3 soruda M. Fatih Andı

M. Fatih Andı: Kitabın nasıl okunacağı, hangi kitabın okunacağı ile ilgilidir.
M. Fatih Andı: Kitabın nasıl okunacağı, hangi kitabın okunacağı ile ilgilidir.

İstediğimiz en uç noktalara kadar açılabiliriz, en aykırı burçlardan sarkabiliriz, ama sözkonusu “ana okuma”nın ruhunu diri tutmak, gerilimini korumak şartıyla.

Neden okuyalım?

Okumak, insana özgü bir eylemdir ve insana özgü olması hasebiyle, bu eylemin karşılığı insan olmanın anlamına bitişiktir. Ben bir Müslüman’ım. Müslüman olmam, bu büyük anlamı, bu “oluş”un kılavuzluğunda anlamamı ve anlatmamı zorunlu kılar. Şöyle ki:

İnsan olmanın anlamı, bir soruya bağlı olarak halk edilmiştir: “Elestü birabbiküm?” Bu soru bizi Yaratıcı’ya muhatap kılmıştır. İnsanın değerini de, anlamını da, hakikatini de ona sorulan bu soru bağışlamıştır. İnsanoğlu bu bağışın şükrünü, bu sorunun cevabını verecek bir okuma çabası ile eda ederse, kendi anlamını da bulacaktır. Bu okuma, bu ezelî sorunun sorulduğu “ân”ı, hâli ve Hâlık’ı idrâk etme ve doğru yorumlama suretinde gerçekleşirse, doğru cevabı doğuracaktır. Ki o cevap da: “Evet. Sen bizim Rabb’imizsin!” kabulüdür. Verilen bu cevap, aslında “insan olmanın hakikatini okuyabilme” erdemi, varoluşun sırrına erme üstünlüğüdür. Zira bu ilk okumadan sonra insanoğlunun yaptığı bütün okumalar, kendisine verilen bu hakikatin teyidi ve tekidi yani idrâk ve ifade bağışlarına yapılan bir şükür bilinci ile gerçekleşirse, asıl anlamı yerine oturmuş olur. Bu “büyük okuma” dairesinin dışında duran bütün okumalar, insanı “sözün hamalı” yapmaktan öteye geçmez.

  • Ne okuyalım?
  • Kur’ânî terminoloji ile söylersek, Yaratıcı’nın her bir “yaratma” tezahürü, her bir “yaratılmış” varlık, O’nu okumamızı sağlayacak birer “âyet”tir ve Kur’ân pek çok defa “ayaktayken, otururken veya yanımız üzre yatarken” bile bu “âyet”lere nazar etmemizi yani okumamızı yani idrâk etmemizi tembihler. Bu tembih, bizim için neyi okumamız gerektiğinin pusulasıdır aslında. “Kur’ân” kelimesinin bizzat kendisinin “okunan” mânâsına geldiğini unutmayalım.
  • 3 soruda Asım Cüneyd Köksal

  • Bütün okumalarımız, bu “ana okuma”nın etrafında gelişen, halka halka en uç noktalara kadar açılan, ama merkezkaç kuvvetini bir ân bile kaybetmeyen eylemlere dönüşmelidir. Bu durum, bizim okuma niyet ve isteğimizi daraltan, seçeneğimizi kısıtlayan bir tahdit değildir. İstediğimiz en uç noktalara kadar açılabiliriz, en aykırı burçlardan sarkabiliriz, ama sözkonusu “ana okuma”nın ruhunu diri tutmak, gerilimini korumak şartıyla. Bunu yaparsak, “niyet”e bağlı olarak her bir okuma, bu büyük okumanın yongası kabilinden, bir “ibadet” diye bile kabul görebilir.

Nasıl okuyalım?

Kimi kitaplar vardır, şöyle bir bakılıp bir kenara bırakılabilir. Kimi kitaplar vardır, hızlıca göz gezdirilir. Kimileri vardır, kaşlar çatık, dikkatler uyanık okunur. Kimileri vardır, satırların altı çizile çizile okunur. Bir “Kitâb” da vardır ki, ömür boyunca vecd ve huşû içinde, sahibinin adı ile tekrar ve tekrar okunur. Öyleyse kitabın nasıl okunacağı, hangi kitabın okunacağı ile ilgilidir. Kur’ân bize “Yaratan Rabb’in adı ile” okumamızı emrediyor. O zaman, bütün okumalarımızın “nasıl”lığı, ikinci cevaptaki “ana okuma” vurgusu ile olduğu zaman cevabını buluyor.

Biz bu hayatta, içindekilerin yarın yüzümüze okunacağı bir defteri iyi veya kötü doldurmak için yaşıyoruz. Amel defterimizi… Hayatımızdan geriye bu okunma kalacak.

Biz “defter”ler doldururuz, Allah’sa bize “Kitap”lar indirir.

Bu defterler, bu Kitâb’ın delilliğinde doldurulursa, yarın bize “sağ tarafımızdan verilecek kitaplar” olarak dönecektir. Öyleyse, bütün okumalarımızın “nasıl”lığını da bu “üst ölçü” açısının bütün hayatımızı kuşatan kolları belirlerse, iyi bir okuma yapmış oluruz.