Dünyanın en büyük Müslüman azınlığı: Hindistan

HABER MASASI
Abone Ol

Bugün dünyanın en büyük Müslüman azınlığına sahip olan Hindistan, İslâm medeniyetinin burcunda parlak bir yıldız gibi ışıldayan zengin ve köklü mirasıyla anlaşılmayı ve keşfedilmeyi bekliyor. Bu, İslâm dünyası ve Müslüman coğrafyayla ilgili ciddi kaygıları olan herkes için olmazsa bir görev. Sadece karşımıza çıkacak sürprizler ve şaşırtıcı ayrıntılar için değil aynı zamanda dünü özümsemek, bugünü anlamak, yarın karşımıza çıkacak şeylere karşı da hazırlıklı olabilmek için…

Yakında kurulacak olan Hindistan ve Pakistan adlı bağımsız ülkelerin arasındaki sınırı çizmek üzere görevlendirildiğinde Sir Cyril Radcliffe İngiltere’nin başkenti Londra’da kendi halinde çalışmalarını sürdüren 48 yaşında bir avukattı. Tarihler 1947’nin Temmuz’unu gösteriyordu ve Radcliffe’e çizgiyi çekmesi için yalnızca beş haftalık bir süre tanınmıştı. Dışarıdan bakıldığında, hayati derecede önemli olan bu işin ona havale edilmesi dikkat çekiciydi. Çünkü hayatında Hint Alt Kıtası’na ayak basmamış, milyonlarca insanın kaderini yakından ilgilendiren böylesine ciddi bir karara sahne olacak toprakları hiç görmemişti. Ancak, seçilmesinin sebebi de aslında tam buydu: Hindistan ve Pakistan halklarıyla hiçbir irtibatının olmaması ve bölgeyi görmemesi, “tarafsız” bir karar vereceğini düşündürmüştü. İngiltere Dışişleri Bakanlığı onu tercih ederken bilinçli bir adım atmıştı.

Hindistan'da İslâmî uyanışın iki ekolü: Deoband ve Aligarh
Mecra

Hindistan ve Pakistan arasındaki sınırı masa üstünde çizen İngiliz avukat Sir Cyril Radcliffe.

  • Sir Cyril Radcliffe, Lahor’da ve Yeni Delhi’de kapandığı odalarda tek başına hazırladığı sınır haritasını 12 Ağustos 1947’de tamamladı. Pakistan’ın 14 Ağustos’ta, Hindistan’ın da 15 Ağustos’ta bağımsızlıklarını kazanmalarının hemen ardından toprak paylaşımına dair harita da kamuoyuna açıklandı. Gelişigüzel çizilmiş sınır hattı, milyonlarca insanın yüzyıllardır yaşadığı toprakları tam ortasından ikiye bölüyor, böylece günümüze kadar uzanan birçok problemin de sebebi oluyordu. İki ülkeyi defalarca savaşın eşiğine sürükleyen Hindistan-Pakistan sınırı, günümüzde de “Radcliffe Hattı” adıyla anılmaktadır.


Masa üstünde çizilmiş Radcliffe Hattı'nın harita üzerinde görüntüsü.

Hindistan’da Hintçenin kullanılmadığı şehir: Chennai
Mecra

Sir Cyril Radcliffe, coğrafyayı sadece fiziksel olarak bölmedi. Çizilen çizgiyle, Hint Alt Kıtası’ndaki İslâm medeniyetinin şehirleri ve anıt eserleri de birbirinden uzağa düştü. Babür İmparatorluğu’nun üç başkenti (Delhi, Fetihpur Sikri ve Agra) Hindistan’da kalırken Lahor, Pakistan’a düştü. Böylece, tarihin izlerini takip etmek isteyen biri için, tek bir coğrafyada ve toprakta hikâyenin parçalarını tamamlamak da imkânsız hâle gelmiş oldu. Günümüzde, Müslümanların Hint topraklarında bıraktığı izlerin tamamını görebilmek için üç ayrı ülkeye ayrıntılı ve yorucu bir bakış atmak gerekiyor: Hindistan, Pakistan ve Bangladeş.

Ganj’la beslenen kutsal şehir: Varanasi
Mecra

Gelişigüzel ve masa üzerinde çizilen sınırlar, insanların sadece bugününü değil, dününü ve toprakla bağlarını da paramparça ediyor kısacası.

Hikâyenin devamı: Hindistan Müslümanları

Geçtiğimiz sayıda, dost ve kardeş ülke Pakistan hakkında hasbihal etmiştik. Bu defa, “hikâyenin devamı” için Hindistan’daki Müslümanların ahvaline dair konuşalım. İki ülkeye dağılmış parçaları birleştirmek, coğrafyayı derinden kavramak için de şart çünkü.

Hindistan Yarımadası'nın Hindistan ve Pakistan olmak üzere bölünmesiyle modern tarih sahnesinde görülen en büyük göçlerden biri yaşanmıştı.

  • Günümüzde Hindistan’da 20o küsür milyon Müslüman yaşıyor. Bu oran, Hindistan’a “en büyük Müslüman azınlığa ev sahipliği yapan ülke” unvanını kazandırıyor. İstatistiklerin bize verdiği ilginç bir sonuç daha var: Nüfus artışı bu şekilde devam ederse, 2050 yılı itibariyle Hindistan’daki Müslüman nüfusun 310 milyona yükselmesi bekleniyor. Bu durumda Hindistan, “dünyanın en kalabalık Müslüman nüfusuna sahip ülkesi” olacak. Şu anda en fazla Müslüman nüfus, yaklaşık 227 milyonla Güneydoğu Asya ülkelerinden Endonezya’da yaşıyor.

Bir Cuma namazı esnasında Hindistanlı Müslümanlar.

Sadece nüfus açısından baktığımızda, bütün Hint Alt Kıtası’nın tamamında yaşayan Müslüman nüfus 600 milyona yaklaşıyor: Hindistan’da 200 küsür milyon, Pakistan’da yaklaşık 200 milyon ve Bangladeş’te yaklaşık 170 milyon. Bu sayılar, Hindistan ve çevresinde ne büyük bir potansiyel bulunduğunu, dolayısıyla, oraları tanımanın ve kavramanın bizim için ne kadar önemli olduğunu da gösteriyor.

Lahor'un cenneti: Şalimar Bahçeleri
Mecra

Gazneli Sultan Mahmud’un (971-1030) Hindistan’a düzenlediği sürekli seferlerin ardından Hint Alt Kıtası, istikrarlı ve kalıcı Müslüman yönetimine iki dönem halinde kavuştu. Önce, 1200’lerin başından 1500’lerin ilk yarısına kadar Delhi sultanlıkları birbirini takip etti. Ardından, Babür İmparatorluğu’nun kurucusu Babür’ün 1526’da Delhi’yi ele geçirmesiyle birlikte 1857’ye kadar sürecek olan ikinci devre başladı.

İslâm'ın zafer anıtı: Kutub Minar
Mecra

Babür Şah'ın Hindistan seferini gösteren bir minyatür.

Türk komutan Kutbeddin Aybek’in 1206’da Delhi’ye tahta oturuşuyla başlayan sultanlıklar yönetimi boyunca, Hindistan 5 ayrı Müslüman hanedan tarafından yönetildi: Memlûklar, Halacîler, Tuğluklular, Seyyidler ve Lûdîler. Toplamda 34 hükümdarın gelip geçtiği bu hanedanlar döneminde Delhi başta olmak üzere Hindistan’ın çeşitli yerleri İslâm mimarisinin seçkin eserleriyle donatıldı. O zamanlar İslâm dünyasının en büyük ve görkemli camisi olması için inşasına başlanan Kutub Minar Külliyesi, bugün bile sultanlıklar döneminin ihtişamını bize fısıldamaktadır.

Hindistan'daki eğitim seferberliği: Nedvetü’l-ulemâ
Mecra

Kutub Minar, Delhi-Türk Sultanı Kutbettin Aybek tarafından 1192'de inşasına başlanmış yaklaşık 900 yıllık bir anıt eserdir.

  • İslâm tarihinin en parlak medeniyetlerinden birini kuran ve bugün Hint Alt Kıtası’nda Müslüman nüfusun böylesine yoğun olmasının en büyük sebebini teşkil eden Babür İmparatorluğu ise, sadece Hindistan’ın değil bütün dünyanın en göz kamaştırıcı eserlerinden bazılarını insanlığa armağan etmiştir. Delhi’deki Cuma Mescidi ve Kızıl Kale, Agra’daki Tac Mahal, Fetihpur Sikri’deki saray kompleksi, Ahmedabad’daki Sidi Seyyid Camii ve daha birçok abide, listenin ilk akla gelenleridir.

Hindistan denince akla ilk gelen eser Tac Mahal'dir ve Tac Mahal, bir İslâm eseri olarak Hindistan'ın en önemli simgesi haline gelmiştir.

Şunu söylemek hiç de yanlış olmaz: İslâm’ı ve Müslümanların bıraktığı eserleri Hindistan’dan silip kazısanız, geriye neredeyse hiçbir şey kalmaz.

Hindistan Turizm Bakanlığı’nın ülkeyi dünyaya tanıttığı broşürlerin ve yayımların tamamında Tac Mahal’den Kızıl Kale’ye, İslâm hâkimiyetinin ihtişamlı dönemlerinin eserleri yer alır. Babür imparatorlarından Şah Cihan’ın, genç yaşta vefat eden karısı Mümtaz Mahal için inşa ettirdiği Tac Mahal, Hindistan’a gelen bütün yabancı resmî misafirlerin mutlaka götürüldüğü ve önünde neşeli pozlar verdiği bir anıttır. Bu ve benzer örnekler İslâm’ın ve Müslümanların, Hindistan’ın kimliğinin asli bir parçasına dönüştüğünü gösteriyor.

Lahor'un cenneti: Şalimar Bahçeleri
Mecra

  • Günümüzde yaşanan şartlar ne olursa olsun, yakın ve uzak gelecekte İslâm, yeniden Hint semalarında gülümseyen yüzünü göstermeye başlayacaktır, diye umut edebiliriz.

İslâm dünyasına ve coğrafyasına “Osmanlı merkezli” bakmak gibi bir alışkanlığımız var. Osmanlı’nın yönettiği veya eserler bıraktığı bölgeler ilgimizi daha çok ve hızlı çekiyor. Bu durum, Osmanlı’dan geriye kalan topraklar üzerinde yaşadığımız için oldukça tabii. Kendimizi hem mirasçı kabul ediyoruz hem de duygusal ve fiziksel yakınlık duyuyoruz. Ancak, İslâm tarihi ve medeniyeti elbette Osmanlı’dan ibaret değil. Osmanlı İmparatorluğu gibi bir mazimiz olduğu için sonsuz hamd ediyoruz lakin bu bizi başka coğrafyalardaki medeniyetleri görmezden gelmeye iterse eğer işte, o zaman tarihe de bütüncül ve makul yaklaşamamak tehlikesi doğuyor.


Hint coğrafyasında egemen olmuş Müslüman devletlerin inşa ettiği oldukça ihtişamlı eserler bugünün Hindistan Müslümanlarının dinî ve sosyal hayatı için önemli birer merkezdir.

İstanbul’da Kanuni Sultan Süleyman tahttayken başlayan Babür İmparatorluğu ve Hindistan’daki kalıcı varlığı, İslâm coğrafyasını kuşatıcı bir bakışla ele almamız için bir fırsat sunuyor bize. Benliğimize ve Müslümanlar olarak bizi “biz” yapan değerlere geniş ufuklu bir bakış geliştirmek için İslâm tarihinin çeşitli dönemlerinde, coğrafyanın başka yerlerinde neler yaşandığına da göz atmak gerekiyor. Bunu başarabilirsek, erişebileceğimiz ufkun enginliği bizim gerçek sermayemiz ve rızkımız olacaktır. Bunu yapmazsak, bakışlarımız ve buna bağlı olarak yorumlarımız da kısır ve kısıtlı kalacaktır.

Hindistan'da medrese ve kütüphane geleneği
Mecra

Diğer İslâm coğrafyalarından uzakta kalan Hindistan, gerek doğası gerek sahip olduğu İslâm eserleri birikimi nedeniyle keşfedilmeyi ve anlaşılmayı bekleyen bir bölge.

  • Bugün dünyanın en büyük Müslüman azınlığına sahip olan Hindistan, İslâm medeniyetinin burcunda parlak bir yıldız gibi ışıldayan zengin ve köklü mirasıyla anlaşılmayı ve keşfedilmeyi bekliyor. Bu, İslâm dünyası ve Müslüman coğrafyayla ilgili ciddi kaygıları olan herkes için olmazsa bir görev. Sadece karşımıza çıkacak sürprizler ve şaşırtıcı ayrıntılar için değil aynı zamanda dünü özümsemek, bugünü anlamak, yarın karşımıza çıkacak şeylere karşı da hazırlıklı olabilmek için…