Bu Müslümanlıktan razı mısınız?
Ben Müslümanım diyenlerin önemli bir kısmında itikat, amel ve ahlâk gibi dinin kişide bünyeleştiğinin ve kendisinden kabul edileceğinin alameti olan hususlardan herhangi birinin tezahürünü göremeyince, acaba imanda sınamak (haşa) kavillerden bir kavil midir ki diye düşündüm.
İblisle fazla hemhal olmaktan, kendisinin yoldan çıkarıcılığını unuttuk gibi sanki. Aklımıza gelen her şeyin derin bir iç yolculuğu keşfetmek olduğunu ve nefsimizin götürdüğü her yere gitmeyi kendimizi gerçekleştirmek adına atılmış cesur bir adım sayılması gerektiğini ondan öğrendik ve bu çok hoşumuza gitti.
İçimiz bir keşifler atlası adeta. O duygu sana dair, bu hissiyat benim payıma düşen. Bir de “paylaşımcı” ve “hümanist” özelliklerimiz var ki düşmanlarımız hâlâ çatlamadıysa daha büyük zayiat görmemizi hasretle bekliyor olmalarındandır.
İman ettik ve Müslüman olduk. Ancak bir kavle göre iman ettikten sonra samimiyetimizin sınanmasının söz konusu olduğu gerçeği de var. “Bir kavle göre de ne demek” dediğinizi duyar oldum. İzah edeyim efendim.
Ben Müslümanım diyenlerin önemli bir kısmında itikat, amel ve ahlâk gibi dinin kişide bünyeleştiğinin ve kendisinden kabul edileceğinin alameti olan hususlardan herhangi birinin tezahürünü göremeyince, acaba imanda sınamak (haşa) kavillerden bir kavil midir ki diye düşündüm.
İman amelden bir cüzdür/değildir meselesine girizgâh yapmak değil maksadım. Bu meselede ilmimin olmadığı ve ilim olmayınca konuşulmaması hususunda kendimle hemfikirim.
Ankebut suresi 2-3 ve 10. Ayet mealleri:
-İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece «İman ettik» demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?
-And olsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.
-İnsanlardan kimi vardır ki: «Allah'a inandık» der; fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah'ın azabı gibi tutar. Halbuki Rabbinden bir nusret gelecek olsa, mutlaka, «Doğrusu biz de sizinle beraberdik» derler. İyi de, Allah, herkesin kalbindekileri en iyi bilen değil midir?
Nisa suresi 55. Ayet meali:
-Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vaat etti.
Fatır suresi 10. Ayet meali:
-Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir. Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır.
İman amelden bir cüzdür/değildir meselesine girizgâh yapmak değil maksadım. Bu meselede ilmimin olmadığı ve ilim olmayınca konuşulmaması hususunda kendimle hemfikirim.
Mübarek Kuran’da iman ile sâlih amel neredeyse her defasında birlikte zikredilirken, Müslüman olduğunu söyleyen (yani bizzat kendimiz) kişilerin hayatlarında bu iki şeyi bir arada görmek neredeyse imkansız olmaya başladı. Nefsimi temize çıkartmamak adına hemen bir hususu ifade edeyim; bir meselede bir şey yazınca veya söyleyince ondaki mesuliyetimiz ortadan kalkmıyor. Belki asıl ondan sonra daha dikkatli olmak gerekiyor.
- Yani ben kendimde olmayan bir şeyi keşfetmiş de onu ifade etmek istiyor değilim. Kendimi de kurtarabilmek adına birlikte bir şeyi hatırlamaktan söz ediyorum. Bu din “günahlarımla sevaplarımla, aldım başımı gidiyorum” mısrasındaki mana ile yaşanabilecek bir şey değil.
Rahmetli kardeşim Naci’nin ifadesiyle “sokaklarda dolaşırken kendisinden utanıp bir masiyet işlemekten vazgeçeceğim Müslümanlarla birlikte yaşamak istiyorum.” Söylemek istediğim tam olarak bu.
Çok fazla bireyleşmedik mi sizce de? Buradaki bireyleşme, kişilik sahibi olmakla eş değer değil kabul edersiniz. Kendisine Allah (Azze ve Celle) için nasihat edebileceğimiz veya nasihatini kabul edebileceğimiz kaç Müslüman var etrafımızda. Birinin üzerinden omzuna dökülmüş kepekten başka bir şey almaya kalkın bakalım neler oluyor, onu da çaktırmadan yapmamız gerekiyor. Dökülen kepek sebebiyle bile olsa noksanlığımıza dair bir şey hatırlatılmaktan son derece rahatsız oluyoruz. Herhangi bir eksiklik veya uygun olmama durumunu ifade edecek cümle kuramıyorsunuz muhatabınızın yüzüne karşı. Arkasından konuştuğumuz kardeşlerimizin etini yemekten obez olduk. Üç günlük dünya deyip sultan Süleyman mülkünde oturmaya dair bu kadar nefs emniyeti nereden geliyor? Bu kendini beğenme ve kibir neyin nesidir?
Bir Müslüman iman ettikten sonra sınanmayı ne olarak düşünür? Allah'ın bağışlamasının genişliği içerisinde sözü edilmeye değmeyecek minik yol ayrılmaları mı, yaşlılık gelip çatıncaya kadar dikkate alınması gerekmeyen ara sınavlar mı, fark etmeyince mesul olunmayacak bir göz yorgunluğu mu?
Buyurun bir hesap ve sınanma misali: "Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşeratından yemeye de salmamıştı." [Buhârî, Müslim]
Salih amelin ne olduğuna dair bilgi eksikliği değil meselemiz. Bunun cahili olan bir Müslümanın varlığını kabul edemeyiz. Bu durumun adını dinin kendi kavramları ile adını koymalıyız. Muamelattaki temel hususlardan biri delil ikamesidir. Bu emri yerine getirmez veya bu masiyeti yapmayı terk etmez iseniz şununla karşılaşacaksınız bilgisine sahip olmak manasındadır. Tebliğin bir cüzü de budur. Usulünü, kimlerin mükellef olduğunu, sonrasında nasıl bir sürecin gelişeceğini bir tarafa bırakalım. Bir kavle göre cehalet özrü bizim gibi Müslüman topluluklar için caiz değil, geçmiş olsun. Yapılan kebairin cezasını tatbik edicisinin ve insanı onu işlemekten alıkoyacak idari mercinin olmaması kişinin eylemlerini meşru veya haklı kılmadığı gibi hesaptan da muaf tutmaz.
Üç günlük dünya deyip sultan Süleyman mülkünde oturmaya dair bu kadar nefs emniyeti nereden geliyor? Bu kendini beğenme ve kibir neyin nesidir?
İmanı muhafaza ederek ölmemiz halinde cehennemde günahlarımız kadar cezamızı çekip cennete gideceğiz amenna. Ama henüz cehennem yanıklarına karşı bir losyon üretilmediğini bilmekte yarar var. Çöl sıcaklarından bahsetmiyoruz. Salih amele karşı kayıtsızlığımız ahrete ve hesap gününe imandaki bir probleme işaret ediyor olabilir. Salih amel ile ikame edilmeyen imanın zayi olma ihtimali, insanların bir gün ölebileceği ihtimali ile neredeyse aynı orana sahip. Yok hayır, bu meselede yapılmış bir kamuoyu araştırma sonuçlarına sahip değilim. Tahminen söylüyorum. Aksi ispat edilinceye kadar da buna inanmaya devam edeceğim. "İman ettik demekle bırakılacağınızı mı zannediyorsunuz…"
İnsanla, kediyle, köpekle, parayla, rüşvetle, adaletle, eş ve çocuklarımızla, Müslümanların haklarını koruyup gözetmekle, yoksul ve darda kalmışa yardım etmekle, satın almalarımızla, neyi sadaka olarak gözümüze kestirdiğimizle, iddialarımızla, söylediklerimizle... Hepsiyle sınanacağız.
İlkokul birinci sınıf mantık ve matematiği ile üstesinden gelinebilecek hesap var ortada. Birine haksızlık yapmak, kötü olan sözü söylemek, her çeşidi ile hırsızlık, işlerin yürütülmesinde hakkı olmadığı halde yakınlık sebebiyle birini tercih etmek, adaletsizlik, yoksulları gözetim kollamamak, sadaka ve güzel borç vermekten yüz çevirmek, komşu haklarına riayet etmemek, ana baba ve akraba ile ziyaretleşmeyi kesmek veya kötü davranmak... Listeyi sonuna kadar bilmeyen yok.
- Yapılan kötü işler için bir misli ile ceza, iyilikler için Allah’ın takdir ettiği kadar çoğalacak sevap var. Bu basit hesap işini karmaşık hale getirip zarar etmeyi tercih edip duranları nereye koyacağız.
Aldıkları kararlar, söyledikleri sözler, yazdıkları yazılar, ihanet ettikleri dostluklar, yedikleri haltlar, riayet etmedikleri haklar sebebiyle onlarla olan münasebetimizi hangi terazi ile tartıp nasıl hale yola koyacağız. Kendi hata ve günahlarımızın vebali bize yetiyorken, onların yaptıklarına engel olmamak ya da olamamak, ses çıkarmayıp onaylamak ile hesaba çekilmek istemiyorum. Çünkü bunlar arkadaşlarımız, ziyaretleştiklerimiz, hallerine vakıf olduğumuz insanlar.
Düşmanımız bize kötülük yapar, zulmeder, canımıza kast eder; bir şekilde başa çıkar, kaçar kurtulur veya misli ile karşılık verir defeder veya sabrederiz. Karşılığını umarız. Ama iman ile birlikte sahip olmamız gereken hâl ile hallenmezsek nasıl biri olacağız. Çünkü; "Haset, ateşin odunu yediği gibi yaptığımız iyilikleri yok eder." "Kalbinde zerre kadar kibir olan cennete giremez.", "Kul hakkı hariç, Allah Azze ve Celle dilediği kulunun günahlarını bağışlar.", "Sevdiklerimizden infak etmedikçe iyiliğe erişemeyiz."
Bizi güzel işler yapmaktan alıkoyan ne? Hangi harici düşman bizi yoldan çıkartıyor Müslümanlar?
Nezaket sahibi olmak, kalp kırdıktan sonra özür dileyip helallik almak, bir köşeye attıklarımızdan değil vazgeçemediklerimizden sadaka vermek, imkanımız olduğunda ona ihtiyaç duyan birini bulmak nasıl bu kadar zor olabilir. Derdine vakıf olup da sıkıntısını gidermediğimiz kalpler bizimle nasıl kaynaşacak! Müminden esirgediğimiz muhabbet ve alâkayı Allah’ın ve bizim düşmanlarımız olanlara gösterdiğimizde dualarımız nasıl kabul olacak? Rabbimizden gelene değil de zamanımızın ticaretinden, siyasetinden, mesleğinden veya genel kabul gören anlayışından gelene uyduğumuzda bize vaad edilenlere ulaşmayı hala nasıl düşünüyor olabileceğiz?
Bu dinin tevhitten hemen sonraki asıllarından biri, Allah’a (Azze ve Celle) İslam’a ve müminlere düşmanlık edenlere düşmanlık etmektir. O’nun razı ve hoşnut olduklarından razı ve hoşnut olmaktır.
Terk edilen emir, yapılmaktan yana sakınca görülmeyen masiyet, sahih itikada dayanmayan ve ahlâkla taçlanmayan ibadet, hükmün bazısını alıp bir kısmını terk etmek hangi türlü bir iman etmenin hususiyetidir!
Allah hakkı için kendinize sorun, bu Müslümanlıktan razı mısınız?