülü saçları, kalın baldırları ve attığı goller ile… Ama Mali’deki o akşam, darbe saldırısının ortasında kalan dört Türk iş adamı onu hayatlarını kurtaran kahraman olarak hatırlayacaktı.
- Türk dostundan aldığı telefondan sonra bir saniye bile düşünmeyen Coulibaly, arabasına atlayıp çatışmaların yaşandığı televizyon kanalına gitti. Bir süre karşı-darbeci askerler ile görüştü.
Şu bir gerçek ki, Mali’de futbolcular siyasilerden bile daha çok saygı görür. Coulibaly de bunu kullanarak dört Türk iş adamını oradan çıkarmayı başardı ve ardından arabasına attığı gibi havaalanına yöneldi. Ancak askerler havaalanını kapatmıştı. Bir zamanlar defans oyuncularının arasından sıyrılarak gole giden Malili eski futbolcu, bu sefer arabası ile darbeci askerlerden ara sokaklara kaçarak kurtuldu ve yanındaki dört Türk iş adamını sağ salim otele kavuşturdu. Ertesi sabaha kadar başlarında bekleyen Coulibaly, böylece dört Türk iş adamının ‘ikinci vatanım’ dediği Türkiye’ye doğru hiçbir zarar görmeden yola çıkmalarını sağladı.
O iş adamlarının ardından biz de bir uçağa binip yeniden 2012 Mali’sinden 2016 Türkiye’sine dönelim lezgîn bir şekilde. Çünkü burada görmemiz gereken çok şey var artık. “Bu ülkede yaşanmaz” diyenlere inat, bambaşka hayatları birleştiren hikâyeleri çoğaltmak için yaşamalıyız burada. Hainin alnının ortasına kurşunu çakan şehit komutanın şerefini, haysiyetini, onur ve imanını anlatmalıyız çocuklarımıza. Bir Temmuz gecesinin saat üçünde aklımıza sevdiğimizi getirmeliyiz, bambaşka hayatlarımızı, ‘olmaz’ denilenlerimizi elimizin tersiyle itip, kulaklarımıza şunu fısıldamalıyız: “Korkma, Tanrım sevenleri korur.”