Soyadı skandalı
Soyadlarının aile ve soyun özellikleri, bulundukları yerler, kendilerini öne çıkaran tarihi olaylardan tamamen dışlanarak meselâ "Kaya" gibi bir isme sığıştırılması insanlarda özgüveni eksiltir. Batı'da bugün soyadları tâ Roma dönemine kadar giden insanlar var. Böyle iki bin yıllık bir derinliği hisseden bir insan mı, yoksa anlamsız kelimelerle işaretlenen bir insan mı kendine daha çok güvenir?
Öyle bir soyadım var ki bana bayağı çile çektiriyor. Soyadımı doğru yazmayanlarla hayatım boyunca uğraştım. "Barkçın" diye yazan çok, ama "k"yı unutup "Barçin" veya "Barçın" yazan da çok. "Börteçine" diye yazanı bile gördüm.
Öyle bir ülke düşünün ki insanlar soyadını söyledikten sonra "ama asıl soyumuz şudur" diye asıl soy isimlerini izah etmeye çalışıyor. Çünkü çoğumuzun soyadı rızâmız olmadan verilen, yani "makbul ve uygun" görülen isimlerdir.
Benzeri bir sorunu rahmetli Cinuçen Tanrıkorur da yaşamış. Hatıralarına göre onun pek değişik olan ismini de "Çimbiçen" şeklinde yazan bile çıkmış. Bilinen bir anlamı olmadığı için soyadımın anlamını soranlar da çok oluyor. "Vallahi ben de bilmiyorum" diye cevap veriyorum. Bu cevabım o kadar garip değil çünkü saçma veya yanlış yazılmış o kadar çok isim ve soy ismi var ki bizimki arada kaynayıp gidiyor. Bir ülke düşünün ki halkın önemli bir kısmının soyadı yanlış yazılmıştır. Yine öyle bir ülke düşünün ki insanların ata isimleri, atalarının geldikleri yer, yaptıkları iş gibi işaretleri taşıyan soyadları yerine alelade nesne veya hayvan isimleri taşıyan soyadları yaygındır. Meselâ Türkiye'deki en yaygın soyadı Yılmaz imiş. Sonra Kaya, Demir, Çelik, Şahin, Yıldız, Yıldırım, Öztürk, Aydın ve Özdemir geliyormuş.
Ne kadar özgün ve anlamlı kelimeler! Bu yaygın soyadlarını taşıtan herkes akraba mı? Değil elbette. O kadar sıradan ve tarihsiz. Bu sağda olsun, solda olsun bizim genel şaşkınlığımızın, kaybolmuşluğumuzun ve tutarsızlığımızın bir yansıması değil mi? Yine öyle bir ülke düşünün ki insanlar soyadını söyledikten sonra "ama asıl soyumuz şudur" diye asıl soy isimlerini izah etmeye çalışıyor. Çünkü çoğumuzun soyadı rızâmız olmadan verilen, yani "makbul ve uygun" görülen isimlerdir. Özellikle kırsal yörelerde Çiftçi, Rençber, Eker, Ekici, Biçer gibi soyadlarından geçilmez. ABD'de okurken bir arkadaşım vardı. Soyadı "Kütükde" idi. "Nasıl yani?" dediniz, değil mi? Eskiden beri isim ve soy isimlerine karşı merakım çoktur. O arkadaşa soyadının hikâyesini sordum. Anlattı... Dedeleri Sivas'ın merkezden uzak bir köyünde yaşayan insanlarmış. Soyadı kanunu çıkınca köye nüfus memuru gelir. Memur her aileye kafasına göre bir soyadı verir. Dedeleri de böyle bir soyadına bağlanır.
Elbette bu, onların asıl soyadları değildir. Neyse, soyadları nüfus kütüğüne yazılır ve memur gider. Yıllar geçer. Dedelerinin devletle işleri pek olmadığı için verilen soyadını unuturlar. Bir gün Sivas'ta mahkemede işleri olur. Mahkemeye çıktıklarında hâkim isim ve soy isimlerini sorar. Dedesi ismini söyler ama hiç kullanmadıkları için kendisine verilen soyadını hatırlayamaz. Soyadı için hâkime "Kütükde!" der. Yani "nüfus kütüğünde yazılı, oradan bakın" anlamında... Ama mahkeme kaydında "Kütükde" geçtiği için soyadları da öyle kalır. Bunun gibi gariplikler o kadar çok ki! Meşhur gurme Vedat Milor da öyle... "Milor" bana sanki Macar veya Slovak bir soyadı çağrışımı yapıyor. Merak ediyordum hangi skandalın eseri diye, öğrendim. Kendisi bir yerde anlatıyor: "Matrak bir olay... Rahmetli dedem Konya'nın Tahir Paşa soyundan, onun torunu. Aile adı Mecidiyezâde. Dedem soyadını Mecidiyeoğlu yapmak istiyor, "zâde"yi Türkçeleştirerek... Soyadı komisyonu bu Türkçe değil diye kabul etmiyor.
Dedem çok güçlü bir şahsiyetti. Kafası bozuluyor, çok orijinal ve kimsede olmayan bir isim uyduruyor. En merak ettiğim Mecidiyeoğlu'nu kabul etmeyen komisyonun nasıl olup da Milor'u kabul ettiği. Yazık ki dedem vefat ettiğinde ben 13 yaşındaydım. Bu soruyu sorma şansım yok." İnsanlara kendi soyadlarını alma hürriyetini bile bırakmayan ceberutluğa başka bir örnek verelim... Şu anda piyasadaki 10 TL'lik banknotların arka yüzünde Cahit Arf'ın resmi bulunuyor. Dünyaca ünlü bir matematikçimiz. Peki, Alman soyadı gibi duran "Arf" ne demek Allah aşkına? Cahit Arf'ın bir vakitler asistanlığını yapan Tosun Terzioğlu bana anlatmıştı. Cahit Arf'ın babası soyadı kanunu çıkınca nüfus müdürlüğüne gider. Almak istediği soyadı sorulunca sülâle isimleri olan "Ârifîzâde"yi söyler. Memur "Olmaaaz! Zâde koyamazsınız" der. Bunun üzerine "Peki, o zaman Ârifî" olsun der. Memur yine "Bu da olmaz. Arapça nisbet eki kullanılamaz" der. Kızmaya başlayan adam "Bari Ârif olsun" der. Memur "O da olmaz.
Arapça kelime" der. Bunun üzerine zıvanadan çıkan adamcağız kızarak "Ârif" kelimesinin sülâsî kökü olan "a-r-f" harflerini söyler. İşte bu soyadı da bu skandaldan geliyormuş. Aziz Nesin'in soyadı hikâyesi de ilginçtir. Kendisi anlatır: "1934 yılında soyadı kanunu çıktı. Herkes kendisine soyadını kendisi seçtiği için, insanların bütün gizli aşağılık duyguları ortaya çıktı. Dünyanın en cimrileri ‘Eli açık', dünyanın en korkakları ‘Yürekli', dünyanın en tembelleri ‘Çalışkan' gibi soyadları aldılar. Her türlü yağmada hep sona kaldığım için, güzel soyadı yağmasında da sona kaldım. Bana ortada böbürlenebileceğim bir soyadı kalmadığından, kendime "Nesin" soyadını aldım. Herkes ‘Nesin' diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim." Soyadı fitnesi aynı soydan gelmelerine rağmen farklı soyadları alan aileleri bölmüştür. Ekşioğlu ailesi bunun bir örneği. Bu aile Özekşi, Ekşi, gibi soyadlarıyla da anılıyor. Böyle bölünen ailelere bir örnek de Müridoğlu ailesi...
Toplumdaki mahalle, dergâh, medrese, vakıf gibi özerk yapıları yok eden rejim, soy sürekliliğini ismen parçalayarak soyların devlete karşı özerkliğini ve iç dayanışmasını da engelledi.
Beşir Ayvazoğlu bir gazete yazısında anlatıyor: "Ressam ve heykeltıraş Zühtü Müridoğlu ile hattat, bestekâr, tanburî ve hâfız Kemal Batanay aslında kardeştir. Soyadı kanunu çıktığında, babaları aile lâkapları olan Müridoğlu'nu soyadı olarak almak istemiş, fakat nüfus memuru, "Şeyh, mürid, derviş devri geçti!" deyince, çaresiz, nüfus kütüğüne "Ulueren" soyadını yazdırmış. Kemal Batanay, bir süre sonra bir sebeple soyadını değiştirmek için Kasımpaşa Nüfus İdaresi'ne gitmiş; kendisinden öncekinin "Doğanay" soyadını aldığını görünce, "Bizimki de Batanay olsun!" demiş. Küçük kardeşi Zühtü, daha sonra mahkeme kararıyla Ulueren soyadını Müridoğlu olarak değiştirmiştir." Nüfus müdürlüğü soyadı olarak söylenen kelimeleri Tarama Sözlüğü'ne bakarak önce öz Türkçe olup olmadığını kontrol ediyor, sonra onaylıyorlardı. Bu baskıya kendilerince çâre bulmaya çalışanlar da oldu. Meselâ tasavvuf ve ilim ehli kişilerin aldıkları soyadları...
Çoğunun soyadı güya öz Türkçe ama yine de irfân kokuyor. Hemen aklıma gelen bazı örnekleri sıralayayım: Tâhir Olgun, Ahmed Avni Konuk, Ahmed Remzi Akyürek, İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Ömer Nasuhi Bilmen, Ahmed Irsoy, Mehmed Âkif Ersoy, Abdülhayy Öztoprak... Abdülhayy Efendi Yahya Efendi Dergâhı'nın son şeyhidir. Soyundan geldiği Hazreti Ali Efendimize (kv) Rasûlullah Efendimiz (sav) tarafından verilen lâkap olan "Ebu'l turâb" yani "toprağın babası" ifadesinden mülhem bu soyadını almış. Cumhuriyet kurulur kurulmaz her alanda aynı strateji izlendi. Sadece devletin ve devlet kurumlarının, hukuk düzeninin, kavramların, eğitim sisteminin, toplumsal kurumların değil insanların da gelenekten, medeniyetten tam anlamıyla koparılması... Resmî tarih bıçakla kesilir gibi kesildi, sıfırlandı. Yerine Atatürk'ün hayatta belki en çok mesai harcadığı Nutuk resmî tarih olarak kondu. Nasıl tarih yeniden yazıldı ise insanların ve ailelerin tarihlerinde de aynısı yapıldı.
- Soyadı devrimi ailelerin ve soyların sürekliliğini kopardı. Meselâ soyu "Kadıoğlu" diye anılan bir insan bugün "Akdemir" soyadı ile anıldığında onun bütün tarihini sıfırlamış oluyorsunuz. Belki soyadını ilk alan nesil soy derinliği ve sürekliliği bilincini muhafaza edebildi ama üçüncü nesilden itibaren o bin yıllık geçmişi isim üzerinden hatırlayan kalmadı.
Bu strateji sadece Osmanlı'nın merkezi olan Türkiye'de değil; İngiltere, Fransa ve Rusya'nın sömürgeleştirdikleri Osmanlı bakiyesi yerlerde de eşzamanlı olarak uygulandı. Müzik, toplum, tarih, kültür kavramları dinden arındırıldı, ırklaştırıldı. Toplumdaki mahalle, dergâh, medrese, vakıf gibi özerk yapıları yok eden rejim, soy sürekliliğini ismen parçalayarak soyların devlete karşı özerkliğini ve iç dayanışmasını da engelledi. Soyadı faciasının yok ettiği başka bir şey de özgüvendir. Soyadlarının aile ve soyun özellikleri, bulundukları yerler, kendilerini öne çıkaran tarihi olaylardan tamamen dışlanarak meselâ "Kaya" gibi bir isme sığıştırılması insanlarda özgüveni eksiltir.
Cumhuriyet sadece insanların isimlerini değiştirmedi. Yerlerin de isimlerini değiştirdi.
Nasıl kendini inkâr eden insanlara itibar edilmezse, böyle toplumlara da itibar edilmez. Batı'da bugün soyadları tâ Roma dönemine kadar giden insanlar var. Böyle iki bin yıllık bir derinliği hisseden bir insan mı, yoksa anlamsız kelimelerle işaretlenen bir insan mı kendine daha çok güvenir? Ayakları yere sağlam basar? Cumhuriyet sadece insanların isimlerini değiştirmedi. Yerlerin de isimlerini değiştirdi. Bugüne dek on binlerce şehir, kasaba, mahalle, köy, mezra, dağ, ova, ırmak, vb. yere yeni isimler verildi. Meselâ Bursa'daki Uludağ'ın ismi 1926'dan önce Keşiş Dağı idi. Şeriat ile yönetilen Osmanlı'yı 600 sene boyunca rahatsız etmeyen "keşiş" kelimesi laik düzene aykırı addedildiği için böyle bir isim uyduruldu. Aynı şeyi Tekirdağ için yaptılar. Fethedildiği 1300'lerden beri Kırkkilise olan bu şehrin adını 1930 yılında Cumhuriyet idaresi Tekirdağ'a çevirdi. Elâzığ, Balıkesir, Çankırı, vb. pek çok il için benzeri şeyleri görüyoruz. İnadına aslının zıddı isim verilen yerler de var. Meselâ Batman Gercüş'te adı Kürtçe olan bir köy vardır: Becirmân. Bu "Vergisiz" demektir.
Burada seyyidler yaşadığı için Osmanlı döneminde köylülerden vergi alınmamıştır. Cumhuriyet döneminde ise bu köyün adı kasıtlı bir şekilde "Vergili" yapıldı. Böylece soyadında insanların biricikliklerini elinden alan düzen, mekânın da özgünlüğünü yok etti. Son bir asırdır yaşadığımız karartmada dinî, ilmî kavramlar kadar sanat, hayat ve meslek isimleri de değiştirildi. İnsan ve mekân isimleri de... İsimler boş şeyler değildir. Her isim bir kavram, her kavram bir anlama denk gelir. Arapça'da "isim" kelimesi ile "semâ" aynı kökten gelir. İkisi de "yükseltilmiş, üst taraf" demektir. Yani insanlar, yerler, kavramlar isimleriyle kişilik kazanır, kelime kalabalığının içinde yükselir, görünür hâle gelirler.
Bunun için her kavram çok önemlidir. Çünkü inancı, düşünceyi, özelliği, özgünlüğü muhafaza ederler. Bunun için bir asırdır yürütülen insan, mekân ve zaman alanlarındaki sistemli yıkımdan kurtulmak için kelâmımıza-merâmımıza, aslımıza-neslimize, özümüze-sözümüze yeniden bağlanmak gerek.