Bıçakların ve gitarların arasında: Borges ve Buenos Aires
İnsan ve mekân bir bütünün iki yarısı değil, bir bütüne ait yolların tamamına söylenmiş bir anlamın toplamıdır. Borges’in rüyalarında bile ayrılamadığını söylediği bir şehirden, Buenos Aires’ten bahsederken buraya da bakabiliriz.
Bir yazı evreni kurup içinde kavgayla yaşamak için gerekli olan duygu, mekândan bağımsız, mekânın içinde olma arzudur. Borges bu arzuyu derinlemesine hisseden yazarlardan. Şehir, bir imge ve bir gerçeklik olarak onun kaleminde, zihninde yaşayan, dönüşen ve dönüştüren bir eylem anlamına geliyor. Bu sebeple Mexico Caddesi’ndeki Ulusal Kütüphane’nin koridorlarında dolaşırken de yalnız ve kalabalıktır, kendi zihin koridorlarında dolaşırken de. Ama sevdiği şehir, hatırladığı haliyle belleğine kazınan çocukluğu ve ilk gençliğidir. 1914'te Avrupa'ya gidip, 1920'de tekrar geri döndüğü şehrin hatırası, kendisinden daha güçlüdür. Hep geçmiş zaman Buenos Aires’inde yaşar ve yazar zaten. Mekânın içinden kendine doğru seslenir Borges. Sınırlamalar hükümsüzdür. Kongre adlı öyküsünde; “gövdemize ya da eski bir sakatlığa alışıldığı gibi alıştım” dediği yerdir aslında, oradan başlar düş şehrinin sınırları.
Buenos Aires bütün bir kıtanın en cazibeli ve en görkemli şehri. Olağan Latin-Avrupa esintisine rağmen, katıksız bir Arjantin platosu. Doğal anlamıyla birlikte yaşayan, engebesiz, sıcak ve asi bir mekân Buenos Aires, yani güzel havalar. Tarihsel-kültürel anlamda, her daim güneşli ve yağmurlu bir güney imgesini ruhunda barındıran, Latin Amerika güzellemelerinin yegâne beşiği. Peki rüya gibi bir şehir mi, hiç sayılmaz. Coşkun, hırçın, yorgun ve kendine özgü, Arjantin gibi. Borges burada doğdu, Maipu’da. Sokağa açılan tek kapı, veranda, kör kuyu ve yüksek tavanlar. Maipu yılları çok kısa sürdü ve ailesinin Palermo’ya taşınmasıyla asıl büyük hikâyesi de başladı.
Arjantin’in kalbi Buenos Aires, Buenos Aires’in kalbi Palermo! Tangonun, gangsterlerin ve tekinsizliğin başkenti. Vurdumduymaz yoksulluğun ta kendisi. Tehlikeli, tutkulu, karanlık. Borges’e göre Palermo; daracık balkonların birbirine benzeyen günlere açıldığı, incir ağaçlarının gölgesinin kerpiç duvarlara düştüğü ve yerfıstığı satıcısının kornasından yükselen ümitsiz notaların günbatımına doğru uçuştuğu bir yerdi. Borges’in edebiyat evrenine sızan kahramanlarının hikâyeleri, Palermo’nun arka sokaklarından bağımsız düşünülemez elbette. Bıçağın ve tangonun aynı anda dans ettiği sokaklarından taşan imgeler Borges’in zihninde büyüyerek, ileride yazacağı hikâyelerinin atmosferine bitimsiz bir fon olacaktır. Borges, Palermo’nun içindedir ama düellonun, kanunsuzluğun ve bilek gücünün iktidarına karşı, bir bahçe ve kütüphaneyle kurduğu kendi düş evrenine doğru kanatlanmayı da tercih edecektir kaçınılmaz olarak.
Borges’in şiir, deneme ve öykülerinde göze çarpan, genel anlatıyı besleyen baskın şehir-mekân atmosferinin ana kaynağı Buenos Aires’tir. Görmeyen gözlerinin ardından baktığı bir şehre, sokaklarını kılcal damarlarında hissedebilecek kadar yakın olmasının izahı ancak edebiyatla mümkün olabilir. Bu bir zor ve onun için hayat aynasıydı, bu mümkünü çok sevdi Borges. 1923’te yayımladığı ilk şiir kitabının adıyla bütün mümkünlerin kıyısında dolaşacağını ilan edecekti zaten: Buenos Aires Tutkusu.
Bıçak ve gitar. Labirent ve ayna. Borges ve Buenos Aires. Tutku varsa da Maradona’ya hiç yer yok. Burası Borges ile Maradona arasında kalsın… Gran Cafe Tortoni’de şiir matinesi, El Pais gazetesinde bir tefrika, Palermo’da bıçak dansı, Carlos Gardel’in sesinde son tango, günbatımına doğru uzanan tozlu sokaklar, Çikolata Kutusu stadyumunda Boca Juniors ve La Bombonera, dünyanın en güzel mezarlığı Recoleta, bir içe dönüş yokuşu San Telmo, uzun yürüyüşler atlası, Genovalı göçmen İtalyanların şarkısı, Plaza San Martin, River Plate’in kahverengi suları, Kuzey mezbahası, Maldonado Deresi, Guatemala Caddesi, Charita mezarlığı, Agüero Sokağı ve Borges’in başında duman diğer güzel havalar… Gülün Adı’ndaki kör kütüphaneci bir köşede bekliyor. Şöyle diyor Borges: “Buenos Aires engin bir kent, ne zaman bir düş kırıklığı ya da üzüntüyle kendimi sokaklarına atsam hiç beklenmedik bir teselli çıktı karşıma; kimi zaman bir gerçekdışılık duygusu, kimi zaman bir avludan gelen gitar sesi, kimi zaman farklı yaşamlarla buluşma.