60 yıl sonra gelen itiraf: TPAJAX

İSMAİL ÇAĞILCI
Abone Ol

En yüksek hükümet seviyesinde tasarlanıp onaylanan ve Musaddık ile Ulusal Cephe kabinesini deviren 1953 İran askerî darbesi, ABD dış politikasının bir eylemi olarak CIA kontrolünde gerçekleştirildi.

19 Ağustos 2013 günü ajanslara düşen bir haber, gün içinde geçilen diğer yüzlercesinden keskin sınırlarla ayrılıyor; esasında bir haber olmaktan ziyade uzun yıllar evvel işlenen bir suçun itirafı mahiyetini taşıyordu. Dikkatli bakan gözlerden kaçmayan ve yakın tarihe ilgi duyanlar için büyük önem arz eden bu itiraf, bir ülkenin, kendisinden binlerce kilometre uzaktaki başka bir ülkeyi nasıl da sonu gelmeyecek bir kaosa sürükleyebileceğinin modern zamanlara ait en mühim belgelerinden biri olarak kayıtlara geçiyordu.


58 yıldır ABD Ulusal Güvenlik Arşivi’nde öylece bekleyen “Top Secret” kağıt yığını, 2011 yılında, “Bilgi Edinme Yasası” kapsamında George Washington Üniversite’sinden bir grup araştırmacıya teslim edilmiş; yaklaşık iki yıl boyunca devam eden tasnif çalışmalarının ardından dünya siyasî tarihine damga vuracağı öngörülen bazıları kamuoyuyla paylaşılmıştı.

19 Ağustos 2013 günü basına yansıyan belgelerden birisi.

Tahran sokaklarını 1953 Ağustos’unun güneşinden daha yakıcı bir sıcakla kavuran olayların, yıllardır dillendirildiği üzere, Virginia’da planlanıp Washington’da onaylandığı ve bizzat CIA ajanları tarafından pratiğe döküldüğü resmen ilan edilmişti artık. 60 yıldır anlatılagelen varsayımlar yerini şüphesiz bir gerçeğe bırakıyor, ABD’nin İran’da bir askerî darbe tertiplediği malumu ilam ediliyordu:

En yüksek hükümet seviyesinde tasarlanıp onaylanan ve Musaddık ile Ulusal Cephe kabinesini deviren askerî darbe, ABD dış politikasının bir eylemi olarak CIA kontrolünde gerçekleştirildi.

***

Binlerce yıllık maziye sahip İran, 20. asrın başlarında, neft yataklarınca zengin diğer ülkeler gibi, dönemin emperyalist güçlerinin hedefindeydi. 1917’nin ekim ayında Rusya’daki çarlık yönetimini devirerek ülkenin kontrolünü ele alan Bolşevikler kuzeyden, Birinci Dünya Savaşı sırasında ve öncesinde Ortadoğu’da sınırlar bozup çizen İngilizlerse güneyden İran’ı işgal provaları yapıyor; neredeyse 130 yıldır ülkeyi yöneten Kaçar Hanedanı’nın son temsilcisi Ahmed Şah, günden güne tırmanan gerilimi durdurmaktan oldukça uzak bir yönetim sergiliyordu.

16 yıl boyunca İran tahtında oturan Ahmed Şah, Kaçar Hanedanı'ndan çıkan son şahtı.

1921 yılının başlarına gelindiğinde, Sovyet Rusya tarafından desteklenen ve Tahran’ın kuzeyindeki Gilan’da konuşlanan gerilla birlikleri, başkenti tehdit eder bir güce ulaşmış ve ülkeyi yöneten siyasîlerin ortaya irade koymaktan uzak tavrı, asker içindeki bazı çevreleri cesaretlendirmişti. 21 Şubat 1921 günü, Kazak Birliği’nde subay olarak görev yapan Rıza Han ve dönemin muhalif siyasî figürlerinden Seyyid Ziyaeddin Tabatabai’nin birlikte gerçekleştirdiği darbeyle Fethullah Han Ekber’in başbakanlığındaki hükümet istifaya zorlanmış ve 24 Şubat’ta bu amaca ulaşılmıştı. Tabatabai, darbe sonrası dönemde başbakanlık koltuğuna otururken, Rıza Han da İran Ordusu’nun başına geçmişti.

Yalnızca 100 gün ayakta kalmayı başaran Tabatabai hükümeti, darbecilerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklar sebebiyle dağılmış; darbeden yalnızca iki ay sonra Savunma Bakanı titrini de elde eden Rıza Han, adeta ülkenin perde arkasındaki yöneticisi konumuna yükselmişti.

  • Rus destekli gerilla çetelerinin bastırılması sürecinde İngilizlerle yakınlaşan Han, Birleşik Krallık için artık iyiden iyiye bir müttefik haline gelmiş ve kafasındaki İran’a giden yolda önündeki engelleri bir bir ortadan kaldırmaya başlamıştı.

Seyyid Ziyaeddin Tabatabai, Ahmed Şah'ın devrilmesinin ardından başbakanlık koltuğuna oturan ilk isimdi.

1923 Ekim’inin son günlerinde daha büyük hedefler için hamle yaptığında önünde duracak herhangi bir güç olmayacak; Ahmed Şah’ın, 26 Ekim 1923’te Rıza Han’ın İran Başbakanı olmasından sonra yaşanacaklardan endişe ederek İngiliz Büyükelçiliği’ne sığınması ve ardından ülkeyi terk etmesiyle fiilen sona eren dönem, Rıza Han’ın “Şah” unvanını alarak “Pehlevi Hanedanı”nı başlattığı 15 Aralık 1925’de resmen ve tamamıyla kapanacaktı.

Yaşanan bu gelişmeler, aynı dönemlerin yıldızı parlayan siyasetçisi Muhammed Musaddık için de karanlık bir dönemin başlangıcıydı. 1921 darbesi sonrasında siyasî arenaya çıkan ve üst düzey pek çok görev alan Musaddık, ülkenin cumhuriyet rejimine geçmesini arzuluyor ve Rıza Han’ın şahlığına karşı çıkıyordu. Muhalif tavrının bedelini önce tüm görevlerinden azledilerek ve daha sonra da yıllarca sürecek bir “iç sürgün” yaşayarak ödeyecekti.

Rıza Han, 15 Aralık 1925'de İran'ın yeni şahı olarak tahta çıktı ve Pehlevi Hanedanı'nı da başlatmış oldu.

***

İngilizler, 1800’lerin ortasında başladıkları ve yaklaşık yarım asır süren arayışlarının ardından nihayet hedeflerine ulaşmış, İran topraklarında petrol bulmuşlardı. 1901 yılında dönemin Şah’ı Muzaffereddin Kaçar’la yaklaşık 2 milyon sterlin karşılığında bir sözleşme imzalayan Britanyalı iş adamı William Knox D'Arcy, İran petrolünün işletilmesiyle ilgili imtiyazı elde etmeyi bile başarmıştı. 1908’de Zağros Dağları’nın Mescid-i Süleyman yakınlarına kalan kısmında ilk petrol çıkarıldığında, buradan gelecek paranın kokusunu alan Birleşik Krallık hükümetinin, yalnızca birkaç yıl sonra, D’Arcy tarafından 1909’da kurulan Anglo-Pers Petrol Şirketi’ni satın almasıyla birlikte nihai aşamaya geçilmiş ve İngilizler, İran petrolleri üzerinde tek söz sahibi konumuna gelmişlerdi.

Yıllar ilerleyip de Kaçar Hanedanı ortadan kaldırıldığında, İngilizlerin İran’a verdiği yüzde 16’lık petrol payı kamuoyunun gündemini meşgul etmeye başlamış; Rıza Han’ın “Şah” sıfatıyla ülkenin kontrolünü ele almasından sonra baş gösteren ekonomik problemler, İngiliz karşıtı seslerin iyiden iyiye yükselmesine sebep olmuştu.

  • 1932 yılında, Şah Rıza Han’ın İngilizlerle yapılan ve normal şartlarda 1961’de sona erecek olan petrol sözleşmesini tek taraflı feshetmesinin ardından ülkede millileşme politikası esmeye başlamıştı.

İran petrolünün imtiyazını almayı başaran ilk isim İngiliz iş adamı William Knox D'Arcy'ydi.

Dünyanın en büyük petrol rezervini öylece İran’ın eline bırakmak istemeyen İngiltere ise “kârdan zarar etmek” pahasına Şah’ı masaya oturmaya ikna etmenin arayışını girişmiş ve çok geçmeden de bunu başarmıştı. 1933 yılında İran ve Anglo-Pers Petrol Şirketi arasında imzalanan anlaşmayla İran’ın kendi petrolü üzerindeki payı yüzde 21’e çıkarılmış ve tüm imtiyaz yeniden İngilizlere verilmişti. Ancak İkinci Dünya Savaşı’na sürüklenen dünyada, kağıt üzerindeki anlaşmalar her şeyi çözmeye yetmiyordu.

Şah Rıza Pehlevi’nin 1935 sonrasında “tam bağımsız İran” düsturuyla giriştiği yeni politikalar, ilk etkisini petrolü işleten şirket üzerinde göstermiş ve “Pers” ibaresi “İran” ile değiştirilmişti. Yükselen milliyetçiliğin de etkisiyle, 1939’da başlayan dünya savaşında Almanya’ya yakınlık gösteren Şah, Hitler’in işgal girişimine karşı koymaya çalışan İttifak Güçleri’nin İran üzerinden Rusya’ya silah temin etme isteğine karşı çıkmış ve adeta sonunu hazırlamıştı.

Pers, hars ve miras: İran
Mecra

Hitler'in, adına imzalayarak Şah Rıza Pehlevi'ye gönderdiği bir fotoğraf.

Ağustos 1941’de, Irak’ta bulunan İngiliz güçlerinin güneyden ve Sovyet askerlerinin de kuzeyden İran’a girmesiyle birlikte başlayan karmaşa, Şah’ın, 16 Eylül 1941’de oğlu Muhammed Rıza Pehlevi lehine tahttan çekilerek ülkeden ayrılması ve oğul Pehlevi’nin 1943’de Almanya’ya savaş ilan etmesiyle son bulacaktı. Ancak İran’ı çok daha büyük sorunlar bekliyordu.

***

Muhammed Rıza Pehlevi tahta oturduğu 1941 yılından itibaren, babasının döneminde ülkenin üzerine karabasan gibi çöken baskı yönetimini biraz olsun hafifletmiş, yurt dışında ve içinde sürgün hayatı yaşamaya mecbur edilen kimi siyasî aktörler yeniden sahneye çıkmıştı. Henüz 20’li yaşlarını yaşayan ve İran halkı nezdinde bir türlü bitmek bilmeyen İngiliz karşıtlığına çare bulmaktan epeyce uzak görünen genç Şah, bu eski ve tecrübeli aktörler karşısında aciz duruma düşmüş, çareyi, ülkenin dümenini tümden Batılı devletlerin suyuna kırmakta bulmuştu. Bu, taraflar için geri dönülmez bir yol olacaktı.

Şah Muhammed Rıza Pehlevi, tahta çıktığında henüz 22 yaşındaydı.

40’lı yılların sonlarına doğru komünist Tudeh Partisi’nin başlattığı rüzgarın, devamında milliyetçi ve dindar kesimlerin de desteğiyle “Ulusal Cephe” adı altında fırtınaya dönüşmesi, genç Şah’ı zor duruma düşürmüştü. Otoritesini tesis etmek ve ülkenin kontrolünü tamamıyla ele almak isteyen Pehlevi, İran petrolü için İngilizlerle yapılan anlaşmaya ek bir takım imtiyazlar vererek destek bulmayı düşünmüş, bunun için de kapıları aşındırmaya başlamıştı. Söz konusu yeni imtiyazları içeren bir yasa tasarısını meclise sunmaya hazırlanan Şah, mevcut yapıyla böyle bir yasanın meclisten geçmesinin zor olduğunu görmüş ve ülkeyi seçime götürmüştü.

İran komünistlerinin hikâyesi: Tudeh
Mecra

Yapılan seçimlerin ardından usulsüzlük söylentileri ayyuka çıkmış, Ulusal Cephe’nin önde gelen isimlerinden Muhammed Musaddık ve destekçilerinin düzenlediği uzun oturma eylemleri neticesinde de Şah, seçimin yenilenmesini kabul etmişti. Pehlevi, aynı dönemde ABD Başkanı Harry Truman’dan aldığı davetle bu ülkeye giderek bu kez de Amerikalıların desteğini aramış, ancak bu girişimde de muvaffak olamayınca yapılacak yeni seçimlerin sonuçlarına razı olmak zorunda kalmıştı. İran petrolünün millileştirilmesi söylemini merkezine alan yenilenen seçimden zaferle çıkan Ulusal Cephe, mecliste ilk iş olarak mevcut petrol anlaşmasını incelemek için bir komisyon kurulmasını sağlamış ve bu komisyonun başkanlık görevine de Muhammed Musaddık’ı getirmişti.

Uzun yıllar inzivada yaşamak zorunda kalan Muhammed Musaddık, 1949 seçimleriyle birlikte meclise girmeyi başarmıştı.

Şahlığının ilk on yılında 10 farklı başbakan ve 15 farklı kabineyle çalışan Muhammed Rıza Pehlevi, Haziran 1950’de koltuğu bu kez de asker kökenli bir isim olan Ali Razmara’ya vermişti. Razmara, İngilizlerle, yeniden masaya oturmuş, ancak baba Pehlevi’nin tahtta olduğu dönemde toplumdan izole bir hayat sürmek zorunda kalan Muhammed Musaddık’ın liderlik ettiği Ulusal Cephe’nin muhalefeti doruğa ulaşmıştı. 1933’de yenilenen petrol anlaşmasına ek bazı koşullar ve Şah lehine iyileştirmeler getirecek teklifiyle masaya oturan Ali Razmara, hem İngilizlerden istediğini alamamış hem de içeride tırmanan gerilimin hedefi haline gelmişti.

Tahran sokakları farklı görüşlerden insanların protestolarına ev sahipliği yapıyor, petrolün millileştirilmesi konusu sloganlara dönüşüyor ve ahali adeta kelle istiyordu. 7 Mart 1951 günü bir anma törenine katılmak üzere Şah Camii’ne gelen devlet protokolü, tören sonrasında camiden ayrılmaya hazırlandığı sırada üç el silah sesi işitilecek, kurşunların hedefindeki Başbakan Razmara olay mahallinde hayatını kaybedecekti. İran’da sular durulmuyordu.

7 Mart 1951'de öldürülen Ali Razmara, eşi ve çocuklarıyla bir arada.

***

Başbakan Ali Razmara’nın öldürülmesinden kısa süre sonra Ulusal Cephe tarafından İran petrolünün millileştirilmesini öngören yasa teklifi 1951 Mart’ı sona ermeden meclise sunulmuş ve kabul edilmişti. Şah, pasivize edilmiş ve işte şimdi tüm kontrol meclise geçmişti. Bütün bunlar hızla olup biterken süreci yürüten isim olarak ön plana çıkan Muhammed Musaddık’ın ismi, bu kez de başbakan olarak gündeme gelmişti.

Ajax Operasyonu'nun nihai hedefi: Musaddık
Mecra

Çok geçmeden, Nisan 1951’de Musaddık’ın başbakanlığını sağlayacak meclis kararı hazırlanmış ve Şah’ın önüne gitmişti. Sokaktan saraya doğru gelen baskıya karşı koyacak durumda olmayan Şah, petrolün millileştirilmesine ve Muhammed Musaddık’ın İran Başbakanı olmasına onay vermekten başka bir şey yapamamıştı; İran petrolü İngilizlerin kontrolünden tamamıyla alınmış ve Muhammed Musaddık ülkenin yeni başbakanı olmuştu. Ancak, Ulusal Cephe’nin zafer coşkusu kısa sürecekti.

Muhammed Musaddık, 1951 yılının nisan ayında başbakanlık koltuğuna oturdu.

Yaşanan gelişmelerin ardından İngilizlerin İran petrol pazarından tamamen çıkmaya karar vermesiyle başlayan ekonomik buhran, Musaddık hükümetinin yeni pazarlar bulmakta yaşadığı güçlüklerle daha derinleşiyordu. İngiliz tarafının teklifiyle taraflar arasında arabuluculuğa soyunan ABD, Musaddık’a üst düzey bir davet göndermiş ve çiçeği burnunda başbakan da bu davete icabet etmişti.

Musaddık, Ekim 1951’de Washington’da gerçekleşen görüşmede Başkan Truman’ın tekliflerine olumsuz karşılık vermiş, Batılılar için gerçek bir belaya dönüşmüştü.

Her ne kadar ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sorunlara çare üretemese de, İngiltere ve ABD’ye karşı takındığı tavırla İranlılar nezdindeki etkisi giderek artan Musaddık, Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin karşısına ordu üzerindeki yetkilerini kendisine devretmesi isteğiyle çıkma cesaretini gösterdiğinde Temmuz 1952’ye gelinmişti. İran halkı, Şah’tan olumsuz karşılık alınca görevinden istifa eden başbakanlarına sahiplik etmek için yeniden sokaklara dökülmüş ve Musaddık’ın yerine gelen Ahmed Kavam yalnızca dört gün bu koltukta oturabilmişti.

Muhammed Musaddık ve Harry Truman, 27 Ekim 1951'de bir araya gelmişlerdi.

Şehinşah’ın düşüşü
Mecra

17 Temmuz’da istifa ettiği görevine 22 Temmuz’da geri dönen Musaddık, Şah’ın ordu üzerindeki yetkilerini kendi uhdesine almayı başarmıştı. Ülkeyi yöneten siyasî kadronun petrolün millileştirilmesinden taviz vermeyeceğine artık iyice emin olan İngilizler, İran’ı işgal etmenin planlarına başlamış ve bu niyetlerini ABD Başkanı Truman’la da paylaşmışlardı. Bu arada adeta nöbet geçiren İngiltere’nin kendisine karşı illegal girişimlerde bulunulacağı istihbaratını alan Musaddık, Tahran’daki İngiliz Büyükelçiliği’ni kapatmış ve ülkedeki bütün İngiliz diplomatları sınır dışı ederek tedbirlerini almıştı. Beyaz Saray’dan da gelen olumsuz karşılığın ardından daha yumuşak bir harekata niyetlenen İngilizlerin istediklerini almak için Truman’ın görev süresini beklemeleri yetecekti.

***

Dwight D. Eisenhower’ın Kasım 1952’de ABD Başkanı seçilmesiyle birlikte, Washington’un İran üzerindeki planları tümden değişmişti. İngilizlerin uzun süredir yürüttüğü diplomasi, Eisenhower’ın koltuğa oturduğu 1953 Ocak’ından itibaren meyvelerini vermeye başlamış, yeni ABD yönetimi İran’a “silahsız” bir müdahalede bulunmayı kabul etmişti. Eski başkanlardan Theodore Roosevelt’in torunu Kermit Roosevelt, CIA’in planladığı darbeyi hayata geçirmek üzere Tahran’ın yolunu tutmuş; uzun süredir İran’da bulunan ve Şah’ın en güvendiği isimlerden biri olan ABD’li eski polis şefi Norman Schwarzkopf da içeriden girişimlere başlamıştı.

Eski ABD Başkanlarından Theodore Roosevelt’in torunu Kermit Roosevelt.

Plan oldukça basitti: Rossevelt, Tahranda o dönem bolca bulunan sokak çetelerini satın alarak şehirde bir kargaşa oluşturacak, olayları bahane eden Şah, Muhammed Musaddık’ı görevden azleden bir belge imzalayacak ve devreye giren asker hükümeti alaşağı edecekti: Ajax Operasyonu (TPAJAX) başlıyordu.

Temmuz 1953’ün sonlarında Tahran’a gelen Roosevelt, elindeki CIA ve MI6 ortak yapımı raporlar doğrultusunda hızla işe girişti. Pek çoğu paraya düşkünlüğüyle bilinen sokak çetelerinin lideriyle görüşmeler yapan ajan, kafasındaki her şeyi hızla gerçekleştiriyordu. Roosevelt, planın ikinci aşaması için ordu içerisinden bazı subaylarla da temas kuruyor ve plana sadık kalmaları karşılığında onlara da ödemeler yapacağını garanti ediyordu. Tahmin ettiğinden çok daha az miktarda para harcayarak hedeflediği organizasyonu yalnızca birkaç günde kurmayı başarmıştı ve ok, yaydan çıkmıştı artık.

Eski bir polis şefi olan Norman Schwarzkopf (Sağda), Şah Muhammed Rıza Pehlevi'nin güvendiği bir isimdi.

Ağustos ayının ortalarına gelindiğinde Tahran sokakları “Musaddık yanlısı” çete üyelerinin talanına uğramaya başlamıştı. Dükkanlar yağmalanıyor, insanlar darp ediliyor, sokaklar trafiğe kapatılıp bulunan ne varsa ateşe veriliyor ve tüm bunlar yapılırken de Musaddık yanlısı sloganlar atılıyordu. Çok geçmeden, tüm bu yaşananlara sessiz kalamayan bir takım "Musaddık karşıtları" da sokaklara iniyor ve ortalığı savaş alanına çeviren çete üyelerine karşılık vererek yaşanan kaosu körüklüyordu. Musaddık hükümeti, ülkeyi yönetemiyordu ve birilerinin duruma müdahale etmesi gerekiyordu: Şah Muhammed Rıza Pehlevi.

Şah'ın, Muhammed Musaddık'ı görevden alarak yerine Fazlullah Zahedi'yi atadığını gösteren belge.

Norman Schwarzkopf’un kefaletiyle kendini Kermit Roosevelt’in kollarına bırakan Şah, Muhammed Musaddık’ı görevden aldığını beyan eden “fermanı” imzalamakta gecikmemişti. O günün şartlarında Musaddık’ı görevden almak için meclis kararına ihtiyaç duyulsa da, Şah’ın emrine karşı gelecek bir başbakanın tutuklanmasının son derece normal olacağı düşünülmüştü.

Ancak yine bizzat Roosevelt tarafından görevlendirilen bir subay, eline tutuşturulan “azil fermanı”nı tevdi etmek üzere 16 Ağustos akşamı başbakanlık konutuna vardığında beklemediği bir manzarayla karşılaşmış; durumu önceden fark eden Musaddık, karşısına gelen subayı tutuklatmayı başarmıştı. Yaşananlar karşısında canından endişe etmeye başlayan Şah ise önce Bağdat’a oradan İsviçre’ye kaçmış ve olacakları uzaktan izlemeyi tercih etmişti. İlk girişim bertaraf edilmişti, ancak Tahran sokaklarındaki yangın devam ediyordu.

Şah destekçileri, Roosevelt'in emrindeki İran askerleri ve tanklarıyla birlikte Musaddık'ın konutuna doğru ilerliyor.

Kermit Roosevelt, 17 Ağustos sabahı geri dönmesi yönünde bir uyarı alsa da bunu dinlememiş ve planını gerçekleştirmek için var gücüyle çalışmaya devam etmişti. Bu kez daha fazla askerî güce sahneye süren ajan, silahsız olması planlanan darbeye kan bulaştırmıştı. Sokaklardaki kargaşaya müdahale eden ve Musaddık’ın konutuna ulaşmaya çalışan askerlerle gerçek Musaddık yanlıları arasında iki boyunca devam eden çatışmalar neticesinde 100’ün üzerinde İranlı hayatını kaybetmişti.

Amerikalıların planları bu kez gerçekten işliyordu; onlarca kamu binası askerler tarafından işgal edilmiş, kimin hangi köşebaşını tutacağı önceden kararlaştırılan sivil çeteler de görevlerini başarıyla yerine getirmişti. İşlerin çığrından çıktığını düşünen ve artık geri dönüş olmadığını anlayan Muhammed Musaddık, önce kaçmayı denemiş, ancak çok fazla uzaklaşamadan tutuklanmıştı. 19 Ağustos 1953 günü darbe başarıyla sonuçlanmış ve Ulusal Cephe hükümeti çökertilmişti. Şimdi artık İngiltere ve ABD’nin arzuladığı yeni İran’ı tesis etme zamanıydı.

Muhammed Musaddık'ın yerine gelen Fazlullah Zahedi (Solda) ve ülkesine geri dönen Şah bir arada.

***

Muhammed Musaddık’ın tutuklanmasının ardından ülkeye dönen Şah Muhammed Rıza Pehlevi, kontrolü yeniden eline almayı başardı. Musaddık yanlılarına karşı girişilen acımasız operasyonlar neticesinde İran halkı da bir süreliğine sindirildi ve Şah’ın altın çağı başladı. Yeni ismiyle İran Petrolü Katılımcıları ismini alan şirket eliyle işlenen İran petrolü, kağıt üzerinde milli gibi görünmeye devam etse de şirketin hisselerinin yüzde 80’ini Amerikalılar ve İngilizler pay etti.

  • Sabık Başbakan Muhammed Musaddık, “vatana ihanet” suçlamasıyla yargılandığı davada önce üç yıl hapis yattı ve arından 5 Mart 1967’deki ölümüne değin ev hapsinde yaşadı.

Muhammed Musaddık, vatana ihanet suçlamasıyla yargılandı ve ömrü boyunca ev hapsinde yaşadı.

1953 darbesinin ardından adeta ABD’nin arka bahçesi haline gelen İran, yaklaşık 16 yıl daha monarşiyle yönetilmeye devam etti.

Bu sürede CIA desteğiyle kurulan SAVAK, ülkedeki muhaliflere adeta kan kusturdu. İran sokaklarında kol gezen ölümden canını kurtarabilen isimler de Irak, Mısır ve Fransa başta olmak üzere pek çok ülkede sürgün hayatı yaşamaya başladılar. Şah’ın, iktidarı kesin bir şekilde elinde tuttuğu bu dönemde nükleer faaliyetlere girişildi ve bugün, ABD’nin İran’a uyguladığı ambargonun da gerekçesi olarak gösterilen çalışmaların temelleri yine bizzat ABD tarafından atıldı.

Şah'ın devrilmesine giden süreçte İran sokakları yoğun protesto gösterilerine sahne oldu.

Bir devrim hikâyesi
Mecra

Başta ABD olmak üzere, ülkesini adeta Batılı devletlere peşkeş çeken Şah Muhammed Rıza Pehlevi, İranlıların içinde bulunduğu buhranı umursamadan sürdürdüğü politikaları ve adeta kendi halkına nispet edercesine yaşadığı şatafatlı hayatının bedelini, bu kez tahtını kesin bir şekilde kaybederek ödediğinde takvimler 1979’un ilk günlerini gösteriyordu. Yılların birikimiyle başlayan Şah karşıtı gösteriler, önü alınamaz bir harekete dönüştüğünde, 16 Ocak 1979’da eşi Farah Pehlevi ile birlikte ülkeyi terk eden Şah, önce Mısır’a ve ardından sırasıyla Fas, Bahamalar, Meksika ve yakalandığı pankreas kanserinin tedavisi için aynı yılın ekim ayında ABD'ye gitti.

Şah Muhammed Rıza Pehlevi, 16 Ocak 1979'da eşi Farah ile birlikte İran'dan ayrıldı.

Şah’ın ABD’ye gidişinden yalnızca iki hafta sonra Tahran’daki ABD Büyükelçiliği İranlı göstericiler tarafından basıldı ve 66 Amerikalı rehin alındı. Göstericiler, rehinelere karşılık Muhammed Rıza Pehlevi'nin İran'a iade edilmesini isteseler de bu istekleri kabul görmedi. Ancak Şah, ABD'den ayrılarak Panama'ya gitti ve daha sonra da Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın çağrısıyla yeniden Mısır’a dönerek 27 Temmuz 1980’deki ölümüne kadar Kahire’de yaşadı.

Tahran’da krize dönüşen oturma eylemi
Mecra

ABD'de İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan proaktif dış politika, Eisenhower'dan sonra göreve gelen ve bu yeni politik açılıma ayak uydurmamakta ısrar eden John F. Kennedy'nin suikasta kurban gitmesinin ardından zirveye ulaştı. Dünyanın dört bir yanına dağılan Amerikan ajanları, Sovyetler'e karşı girişilen Soğuk Savaş'tan zaferle çıkmak için pek çok kirli işe giriştiler. Şüphesiz ki etkileri epeyce "sıcak" olan bu savaşın merkez üslerinden biri de Ortadoğu'ydu; Filistin'den Suriye'ye, Mısır'dan Türkiye'ye ve nihayet İran'a varıncaya kadar ayak basmadık bir karış toprak bırakmayan Amerikalıların nelere bulaştığını kısmen biliyoruz.

Ocak 1979’da Şah’ın ülkeyi terk etmesinin ardından tüm kesimlerin adeta kurtarıcı gözüyle baktığı Ayetullah Ruhullah Humeyni, 1 Şubat 1979’da, yıllardır sürgünde yaşadığı Paris’ten Tahran’a geldi.

  • Ülkeye gelişiyle birlikte büyük bir gücü eline alan Humeyni, 1 Nisan 1979’da İran İslam Cumhuriyeti’ni ilan etti ve ülke petrolleriyle ilgili bütün anlaşmaları, herhangi bir tazminat ödemeksizin, iptal ettiğini açıkladı.

Ayetullah Humeyni, 1 Şubat 1979'da İran'a döndü.

İran’ın Batıyla olan hemen tüm ilişkilerini koparıp atan yeni yönetim, bir dizi ambargonun da muhatabı oldu. Tüm ikazlara rağmen nükleer faaliyetlere de ara vermeden devam eden İran, ABD ve Sovyetler arasındaki Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte ortaya çıkan yeni düşman “yeşil terörizm”in merkezine oturtuldu.

İran, 2000’li yılların başından itibaren önce Irak’ta, sonra Suriye ve Yemen’de yine emperyalist güçlerce açılan gediklerden sızmayı ustalıkla başarıp, mezhepçi politikaları sayesinde kendisine yeni askerî ve siyasî varlık alanları bulsa da, uzun yıllardır devam eden ekonomik buhrandan henüz çıkabilmiş değil.

İran sokakları, 70'li yılların sonunda Şah karşıtı gösterilerle çalkalanmıştı.

Son dönemde içten içe yeniden çalkalanmaya başlayan Tahran sokakları, bizleri, ülkenin yakın geçmişinde yaşananlara dönüp bakmaya zorluyor. Bölgede neler yaşandığını CIA ya da başka istihbarat servislerinin raporlarına ihtiyaç duymaksızın kavramak istiyorsak gözümüzü dört açmalı, coğrafyadan gelecek en ufak çıtırtıya kulak kesilmeliyiz. Unutmamalıyız ki içinden geçtiğimiz günler, aynı zamanda geleceğin tarihi olma özelliğini de taşıyor.