"Kıtmir" bizi aldattı mı?
Hani “cemaatin en akıllı çocuklarıdevşirdikleri” söylencesivar ya; tam bir yalan. Çünküsınavları kendi zekâlarıylakazanamayacak kadar akılsız,aptal ve alçak hepsi! Eğer zerremiktarı akılları olsaydı, bumillete silah doğrultulmamasıgerektiğini bilirlerdi.
15 Temmuz gecesini düşündüğümde aklıma şu mübarek ayet geliyor: “İbrahim ve arkadaşlarında, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar, zalimlere karşı gösterdikleri kararlı tavırları, sarsılmayan imanları, tertemiz ahlâkları, fedakârlıkları ve cesaretleri ile uyulması gereken en güzel örnektirler.
Hani onlar, inkârcı toplumlarına meydan okuyarak, “Bakın!” demişlerdi, “Biz sizinle ve Allah’tan başka tapındığınız o sahte ilâhlarla hiçbir dostluk ve yakınlık bağımızın olmadığını ilan ediyor, sizi ve inkâra dayalı sisteminizi tümüyle reddediyoruz! Çünkü aramızda, sonsuza dek sürecek bir düşmanlık ve nefret belirmiştir ve bu düşmanlık, sizler, bir tek Allah’a iman edip O’nun hükümlerine boyun eğinceye kadar da devam edecektir!” (Mümtehinne Suresi/ Mahmut Kısa Meali)
15 Temmuzda olanları darbe kalkışması olarak nitelemek, bu korkunç planı hafife almaktır. Bu bir işgal hareketidir! Bu durumu iktidar karşıtlığı veya iktidarın el değiştirmesi üzerinden değerlendirenler feci halde yanılıyorlar.
Bugün yaşadığımız işgal hareketinin planlanması, bünyeleşmesi 28 Şubatın ev sahipliğinde gerçekleşmiştir bunu asla unutmayalım. 28 Şubat aynı alçak yapı marifetiyle kotarıldı. Kumpas dâhilinde olsa da her darbe ihtimalini soruşturanların, gerçek bir darbe hüviyetindeki 28 Şubatı es geçmeleri ne ile izah edilir? Hangi türlü olursa olsun 28 Şubat’ı beğenen, “oh olsun onlara” diyen, sessiz kalan, korkarak geride duran, ellerini ovuşturan herkes; bugünkü işgalin bilerek veya bilmeyerek mühimmat tedarikçiliğini yapmıştır.
Bu FETÖ teröristlerinin evveliyatıyla ilgili endişe duyup da gıkını çıkaranların seslerinin kesildiği dönemlerin iktidar sahiplerinin (AK Parti öncesinin özellikle asker, yargıç, siyasetçi ve kılıçlarının iki tarafı da keskin olanların) bugün yaşananların tamamını veya ekserisini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ihmaline ya da göz yummasına yormaları edepsizliktir.
15 Temmuzda olanları darbe kalkışması olarak nitelemek, bu korkunç planı hafife almaktır. Bu bir işgal hareketidir! Bu durumu iktidar karşıtlığı veya iktidarın el değiştirmesi üzerinden değerlendirenler feci halde yanılıyorlar. İstiklal Harbi dönemindekine benzer bir işgal hareketiyle karşı karşıyayız. Milletimiz durumu kavradı ve meseleye el koydu. Vatanı savunmak tam da böyle bir şeydir işte.
Terör örgütü örgütlenmesini “paralel devlet yapısı” olarak tanımlamak da bir o kadar yanlış. Bu alçaklar ülkemizdeki sosyal ve siyasal kesimlerin tamamının gafil veya hain temsilcilerinin içerisinde yer aldığı tam manasıyla paralel bir Türkiye kurmuşlar. Bakın; bu terör ve işgal şebekesi sadece Cumhurbaşkanı ve iktidara değil, hepimize yönelen bir düşmanlığın temsilcisidir. Üstelik bu düşmanlıklarının, kanımızı yere dökmekten de imtina etmeyecek düzeyde olduğunu 15 Temmuz gecesi ispat ettiler. Şunu lütfen unutmayın, bu terör ve ihanet yapılanmasıyla aramıza kan girmiştir! Ortaya çıkan bir buçuk aylık müktesebat, ülkemizi işgal etmekle ilgili plan ve yöntemlere ilişkin neredeyse ortak bir kanaat oluşturmuş durumda. Kuduz köpekler gözümüzün içine baka baka işgalci düşmanlarımız için erketeye yatmış. Yine de “buna nasıl önlem alınamadı” sorusunun hepimizi mutmain edecek bir cevabını duymak mümkün olmadı. Devleti yönetenler bunun cevabını bilip ona göre tavır almışlarsa benim açımdan mesele yok.
- 17 -25 Aralık öncesine kadar Fetullah’ın balık ağı içerisinde yer alan en alttaki sazanların, imanî sebeplerle hareket ettiğine dair hiç kimsede bir şüphe yoktu. Ama milletin ekserisinde bu imanın razı olunmuşluğu konusunda tam bir tereddüdü de içerisinde barındırdığını söylemek gerekir.
İşgal kalkışması sonrası devam eden bağlılık ise, katıksız nifak ve münafıklığa dair delil olmanın dışında bir mana ifade etmez. Mahremiyet hırsızı bu abiler ve ablalar, ne imanı. Hepsinin heybesi kul hakkı ve hırsızlık dolu. Bugün bu ihanet şebekesinin başına gelen her şey; Fetullah’ın o iğrenç “mülaane” sinde dilediklerinin gerçekleşmesinden ibarettir.
Fetullah bizi kandırdı mı? Yazılarında, konuşmalarında ve hakkındaki menkıbelerde yer alan ifade hırsızlıklarını biliyorduk. Yaşadığımız günlere gelinceye kadar ihanet şebekesinden kopanların anlattıkları da epeyce dehşet verici hakikatlerle doluydu. Bu topluluğun dini ve niyetleri hakkında kanaat sahibi olmanın en bariz örneği 28 Şubat döneminde ortaya çıkmıştı. Takiyyenin, her durumda kullanılan maymuncuk misali bir amel olarak kalplerinde yer bulduğu insanlardan söz ediyoruz. Tesettürün teferruat olduğuna dair hüküm veren Hıristiyan teolojisindeki karşılığı ile bir din adamı ve ona uyan insanlar. 28 Şubat döneminde okullarının anahtarlarını muhtıracılara teslim etmeyi teklif eden bir kahpelik ve sinsilik. Ama birkaç husus daha var ki onları görmezden gelmiş olmamız münafığın zekâsını değil en hafif ifade ile bizim gafletimizi gösterir.
Gülen’in, “Cebrail gelip parti kursa ben ona destek vermem yani” ifadesi bir Müslümanı dehşete düşürmeliydi.
Bu mahlûk, kelime kıtlığı çeken biri değil. Meramını anlatmak için şöyle söylese pek âlâ olabilirdi: Babamın oğlu parti kursa, adına da benim adımı verse desteklemem. Ama o böyle demedi. Farazi bile olsa Cebrail Aleyhisselâm ve onun görevleriyle ilgili problemli olan bir sözü söyledi ve buna aldırmadık. Çünkü siyasi mülahazalarımız ve kazanç anlayışımız duyduklarımızı ötelememiz gerektiğini işaret ediyordu. Oysa onun, nazarımızda Müslüman muamelesi görmesi için o nifakı söylediği gibi bir ortamda tövbe etmesi gerekirdi Allahualem. Himmet adı altında insanlardan kâh gönüllü kâh zorla para toplayan bir yapının İslam’a uygun olduğunu zannedenler ya İslam’ı bilmiyorlar ya da mafya tahsilâtçılarıdır. Bütün İslami kavramları kendi pislikleri için kullanan bu şerefsizlere hakkımız haram olsun!
“Rabb’in aciz kulu olarak” papa cenaplarına (hürmet ifadesi kendisine ait) yazdığı mektupta “Anadolu halkı size misafirperverliğini göstermeyi ve şevkle selamlamayı hararetle beklemektedir “ diyordu ya hani. Bizim papaya gösterilecek bir şevkimiz olmadığına göre kendisinden ve takipçilerinden bahsediyor olmalıydı. Ona da sesimizi çıkartmadık. Sahi Alaaddin Kaya kimi temsilen papanın elini öpmüştü! O sahne ile Allah’ın (Azze ve Celle) huzuruna çıkmayı hangi Müslüman göze alabilirdi? Yanlış oldu, hangi dine mensup olan bir insan, yılışa yılışa papanın elini öpme ameliyle Allah’a (Azze ve Celle) hesap vermeyi birleştirebilirdi? Allah’a (Azze ve Celle) evlat isnat eden birinin elini öptünüz be! O’nun (Azze ve Celle) gönderdiği hak dini reddeden ve düşmanlık eden birinin elini öptünüz! Bununla hesaba çekileceksiniz!
Sonra okullarına ve yurtlarına, evlerine aldığı çocukları ailelerinden uzaklaştırmak için ortaya koydukları devşirme gayreti; hiç hayra alamet değildi. Buna da aldırmadık. Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Türkçe olimpiyatlarını manen ziyareti ve beylerin buna vukufiyetini ve neredeyse hâşâ konuk oyuncu mesabesinde Allah Resulünün (sallallahu aleyhi ve sellem) bir dizide zuhur edişini nasıl yedik? Daha o gün bu “hareketi”n, pılısını pırtısını toplayıp kapının önüne koymalıydık. Yapmadık!
“Kıtmir” bizi aldattı mı? Hayır, bizi aldatamadı. Hep teyakkuzdaydık. Eğer teyakkuzda olmasaydık o meydanlar tankların sokağa çıkmasına, tepemizden uçakların bomba atmasına rağmen dolmazdı. Onlara hiçbir zaman itimat etmemiştik. “Ben profesör olacağıma keşke bir Albay olsaymışım mesela. Bu süreçte daha çok katkım olurdu. Bu iş gitmez. Yüzde 50 desteği falan iplemeyin. Ben siyaset bilimi profesörüyüm ya. Alt yazı geçin televizyon kanallarından yarın sokağa çıkma yasağı var diye bakın sokağa çıkıyorlar mı? Bütün darbeler cuma günü oluyor. Hocaların evleri cami avlusundadır. Namaza bile geçmezler korkularından. Türkiye’de insanların demokrasi için sahaya çıkmak gibi bir hassasiyeti yok. Bunlar kuru kalabalıklar. Yine üç tane yürekli komünist Taksim Meydanı’nı zorlayacaktır” demişti alçak Osman Özsoy. Bu sözleri unutmayacağız. Hâlâ onlardan olmakta karar kılan birini gördüğümüzde hep bunu ve üstadın sözünü hatırlayacağız: “Size alçak diyemem çünkü alçaklık bir seviye göstergesidir.”
Evet, bu alçaklar sinsice davrandılar. Ama “kendisine itimat edilmeyenin imanının olamayacağını” unuttular. Bize silah doğrultanı bizden saymayacağımızı da! Hani “cemaatin en akıllı çocukları devşirdikleri” söylencesi var ya; tam bir yalan. Çünkü sınavları kendi zekâlarıyla kazanamayacak kadar akılsız, aptal ve alçak hepsi! Eğer zerre miktarı akılları olsaydı, bu millete silah doğrultulmaması gerektiğini bilirlerdi. Eğer ortalama düzeyde zekâları olsaydı, girdikleri her sınavda hocaefendileri abilerin çaldığı soruları rüyasında görmek zorunda kalmazdı(!). Bırakın siz mensupların kendini adamasını falan; iltimas ve kayırma ile yani kul hakkını yiyerek işe adam yerleştirme gibi bir imkâna sahip olmasalardı hocaefendi vaizlikten emekli olmuş köyde bostan yetiştiriyordu. Bugünden geriye kalan ömrümüzde ne yapacağız? Laf olsun diye söylemiyorum; kıymet verdiğimiz her ne varsa onların muhafazası için savaşmaya hazır olacağız. Müslüman olmak demek öncelikle Yaratmanın sadece Allah’a (Azze ve Celle) ait olduğuna iman etmektir. Kâfirler, müşrikler, münafıklar, zalimler bizim için ecel, yenilgi, felaket yaratamazlar.
- “Siz düşmanla karşılaşmayı dilemeyiniz; Allah’tan afiyet isteyiniz. Düşmanla karşılaştığınız zaman da sabır ve gücünüzle karşı koyunuz” kavlince; biz bir daha sokağa çıkarsak, tasavvur edebileceğimiz zamanlar dâhilinde başka bir tehlikenin varlığı kalmayıncaya kadar asla evlerimize dönmeyeceğiz!
Allah’ım senin dininin düşmanlarıyla karşılaştığımızda ayaklarımızı sabit kıl. Onlardan bize saldıranlar olduğunda düşmanlıkta öne geçenleri öldürmeyi ve bize de şehid olmayı nasip et. “Her gözetleme yerine çıkıp onları gözetleyeceğiz.” Onların beyanlarına asla inanmayacağız.
Devleti idare edenlerin de yapacakları var elbet. Onlardan adaletli olmalarını, görevlendirdikleri insanlarda öncelikle liyakat aramalarını isteyeceğiz. Hiç kimsenin hakkı ile Huzur-u İlahi’ye çıkmamaları için azami gayret göstermelerini bekleyeceğiz. Siyasetçi arkalığı olmadan bürokrasi bu kadar pervasızca işgal edilemez. İktidar partisi içerisinde geçmişte bu işgale çanak tutan ve varsa halen siyaset yapanların ortaya çıkarılması, yoksulluk ve çaresizlik sebebiyle harekete destek veren insanların cezalandırılmasından çok daha önemlidir. Özellikle 15 Temmuz’dan sonra Ak Parti’den bu temizliği yapmasını beklemek hakkımız.
Süleyman “Peki biz (durumumuzu) nasıl düzeltebiliriz?” diye sordu.
Ebû Hâzim; “Öğünmeyi, lafçılığı bırakır, vakarlı ve şahsiyetli olur, devlet yardımlarını eşit bir şekilde dağıtırsınız” cevabını verdi.
Süleyman O’na; “Bunu nasıl yaparız?” dedi.
Ebû Hâzim; “Helâlinden alır, lâyık olanlarına verirsin!” dedi. (Darimi- Mukaddime)
“Ve fakat Türkiye’de doğmamızın bir hikmeti olmalı. Yani demem o ki, bizi Türkiye’ye gönderen bir Allah var; bizi yaratan Allah bizi bizden daha iyi bildiğine göre Türkiye’ye gönderilmemizin de bir hikmeti var.” (Ebubekir Kurban/Türkiye Sevgisi İmandandır)
Duam odur ki; Allah, (Azze ve Celle) ülkemizi mübarek Selam Adı ile selamete çıkarsın. “Kıtmir” ve hempalarının alçaklıklarına asla fırsat vermesin.
Ya Selam, Ya Selam, Ya Selam...