Bu bir "seçim" yazısıdır

Çok şükür ki o sıradan Müslümanlar var.
Çok şükür ki o sıradan Müslümanlar var.

Ya her gün Allah’ın murad ettiği iyi insan olmak için çabalayacak ya da şahsiyetsiz güruhun bir parçası olarak öldüğümüz güne kadar bir aldatmacayı yaşayacağız. Seçim yapmak elimizde ve yaptığımız her seçimin bir bedeli var.

Ekber S. Ahmed Yüzyılın Sonu adlı kitapta yer alan makalesinde şunları söylüyor: “İnançlı Müslümanlar G-7 uygarlığının derdini bilirler; sorun kalbin bulunması gereken yerdeki boşluktur; içerideki vakumdur, bir manevi felsefenin olmayışıdır.

Tarihte hiçbir şey, Müslümanları Batı medyası kadar tehdit etmemiştir; ne Orta Çağ’ın barutu, ne trenler, ne de telefon…


Batı’ya dinamik enerjisini kazandıran şey, bireyciliği, tahakküm etme arzusu, tüketim felsefesiyle ne pahasına olursa olsun maddi varlık biriktirme tutkusu ve hasisliğidir. Toplumu hareket hâlinde tutan, işte bu telaş dolu enerjidir.

İslam’da ise sabır, tempo ve denge vurgulanır. Acele işe şeytan karışır, diye uyarmıştır Peygamber, ama post-modern çağ hıza dayalıdır. Özellikle medya; hıza, değişime, habere susamıştır ve bununla sarhoş olmaktadır. Durmak bilmeyen gürültü, göz kamaştıran renkler, MTV kültürünün dinlenmeksizin değişen görüntüleri çekici gelmekte ve zarar vermektedir. Sessizlik, içine çekilmek, meditasyon gibi şeyler tüm büyük dinlerin savunduğu şeylerdir. (Medya ise bunları hiç teşvik etmez…) Tarihte hiçbir şey, Müslümanları Batı medyası kadar tehdit etmemiştir; ne Orta Çağ’ın barutu, ne trenler, ne de telefon… (Bunlar son yüzyılda sömürgeleştirme işinde yardımcı olmuştur.) Hatta uçaklar bile bu ölçüde tehdit olmamış, Müslümanlar bu yüzyılın daha başlarındaki yıllarda onun da ustalığını öğrenmişlerdir. Batı medyası ise her an vardır, hiç durup dinlenmez, hiç soluk payı bırakmaz. Sürekli kurcalar, saldırır, zaaf ve kırılganlığa asla insaf göstermez.

  • Tehlikenin büyüklüğünü sezen sıradan Müslümandır. Bu savaşın potansiyel çapının, kendisine karşı harekete geçirilmiş olan güçlerinin farkındadır o.”

Bu makaleyi okuduğumda epey tesirinde kaldığımı söyleyebilirim. Bu arada makaledeki şu “tehlikenin büyüklüğünü sezebilen sıradan Müslüman” tanımına takılıp kaldım uzun süre. Kimdi bu sıradan Müslüman? Gözümün önünden insan yüzleri hızla geçerken sıradan Müslümanın kim olabileceğini düşündüm önce; sıradan Müslüman, menfaati için yerine getiremeyeceği sözleri veren sahtekâr değildi muhakkak. Saray yavrusu evinden “bu da bizim gecekondu,” diye bahseden sonradan görme züppe hiç değildi. Kur’an, Kitap, Peygamber adlarını fütursuzca kullanarak insanların alnının terini, emeğini sömüren muhteris değildi. Menfaat umdukları makam sahiplerinin önünde eğitimli köpek gibi el pençe divan duran, güce tapan, (evet tapan) güçsüzü zevkle ezen zalim de değildi sıradan Müslüman.

Sıradan Müslüman, evine, eşine, çocuğuna alabildiğine gaddar, dışarıda ise “fukara babası” geçinen kaypak üçkâğıtçı da değildi. Ailesine, çevresine gram hayrı dokunmayan, dedikoduya bayılan, kendisi gibi müptezellerle marka eşarp, çanta peşinde koşan ama sırf gösteriş için gönüllü taklidi yaparak yetimlerle poz poz selfie çektiren de değildi.

Sıradan Müslüman, şiirsiz kalmış, ruhunun özsularını kurutmuş; para dışında hiç kimse ve hiçbir şeye ehemmiyet vermeyen; şahsiyetsiz, içindeki hıyanet tohumlarını gözleri parlayarak beslemekten zevk alan; iblis kılıklı, eşinin, çocuğunun, arkadaşının makamı, mevkii ile böbürlenen; böylece kendisinin de bir değeri olduğu zehabına kapılan, karaktersiz kişi değildi… “Dostları”nın en zayıf anında onları sırtından hançerlemeyi âdet haline getiren, gaddar; darda kalan birini değil ziyaret etmek, ondan selamını bile esirgeyen merhametsiz de değildi sıradan Müslüman.

Sıradan Müslüman, kendisine imkânlar sunacağına inandığı iktidar sahiplerinin yanına yanaşmak için her türlü dalavereyi çevirmeye hazır, açgözlü, haysiyetsiz hiç değildi ve olamazdı.
Sıradan Müslüman, kendisine imkânlar sunacağına inandığı iktidar sahiplerinin yanına yanaşmak için her türlü dalavereyi çevirmeye hazır, açgözlü, haysiyetsiz hiç değildi ve olamazdı.

Başka dillerde karşılığı olmayan o muhteşem “hakkını helal et” sözünü, hakları çatır çatır çiğnerken kullanan aşağılık da değildi o.

Sıradan Müslüman, kendisine imkânlar sunacağına inandığı iktidar sahiplerinin yanına yanaşmak için her türlü dalavereyi çevirmeye hazır, açgözlü, haysiyetsiz hiç değildi ve olamazdı.

  • -Kimdi o zaman bahsi geçen sıradan Müslüman?
  • -“Siz onları yüzlerinden tanırsınız…”

Sıradan Müslüman her şeyden önce hangi konum ve mevkide olursa olsun Allah’a olan dostluğunu hatırından çıkarmayan, güler yüzlü ve samimi insandı; bir neyin gönle nakşolan hazin sesi kadar kırılgandı yüreği ve aynı zamanda su verilince muhteşem bir simyayla değişen çelik kadar sağlam.

Gösterişten mümkün olduğunca uzak, ortalıkta gözükmekten pek de hoşlanmayan, yaptığı hayrı kendisine bile itiraf etmekten mahcup, elinde avcunda ne varsa ihtiyacı olanla paylaşan, dünyada olup biten en ufak bir iyiliği bile sessiz sedasız takip ederek bunu dünyanın en önemli işi belleyip çevresini de bu iyilik zincirine ortak etmek için çırpınan insandı o.

Sabrı, şükrü ve itidali bünyeleştirmek için çabalayan, yaratılan her mahlûka karşı kalbinde sevgi, hürmet ve merhamet besleyendi sıradan Müslüman.

Başına gelen musibetlerden sonra yalnız bırakılabilen, unutulabilen ama kendisinin bu kâinatta yapayalnız ve kimsesiz olmadığının şuurunda, kederinin ağırlığını hiç kimseye yüklememeye gayret ederek tevekkülle Allah’a boyun eğendi sıradan Müslüman.

Her yeni güne “öldüren ve dirilten Allah’a hamd olsun” düsturuyla başlayan ağzı dualı, gözü tok, gönlü tok insandı o.
Her yeni güne “öldüren ve dirilten Allah’a hamd olsun” düsturuyla başlayan ağzı dualı, gözü tok, gönlü tok insandı o.

Riyasız, kibirsiz, hilesiz olmanın ne demek olduğunu alnındaki derin çizgilerden ve derin sessizliğinden anlayacağınız ve onu tanıdığınızda mahcubiyetle başınızı önünüze eğdiğiniz, “iyi ki bu insanlar var,” dedirten insanlardı onlar.

Kaçırılan mülteci çocuklar, geceleri aç yatan çocuklar, yatamayan çocuklar için, yetim bırakılan çocuklar, evsiz kadınlar, erkekler için, bir başına kalmış ihtiyarlar için kalbini merhametle donatan ve kavi kılan insandı sıradan Müslüman.

Her yeni güne “öldüren ve dirilten Allah’a hamd olsun” düsturuyla başlayan ağzı dualı, gözü tok, gönlü tok insandı o.

“Hangi iyilik bizi kurtarır?” sorusuna cevap vermenin şuursuzluğunun farkında olarak her küçük iyiliğe her gün bir başkasını ekleyerek huzur bulan insandı o. Hesap yapmayı bilmezdi çünkü.

Çok şükür ki o sıradan Müslümanlar var. Dünyanın her bir köşesinden üzerimize yağan kirin ve pisliğin altında boğulduğumuzun farkına bile varmadan, şeytana has bir kibirle yaşayıp giderken pak olmanın ne demek olduğunu nasıl anlardık sıradan Müslümanlar olmasa.

Şimdi başlığa döndüğümüzde yapacağımız seçimin apaçık gözlerimizin önünde olduğunu görebiliriz; ya her gün Allah’ın murad ettiği iyi insan olmak için çabalayacak ya da şahsiyetsiz güruhun bir parçası olarak öldüğümüz güne kadar bir aldatmacayı yaşayacağız. Seçim yapmak elimizde ve yaptığımız her seçimin bir bedeli var. Allah’tan yardım dileyerek, sabrederek, şükrederek yola devam etme gücü diliyorum herkes için.

  • Not: Yazımda art niyet, arka plan, alt yazı, şifre arayan zavallılar içinse Ekber Ahmed’den ilhamla söyleyecek tek bir şey var: Kalplerinin bulunması gereken boşluğa baksınlar ve Allah onların da yardımcısı olsun.