3 soruda Mustafa Demiray
Hayat denen bu vasatta tek ü tenha canlılar olmadığımızın farkına vararak okuyalım öncelikle.
Neden okuyalım?
İster mecburiyetten ya da zevk için, ister sıkıntıdan ya da kaçış için isterse de meydan okumak ya da kavga etmek için olsun okumaya yönelişimiz, biz ruhumuzu, dilimizi ve dünyamızı yükseltmek, derinleştirmek ve genişletmek için okuyalım. Bu hedefler müsbet gibi görünüyor ama seyir her zaman böyle olmayabilir.
Çünkü her ne kadar el birliğiyle güzellesek, yüceltsek de okumak mutlak bir değer olmadığı gibi tek başına kâfi de değil; tefekkür ve tenkih süzgecinden geçmesi gerekiyor, doğru, mümkün ve müsait olduğunca pratiğe dönüşmesi de. Peki, bu vazife-yönelimli sorumluluk-yoğun güzergâh hâlâ cazip görünüyor mu? Pek değil. O yüzden her şey gibi bu da kararınca olmalı. “Haddini aşan zıddına inkılab eder.” Okuru zorlayan ideal yüklemeleri bir an gelip hevesi öldürebilir. Aman dikkat, tarihin seyri içinde sözden yazıya geçen aktarım şekli, yerini görüntüye bırakmak üzere.
Ne okuyalım?
Okuma eyleminin merkezindeki konumumuzu aşırı meşrulaştırdığımızda bu okumaların bazen birilerini mağdur ettiğini görmeyebiliyoruz; zarar vermeden ve zarar görmeden okuyalım.
Hayat denen bu vasatta tek ü tenha canlılar olmadığımızın farkına vararak okuyalım öncelikle. Evlat, kardeş, eş, ebeveyn, çalışan, çalıştıran, göz kulak olan, yolcu, şoför (!) vb. insanlar olarak belirli ağların içinde yaşıyoruz. Okuma eyleminin merkezindeki konumumuzu aşırı meşrulaştırdığımızda bu okumaların bazen birilerini mağdur ettiğini görmeyebiliyoruz; zarar vermeden ve zarar görmeden okuyalım. “Okumayı ihmal etmeyelim” derken başka kişi ve hususları da ihmal etmemek gerek. Üşenmeden okuyalım; okurken sıcağı sıcağına sözlük karıştırmaya, atlasa bakmaya, başka metinlere erişmeye üşenmeden. Kitaba zarar vermeden ama notlar, işaretler düşerek. Soba arkasında bir minder üstünde, çayırda sırtını bir kavağa yaslayarak… Ama her hâlükârda kendini yeniden bulmak üzere kaybederek.
Nasıl okuyalım?
Kur’an ve mealini, hadis ve siyeri, temel kaynaklar oldukları için müzeyyen parantezlere alarak devam ediyorum; onlardan günlük bir doz almak, bağışıklığı korumak için şart. Hâle muvafık ve elzem bilgiyi talep etmek lazım ki bu da iki kanaldan akıyor: biri amel için gereken dinî bilgi, diğeri ise iş, aile, sağlık vb. bağlamlarda okumamız, takip etmemiz, güncellememiz ve uygulamaya yansıtmamız gereken bilgiler –din ve dünya işleri bu kadar kolayca ayrılmıyor tabii ki-. Şiir okuyalım; okuyana kendini kendinden iyi anlatarak yüreğe ya da havalanan bir kuş gibi pervaz ederek göze ve kulağa hitap eden mısralara cezbolmalı.
Dil okumalı/öğrenmeli. Hayat bir dili tam öğrenmek ve tüm ürünlerini okumak için bile kısa ama farklı bir dilde duyabilmek, konuşabilmek, okuyabilmek başlı başına bir nimet, bir mucizeyi yaşamak demek. Antolojiler, giriş kitapları ve farklı bilimlerin tarihleri, okurun tabiatına, ilgisine hitap eden konu ve yazarları görebilmesi için alanları yatay keserek gönlünce gezmenin anayolları. Tarih okuyalım, yakın ya da uzak; iyi ve kötü yönleriyle dünya ve insanlığın bugüne nasıl geldiğinin bilgisi, ufkumuzu açacak.
- Tabii ki “Adam sen de, bin yıl önce de böyleymiş bu işler” bedbinliğine düşmeden. Hatırat ve biyografiler, bizi doğrudan başka hayatların, düşüncelerin içine sürükler.
Roman kurgu ile gerçeği, fikir ile sanatı harmanlayıp sunar. Burada ister ütopik olsun ister distopik, bilimkurguya özel bir yer açmayı isterim; geleceğin yoklaması burada çekilir. Örneklendirici ama kapsayıcı olmayan bu sayımın sonunda şunu ifade etmek isterim: Büyük insanlık birikiminin bir taşına sahip çıkmalı; mutlaka en az bir alanda da derinleşmeli, uzmanlaşmalı. Bu birikime bir taş daha ekleyebilirsek ne âlâ.