İsrail ile barışan adam: Enver Sedat
Enver Sedat, Cemal Abdünnâsır'dan çözümü imkânsız bir ekonomik ve diplomatik sorunlar yumağı devralmıştı. Mısır hiç olmadığı kadar zor günleri yaşıyordu ve böyle giderse Sedat, pasif yapısıyla ülkeyi daha kötü günlere sürükleyecekti. Ancak Sedat kısa sürede atacağı adımlarla herkese pasif birisi olmadığını gösterecekti.
Tüm gözler İsrail Parlamentosu Knesset’de
20 Kasım 1977’de milyonlarca Arap; çoğu gözlerine inanamayarak televizyonları karşısında Orta Doğu’nun en büyük askerî gücü, Arap dünyasının en güçlü ülkesi Mısır Cumhurbaşkanı’nın Kudüs’e gidip İsrail parlamentosu Knesset’te Mısır'ın İsrail'e barış teklifi yapmasını büyük bir şaşkınlık içerisinde izliyordu. 55 dakika süren konuşmada bir an olsun alkışı bırakmayan İsrail Parlamento’sunun milletvekilleri de tıpkı Suriye, Ürdün, Sudan, Filistin ve diğer Arap ülkelerindeki herkes gibi oldukça şaşkındı.
Hiç şüphesiz Arap-İsrail ilişkilerini ve Ortadoğu’daki dengeleri derinden etkileyen bu konuşma artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının da göstergesiydi.
Bu konuşmaya yol açan sebepler ne kadar çelişkili ve ilerideki anlaşmazlıklar ne kadar acı olsa da bu tarihî olay hiç şüphesiz 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasına benzeyen çok önemli bir olaydı ve dünya siyaset tarihinin unutulmayacak sahnelerinden birisi olmayı fazlası ile hak ediyordu.
- Konuşmayı izleyen milyonlarca Arap'ın ise tepkileri ve öfkeleri aynıydı ve tüm evlerden tek bir haykırış duyuluyordu: “HAİN SEDAT”
Tarihler 25 Aralık 1918’ü gösterdiğinde Mısır'ın Manûfiye eyaletine bağlı Mit Ebul Kûm köyünün fakir ailelerinden olan es-Sedat ailesinde tatlı bir heyecan vardı. Enver Muhammed El Sedat ve Sudan kökenli hanımı Sit El Berain bir çocuklarını daha dünyaya getirmenin mutluluğunu yaşıyorlardı. Yeni doğmuş olan bebeklerine meşhur Osmanlı paşası Enver paşaya ithafen Enver adını vermişlerdi.
Küçük yaşlardan beri ülkesindeki İngiliz askerî nüfuzundan rahatsız olan Enver Sedat, milliyetçilik duyguları ile büyümüş ve bu doğrultuda daha çocuk yaşlarda iyi bir asker olmanın hayalini kurmaya başlamıştı.
Bu hayali ise ilkokulunu köyünde okuduktan sonra Kahire’ye gidip Kraliyet Askeri Akademisi'nde okumaya başlayınca daha da ulaşılabilir bir hâl almaya başladı.
1938 yılında akademideki başarılı eğitim hayatının sonucunda Sinyal Kolordusuna atanan Enver’in askerî yeteneklerini komutanları fark etmiş olacak ki çok geçmeden asteğmen oldu ve orduda yükselmeye başladı.
Enver Sedat, II. Dünya Savaşı sırasında ülkesindeki işgalci İngiliz hâkimiyetine son vermek için Mihver Devletler'den yardım alarak çeşitli komplolara katılmış ve İngilizler tarafından hapse atılmıştı. Ancak Sedat, çok geçmeden hapisten kaçacak ve İngilizlere karşı mücadelesine devam edecekti.
Orduda kendisi ile aynı fikirleri paylaşan genç rütbeliler bulmakta gecikmeyen Enver Sedat, askerî ve fikrî olarak kendisini çok etkileyen Cemal Abdünnâsır ve diğer birkaç genç subayla ile birlikte, Mısır ve Sudan'ı İngiliz egemenliğinden ve kraliyet çürümesinden kurtarmak için gizli bir yapılanma ile Hür Subaylar Örgütünü kurmaya karar verdi.
Hür Subaylar örgütünün önde gelen ismi Cemal Abdünnâsır, Mısır milliyetçiliğinin ve panarabizmin savunucusu olan, Filistin davasında İsrail karşıtı söylemleri ile dikkatleri üzerine çeken birisiydi ve bu özelliği ile Hür Subaylar örgütünde sivrilen bir isim olmayı başarıyordu.
Enver Sedat ise Cemal Abdünnâsır’ı her yönden örnek alıyordu ve onun en büyük destekçisiydi. İkili beraber Arap-İsrail savaşlarına da katılacaklardı.
Böylelikle ileride Mısır’ın geleceğine ve Ortadoğu’nun siyasî tarihine damga vuracak ikilinin birlikteliği Hür Subaylar örgütü ile başlamış oldu. Sedat’ın Nâsır yanındaki pasif tavırları ve onun her dediğini onaylaması onun ileride “Nâsır’ın gölgesi, Nâsır’ın finosu” gibi isimlerle anılmasına sebep olacak hatta Enver Sedat'ın, düşmanları tarafından Nâsır’a karşı sıkça kullandığı “Evet Efendim Sedat” olarak anılmasına neden olacaktı. Enver Sedat böylece askerî ve siyasî yaşamında hep Nâsır’ın gölgesinde kalmayı, ön plana çıkamamayı sürdürecekti. Ancak onun hep yanında yer alacak ve bir an olsun yalnız bırakmayacaktı. Hatta oğluna Cemal ismini vermesi, Nâsır'a duyduğu derin saygıdan ileri geliyordu.
1948-1949 Arap-İsrail Savaşı
Bölgede bir Yahudi devleti kurulmasından rahatsız olan Araplar, I. Arap-İsrail Savaşı'nda (1948-1949) Filistin'i kurtarmak adına savaşa girme kararı aldıklarında, Mısır da savaşa kayıtsız kalamayarak Arap devletleri ile beraber savaşa dâhil olmuştu.
Savaş; Arap devletleri, özellikle Mısır’ın ağır yenilgisi ve İsrail’in kurulması ile son bulduğunda etkileri Mısır’da da hissedilecekti.
Savaş sonrası Mısır
Savaştan sonra kurulan yeni Yahudi devleti, İsrail’e karşı alınan ağır yenilgi ve İngiliz işgalinin kaldırılamaması, Mısır’da Kral Faruk yönetimine karşı büyük bir tepkiye ve milliyetçiliğin güçlenmesine neden olacaktı. Kral Faruk, skandal yaratan davranışları ve 1948-1949 Arap-İsrail savaşında Mısır’ı küçük duruma düşüren yenilgiden sorumlu tutulması sebebiyle iyice gözden düşmüştü. Nâsır ve arkadaşlarına göre bu yenilgi Kral Faruk ve sivil politikacıları ile yüksek rütbeli komutanlarının yozlaşmışlıklarından kaynaklanıyordu. İsrail savaşının intikamının alınması ve Mısır’ın artık kendi başına ayaklarının üzerinde durmasının sağlanması vatanseverlik göreviydi.
Hür Subaylar Darbesi
Mısır, kararlı ve istikrarlı bir liderin yokluğunda sürekli bir siyasal kriz ortamına sürükleniyordu. Savaşın ardından baş gösteren siyasî bunalım ortamında Mısır; istikrarsız günler yaşıyor, bir taraftan kurulan İsrail devleti, diğer yandan ülkedeki İngiliz işgali, Hür Subaylar Örgütünü harekete geçmeye zorluyordu. Bu başarısızlıkları Kral Faruk’un kötü ve yetersiz yönetimine bağlayan Cemal Abdünnâsır liderliğindeki Hür Subaylar Hareketi, böylece 23 Temmuz 1952'de Mısır Devrimi’ni gerçekleştirerek, Faruk’u tahttan indirecek ve Mısır’da krallığa son verip cumhuriyeti ilan edecekti.
Bu kısa süreli bir askerî müdahaleden başka bir şeydi, resmen rejim değişikliğiydi. Kendilerine inanan ve bu toprakların yerli unsuru olan, Batı’nın ihraç ettiği değil kırsallardan yetişen bir grup genç subay çok büyük bir iş başarmışlardı. Radyo ağları üzerinden Mısır halkına devrimi haber vermekle görevlendirilen subay ise Nâsır ’ın çok güvendiği isim Enver Sedat’tı.
Böylece, İngiliz işgaline karşı dillerden düşmeyen slogan nihayet hayata geçmiş oluyordu; “Mısır Mısırlılarındır.”
Darbeden üç gün sonra tahttan indirilen Kral Faruk, Kavalalı Mehmet Ali paşanın soyundan gelen son hükümdar olarak kraliyet yatıyla İskenderiyye’den ayrılıp hayatının sonuna kadar yaşayacağı Fransız Rivierasına giderken İngiltere, neredeyse kukla haline getirip her istediğini yaptırdığı önemli bir müttefikini kaybediyor, Sovyetler ise Nâsır’la yaklaşmanın yollarını arıyordu.
Cemal Abdünnâsır dönemi
Darbeden sonra Orgeneral Muhammed Necip’in devlet başkanlığına getirilmesine karşın, gerçek iktidar Nâsır'ın denetimindeki Devrimci Komuta Konseyi'nin eline geçmişti. Meydana gelen siyasi iç çekişmelerden sonra Nâsır, ülkedeki tüm muhaliflerini sindirerek tek söz sahibi olarak Cumhurbaşkanı seçildiğinde ise Enver Sedat’ı yardımcılığına atadı. Devrimcilerin politikacı ve yöneticilere dönüşmesi ile Enver Sedat gölgede kalmayı tercih etti ve başkan Nâsır’a yardımcısı olarak desteğini hep sürdürdü.
Böylece Nâsır mevcut sivil güç merkezlerini dağıtmış, ordudaki muhtemel rakiplerini temizlemiş ve Mısır içinde hâkim siyasal güç olarak yerini pekiştirmişti. Nâsır’ın Cumhurbaşkanı olması Mısır’ı Arap dünyasında liderliğe taşıyacak olan yeni bir sürece girildiğinin de habercisi olmuştu.
Süveyş’in millileştirilmesi
Nâsır’ın yaptığı ilk iş; ülkesinin senelerdir boyunduruğu altında tutan İngilizlere karşı Sovyetler Birliği'nin desteğini ve yardımını da alarak Süveyş Kanalını millileştirmek oldu. 1956 Süveyş Krizi olarak isimlendirilen olay, Mısır açısından askeri bir yenilgi olsa da Nâsır bunu politik bir zafere dönüştürmekte zorlanmadı. Çünkü ABD ve Sovyetler Birliği'nden gelen ağır siyasi baskılar, İsrail'in kuvvetlerini Sina Yarımadası'ndan çekmesine yol açmıştı. Ancak Nâsır bunu kendi zaferi gibi lanse edince Araplar bunu memnuniyetle karşıladılar.
Süveyş Kanalı, Britanya İmparatorluğu’nun can damarı olan, önemli bir kanal ve Batı sömürgeciliğinin sembollerinden birisiydi. Nâsır böylece kanala Mısır adına el koyarak milletinin başka ülkelerin çıkarlarına hizmet etmesine bir son vermiş oluyordu. Nâsır’ın bu cesur hareketi Mısır’da ve bütün Arap dünyasında büyük bir heyecanla karşılandı. Nâsır, İngiliz- Amerikan sömürüsünden kurtulduğunu ispat ettiği için Arap basınında bir kez daha göklere çıkarılıyordu.
Süveyş Kanalı millileştirilerek İngilizler pasifize edilince Nâsır, Sovyetler Birliği ile iyice yakınlaşmaya başlayacaktı.
Arap dünyasında yıldızı iyice parlayan Nâsır böylece Arap birliğinin temeli saydığı panarabizm düşüncelerini de uygulamaya koydu. 1958 yılı başlarında Mısır ve Suriye'nin Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında birleşmesine öncülük etti. Ertesi yıl Arap Sosyalist Birliği'ni kurunca Orta Doğu’da artık Arap birliğinin önde gelen ismi Nâsır ve ülkesi Mısır oluyordu.
Attığı adımlar ile Arap dünyasının olmak istediği her şeyi simgeliyordu. Nâsır; kararlı, bağımsız ve imparatorluk geçmişinden kurtarılmış, parlak Arap geleceğine yönelik yeni toplum inşa eden bir efsaneye dönüşüyordu.
- Çoğu başarıları gerçekten ziyade görünüşte olmasına rağmen, diğer Arap devletlerince de örnek alınmaktaydı ve öylesine baskın bir kişiliği vardı ki, “Nâsırcılık” ve “Panarabizm” gibi terimler onun sayesinde sözlüklerde yer buluyordu.
Nâsır'ın aynı dönemde İsrail'e karşı militan bir tutum takınması, Mısır'ın Orta Doğu sorununa daha yakından karışmasına ve silahlanmaya geniş kaynaklar ayırmasına yol açtı.
İsrail sorununu Arap dünyasında birliği sağlamanın önündeki en büyük engel olarak gören Nâsır, böylece İsrail’in yok edilmesini kafaya koymuştu. Bu doğrultuda Filistinlilerin özgürlük mücadelesine destek vermekten geri durmayan Nâsır’ın yardımıyla FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) kurulmuş oldu.
1967 Arap- İsrail Savaşı (Altı Gün)
Arap-İsrail çatışması, fiili savaşın olmadığı dönemlerde bile tarafların davranışlarını şekillendiriyordu.
İsrail tarafında Arap ittifakının muhtemel askerî gücünün korkusuyla sürekli güvenlik endişesi yaşanırken, Arap tarafında ise Nâsırcılık söyleminin aktif bir parçası olarak Filistin’i Siyonist işgalcilerin elinden kurtarmak en önemli hedef haline gelmişti.
Nâsır’a göre, İsrail karşısında askerî bir zafer kazanacak güç, ancak Arapların birleşmesiyle mümkün olabilirdi. Zira Araplar açısından İsrail, batı emperyalizminin yayılmacı koluydu ve İsrail’in Yahudi yerleşimine daha fazla toprak sağlamak için er geç Araplara saldırılacağına inanılıyordu.
1956 Süveyş Krizi sonrasında bölgede sürdürülmesi mümkün olmayan bir denge oluşturmuştu. Arap-İsrail sınırlarında karşılıklı sürtüşmeler yaşanmış, özellikle Suriye, Mısır ve Ürdün ile İsrail arasındaki problemler de devam ediyordu.
Mayıs 1967’de, Suriye Dışişleri Bakanı Hafız Esad sınırlarına saldırı olunca şöyle bir açıklamada bulundu:
Bizim kuvvetlerimiz sadece böyle bir saldırıyı geri püskürtmek için hazır değildir; özgürlük hareketimizi başlatmak ve Arap yurdundaki Siyonist varlığı da tamamen yok etmek için hazırdır. Suriye Ordusu’nun parmakları tetiktedir. Ben, bir asker olarak savaşı bitirecek bir çatışmaya girme zamanımızın geldiğine inanıyorum.
Bu açıklamanın ardından 27 Mayıs 1967'de Arap ticaret birliğindeki konuşmasında Nâsır; "Eğer İsrail, Suriye veya Mısır'a saldırırsa bu bir genel savaştır ve Suriye ile Mısır sınırlarındaki noktalardan ibaret bir savaş olmayacaktır. Savaş bir genel savaşa dönüşecektir ve en büyük görevimiz İsrail'i yok etmektir." deyince artık bölgede gerçekleşecek üçüncü bir Arap-İsrail savaşı kaçınılmaz oldu.
Mısır, bu konuşmadan sonra “gemilerin İsrail’e stratejik malzemeler” götürdüğü gerekçesiyle Tiran Boğazını tüm gemilere kapattı. İsrail’in, Akdeniz’den yaptığı ticaretlerde en çok bu yolu kullanıyor olması savaşı kaçınılmaz hale getirmişti. Böylece İsrail’e göre boğazın kapanması bardağı taşıran son damla olmuştu.
- Başbakan Levi Eşkol hükümeti, Tiran Boğazının kapatılmasına da İsrail’e karşı büyük bir tehdit oluşturan Nâsır’ın etrafındaki dayanışma bloğuna da daha fazla izin veremezdi.
İsrail kabinesi acil toplanarak oluşan bu tabloya askerî harekâtla karşılık verilmesini kararlaştırdı ve savaş resmen başlamış oldu.
5 Haziran 1967 sabahı şafak söker sökmez İsrail Hava Kuvvetleri Mısır üslerine saldırdı. Daha savaş uçakları yerinden havalanamadan bu saldırıyı beklemeyen Mısır hava kuvvetlerinin neredeyse tamamını imha ettiler.
Suriye ve Ürdün de savaşa girince İsrail pilotları, onların da hava kuvvetlerini saf dışı bıraktı. Hava üstünlüğünü böylece elinden bırakmayan İsrail ordusu, Mısır ordusunu Sina’da yenip Süveyş Kanalının doğu kıyısına kadar yürüdü. Kudüs bölgesinde ise İsrail kuvvetleriyle çarpışmaya giren Ürdün, Doğu Kudüs’ten ve Şeria nehrinden çekilerek batı Şeria’yı İsrail’e bırakacaktı.
Savaşta böylece üstünlüğü ele geçiren İsrail kuvvetleri, hiç beklemeden bütün gücüyle Suriye’ye yüklenerek Golan Tepelerini de Suriye’nin kontrolünden çıkarmış oluyordu.
Böylece Araplar açısından kâbus gibi geçen altı günden sonra ancak ateşkes imzalanacaktı. İsrail’i haritadan silmek üzere harekete geçen üç Arap devleti, büyük toprak kayıpları vererek savaşı noktalıyordu.
- İsrail sadece altı gün içinde üç Arap devletini yenmiş, Ürdün’den Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze şeridini, Mısır’dan Sina’yı ve Suriye’den de Golan Tepeleri'ni alarak sadece altı günde topraklarını 3 katına çıkarmış ve nüfusuna 1,5 milyon Arap dâhil etmişti.
Hiç şüphesiz Arapların yenilgisi hem maddi hem de psikolojik açıdan çok pahalıya mal olmuştu. Filistin’i kurtarmaya yemin etmiş Arap devletleri askerî bakımdan çökmüşlerdi ve askerî pazarlık güçlerini tamamen kaybetmişlerdi.
Savaş sona erdiğinde yeni Arap rejimlerinin de tıpkı selefleri kadar yozlaşmış işlevsiz ve beceriksiz oldukları ortaya çıkmıştı. Savaşta istihbarat ve hava kuvvetleri gücünü ustalıkla kullanan İsrail tarafında ise alınan bu büyük zaferin ardından Arap devletleri ile uzlaşma ve pazarlık için yeterli kozlar geçmişti ve aceleye hiç gerek yoktu.
Enver Sedat’ın da bakan yardımcısı olarak hezimeti yaşadığı savaş; İsrail ordusu adına büyük bir zafer, Arap devletleri adına küçültücü bir felaket ve Nâsırcılığa vurulan ağır bir darbe olmuştu. Üstelik savaş sonrasında yapılan soruşturmalar Mısır ordusundaki yolsuzlukları ve kötü yönetimi ortaya çıkarınca Nâsır rejimi bundan oldukça zarar gördü.
Savaş sonucunda İsrail bölgede gücünü ispatlarken bölgedeki günümüz Amerikan hegemonyası da şekillenmeye başlamış oldu. Panarabizm düşüncesinin çöküşü başladı. Bu savaştan sonra Arap politikası da tamamıyla değişti. Artık İsrail’i yok edemeyeceğini anlayan Arap ülkeleri Panarabizmi terk etti ve her bir ülke İsrail’e kaptırdıkları toprakları geri almanın ayrı ayrı peşine düştü.
Nâsır’ın ölümü
Tarihler 9 Haziran'ı gösterdiğinde ise, Nâsır gelinen bu süreçte bütün sorumluluğu üstlenerek canlı yayında gözyaşları içerisinde istifa ettiyse de yaygın kitle gösterileri nedeniyle ertesi gün bu kararını geri alacaktı. Ancak savaş sonrası dönemde radikal çizgisinden giderek uzaklaşan Nâsır çağının sonunu getiren gerçek ise, hiç şüphesiz İsrail hava kuvvetlerinin 5 Haziran 1967 sabahı başlattıkları saldırı ve devam eden süreç olmuştu.
28 Eylül 1970'te ise bir döneme damgasını vuran, Panarabizm söyleminin etkin şahsiyeti Nâsır Arap liderlerle yaptığı bir zirve sonrası, ağır bir kalp krizi geçirerek vefat etti.
Batının kucağından ve onunla ilişkili her şeyden kopma çabası içine giren, Arap birliği söylemleri Bağdat’tan Şam’a Trablus’tan Cezayir’e kadar milyonlarca kişi tarafından benimsenen Nâsır böylece tarih sahnesinden ardında büyük bir iz bırakarak ayrılıyordu.
Prestijine inen darbelere rağmen Nâsır’ın ölümü gerçek bir şok etkisi yaratmış, ülke yasa boğulmuştu. Ölümünün ardından Arap dünyası Nâsır’ın yasını tutmak ve onsuz geleceği düşünmek için kendi aralarındaki rekabeti geçici olarak durdurmuştu. Nâsırın ölümüyle uyandırdığı umutlar da tıpkı Süveyş Kanalı boyundaki Mısır kentleri gibi paramparça olmuştu. Aynı şekilde onun vaatleriyle uyandırdığı Araplar da bir umutsuzluk ve düş kırıklığı dönemine girdiler.
Doktorları ölüm nedenini; damar sertliği, varis ve diyabet hastalığının olduğunu açıklasa da Nâsır yenilgiyi hazmedememenin verdiği üzüntü girdabı ile ölümle kucaklaşmıştı.
Nâsır'ın ölümü Arap ülkelerinde ve dünyada şok etkisi yarattı. 1 Ekim'de Kahire'de düzenlenen cenaze törenine ise 5 milyon kişi katıldı. Kalabalığın uzunluğu 10 kilometreyi buluyordu. Suudi Arabistan Kralı Faysal hariç tüm Arap liderler cenazeye katıldı. Arafat ve Kral Hüseyin açıkça ağlarken, Libya lideri Muammer Kaddafi üzüntüden iki kez bayıldı. Lübnan’da çıkan Le Jour gazetesi Nâsır'ın ölümünü, "100 milyon Arap yetim kaldı." manşetiyle duyurdu.
Cenaze töreni biter bitmez gözyaşlarını silmekte zorlanmayan Sedat ise; “Artık benim sıram.” diyecekti.
Enver Sedat
Nâsır’ın vefatından sonra oluşan komite Enver Sedat’ı iki hafta içinde başkan ilan etti. Muhtemelen Sedat, Mısır devleti için geçici bir çözüm olarak düşünülmüştü. Sedat’ın zayıf bir adam olduğunu ve perde arkasından onu idare edebileceklerini düşünmüşlerdi. Ancak herkes biliyordu ki Sedat, Nâsır’ın ardından oluşan bu büyük boşluğu doldurmak için istenen kişi değildi. Bu yüzden kısa sürede değiştirileceği düşünülüyordu. Üstelik işi epey zordu.
Ülke ve özellikle ordu Altı Gün Savaşının hezimetini hâlâ yaşarken, savaşın getirdiği ekonomik bunalımlar başlamış bir de bunun üstüne kahraman gördükleri Nâsır vefat etmişti. Sedat, Nâsır'dan çözümü imkânsız bir ekonomik ve diplomatik sorunlar yumağı devralmıştı. Mısır hiç olmadığı kadar zor günleri yaşıyordu ve böyle giderse Sedat, pasif yapısıyla ülkeyi daha kötü günlere sürükleyecekti. Ancak Sedat kısa sürede atacağı adımlarla herkese pasif birisi olmadığını gösterecekti.
- Sedat’ın ilk işi iç siyasetteki yerini sağlamlaştırmak oldu. Bütün muhalifleri tutuklattı ve vatan hainliği ile suçladı.
Böylelikle hükümetteki tüm muhalifleri temizlemiş ve iktidarını pekiştirmiş oldu. Ülkedeki güç savaşını kazandıktan sonra Sedat dikkatini tekrar uluslararası ilişkilere çevirdi.
Sedat, yüzünü Sovyetlerden ABD’ye çeviriyor
Ondan sonra 'yenileme devrimi' sloganı altında siyasal ve ekonomik liberalleştirmeyi ilan etti ve 1972 Şubat ayında hiç beklenmeyen ani bir kararla Mısır'daki Sovyet askerî heyetinin 8 bin üyesini ülkeden çıkarttı. Sedat aldığı bu kararla büyük bir yankı uyandırmış bir yandan Sovyetlerin tepkisini çekerken diğer yandan ABD’nin ilgisini çekmeye başlamıştı. Sedat’ın da istediği tam olarak buydu. Çünkü İsrail’le savaş ve barış yapmama durumu Mısır ekonomisinden yılda yüz milyonlarca dolar götüren askerî masrafı gerektiriyordu. Mısır'ın ekonomisini yeniden inşa etmek için barışa ihtiyacı vardı ancak 1967 askerî zaferiyle kendine güveni tam olan İsrail, ABD'nin cömert yardımıyla da ekonomisini düzelttiğinden güçlü durumundan ödün vermeye gerek duymuyordu.
Savaşta yenilmiş, ekonomi de ise oldukça borçlu durumda olan ve Süveyş'ten Gazze'ye kadar toprakları İsrail'in işgalinde olan Mısır'ın elinde ise bir koz yoktu. Sedat, İsrail'in pazarlık durumunu değiştirme gücünün sadece Amerika Birleşik Devletleri'nde olduğunu biliyordu. Sovyet danışmanlarının gönderilmesi; ABD'ye Sovyetler Birliği'nden bağımsız olduğunu ve Mısır'ın İsrail'le anlaşmazlığında ABD'nin diplomatik müdahalesine açık olduğunu göstermek için göze aldığı büyük bir riskti. Ancak Sedat'ın bu hamlesi ABD ve İsrail tarafının umurunda bile değildi.
- Sedat’ın dış politika anlayışı böylece Nâsırcı modelden bir kopuş ve onun izlediği hedeflerden farklı bir hedefti. “İsrail ile barış” sözcüklerini birbirine yakınlaştırmakta bir beis görmeyen Sedat, Mısır halkı ve özellikle de ülkesindeki etkin İslâmî hareketler ile farklı düşünüyordu.
Sedat bir ifadesinde "Eğer, Orta Doğu bir deste kâğıtsa, Amerika bunun %99’unu elinde tutuyor." demişti. Sedat Orta Doğu’nun kaderinin Amerika'nın elinde olduğuna şimdi her zamankinden daha fazla inanır olmuştu.
Yom Kippur Savaşı
Sedat içine girdiği diplomatik çıkmazdan kurtulmak ve ABD-İsrail tarafından ciddiye alınmak için savaşı bir diplomasi aracı olarak kullanmaya karar vermişti. İsrail’in hor gören tavrından ve Amerika’nın küçümsemesinden incinen Sedat ciddiye alınmasının tek yolunun saldırgan olmaktan geçtiğine karar vermişti.
Çünkü Mısır ordusu İsrail’i hâlâ yok edebilecek güçte olduğunu gösterebilirse belki o zaman ABD araya girmeyi kabul edip hâmiliğini üstlendiği İsrail’in sert tutumunu yumuşatabilirdi. Sedat bu hedefe varabilmek için Sovyet desteğini alarak Suriye’yi de savaşa ikna etmişti ve hiç ummadığı anda Tel Aviv savaşı kapısında bulacaktı. Böylelikle hem diplomasi masası kurulacak hem de Mısır halkının gözünde Sedat istediği konuma gelebilecekti.
Mısır ve Suriye, İsrail’e beklemedikleri bir zaman olarak Yahudilerin kutsal günü Yom Kippur gününde saldıracaklardı. Üstelik Ramazan ayı olduğu için İsrail tarafı da ihtiyatlı davranmakla beraber savaş beklemiyordu.
Böylece 6 Ekim 1973’te Mısır birlikleri Süveyş Kanalına saldırırken, Suriyeliler de Golan Tepelerindeki İsrail mevzilerine saldırdılar. Mısırlılar kanalın doğu kıyısındaki Bar Lev hattını yarıp İsrail mevzilerini ele geçirerek şaşırtıcı bir başarı kazandılar. Bu, Mısır ordusu adına büyük bir zaferdi. Çünkü ordu hızlı bir şekilde kanalın öte yakasına 80 bin asker geçirmiş ve sadece 200'ünü kaybetmişti. Böylelikle Sedat, İsrail karşısında yirmi beş yıllık yenilgiden sonra askerî zaferin simgesi olmuş ve ordu aradığı morali bulmuştu.
Mısır birlikleri kanalın karşı kıyısına geçtikten sonra daha ileri gitmediler. İlerlemeyi durdurdular ve kanalın doğusunda mevzilendiler. Çünkü Sedat’a göre daha ileri gitmek için bir sebep yoktu; sınırlı hedefler elde edinilmişti. Ancak Hafız Esad’a Sedat’ın gizli diplomasisi hakkında hiçbir bilgi verilmemişti. Sedat’a göre büyük bir saldırı yapılmıştı ve bu da yeterliydi, daha fazla ilerlemeye niyeti yoktu.
Sedat, Mısır'ın askerî bir güç olduğunu ortaya koymuş, işgal altındaki Mısır topraklarının bir kısmını geri almış ve ABD’ye İsrail üstünlüğüne her zaman güvenilemeyeceğini göstermişti. Mısır kuvvetleri böylece mevzilerine yerleşip uluslararası diplomasinin devreye girmesini beklediler. Ancak Mısırlılar avantajlarını sürdürmeye devam etmemekle, İsraillilere Suriye cephesini tahkim etmelerine ve Mısır mevzilerine karşı saldırıya geçmelerine imkân sağlamışlardı.
Bu bekleyişten faydalanan General Ariel Şaron komutasındaki İsrail ordusu 16 Ekim'de Mısır mevzilerini yardı ve Süveyş Kanalı'nın batı kıyısına geçti. Bu manevra Mısır Ordusu'nu kapana kıstırdı ve Kahire'yi Şaron'un tanklarının menziline soktu. Böylece çatışmanın seyri bir anda değişti. Geçişin sağladığı avantajları kaybetmek istemeyen Sedat artık ateşkesi kabul etmeye hazırdı. Ateşkesten sonra ise Sedat’ın uzun süredir beklediği ziyaret nihayet gerçekleşiyordu ve sonunda Henry Kissinger barış görüşmeleri için Kahire’ye geldi.
- ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ve SSCB Dışişleri Bakanı Andrei Gromiko'nun 22 Ekim'de sunduğu ateşkes anlaşması, Mısır, İsrail ve bir süre sonra da Suriye tarafından kabul edildi.
ABD ve İsrail tarafını bu anlaşmaya iten başka bir sebep ise petroldü. Yom Kippur Savaşı petrol sanayisinin çehresini değiştirmiş ve petrol üreten ülkelere daha önce elde edebilecekleri düşünülemeyen düzeyde bir güç vermişti. 17 Ekim'de Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü'nün (OPEC) Arap üye devletleri, Suriye ve Mısır'a jest olarak; İsrail, işgal ettiği Arap topraklarından çekilene değin petrol üretimini yüzde 5 kısacaklarını ilan etti.
İki gün sonra Suudi Arabistan Kralı Faysal, ABD'ye petrol sevkiyatını tümden durdurdu. Petrol fiyatları aşırı derecede bir anda artınca, petrol unsuru Washington'ın Arap-İsrail çatışmasının barışçı yolla çözülmesi girişimlerini yoğunlaştırmasına neden oldu. Böylece Sedat hedefine ulaştı ve 1975 Eylül ayında imzalanan anlaşma ile İsrail birlikleri Sina’dan çekildi ve ardından ABD tekrar açılan Süveyş Kanalının imarına katkıda bulundu ve Kahire’ye ekonomik yardım yapmaya başladı. Böylece ABD, bölgede İsrail aleyhine en güçlü askerî adımı atabilme potansiyeline sahip Sedat’ı yanına çekme hazırlıklarına başlamıştı.
Ekonomik program
Ateşkes zamanındaki tehlikeli askeri duruma rağmen Yom Kippur Savaşı, Sedat adına siyasal bir zaferdi. Kendini savaşın kahramanı olarak gösteren Sedat, Mısır halkının gözünde popüler olmanın keyfini çıkarırken, onlara ekonomiyi düzelteceğine ve ülkeye çok önemli yararlar sağlayacağına söz veriyordu. Mısır'ın ekonomisi oldukça kötü durumdaydı. Çoğunluğu Sovyetler’den alınan silahlar yüzünden çok büyük bir dış borç, büyük bir savunma bütçesi ve yüzde 20'yi aşan enflasyonu ülkenin sırtında bir kamburdu.
- Sedat kamu sektörünün rekabetten uzak ve verimsiz kaldığını iddia ediyordu. Bu yüzden, hem iç hem dış sermaye yatırımı için teşvikler getirerek ekonomiyi liberalleştirme amacındaydı. Yeni ekonomik programa 'açılış' (el-İnfitah) adı verildi; program yabancı yatırımını teşvik etmeye ve böylece ekonomiyi iyileştirmeye yönelikti.
İnfitah, kamu sektörüyle bağları olacak kadar şanslı özel sektör girişimlerine gayet kârlı fırsatlar sunmaktaydı. Özel müteahhitler Süveyş Kanalı boyundaki kentleri yeniden inşa ederek ve Kahire'de başlayan inşaat patlamasından yararlanarak büyük paralar kazandılar. Ancak İsrail’le gerilimin azalmasının yarattığı yatırım iklimine rağmen yabancı sermaye Mısır'a gelmiyordu. İnfitah’ tan yararlanan yatırımcılar da kazandıkları parayı apartman veya iş kulelerine ya da lüks oteller gibi turizmle ilgili alanlara kaydırıyorlardı.
Ekonomik program Sedat’ın beklediği gibi olmamış ve Mısırlıların gözünde, İnfitah acı bir düş kırıklığı olmuştu. Sedat’ın çevresindeki az sayıda zenginin işine yaramış ama genelde halka elle tutulur bir yarar getirmemişti.
Mısır halkı öfkesini hükümet aleyhine gösterilerle dile getirdi. Kalabalık, Kahire'de rejimin kontrol sembolleri olan karakollara ve Arap Sosyalist Birliği merkezine saldırdı. Göstericilerin sloganlarının çoğu Sedat'ın 1973'ten beri sık sık verdiği boş vaatleri hatırlatıyordu. "Ey Süveyş’in kahramanı, ekmeğimiz nerede?" sloganı, propaganda yapan ama yiyecek sağlayamayan devlete gönülden yükselen bir serzenişti. Ekonomik politikalarda bir çözüm yolu üretmeyince çareyi İsrail ile barış yapmakta bulan Sedat, 9 Kasım 1977’de Mısır millet meclisinde bir konuşma yapacaktı.
Ancak Sedat’ın bu konuşmasına hiç kimse hazırlıklı değildi. Sedat’ın; “Eminim bu yaptığım konuşma İsraillileri çok şaşırtacak. Onların parlamentosu Knesset’e gitmeye ve onlarla pazarlık masasına oturmaya hazırım.” sözlerine mecliste bulunanlar inanamamışlardı ve Sedat’ın o kadar ileri gidebileceğini tahmin edememişlerdi.
Böylece iç huzursuzluğun artması ve İnfitah'ın kalıcı başarısızlığı üzerine Sedat, İsrail'le anlaşmanın Mısır'ın ekonomik durumunu düzelteceği umuduyla diplomatik girişimlerini yeniledi. 1977 gösterilerinden on ay sonra Sedat, Kudüs'te İsrail Knesset'inde konuşuyordu ki, bu Mısır'ın iç sorunlarıyla Sedat'ın dış politika girişimleri arasındaki yakın ilişkinin açık bir ifadesiydi.
- 17 Kasım 1977’de Tel Aviv’deki Ben Gurion havaalanına indiğinde çok inançlıydı. Tüm dünyanın gözü üzerindeyken o dünya sahnesinde olduğu için epey memnundu.
Hep sahnedeki bir aktör olmak istemişti ve aradığı fırsatı nihayet yakalamıştı. Bir zamanlar Mısır Başkanı olarak ABD ve İsrail tarafından rağbet görmemenin acısını çeken Sedat şimdi ise barış getiren aktör unvanının tadını çıkarıyordu. İsrail ve ABD onu kendisine önemli hissettirmişti.
Camp David Anlaşması
20 Kasım 1977’de çoğu gözlerine inanamayan milyonlarca Arap televizyon seyircisi, Orta Doğu’nun en büyük askerî gücünün ve Arap devletlerinin en güçlü ülkesi Mısır Cumhurbaşkanı'nın Kudüs’e gidip İsrail parlamentosu Knesset’te Mısır’ın İsrail’e barış teklifi yapmasını büyük bir şaşkınlık içerisinde izliyorlardı. 55 dakika süren konuşmada bir an olsun alkışı bırakmayan İsrail Parlamento’sunun milletvekilleri de tıpkı Suriye’de, Ürdün’de, Sudan’da, Filistin’de ve diğer Arap ülkelerindeki herkes gibi oldukça şaşkındı.
Hiç şüphesiz Arap-İsrail ilişkilerini ve Ortadoğu’daki dengeleri derinden etkileyen bu konuşma artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının da göstergesiydi. Bu konuşmaya yol açan sebepler ne kadar çelişkili ve ilerideki anlaşmazlıklar ne kadar acı olsa da bu tarihî olay hiç şüphesiz 1989’da Berlin Duvarının yıkılmasına benzeyen çok önemli bir olaydı ve dünya siyaset tarihinin unutulmayacak sahnelerinden birisi olmayı fazlası ile hak ediyordu.
Konuşmayı izleyen milyonlarca Arap'ın ise tepkileri ve öfkeleri aynıydı ve tüm evlerden tek bir haykırış duyuluyordu: “HAİN SEDAT”
Sedat'ın Kudüs'e gidişi böylece İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesinin Mısır olduğu anlamına geliyordu. Her fırsatta İsrail’i haritadan sileceğini ifade eden Nâsır gitmiş yerine İsrail’in ayağına kadar giden ve barışa pek hevesli Sedat gelmişti. Sedat, kendine göre Batı ile ilişkilerini düzeltmiş ve âdeta bir batı hayranına dönüşmüştü. Sedat’ın tıpkı İsrail gibi ABD’nin yakın dostu olması halinde Mısır için her şeyin daha iyi olacağı gibi bir hayali vardı. Bunun Mısırlılar için kabul edilebilir hiçbir tarafı yoksa da ABD’nin üçüncü taraf olduğu, Mısır ile İsrail arasında yeni bir barış süreci böylece başlamış oldu. Ancak iki tarafında istedikleri büyük bir çelişki içerisindeydi.
Sedat, sadece Mısır-İsrail ilişkilerini değil, Filistin’in özgürlüğü konusunu da içeren kapsamlı bir Orta Doğu planı üzerinde anlaşmak isterken yeni seçilen İsrail Başbakanı Menahem Begin ise, İsrail'in Batı Şeria ile Gazze Şeridi'ni elden çıkarmak gibi bir niyeti olmadığından, görüşmeleri Mısır-İsrail konularıyla sınırlı tutmak arzusundaydı.
1978 Eylül ayında üç lider ve kadroları ABD’nin Maryland eyaletinde, anlaşmanın da adını alacağı Camp David kasabasındaki başkanlık konutunda on üç gün boyunca kesintisiz görüştüler. ABD, Sedat'ın kapsamlı bir uzlaşma ve Filistinlilerin haklarının tanınma isteği ile Begin'in Batı Şeria ve Gazze Şeridi için uzlaşmaz tutumu arasında bir orta yol bulmaya çalıştı.
Camp David’de süren görüşmelerde zaman ilerledikçe Sedat geri çekilmeye başlamıştı. İsrail ve ABD Sedat’ı köşeye sıkıştırmıştı. Sedat ya bu tarihî girişiminin bir başarısızlık olduğunu itiraf edip ülkesinde iktidarını etkileyecek kadar büyük bir tepki görecek ya da Begin’in şartlarını kabul edecekti. Ancak bu şartlar Filistin halkına ihanet etmek demekti.
Sedat’ın Dışişleri Bakanı İbrahim Kâmil’e göre, bu affedilemez bir hataydı. Kâmil, görüşmelerin sonuçlanmasına birkaç saat kala istifa etti. Arap dünyasının ezeli düşmanı İsrail ile başarısız bir barış anlaşması yapma sorumluluğunu Sedat’a bıraktı.
- Sonuçta; üç liderin 17 Eylül 1978'de imzaladıkları Camp David Anlaşması dünyaya ilan edildi. Bu anlaşma ile ilk kez bir Arap ülkesi İsrail'i resmen tanımış ve ele geçirdiği topraklar üzerindeki varlığını meşru olarak kabul etmişti.
Camp David Anlaşması belli başlı iki anlaşmadan oluşuyordu. Birincisi; bir Mısır-İsrail barış anlaşmasının koşullarını içeriyordu. Buna göre İsrail, askerî birliklerini Sina Yarımadası’ndan çekecek ve Mısır ile diplomatik ilişkilerini normalleştirecekti. Diplomatik ilişkiler 1980'de normale döndü. Bu sözleşme ile, İsrail tarafından Altı Gün Savaşı'nda ele geçirilen Sina Yarımadası, Mısır'a geri verilmişti. Bir bakıma bu Mısır adına bir kazançtı. Ancak "Ortadoğu'da Barış İçin Bir Çerçeve" adını taşıyan diğeri, Gazze Şeridi ile Batı Şeria'nın gelecekteki durumunu ele alınırken, Filistin'in özerkliğine beş yıllık bir plan önerilmekteydi. Ancak önerinin ucu açıktı ve hiç gerçekleşmeyen varsayımlara dayanıyordu. Ayrıca, çeşitli yorumlar getirilebilecek şekilde kaleme alınmıştı ve bu da Begin'in arzuladığı durumdu.
Barış çerçevesi; İsrail Başbakanı adına zafer, bir Filistin devleti fikri için ise yenilgiydi. İsrail, Camp David'de her ne kadar o anda Sedat’ın umurunda olmasa da işgal edilmiş topraklarda istediğini yapma hakkını elde etmişti. Sedat ile Begin 26 Mart 1979'da Washington'da resmî Mısır-İsrail anlaşmasını imzaladılar. Ertesi yıl iki ülke birbirlerine büyükelçi gönderdi ve İsrail Sina'dan çekilme hazırlıklarına başladı.
Barış çerçevesiyse, ABD ve Mısır'ın itirazlarına rağmen hiç yürürlüğe sokulmadı. Begin, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ni kontrolü altında tutmak için Sina'yı vermişti ve böylece en güçlü Arap askeri gücünü bertaraf etmiş bulunuyordu. Sedat İsrail'le barışın bedellerini öderken ABD yönetimi kendisine oldukça minnettardı ama Arap dünyası hiç unutamayacağı bir şoka uğramıştı.
Mısır, İsrail’le anlaşmasının bedeli olarak Araplar arası ilişkilerde ağır bir bedel ödedi. Arap Birliği'nden atıldı ve Umman ile Sudan dışında bütün Arap devletleri Kahire'yle diplomatik ilişkilerini kestiler.
Ayrıca, petrol üreten ülkeler sübvansiyonlarını kaldırarak Mısır'ı ekonomik açıdan Batı'ya, özellikle ABD'ye bağımlı kıldılar. Bir zamanlar Nâsır’ın önderliğinde Arap birliğinin itici gücü olan Mısır, Sedat’ın barış hevesi ve anlaşma aldatması yüzünden artık Arap dünyasının dışına itilmişti. Böylece Mısır’ın Arap dünyasındaki hâkimiyet dönemi bitmişti.
Üstelik barış çabalarının sonucu olarak, Menahem Begin ve Enver Sedat, 1978 yılı Nobel Barış Ödülü’nü birlikte almışlardı. Basına barış güvercini olarak İsrail ile el ele birlikte poz verip gülümseyen Sedat kendisini bekleyen sondan ise habersizdi.
Mısır’da halk huzursuz
1981’e gelindiğinde ithal ideolojilerin Mısır'ın sorunlarını çözemediği artık Mısırlılar tarafından anlaşılmıştı. Nâsır'ın Sovyetlerden kopya ettiği sosyalizmi 1967'deki büyük yenilgiyi önleyememiş, şimdi de Sedat'ın ABD’den örnek aldığı kapitalizmi teşvik etmesi ve Batı'ya yaslanması gözle görülür bir iyileştirme sağlamamıştı. Mısır bir sosyal hastalığa, rehberlik ve umut özlemine kapılmıştı.
- Ne Nâsır’ın panarap söylemleri ne de Sedat’ın barış için Batı hayranlığı yapması Mısır’a refah ve huzur getirmişti.
Rejimin eleştirilmesinin sebeplerinden birisi, Sedat’ın büyük umutlarla açıkladığı ekonomik programların Mısırlıların çoğu için maddi refahı sağlayamamasıydı. İsrail’le anlaşmadan ve büyük miktarlarda Amerikan yardımından sonra bile ülkeye yabancı sermaye girişi çok azdı. Ekonomik liberalleşmeden yararlananların çoğu, Cumhurbaşkanı’nın akrabaları ve arkadaşlarıydı. Onların da servetlerini göze sokarcasına sergilemeleri, Mısır halkına kendi durumlarının ne kadar kötü olduğunu hatırlatıyordu.
Ayrıca, Sedat'ın davranışları kendisiyle halk arasında belirli bir mesafe yaratmış ve 1973 savaşında kazandığı popülerliği kaybetmesine neden olmuştu. Şahsen sade bir kişi olan Nâsır'a kıyasla Sedat, iktidarın gücü kadar şaşaasından da hoşlanıyordu. Villalar ve malikâneler almış, hatta Kahire'deki eski saraylardan birini Cumhurbaşkanlığı makamı yapmıştı. Ülke bu kadar yoksulluk içerisindeyken kendisinin aşırı lüksü halkın büyük tepkisine yol açıyordu. Sedat'ın karısı Cihan'ın da kamuoyu önünde benimsediği rol, Mısır toplumunun hoşuna gitmeyecek nitelikteydi.
İsrail ile barış anlaşması da hiç şüphesiz başka bir hoşnutsuzluk kaynağıydı. Mısır halkı, Gazze Şeridi'ni, Batı Şeria'yı ve içerisinde Mescidi Aksa’nın bulunduğu Doğu Kudüs'ü işgale devam eden İsrail devletiyle anlaşmış olmaktan huzursuzluk duymaktaydı. Mısır'ın Arap İslâm dünyasından tecrit edilmesi ve ABD'ye giderek bağımlı olması da halk arasında büyük bir tepkiye yol açıyordu. Sedat döneminde yabancı kurumların benimsenmesinin yanı sıra yabancı ürünler ülkeye çok fazla giriyor ve halka çoğunlukla İslâm ahlakına aykırı gelen Batılı tüketim örneklerini uygulamaları teşvik ediliyordu. Sedat her yönden batıyı örnek alıyor ve Mısır halkına Batının teknolojisini, ideolojisini, kültürünü ve kurumlarını benimsetme çabasına girişiyordu. Ancak bu ithal ve laik modeller; ekonomik ilerleme, siyasal özgürlük ya da sosyal adalet getirmiyordu. Bu hoşnutsuzluklar, çıkış yolunu İslâmî muhalefet hareketlerinde bulacaklardı.
Mısır’da İslâmî muhalefet
Mısır’da din kurumu özellikle dinin temsilcisi konumundaki El-Ezher Üniversitesi devletten bağımsız olmadığı için, Mısır'daki İslâmî muhalefet toplumun sıradan üyeleri arasında doğmuştu. Sedat rejimine karşı İslâmî protesto ve reaksiyon iki şekilde devam etti. Birincisi Müslüman Kardeşlerin temsil ettiği üniversite hareketi; ikincisi de rejimi devirmeye ve yerine İslâmî bir hükümet getirmeye kararlı militan örgütlerin şiddet içeren faaliyetleriydi.
Birinci grup olan Üniversite Hareketi, Mısır'ın kalabalık üniversite kampüslerindeki öğrencilerdi ve huzursuzluklarını İslâmî dernekler kurarak ifade etmeye yöneldiler. Böylece dernekler toplumun giderek değişebileceğini ve öğrenci imkânlarının gelişebileceği umudunu veriyorlardı.
Kadın ve erkekler için ayrı sınıflar açılmasını talep ediyorlar, İslâmî giyimin benimsenmesini, kampüslerde içki satışı ve Batı müziği konserlerinin yasaklanmasını istiyorlardı. İslâmî öğrenci dernekleri kampüs dışında çalışma grupları oluşturuyorlar, profesörlerin ders notlarının kopyalarını bedava dağıtıyorlar, kasabalardan ve köylerden büyük kentlere gelmiş binlerce fakir gence yardım ediyorlar ve onlara bir aidiyet duygusu kazandırıyorlardı.
- Amaçları ise tabandan tavana tedrici bir değişim ve ülkenin millî ve İslâmî benliğine yeniden kavuşmasına hizmet etmekti.
Mısır'ın İslâmî protesto hareketinin ikinci boyutunu da militan yeraltı örgütleri oluşturuyordu. El-Cihad, Tekfir ve El-Hicret gibi adlar taşıyan bu örgütler, Sedat rejimini dinsiz olarak niteliyorlar ve onun devrilip yerine şeriata bağlı bir hükümet getirmenin İslâmî bir görev olduğunu iddia ediyorlardı. Mısır, 1979'da İsrail’le anlaşma imzaladığında El-Cihad liderleri Sedat'ı Kudüs'ü Yahudilere vermekle suçladı. Örgüt, Sedat'ın kâfir olduğunu, cahiliye halinde olduğunu ve cihad görevini uygulayabilecek kapasitede bir yönetici olmadığını iddia etti.
Batılı tavırları ve ABD aracılığıyla yaptığı İsrail anlaşması yüzünden Sedat, bu kesimlerin hoşnutsuzluklarının hedefi olmuştu. Sedat bu gizli İslâmî muhalefetin tehlikelerini görerek, 1981 Eylül ayında rejimine karşı komplo kurduklarından kuşkulanılan binden fazla insanı tutuklatıp hapse attırdı. Böylece o andan başlayıp, Sedat'ın ölümüne kadar süren rejim ile bu militan örgütler arasında açık bir çatışma başlamış oldu.
Sedat Suikastı; 6 Ekim 1981 Yom Kippur Savaşı kutlamaları
Sedat, İslâmî örgütleri hedef alan bu darbeden kısa bir süre sonra, 6 Ekim 1981'de Yom Kippur savaşının sekizinci yıl dönümü kutlamalarında askeri geçit törenine katılıyordu. ABD yapımı uzun bir personel taşıyıcı araç konvoyundan biri tribünün önünde durduğunda, ‘'barışın kahramanı!'’ askerleri selamlamak üzere ayağa kalkmıştı. O sırada kimse ne olduğunu anlamadan askerî araçtan inen birkaç asker onun bu jestine yaylım ateş açarak karşılık verdi.
Sedat ve üst düzey davetlilerin bulunduğu platform kurşunlanmaya başladı. Bu saldırı sırasında 72 kurşun isabet eden Enver Sedat orada can verdi. Bu hatalı ama ilginç politikalar izleyen Mısır Cumhurbaşkanı’nın rejimine böylesine ani bir saldırıyla son veren kişiler, El-Cihad’la ilişkiliydiler. Anlaşıldığı kadarıyla, İslâmî militanlık, rejimin otuz yıla yakındır desteğine güvendiği silahlı kuvvetlere de sızmıştı.
Böylece Sedat, tıpkı 20 Temmuz 1951 tarihinde Mescid-i Aksâ’nın merdivenlerinde hayatına son verilen Kral Abdullah gibi İsrail ile yakınlaşmasının bedelini canı ile ödemiş oldu.
Sedat’ın cenaze merasiminde yas tutanlar onun Mısır Devlet Başkanı olarak izlediği yolun adeta bir yansımasıydı. İsrail delegasyonunun da dâhil olduğu Batılı liderlerin yoğun varlığı Arap devletlerinin liderlerinin ise yokluğu gözlerden kaçmıyordu. Birkaç gün sonra Sedat’ın başkan yardımcısı General Hüsnü Mübarek yeni Devlet Başkanı olarak seçildi. Böylece Sedat’ın mirası 30 yıl boyunca Mısır halkının değil kendi seçtiği bir başkanın gölgesinde kaldı. Ta ki Arap baharının etkileri Mısır da görülüp Mübarek devrilene kadar…