İhvân-ı Müslimîn liderleri, dönemleri, etkileri
2011’de başlayan “Arap Baharı” ünvanlı türbülans sürecinde adını bütün dünyanın sıklıkla duyduğu İhvân’ın 91 yıllık uzun tarihinde, 8 genel başkan (“murşid-i âm”) gelip geçti. Hepsi de kendine has özelliklere sahip olan bu isimler, hem kendi dönemlerinden etkilendiler hem de yönettikleri geniş yapıyı şekillendirdiler. Tüm bu genel başkanların hayat hikâyelerinin ve siyasî serüvenlerinin bilinmesi, İhvân-ı Müslimîn’in serencâmının ve fikriyatının daha derinden kavranmasına yardımcı olacaktır.
Müslüman Kardeşler Teşkilâtı (Arapça adıyla: İhvân-ı Müslimîn, ya da kısaca: İhvân), 1928 yılının mart ayında, henüz 22 yaşında bir öğretmen olan Hasan el-Bennâ tarafından kuruldu. İngiltere’nin Mısır’daki siyasî, ekonomik ve kültürel nüfûzuna bir tepki olarak doğan hareket, ilk kez, nüfusunun ciddi bir kesimini işçilerin oluşturduğu İsmâiliyye kentinde teşkilâtlanmaya başladı.
İhvân’ın, başlangıç aşamasında iki temel hedefi vardı: 1) İslâm’ın her boyutuyla yeniden canlandırılması ve toplum kesimlerinde yaşanır hale getirilmesi, 2) Sosyal yardımlaşma ve dayanışma yoluyla, Mısırlıların karşı karşıya bulunduğu ekonomik ve sosyal problemlerin hafifletilmesi. Hasan Bennâ ve bir grup arkadaşının büyük bir şevkle gerçekleştirmeye giriştiği bu hedefler, o dönemde öylesine acil ihtiyaçlara karşılık gelmişti ki, hareketin kitlelerce benimsenmesi de uzun sürmedi. Kuruluşunun üzerinden henüz dört yıl geçtikten sonra, 1932’de İhvân, genel merkezini başkent Kahire’ye taşımış, Mısır’ın en örgütlü ve yaygın muhalefet hareketi haline gelmişti.
2011’de başlayan “Arap Baharı” unvanlı türbülans sürecinde adını bütün dünyanın sıklıkla duyduğu İhvân’ın 91 yıllık uzun tarihinde, 8 genel başkan (murşid-i âm) gelip geçti. Hepsi de kendine has özelliklere sahip olan bu isimler, hem kendi dönemlerinden etkilendiler hem de yönettikleri geniş yapıyı şekillendirdiler. Tüm bu genel başkanların hayat hikâyelerinin ve siyasî serüvenlerinin bilinmesi, İhvân-ı Müslimîn’in serencâmının ve fikriyatının daha derinden kavranmasına yardımcı olacaktır.
Hasan el-Bennâ (1928-1949)
İhvân’ın kurucu ve en karizmatik lideri Hasan Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, 15 Ekim 1906’da Mısır’ın Buhayra eyaletine bağlı Mahmûdiye kasabasında doğdu. İmam Ahmed bin Hanbel’in hadis külliyatına kapsamlı bir şerh kaleme alan babası Şeyh Ahmed Abdurrahman’ın (aynı zamanda saatçilikle meşgul olduğundan, “Sââtî” lakabıyla biliniyordu) terbiyesi altında, dinî bir ortamda büyüdü. Gençlik yıllarına kadar Kur’ân’ın tamamını ezberledi, İslâmî ilimler tahsiline başladı. Demenhur’daki öğretmen okulunu bitirdikten sonra, 1927’de İsmailiyye şehrine atandı ve 1946’daki istifasına kadar öğretmenlik mesleğini sürdürdü.
Çocukluk ve gençlik yılları Osmanlı İmparatorluğu’nun dağıldığı döneme denk gelen Hasan el-Bennâ, 1924’te hilâfetin ilga edilmesinin Müslümanlar arasında meydana getirdiği duygusal dalgalanma ve bocalamaya şahit olmuş, babasının ve arkadaşlarının güncel İslâmî ve siyasî meseleleri tartıştığı bir ortamda yetişmişti. Öğrenciliğinde arkadaşlarıyla birlikte “Haramları Önleme Cemiyeti”ni kurması ve 1919’da -henüz 13 yaşındayken- İngiliz sömürgesine karşı düzenlenen genel protestolara katılması da, onun aktivist yönlerinin erken işaretlerindendi. Muhammed Abduh, Reşid Rıza ve Cemâleddin Afgânî gibi isimlerin de eserlerine aşina olan Bennâ, Demenhur’da öğretmenlik okulundaki tahsili sırasında, karakterini ciddi şekilde etkileyecek olan isimle karşılaştı: Abdulvehhâb Husâfî. Şâzelî tarikatının bir kolu olan Husâfîlik yolunun üstadı Şeyh Abdulvehhâb, 1923 yılında bu istidatlı genci talebeliğe kabul etmişti. Hasan el-Bennâ, ömrünün sonuna kadar şeyhine sâdık ve muhib kaldığı gibi, kurduğu teşkilâtın birçok ilkesini oluştururken ve talebelerini yetiştirirken de Şeyh Abdulvehhâb’dan ilham alacaktı. 1927’de kurduğu “Müslüman Gençler Cemiyeti” (Cem’iyyetu Şubbâni’l-Müslimîn) ise, ertesi yıl temellerini atacağı teşkîlatın ilk nüvesini oluşturacaktı.
1928’in mart ayında, 6 arkadaşıyla (Hâfız Abdulhamîd, Ahmed Husarî, Fuâd İbrahim, Abdurrahman Hasbullah, İsmail İzz ve Zekî el-Mağribî) birlikte İhvân-ı Müslimîn’i kuran Hasan el-Bennâ, özellikle Kanal bölgesinde hızlı bir teşkilâtlanma başlattı. Kısa zamanda Arîş ve Port Saîd gibi önemli şehirlerde İhvân şubeleri açıldı. 1932’de -genel merkezin başkent Kahire’ye taşındığı yıl- teşkilâtın ilk dergisi yayına başlarken, 1936’da, henüz 16 yaşındaki Kral Fârûk’u, aniden ölen babası Kral Fuâd’ın yerine tahta çıkmak üzere Londra’dan Kahire’ye uzanan yolculuğunun İskenderiye durağında karşılayanlar arasında İhvân mensupları da vardı. Aktif siyasetten ve partileşmekten uzak durduğunu her halukârda vurgulasa da, Hasan el-Bennâ, Kraliyet yönetimiyle irtibat kurmak ve İhvân’ın resmen kabul görmesini sağlamak istiyordu. 1938’e gelindiğinde Mısır çapında 800’ü aşkın şube ve temsilciliğe ulaşan bir hareket için, bu mantıklı bir hedefti. Bennâ aynı zamanda Kral Fârûk’un kıdemli danışmanı Ali Mahir, Ezher Şeyhi Mustafa Merâğî, güçlü siyasetçi İsmail Sıdkî gibi isimlerle de dirsek teması içindeydi. Yine aynı gayeyle, İhvân’ın aylık dergisinin Ağustos 1942 tarihli nüshasının kapağına Kral Fârûk’un fotoğrafı basılmış, Hasan el-Bennâ da dergiyi bizzat takdim etmek için Kahire’deki Âbidîn Sarayı’ndan randevu istemişti.
Dinleyenleri hemen tesiri altına alan kuvvetli bir hatip olarak, Hasan el-Bennâ, Mısır’ın dört bir yanında konferanslar, sohbetler ve kamplar yoluyla binlerce insana direkt biçimde ulaşıyordu. Daha sonra “Risâleler” adıyla kitaplaşacak olan tüm bu konuşmalarda da açık bir şekilde ortaya serildiği gibi, Hasan el-Bennâ, toplumsal ve siyasal değişimin fertten başlayarak yukarıda doğru genişlemesi gerektiğini savunuyordu. “Müslüman fert”ten “Müslüman aile”ye, oradan “Müslüman toplum”a, sonrasında “Müslüman hükümet”e ve “Müslüman devlet”e ve nihayet “Müslüman âlemi”ne ulaşılacaktı. Tüm bu aşamalar terbiyeyle ve tedrîcîlikle kat edilecekti.
- İhvân mensupları önce kendilerini mükemmel biçimde yetiştirecekler, ardından ailelerini eğitecekler, sıra topluma ve ülkeye gelecekti.
Tüm bu faaliyetler sürdürülürken, bütün İslâm dünyasıyla birlikte Mısır’ı da bir mesele her seviyede meşgul ediyordu: Filistin’e Yahudi göçü. İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ve Nazilerin Yahudilere uyguladığı soykırımın ortaya çıkması bu göçü körüklerken, Hasan el-Bennâ’nın konuşmalarındaki “Filistin” vurgusunun tonu da yükseliyordu. 15 Mayıs 1948’de Arap ordularının İsrail’le ilk savaşına İhvân’ın da bir silahlı birlik göndermesi, bu anlamda kimseyi şaşırtmamıştı. Ancak, İhvân’ın hareketlerini ve ülke çapındaki faaliyetlerini zaten yakından izlemekte olan Mısır Başbakanı Mahmud Fehmi Nukraşî, bu adımı artık “bardağı taşıran son damla” olarak değerlendirdi.
- Devletin resmî ordusu ve güvenlik güçleri varken, İhvân’ın silahlı bir grubu donatması ve cepheye göndermesi, kabul edilemezdi.
1948 savaşı, İhvân bünyesinde yaklaşık 8 yıldır varlığını sürdüren özel bir silahlı grubun deşifre olmasına yol açmıştı. “Nizâm-ı Has” diye bilinen bu grup, İhvân’la Mısır hükümetleri arasındaki gerilimler sürecinin de en büyük nedenini oluşturacaktı. Mısır’daki İngiliz işgali ve Filistin’deki Siyonist işgale karşı kurulan Nizâm-ı Has, Abdurrahman es-Senedî’nin liderliğinde kısa zaman içinde Bennâ’nın kontrolünden çıkacak, sonraki mürşitlerin de en büyük baş ağrısı haline gelecekti.
Mısır hükümeti, 8 Aralık 1948’de, İhvân-ı Müslimîn’in dağıtılmasına ve bütün mal varlıklarına devletçe el koyulmasına karar verdi.
Karar, elbette teşkilât mensupları tarafından tepkiyle ve öfkeyle karşılandı. Oluşan tartışma ve kaos ortamı, Başbakan Mahmud Nukraşî’nin 28 Aralık’ta İhvân mensubu bir genç tarafından vurularak öldürülmesiyle sonuçlandı.
Hasan el-Bennâ, suikastı herhangi bir şekilde ima dahi etmiş olmamasına rağmen, teşkilât içinden böyle bir kişinin çıkabilmesi, Mısır yönetimini bütün ağırlığıyla İhvân’ı yok etme çabasına sevk etti. Nukraşî’den sonra başbakanlık koltuğuna oturan İbrahim Abdulhâdî’nin emriyle Mısır çapında İhvân’a yönelik kovuşturma başlatıldı, 4 binden fazla İhvân üyesi tutuklandı.
Hasan el-Bennâ’nın 12 Şubat 1949 akşamı, Kahire’nin merkezindeki Kraliçe Nazlı Caddesi üzerinde altı kurşunla vurularak öldürülmesi ise, teşkilâtın aldığı son ve en büyük darbe oldu. Bugüne kadar resmen ikrar edilmese de, Bennâ’nın, Mısır gizli servisinin kurbanı olduğu genel bir kabul durumundadır.
Hasan el-Hudaybî (1951-1973)
Karizmatik kurucu liderin henüz 43 yaşında öldürülmesi, İhvân-ı Müslimîn teşkilâtını ciddi bir şok durumuna sürükledi. Hasan el-Bennâ’nın yerini alacak isim arayışları başlarken, bir yandan da hükümetin teşkilât üzerinde kurduğu sıkı denetimin gevşemesi bekleniyordu. Bu şekilde, 14 ay boyunca İhvân lidersiz ve yöneticisiz kaldı. Nihayet, Başbakan Mustafa Nahhâs Paşa hükümeti, yeni liderin seçimi için toplantı yapılmasına müsaade edince, teşkilâtın yönetim kurulu (Mektebu’l-İrşâd), o tarihte İhvân üyesi bile olmayan Hasan Hudaybî’ye liderlik için teklif götürdü. Tanınmış bir hukukçu olan ve Hasan el-Bennâ ile özel dostluğu bulunan Hudaybî, o sırada 60 yaşındaydı. Teşkilâta üye olmasa da, sempatiyle bakıyordu. Ancak “genel mürşid” görevini kabul edemeyeceğini belirterek, bu vazife için teşkilât içinde gizli seçim yapılmasını istedi. Daha sonra ise, Mısır’ın dört bir yanından evine gelen İhvân temsilcilerinin ısrarı sonucunda, Hasan Hudaybî başkanlığı üstlenmek durumunda kaldı. 17 Ekim 1951 günü, Hasan Hudaybî, İhvân’ın ikinci genel mürşidi olarak ilân edildi.
1891’de Kalyûbiyye eyaletine bağlı Şibîn el-Kanâtır şehrinde dünyaya gelen Hasan Hudaybî, ilköğretimini Ezher’e bağlı bir medresede tamamladıktan sonra, modern eğitime intisap etti ve 1915’te hukuk fakültesinden mezun oldu. Stajyer avukatlığını Kahire’de bitiren Hudaybî, Mısır’ın çeşitli şehirlerinde hâkimlik yaptı, ardından 1933’te Kahire’ye yerleşti. İhvân’ın liderliği için hukukî vazifelerinden istifa ettiği sırada, Yargıtay’da müsteşarlık görevini yürütüyordu.
Hasan Hudaybî, kurucu liderini yitirmiş, devletin baskılarıyla karşı karşıya kalmış ve tükenmeye yüz tutmuş bir yapı devralmıştı. Bürokrasiyi ve Mısır hukuk sistemini çok iyi tanımasının da yardımıyla, Hudaybî, teşkilâtın toparlanması için çalışmalara hızla başladı. Görevi devralmasının üzerinden henüz 10 ay geçmişken gerçekleşen Hür Subaylar Darbesi (23 Temmuz 1952) ise, İhvân içinde ciddi bir ihtilaf sürecini de beraberinde getirecekti.
Kral Faruk’un devrilerek Mısır’da kraliyet rejiminin sona erdiği darbenin hazırlıkları sırasında, İhvân açık bir şekilde ordu mensuplarına destek vermişti. Hasan Hudaybî ve diğer yöneticileri böyle bir tercihte bulunmaya sevk eden sebepler, oldukça anlaşılır ve makuldü. Krallık yönetimi boyunca sürekli engellemeyle karşılaşan, kurucu liderini kaybeden ve yok olma tehlikesiyle yüz yüze gelen teşkilât, elbette bir “kurtarıcı” arıyordu. Darbeyi gerçekleştiren ordu mensuplarıyla ilk temaslar, 1948’de Filistin cephesinde sağlanmıştı. Muhammed Necîb, Cemal Abdunnâsır ve Enver Sedat gibi darbeci subaylar, İhvân’la alakayı hiç kesmemişler, aksine daha da güçlendirmişlerdi. Cunta, darbe hazırlıklarını yaparken, İhvân’ın Mısır’ın bütün şehirlerinde bulunan temsilcilikleriyle koordineli çalışmıştı. Cemal Abdunnâsır, İhvân’ın üst düzey yöneticilerinden Ahmed Hasan Bâkûrî’yi 1952’de Vakıflar Bakanı olarak atadı. Bâkûrî, 1959’a kadar sürdürdüğü bu görevi kabul ettikten sonra, İhvân bünyesindeki bütün görevlerinden istifa etti.
Orduyla ve devletle bu kadar iç içe geçilmesi, İhvân içinde önemli saygınlıkları bulunan Muhammed Gazâlî, Seyyid Sâbık ve Abdulmuizz Abdussettâr gibi isimlerin teşkilâttan ayrılmalarına yol açtı. Ancak, ilginç bir şekilde, kısa süre sonra Cemal Abdunnâsır yönetimi Gazâlî ve Sâbık’ı Vakıflar Bakanlığı bünyesinde istihdam ederek sistem içinde tutmayı başardı. Yine de, Hasan Hudaybî ve arkadaşlarının cuntayla kol kola girmesi, daha sonra ise devletin -Cemal Abdunnâsır’a 1954’te düzenlenen bir suikast girişimi bahane edilerek- İhvân’ı yeniden hedef tahtasına oturtması, teşkilât içindeki en ciddi ve büyük kırılmalardan biri olarak tarihe geçti.
1954’te teşkilât mensuplarına yönelik olarak başlatılan tutuklama ve yargılama furyasından, Genel Mürşid Hasan Hudaybî de nasibini aldı. Tutuklanan, idam cezasına çarptırılan ve 1961’e kadar zorunlu ev hapsinde tutulan Hudaybî, 1965’te yeniden hapse atıldı.
15 Ekim 1971’de Enver Sedat tarafından serbest bırakılıncaya kadar tutuklu bulunan Hasan Hudaybî, 11 Kasım 1973’te Kahire’de hayatını kaybetti.
İhvân’ın o zamana kadarki felsefesinin ve hareket tarzının aksine devletle ve orduyla yakınlaşılması, ardından da ordunun İhvân’ı tamamen yok etmeye yönelmesiyle birlikte Hasan Hudaybî’nin politikalarının sert biçimde sorgulanması, İhvân’dan yeni yapıların doğmasına yol açtı. Bu gruplardan birincisi, 1966’da idam edilen Seyyid Kutub’un fikirlerini takip eden ve kısaca kendilerine “Kutubcular” denilen kişilerdi. Hudaybî’nin kendisi de, Kutub idam edildiği sırada hapiste bulunmasına rağmen, “Kutubcular”, içinde bulundukları “zillet” halinden Hudaybî ve diğer İhvân yöneticilerini sorumlu tutuyordu.
Başını Şükrî Mustafa isimli bir öğrencinin çektiği “et-Tekfîr ve’l-Hicre” grubu, ayrılan ikinci sınıfı teşkil ediyordu. Toplum ve hükümetlerin kâfir olduğunu savunan bu marjinal grup, lider takımının 1977’deki idamıyla etkisini tamamen yitirdi. İhvân’ın içinden çıkan bir üçüncü grup ise, Cihâd-ı İslâmî’dir. Salih Seriyye ve Abdusselâm Ferac’ın liderliğindeki bu hareket, 6 Ekim 1981’de Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın bir Cihâd-ı İslâmî mensubu tarafından öldürülmesinden sonra tümüyle dağıtıldı. Tüm bu kopuşlara ve ayrılmalara rağmen, İhvân-ı Müslimîn yine de ana bünyesini tek parça halinde korumayı başardı.
Hasan Hudaybî, vefatından birkaç yıl önce (1969), yakın dönem İslâmî hareketlerin tarihinde en önemli metinlerden biri olan kült kitabını yazdı: “Davetçiyiz, Yargılayıcı Değil!” (Duâtun Lâ Qudât). Kitabın resmen piyasaya sunulması ise, Enver Sedat dönemindeki rahatlamayla birlikte mümkün oldu. 1977’de ilk kez yayımlanan kitapta Hudaybî, İhvân hareketinin temel inançlarını, felsefesini ve hedeflerini bizzat kendi kaleminden aktarıyordu. 211 sayfa ve 10 bölümden oluşan kitap, aynı zamanda Seyyid Kutub ve diğerlerine yönelik güçlü bir reddiye biçimindeydi.
Ömer Tilmsânî (1973-1986)
İhvân’ın ikinci mürşidi Hasan Hudaybî, tam 22 yıl bu görevde kaldıktan sonra, teşkilâttan çok sayıda insanın ve grubun ayrılmasına şahit olmuş, nihayet uzlet içinde hayata veda etmişti. Onun dünyadan ayrıldığı 1973 yılı, Mısır için daha önce görülmemiş bir özgürlük döneminin de başlangıcıydı.
Cemal Abdunnâsır’dan sonra cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Muhammed Enver Sedat, Mısır’dan Sovyetler Birliği ve komünizmin etkisini söküp atmaya karar vermişti. Bir yandan ABD ve Batılı ülkelerle saflar sıklaştırılırken, diğer yandan Sovyet danışmanlar kısa süre içinde sınır dışı edilmişti. Sedat, özellikle üniversitelerde yaygınlık gösteren komünizmle mücadele için de İhvân’la işbirliğine girişmişti. 1970’in sonbaharında görevi devralan Sedat, yıllardır hapiste tutulan İhvân üyelerine genel af ilân etmekle işe başladı. Hasan Hudaybî ve yönetici kadronun yanında, ünlü kadın davetçi Zeyneb Gazâlî de özgürlüğüne kavuşanlar arasındaydı.
- Sedat, daha sonra İhvân’ın kurumlaşmasının, ülke çapında yaygınlık ve etkinlik kazanmasının ve kadrolaşmasının da önünü açtı.
İhvân’ın üçüncü genel mürşidi Ömer Tilmsânî, işte bu açılım (“infitâh”) ortamında seçildi. Cezayir’den Mısır’a göç etmiş tüccar bir dedenin torunu olarak, 4 Kasım 1904’te Kahire doğan Tilmsânî, tıpkı selefi Hasan Hudaybî gibi hukukçuydu. Hasan el-Bennâ’ya 1933’te biat ederek İhvân saflarına katılan Tilmsânî, 1948 ve 1954’teki toplu kıyımlarda hapse atılan isimlerdendi. 1971’de Sedat’ın genel affıyla serbest kalan Tilmsânî, 11 yıllık cumhurbaşkanlığı döneminin son yılına kadar, Sedat’la oldukça yakın ilişkiler kurdu.
Ancak 1977’de Enver Sedat’ın Kudüs ziyaretinin ardından Mısır’ın İsrail’i resmen tanımasının yarattığı gerilim nedeniyle, Sedat’la Tilmsânî’nin de arası bozuldu. Sedat, 6 Ekim 1981’de suikasta kurban gitmeden hemen önce, Tilmsânî’yi hapse attırdı. Yine de, Ömer Tilmsânî, Enver Sedat’ın öldürülmesini kınayarak, onun “Hz. Osman gibi mazlum şekilde” öldürüldüğünü söyleyerek, herkesi şaşırtacaktı.
22 Mayıs 1986’da vefat eden Ömer Tilmsânî’nin Kahire’deki cenaze töreni, 300 bine yakın insanın katılımıyla gerçekleşti. Devletin resmi kurumlarının temsilcilerinin de üst düzey katılım gösterdiği törendeki kalabalık, Tilmsânî’nin toplumun her kesimiyle kurduğu direkt ilişkilerin neticesiydi.
Ömer Tilmsânî’nin 13 yıllık genel mürşidliği döneminde, İhvân’ın özellikle genç kuşakları hızlı bir şekilde hem kamusal alanda hem de siyasî arenada görünür hale geldiler. Abdulmun’im Ebu’l-Futûh, Muhtar Nûh, Ebu’l-Alâ Mâdî, Hilmî Cezzâr, İbrahim Za’ferânî ve İsâm İryân, bunların başlıcalarıydı.
Tilmsânî’nin görevde olduğu zaman dilimi, aynı zamanda, İhvân’ın siyaset sahnesine resmen atıldığı bir dönem olarak da dikkat çekti.
1986’da resmen siyasî parti kurma izni alan teşkilât, böylece o tarihe kadar hiçbir şekilde onaylamadığı “partili siyaset” sahnesine giriş yapıyordu. 1984’te Yeni Vefd Partisi’yle koalisyona girmiş olan teşkilât, bağımsız adaylar çıkarmıştı. 1987’de ise, İhvân mensupları bu defa İşçi Partisi saflarında boy gösterdiler. Bu dönemin bir diğer hususiyeti, İhvân’ın Avrupa’daki teşkilâtlanmasına hız verilmesiydi.
- İngiltere’nin başkenti Londra başta olmak üzere, İhvân birçok Avrupa şehrinde temsilcilikler açtı, Avrupa toplumuyla temasa geçmeye çalıştı.
Muhammed Hamid Ebu'n-Nasr (1986-1996)
İhvân’ın en silik ve en az eğitim almış genel mürşidi olan Muhammed Hâmid Ebu’n-Nasr, emlâk ve toprak zengini bir ailenin oğlu olarak 25 Mart 1913’te Mısır’ın Asyût eyaletine bağlı Menfalût kentinde dünyaya geldi. Dedesi, Ezher âlimlerinden Şeyh Ali Ahmed Ebu’n-Nasr idi. Ekonomik anlamda oldukça rahat bir ortamda büyüyen Muhammed Hâmid Ebu’n-Nasr, lise öğrenimini bile tamamlamadan, ailesinin emlâk varlığını yönetme işiyle meşgul olmaya başladı. Liseyi daha sonra dışarıdan tamamladı.
Hasan el-Bennâ ile 1933’te tanışan ve kendisine biat eden Muhammed Hâmid Ebu’n-Nasr, diğer İhvân üyeleriyle birlikte 1954’te hapse atıldı, 20 yıllık uzun bir hapis hayatından sonra, 1974’te Enver Sedat’ın affıyla salıverildi.
Hapis yıllarında işkenceye tahammülü ve fiziksel zorluklara katlanmadaki sabrıyla ün saldı.
Ömer Tilmsânî döneminde geliştirilen politikaları aynı şekilde devam ettiren Muhammed Hâmid Ebu’n-Nasr, İhvân’ın diğer siyasî partilerle ittifak kurma çabalarını yoğunlaştırdı. 1989 itibariyle İhvân, Şûrâ Meclisi’nde muhalefet konumuna yükselirken, 1992’de ilk kez belediye meclisi seçimlerine girdi. İhvân böylece tarihi boyunca ilk kez, “ana muhalefet” konumuna yükseliyordu.
Genel mürşidlik görevinin son yıllarında rahatsızlanan ve ciddi sağlık sorunları yaşayan Muhammed Hâmid Ebu’n-Nasr, görevini fiilen Mustafa Meşhûr-Me’mûn el-Hudaybî ikilisine devretti. Bunlardan bilhassa Mustafa Meşhûr’un, İhvân’ın perde arkasındaki yöneticisi olduğu kabul edilir.
Muhammed Hâmid Ebu’n-Nasr, uzun ve meşakkatli bir rahatsızlık döneminin sonunda, 20 Ocak 1996’da Kahire’de hayatını kaybetti.
Mustafa Meşhûr (1996-2002)
Kurucu lider Hasan el-Bennâ ile 1936 yılında tanışan ve kendisine biat eden Mustafa Meşhûr, 15 Eylül 1921’de Mısır’ın Şarkiyye eyaletinde dünyaya geldi. 1942’de, bilim ve teknoloji tahsiliyle üniversiteden mezun olduktan sonra meteoroloji alanında çalışmaya başladı. 1954’te diğer İhvân mensuplarıyla birlikte tutuklanan Meşhûr, görevinden azledilerek 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Tahliyesinin ardından, 1965’te yeniden tutuklandı ve Enver Sedat döneminde ilân edilen affa kadar hapishanede kaldı. Sedat’a 6 Ekim 1981’de düzenlenen suikasttan sonra Mısır’dan ayrılan Meşhûr, sonraki beş yıl boyunca Körfez ülkeleri ve Avrupa’da sürgünde yaşadı. Bu süreçte, İhvân’ın yurtdışındaki teşkilâtlanmasıyla ilgilendi. 1986’da, Ömer Tilmsânî’nin ölümünden hemen önce Mısır’a dönen Meşhûr, Muhammed Hâmid Ebu’n-Nasr’ın yeni genel mürşid seçilmesinde büyük rol oynadı.
Mustafa Meşhûr’un, Ebu’n-Nasr’ın 1996’daki ölümünden sonra İhvân’ın genel mürşidi olarak seçilmesi, hareketin tarihi içinde “Kabristan Biatı” adıyla anılır. Bunun sebebi de, kendisine, Muhammed Hâmid Ebu’n-Nasr’ın defni sırasında, kabristanda biat edilmiş olmasıdır. Biatın, Me’mûn el-Hudaybî’nin başını çektiği bir oldu-bittiyle gerçekleştirilmesi ve o zamana kadarki uygulamadan farklı olarak istişare ve seçim sonucu olmaması, İhvân içinde ciddi bir rahatsızlık uyandırdı. Müteveffâ mürşidin hastalığından istifadeyle teşkilâtı zaten kontrol etmekte olan Meşhûr-Hudaybî ikilisi, genç İhvân üyeleri tarafından yönetimi gasp etmekle suçlandı. Abdulmun’im Ebu’l-Futûh, İsâm İryân, Salah Abdulmaksûd, İsam Sultan ve Ebû Alâ Mehdî gibi isimler, Mustafa Meşhûr’a açıktan cephe olarak, kendisini kamuoyu önünde eleştirmeye başladılar.
Kriz, bu isimlerin, Vasat Partisi (Hizbu’l-Vasat) isimli siyasî bir oluşumu resmen meydana getirmeleriyle zirveye tırmandı. Yûsuf el-Karadâvî gibi önemli isimlerin de desteğini kazanan “yenilikçiler”, İhvân yönetimine danışma gereği bile hissetmeksizin, partinin kuruluşu için resmî başvuruyu yapmıştı. Ekip, İhvân yönetim kurulu olan Mektebu’l-İrşâd’dan yalnızca tek kişiye haber vermişti: Muhammed Mehdî Âkif. Yaşı diğer İhvân yöneticilerine yakın olsa da, özgürlükçü bir düşünceye sahip olan Âkif, bu genç kadroyla eskiden beri iletişim halindeydi.
Partinin kurulacağı anlaşılınca, Mustafa Meşhûr ve Me’mûn el-Hudaybî, “yenilikçiler” aleyhine şiddetli bir kampanya başlattı. Hem basın-yayın yoluyla hem de teşkilât içi iletişim kanalları üzerinden, partileşme temayülündeki İhvân üyeleri büyük bir dışlama faaliyetiyle karşı karşıya kaldı. Bunun üzerine bir de, Mısır Partiler Komitesi, Vasat Partisi’nin kuruluş dilekçesini reddedince, “yenilikçiler”in önündeki bütün seçenekler tıkanmış oldu. Abdulmun’im Ebu’l-Futûh ve İsâm İryân gibi bazıları İhvân bünyesine geri döndü, bazıları ise yapıdan tamamen ayrıldı.
Güçlü bir teşkilâtçı olan ve İslâm dünyasının bütün ülkelerinde bağlantıları bulunan Mustafa Meşhûr, telif ettiği çok sayıda kitapla, İhvân düşüncesini ve hareket metodunu ayrıntılı biçimde ortaya koydu.
- Kendisinin genel mürşidliği döneminde gerçekleşen 11 Eylül saldırıları, İhvân-ı Müslimîn Teşkilâtı’nın yeniden dünyanın gündeminde üst sıralara yükselmesine yol açınca, hareketin felsefesini ve ilkelerini uluslararası kamuoyuna izah etme adına İngilizce ve diğer dillerde yayınlar başladı.
Mustafa Meşhûr, bu anlamda, İhvân tarihi içerisinde bir geçiş dönemini ve dönüm noktasını teşkil eder. Kendisinin işbaşında bulunduğu altı yıllık kısa süreç, aynı zamanda İhvân kadrolarının Mısır siyasetinde, kamu kurumlarında ve meslek odalarında etkinliklerini artırdığı bir zaman dilimi olarak dikkat çeker. 1987 seçimlerinde İhvân’ın sloganı olan “İslâm, çözümdür” (el-İslâm huve’l-Hal) sloganını bulan isim de bizzat Mustafa Meşhûr’dur.
Muhammed Me’mûn el-Hudaybî (2002-2004)
Mustafa Meşhûr, 2002’nin şubat ayında, altı yıllığına yeniden genel mürşid olarak seçilmişti. Ancak aynı yıl 29 Ekim günü, evinin yakınındaki mescitte cemaatle ikindi namazını eda ettikten sonra geçirdiği beyin kanaması sonucu hastaneye kaldırıldı ve iki hafta komada kaldıktan sonra 14 Kasım’da hayatını kaybetti. Bu süre boyunca, onun bütün görev ve sorumluluklarını Muhammed Me’mûn el-Hudaybî üstlenmişti. Meşhûr’un ölümünden sonra, genel mürşidlik vazifesine Hudaybî’nin getirilmesi de doğal bir süreç olarak gelişti ve teşkilât içinde kabul gördü.
İhvân-ı Müslimîn Teşkilâtı’nın İkinci Genel Mürşidi Hasan el-Hudaybî’nin oğlu olarak, 28 Mayıs 1921’de Mısır’ın Sûhâc eyaletinin bir köyünde dünyaya gelen Muhammed Me’mûn el-Hudaybî, babası gibi hukuk eğitimi aldı. 1956’da Gazze’ye hâkim olarak atanan Hudaybî, aynı yıl İngiltere, Fransa ve İsrail’in Süveyş Kanalı’na düzenlediği üçlü saldırıda direniş hareketine katılan isimlerden biriydi. Çatışmalar sırasında esir düşen ve İsrail tarafından hapsedilen Hudaybî, serbest kalmasının ardından babasıyla birlikte İhvân-ı Müslimîn’in çalışmalarına iştirak etmeye başladı. 1965’te, bu defa Mısır hükümeti tarafından tutuklanan Muhammed Me’mûn el-Hudaybî, 1971’de Enver Sedat’ın emriyle salıverilen İhvân mensupları arasındaydı.
Ömer Tilmsânî’nin genel mürşidliği döneminde Mektebu’l-İrşâd üyeleri arasında bulunan Hudaybî, 1987’de parlamentoya girerek İhvân’ın sözcülüğünü görevini yürüttü. İhvân’ın Dördüncü Genel Mürşidi Muhammed Hâmid Ebu’n-Nasr’ın yönetimi sırasında, Mustafa Meşhûr’la birlikte teşkilâtı yöneten isim oldu.
2002’nin Ekim ayından 2004’ün başına kadar genel mürşidlik vazifesinde bulunan Muhammed Me’mûn el-Hudaybî, 9 Ocak 2004 günü evinde geçirdiği kısa bir rahatsızlığın ardından, 83 yaşında hayata veda etti.
Muhammed Mehdî Âkif (2004-2010)
Muhammed Me’mûn el-Hudaybî’nin ani ölümünden sonra, İhvân-ı Müslimîn’in 15 kişilik yönetim kurulu, yeni genel mürşidi seçmek için 14 Ocak günü acil gündemle toplandı. Yapılan gizli oylamada, Muhammed Mehdî Âkif, 9 oyla seçimi kazandı. Diğer adaylardan Hayrat Şâtır’a 5, Muhammed Habib’e ise yalnızca 1 oy çıkmıştı. Âkif, Şâtır ve Habib’i kendisinin yardımcılıklarına atadı.
12 Temmuz 1928’de -İhvân’ın kurulduğu yıl- Mısır’ın Dekahliye eyaletinde dünyaya gelen Muhammed Mehdî Âkif, ilk ve orta öğretimini Kahire’de tamamladıktan sonra, Spor Akademisi’ne girerek 1950’de mezun oldu. Akademiye devam ederken, 1948’de Hasan el-Bennâ ile tanışan ve İhvân’a intisap eden Âkif, teşkilâtın gençlik kamplarında eğitmen ve spor hocası olarak görev yaptı. 1954’te diğer İhvân mensupları gibi tutuklanan Muhammed Mehdî Âkif, 1974’te Enver Sedat tarafından affedilinceye kadar, tam 20 yıl hapis yattı. Özgürlüğüne kavuşmasından sonra, Mısır Bayındırlık Bakanlığı bünyesinde Gençlik Müdürü olarak tayin edildi. 1980-86 arasını Mısır dışında geçiren Muhammed Mehdî Âkif, Almanya’nın Münih kentindeki İslâmî Gençlik Merkezi’nde bir süre görev yaptıktan sonra, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bir dizi İslâm ülkesine ziyaretler yaptı, gençlik ve eğitim kamplarına katıldı, konferanslar verdi. Mısır’a döndükten bir yıl sonra, 1987’de İhvân-ı Müslimîn Mektebu’l-İrşâd’ına ve parlamentoda milletvekilliğine seçildi. 1996’da İhvân-ı Müslimîn Gizli Yapılanması’na (“Tanzîmu’l-Hass”) mensup olmakla itham edilerek hapis cezasına çarptırıldı, 1999’da tahliye edildi.
İhvân içindeki “şahin kanat” mensuplarından biri olarak kabul edilen Muhammed Mehdî Âkif, “yenilikçi” genç ekiplerle de sıkı bir temas içindeydi. Spor Akademisi çıkışlı oluşundan dolayı yıllardır sürekli gençlerle çalışan Âkif, teşkilât bünyesindeki kuşak çatışmalarında hep hakem ve başvuru mercii rolündeydi.
- Hasan el-Bennâ’yı bizzat görüp kendisine biat etmiş son genel mürşid oluşu da, ona ayrı bir saygınlık kazandırmıştı.
Muhammed Mehdî Âkif’in altı yıllık genel mürşidlik dönemi, İhvân içindeki çatışmaların sürekli hale geldiği dâhilî bir gerilim süreciydi. Kendisinin öncülüğünde hazırlanan teorik metinlerin teşkilât mensuplarınca sürekli eleştirildiği bu dönemde, Âkif’in yaptığı bazı basın açıklamaları da büyük tartışma meydana getirdi. Bunlardan en çok bilineni, 2005’te Mısır gazetelerine verdiği demeçte söylediği “Hüsnü Mübarek, itaat edilmesi gereken ‘ulu’l-emr’dir” sözüydü.
2009’un son aylarında, İhvân-ı Müslimîn içindeki yönetim krizi artık saklanamayacak boyutlara ulaştı. Muhammed Mehdî Âkif, eylül ayında vefat eden Mektebu’l-İrşâd üyesi Muhammed Halal’in yerine İsâm İryân’ı atamak istemiş, ancak genel kurulun direnişiyle karşılaşmıştı. Bu durum, Âkif’in 2010’un başında görevini bırakacağına dair daha önce söylediği söze daha sıkı sarılmasına yol açtı. Nihayetinde Âkif sözünü tuttu ve birkaç ay sonra görevini resmen bıraktı.
İhvân-ı Müslimîn tarihinde ilk kez, bir genel mürşid, ölmeden önce görevini bırakıyor ve yeni dönem için adaylığını koymuyordu. Teşkilâttan yönetim krizinin derinleşmemesi adına önce Mektebu’l-İrşâd için seçimler düzenlendi, ardından da genel mürşidin seçimi yapıldı. Muhammed Mehdî Âkif, 16 Ocak 2010 günü Kahire’de düzenlenen basın toplantısıyla, görevini resmen Muhammed Bedî’ye devretti. Yine İhvân tarihinde ilk kez, bir genel mürşidin isminin başına sağlığında “eski” ifadesi geliyordu.
3 Temmuz 2013’te düzenlenen askerî darbeden sonra, diğer İhvân mensuplarıyla birlikte tutuklanarak hapse atılan Muhammed Mehdî Âkif, 22 Eylül 2017’de hapishanede hayatını kaybetti.
Muhammed Bedî (2010-2013)
İhvân-ı Müslimîn Şûrâ Meclisi’nin 100 üyesinden 66’sının oyunu alarak genel mürşid seçilen Muhammed Bedî, 7 Ağustos 1943’te, pamuk tüccarı bir babanın oğlu olarak Mısır’ın Mahalletu’l-Kubrâ şehrinde dünyaya geldi. Temel eğitiminden sonra, Kahire Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’nden 1965’te mezun olarak iş hayatına atıldı. Bilahare aynı alanda akademik kariyer de yaptı, nihayet Zakâzîk Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı (1989). Mısır’ın çeşitli üniversitelerinde öğretim üyesi görev yaptıktan sonra, Yemen’e giderek orada veterinerlikle ilgili eğitimin altyapısının oluşturulmasında rol oynadı. Mısır’a dönüşünden sonra, iki dönem üst üste Veterinerler Odası başkanlığı yaptı.
Gençlik yıllarından itibaren İhvân-ı Müslimîn saflarına katılan Muhammed Bedî, 1965’te aralarında Seyyid Kutub’un da bulunduğu bazı İhvân mensuplarıyla birlikte tutuklandı, 15 yıl hapse mahkûm edildi. Bu cezanın 9 yılını hapiste geçirdikten sonra, 1974’te Enver Sedat tarafından affedilerek özgürlüğüne kavuştu. İhvân içinde “Seyyid Kutub’cu Kanat” olarak bilinen “şahinler” sınıfında değerlendirilen Bedî, 1999-2003 arasını hapiste geçirdi. 2008’de tekrar hapse atılarak içeride sekiz ay kaldı.
Genel mürşid seçildikten sonra, İhvân teşkilâtı içindeki ayrışma ve bölünmelerin halliyle meşgul olan Muhammed Bedî, ihtilafların uzlaştırılmasında büyük başarı sağladı. Hem Muhammed Mehdî Âkif ve onu destekleyen “yenilikçi”lerin hem de İhvân’ın eski tüfeklerinin desteğini kazanan Bedî, kendisinin Seyyid Kutub’cu kanatla olan bağlantılarının da yardımıyla, teşkilâtı yeniden yekvücut hale getirmeye muvaffak oldu.
2011’de patlak veren Arap Baharı ayaklanmalarının Mısır ayağında, gözler yeniden İhvân-ı Müslimîn üzerine çevrildiğinde, Muhammed Bedî ve yönettiği teşkilât, dünya kamuoyu tarafından yakından izlenmeye başladı. İslâm ve demokrasi, İslâm ve çoğulculuk, İslâm’da kadının yeri, devlet ve İslâmî ahkâm, gayri müslimlerin hakları gibi çok sayıda sıcak başlık üzerinden İhvân’ın duruşu tartışmaya açılırken, Bedî ve arkadaşları, sıklıkla dünya televizyonlarına ve gazetelerine konuk oldular.
- İhvân’ın genç kanadı böylece kendilerini daha iyi ifade etme imkânı bulurken, yaşlı kanat da yaşanan baş döndürücü sürece adapte olmaya çalışıyordu.
2012’de Muhammed Mursi’nin cumhurbaşkanı seçilmesi ve ardından yaşanan kısa süreli iktidar tecrübesi boyunca da Muhammed Bedî’nin önderlik ettiği İhvân-ı Müslimîn Teşkilâtı devamlı polemiklerin ve tartışmaların odağında yer almaya devam etti.
3 Temmuz 2013’te diğer İhvân yetkilileriyle birlikte tutuklanan Muhammed Bedî, idam cezasına çarptırıldı. Böylece, Hasan Hudaybî’den sonra, idam cezası olan ikinci genel mürşid olarak kayıtlara geçti. Muhammed Bedî, -2019 yılı temmuz ayı itibariyle- halen hapiste bulunuyor.
Mahmud İzzet, İhvân-ı Müslimîn Teşkilâtı’nın genel mürşidlik vazifesini, 20 Ağustos 2013 günü bu göreve vekâleten seçildikten itibaren, 28 Ağustos 2020'de tutuklanana kadar sürdürdü. 1944 Kahire doğumlu olan ve tıp alanında ihtisas yapan İzzet, 1981’den bu yana Mektebu’l-İrşâd’da görevliydi.