Allah aşkı üzerine düzensiz düşünceler
Uzun süreden beri kimse yalnız, sade ve süssüz bir hayatla tatmin olmuyor, her an bir başka şeye arzu duyuyor. “Şeyler” için yaşamak istiyoruz. Oysa kendimize söylediğimiz bu yalanı bırakmamız, sadece kendisi için yaşanacak bir nesne olmadığını anlamamıza yeterlidir. Sürekli, tatmin etmeye uğraştığımız hazlarımızın peşinde koştuğumuz yeter, zira tüm bunların sonunda yine hoşnut olamayacağız.
*Cins için Fransızcadan çeviren: Orkun Elmacıgil
Tanrı’ya inanmak sadece bize değil, aşkımızı sahte tanrılardan korumamıza da bağlıdır. İlk olarak, geleceğin bütün isteklerimizi içine tıktığımız bir yer olduğuna inanmayı bırakmalı.
Gelecek, şimdiyle aynı cevheri paylaşır. Buna karşın yaygın olarak inanırız ki hâlihazırda iyiliği, zenginliği, kudreti, tefekkürü, bilgiyi içinde barındıran, sevgimizin ve ferahımızın kendilerinde sudur ettiği şeyler bizi tatmin etmeye yetmez. Ve fakat, gelecekte, günlerden bir gün mutmain olacağımıza iman ederiz, işte bu inanç kendi kendimize söylediğimiz bir yalandır. Üstüne biraz tefekkür edildiğinde bu inancın yanlışlığı ortaya çıkar.
Yahut hastalığın, sefaletin, mutsuzluğun ıstıraplarını çekerken, bu acıların duracağı gün insanın tatmin olacağına inanılır. Tekraren söylemeliyiz ki bu da hatalı bir ifadedir. İnsanoğlu ıstırabının ve acılarının kesildiği gün, yenilerini aramaya koyulur. İkinci olarak, ihtiyacımız olanla, mülkiyetini edinmek istediğimiz şeyleri karıştırmamalı. Sayısız nesne vardır ki onlarsız yaşayamayacağımıza inanırız. Fakat bu zan da ekseriyetle hatalıdır. Yine de doğru olduğunu kabul edersek, yani bir nesnenin yokluğu bizi öldürüyor yahut yaşama takatimizi harap ediyorsa, tam da bu sebeple o nesne mülk değildir. Uzun süreden beri kimse yalnız, sade ve süssüz bir hayatla tatmin olmuyor, her an bir başka şeye arzu duyuyor. “Şeyler” için yaşamak istiyoruz.
Sürekli, tatmin etmeye uğraştığımız hazlarımızın peşinde koştuğumuz yeter, zira tüm bunların sonunda yine hoşnut olamayacağız.
Oysa kendimize söylediğimiz bu yalanı bırakmamız, sadece kendisi için yaşanacak bir nesne olmadığını anlamamıza yeterlidir. Sürekli, tatmin etmeye uğraştığımız hazlarımızın peşinde koştuğumuz yeter, zira tüm bunların sonunda yine hoşnut olamayacağız. Sevilen her daim başka şeylerdir ve aslında istediğimizin gerçekte neye tekabül ettiğini bilememekten mutsuz olacağız. Bizi feraha erdirecek her şey, her birimizin bu hakikate dair katî dikkatini korumasıyla mümkün. Örneğin, devrimciler, kendilerine yalan söylemeyi bıraktıklarında, esasında devrimin gerçekleşmesinin onları mutsuz edeceklerine vakıf olacaklardır. Zira devrim ile onlar yaşama amaçlarını, yani hazlarını kaybederler.
İnsanlara sunulan dünya yalnızca yalanla dayanılabilecek bir dünyadır. Yalanı reddeden ve yaşamın esasında dayanılmaz olduğunu bilmeyi seçenler, buradan bir isyan çıkarmazlar. Dışarıda, zamanın ötesinde konumlanmış, yaşamı olduğu gibi kabul etmelerini sağlayan bir makama ulaşırlar.
- Herkes, kötülüğü hissedip, onu kerih görür ve ondan kaçınmak ister. Kötülük yalnızca çektiğimiz acılar yahut işlediğimiz günahlar değildir. O aynı anda her iki halde de kendini gösterir, günah bizi ıstıraba sürükler, ıstırap ise kötülüğü taşır.
Kendimize rağmen bulunduğumuz ve kendimizi içinde bulmaktan nefret ettiğimiz kötülük, ıstırap ve günahın birbirinden ayırt edilemediği bu melezliğin ta kendisidir.
İçimizdeki kötülüğün bir kısmını arzumuzun ve dikkatimizin nesnelerine taşırız. Ve o kötülük bize bu nesnelerden doğmuş gibi geri döner. İşte bu sebeple, kötülüğün tahakkümüne maruz kaldığımız mekanlardan soğur ve nefret ederiz. Bu mekanlar bizi kötülüğe hapsedermiş gibi görünürler. Bu cihetle, hastalar odalarından ve etrafındakilerden onları sevseler dahi nefret etmeye meyyaldir.
Tıpkı bir işçinin fabrikasına girdiği an takındığı nefret gibi. Ancak eğer biz içimizdeki kötülüğü tamamen saf ve temiz bir Şey’e taşıyacak olursak, o Şey kirletilemez olarak bizi karşılar ve kendi temizliğini korur. Bize bir kötülüğü tekraren yansıtmaz, orada biz taşıyan değil aksine “iyiliğe” taşınan oluruz. Fani varlıklarız.
İçerimizdeki kötülük de dolayısıyla sonlu. Yani ömrümüz ne denli uzun sürerse sürsün, bir gün nihayete ereceğimizden ve bu dünyada da, kendi şeytanlarımızdan azade kalacağımızdan emin olmalıyız.