Geçti Batı'nın pazarı...
Sosyalizm de komünizm de liberalizm de kapitalizm de hepsi Batı kökenlidir, ama Batılı devletlerin bunlarla bir ilgisi yoktur. Onların farklı maskeleri olsa da tek bir ideolojileri var: “Güç tapkınlığı”. Bu dinin esası önce Magna Carta, sonrasında ise 1600’lerde kurdukları zenginler-aristokrasi koalisyonu... İşleyiş modeli “uydur, kandır, kaldır” hikâyesi...
Geçenlerde Huawei adlı meşhur Çinli şirketin İngilizce reklamını seyrettim. “More+” diye bir reklam yayımlamışlar. Bir kadın sesi, dünyanın farklı yerlerinden güzel manzaralar eşliğinde şunları söylüyor: “Doğa bize enerji ve hayat veriyor. Güzel gezegenimizi koruyalım. Biz Huawei olarak doğaya zarar vermemek için büyük çaba gösteriyoruz. Daha yeşil bir dünya inşa etmek için kendimizi adadık. More Plus’a inanıyoruz. Yani daha fazla koruma, daha az kirletme...” Daha sonra güneş enerjisiyle çalışan fabrikaların görüntüsü falan, reklam devam edip gidiyor. Reklamı seyrederken kendi kendime gülümsedim. Niçin mi? Bu türden güya doğaya saygı, insana hizmet, yeşil-meşil gibi şirin sözlerin elli katını Batılılardan duya duya kanıksadık. Batı hem de bunu en cafcaflı ve sanat hâlinde yapıyor. Dünyayı sömüren Batılılar, bunun aslında insanlığın hayrına olduğunu anlatmakta da pek mâhirler.
Hemen aklıma Banker Bilo filminde Maho’nun sürekli aldattığı Bilo’ya her sahtekârlığı sonrasında sorduğu soru geliyor: İnsanları sahte hastalıklara düçar edip güya ilaç satanlar da onlar, insanlığı kurtaran da... Diktatörleri atayıp azdıranlar da onlar, gariban kitleleri diktatörlerden kurtaran da... Demokrasi deyince de onlar, zenginlik, adalet, düzen, özgürlük ve haklar deyince de onlar... En yandaş teoriler de onlardan, en muhalif olanlar da... Batı dünya tarihinde eşi görülmemiş bir yaygınlıkta ve derinlikte insanların beynini yıkayabiliyor. Bunu da insanlara “özgürlük” olarak yutturabiliyor. Zaten sömürgeciliğinin asıl öncü kuvveti ordular değildir, dil ve kültür şeytanlığıdır. Batı son üç asırdır sadece dünyada fiziki bölgeleri işgal etmedi. Zihinleri, değerleri ve söylem alanını da işgal etti, sömürdü. Dünya haritasına bakarsanız dünyanın merkezi Londra... Dünyada nerede olursanız olun bütün saatler Londra saatine göre ayarlanıyor.
Dünya dediğimiz bile aslında İngiliz’in, genelde de Batı’nın dünyası. Bizde sanal âlemde dindarların takma isimleri de İngilizce. Dünyanın her tarafında Batı tarzı giyinen, yiyen-içen, konuşan, gülüşen, düşünen, nutuk atan, siyaset yapan, aşkını ilân eden, dergi çıkaran tonla insan var. Bugün dünyanın neresine giderseniz gidin parlak okullarda Amerikan veya İngiliz modeli uygulanıyor. Kütüphanelerde bir Amerikalı olan Dewey’in tasnif sistemi kullanılıyor. Kıyafetler, içilen veya yenilen şeyler de Batı’ya göre ayarlanıyor. Devletler bir Amerikan bilimi olan kamu yönetimine göre, şirketler bir Amerikan bilimi olan işletmeciliğe, insanlar da bir Amerikan bilimi olan psikolojiye göre işlerini yürütüyor. Bugün bir Hintli kendi tarihini, bir Türk kendi dinini, bir Kızılderili kendi kültürünü İngilizceden tercüme edilmiş kitaplardan öğreniyor. Güya bilgide de bilimde de en önde Batı. Aşağılık kompleksi bugün en yaygın din. Hiç kimse onu sarsamıyor, ona karşı çıkamıyor. İşte bu bir başarı!
Çinlilerin erişemeyecekleri başarı da bu zaten. Çinliler nasıl bir alternatif yalan düzeni oluşturacak, asıl mesele o. Zihinleri işgal edemedikleri için kimse Çin’in söylediklerini Batı’nın sözleri gibi makul ve makbul kabul etmiyor. Hatta onların bu propaganda sözlerini işitince insanın aklına hemen benzeri Batılı sözler geliyor. “Batı’nın söylediğini taklit ediyor” deyip hafife alıyorsunuz. Duymuşsunuzdur, Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesi var... Çin’i Asya, Afrika ve Avrupa’ya karayolu, demiryolu ve denizyoluyla bağlayacak bir dev proje. “Modern İpek Yolu” da deniyor. Çin’den başlayıp bgatı-kuzey ve üney yönünde dünyaya yayılan bir çok hattan oluşuyor. Sadece yollar değil petrol ve doğalgaz hatlarını da kapsıyor. Bu çerçevede otobanlar, köprüler limanlar, havaalanları da yapılacak. Bu sayede Çin’in başkenti Pekin’den yola çıkan yükler Londra’ya 4-8 hafta yerine 10-12 günde ulaşacak. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping 2013’te projeyi açıklarken onlarca ülkeye toplam 8 trilyon dolar kredi vereceklerini açıklamıştı. 2027’ye kadar maliyetin 1,3 trilyon doları bulacağı düşünülüyor.
Bu çerçevede Çin, 40’tan fazla ülke ile 300 milyar dolardan fazla yatırım anlaşmasına imza attı. Türkiye de bu ülkeler arasında... Çünkü Çin için Avrupa’ya geçiş noktasında çok önemli bir yer burası... Bizim Ulaştırma Bakanı bu konuda en az Çinliler kadar şevkli. Türkiye’nin ulaştırma politikalarının temel ekseninin Çin’den Londra’ya kesintisiz bir taşımacılık hattı sağlamak olduğunu söylemiş. Anlaşılıyor ki Çin, ABD’nin kontrolündeki bölgelere girmek istiyor.
Ama projenin adı baştan falso. Oldukça amatörce: “Kuşak” ve “yol” kelimelerinin ne İngilizcesi, ne Türkçesi akıcı. Bir de ortada zaten ne bir tane kuşak var, ne de bir tane yol... Bir sürü var. Projeyi tanıtan Çinli yetkililer amatörce şunları geveliyorlar: “Binlerce yıl İpek Yolu ruhu; yani barış ve işbirliği, açıklık ve kapsayıcılık, karşılıklı öğrenme ve karşılıklı fayda ilkeleri nesilden nesle aktarıldı. Böylece insanlık medeniyeti ilerledi. İpek Yolu üzerindeki ülkelerin refahı ve kalkınmasına katkı yaptı. 21. asırda barış, kalkınma, işbirliği ve karşılıklı faydaya dayanan yeni bir çağın arefesinde, dünya ekonomisinin toparlanma sürecinin ağırlığı ve uluslararası ve bölgesel durumların karmaşıklığı karşısında İpek Yolu ruhunu yaşatmak bizim için daha da önemli hâle gelmiştir.”
Aşağılık kompleksi bugün en yaygın din. Hiç kimse onu sarsamıyor, ona karşı çıkamıyor.
Bir kere bu kısa tarifte geçen barış, kalkınma, ilerleme, işbirliği, kapsayıcılık, karşılıklı fayda gibi bütün kavramların hiçbiri özgün değil, Batı’nın uydurduğu kavramlar. Bunları Batı dışı toplumlar dillerine pelesenk ederler ama bu kavramlar sadece Batı’nın çıkarlarına hizmet eder. Batı’nın kurduğu tezgâh böyledir: Ona benzeyerek onu geçme iddiasındaysanız hep geriden gelirsiniz. Bu tezgâh sayesinde Batı, insanları hem sömürür hem de sömürdüklerinden minnet görür. Kısacası, Çin’in bu aldatmaca oyununa eklediği bir yenilik yok. Yani kandırmaca ve ince yalancılıkta Batı’nın yanına yaklaşamazlar bile...
Batılılar iki asır evvel tezgâhı “bilim”, “ilerleme”, “özgürlük” gibi kavramların arkasına gizlediler. Ayaklarına bağ olan dini bir kenara koyup, çakma din olan “ideolojiler”i icat ettiler. Bunlarla kendi ülkelerinden ziyade Batı dışındaki toplumları oyaladılar. Sosyalizm de komünizm de liberalizm de kapitalizm de hepsi Batı kökenlidir, ama Batılı devletlerin bunlarla bir ilgisi yoktur. Onların farklı maskeleri olsa da tek bir ideolojileri var: “Güç tapkınlığı”. Bu dinin esası önce Magna Carta, sonrasında ise 1600’lerde kurdukları zenginler-aristokrasi koalisyonu... İşleyiş modeli “uydur, kandır, kaldır” hikâyesi... Kavramları ve ideolojileri her on senede bir güncelleyerek, yeni parlak söylemlerle aynı zâlim amaçlarını sürdürüyorlar. Çin’in böyle sağlam bir tezgâh kurmak için daha çok ekmek yemesi lâzım. Çinliler de bunu biliyor olmalı ki kısa yollara başvuruyorlar. Meselâ devlet başkanları ve diktatörlerin şahıslarına milyarlarca dolar rüşvet verip ülkeleri ele geçiriyorlar. Petrol ihtiyaçları için çok önemli olan Afrika’nın Angola ülkesinde böyle yaptılar.
Şu anda fiilen petrol sahalarını, rafinerilerini, diğer madenlerini kapatmış durumdalar. Bütün Afrika’da böyle rüşvet ile ele geçirdikleri ülkeler çok. Üstelik devleti elde ettikten sonra maden veya fabrikalara güvenlik olarak kendi ordularını konuşlandırıyorlar. Fiilen askerî olarak işgal etmiş durumdalar. Bazı yerlerde de Çin hapishanelerinden şartlı olarak çıkardıkları katilleri güvenlik kuvveti olarak oralara taşıyorlar. O yüzden hep söylüyorum, şu anda Afrika’da Çin-ABD soğuk savaşı yaşanıyor. Bir köşeyi o kapınca, öteki hemen öbür köşeyi kapıyor. Bunun 20 sene kadar özellikle Afrika ve bizim bölgemizde devam edeceğini öngörüyorum. Çin taklitçiliğiyle meşhur. Ferrari’den Iphone’a kadar herşeyi kopyalarlar. Ama asıl kopyayı sömürgecilikte Batılıları adım adım takip ederek yapıyorlar. 1996 yılında Yeni Şafak’ta yazdığım gibi, Immanuel Wallerstein Batı devletlerinin dünya tahakkümüne giden yolda dört aşamadan geçtiklerini söyler: Sömürgelerde köle kuvveti ile üretimin artması, fazla üretimin ihraç edilmesi, buradan gelen artık servetle finans merkezleri kurulması ve son olarak siyasi tahakküm...
Orada Çin’in bu aşamaları birer birer takip ettiğine dikkat çekmiştim. Yazıyı yazma vesilem, o yıl İngiliz sömürgesi Hong Kong’un Çin’e ilhak edilmesiydi. Böylece Çin, 1980’lerde başlayan kendi nüfusunu köleleştirerek üretimi artırma, ihraç etme aşamalarından sonra, tasarruf ettiği trilyonlarca doları bir finans merkezine aktarma aşamasını tamamlamıştı. Şimdi sıra dünyada siyasi gücüyle ortaya çıkmaktaydı. Bugün gördüğümüz askeri teknolojilerdeki büyük sıçrama, siber savaş operasyonları, Pasifik’te başlayan ABD ile köşe kapmaca ve “Kuşak ve Yol Projesi” bu son aşamaya geçildiğini gösteriyor. Çin belki ekonomide, silahlanmada, çevre ülkeleri kuşatmada öne geçiyor ama propagandada geri kaldığı kesin. Yani hem sömürüp hem de teşekkür bekleme şansı pek yok. Çin bu konuda pek yetenekli değil.
Birincisi; Çince, dünyada üç asırlık Batı sömürgeciliğinin bir sonucu olarak çok yaygın olan İngilizce ve Fransızca gibi Batılı diller kadar talep edilen bir dil değil. Resimsi yapısı yüzünden öğrenilmesi daha zor. Çince bilip de bu dilde okuyabilenler veya interneti, televizyonları takip edebilenler için Çin kültürü cazibe bakımından Batı’nın çok gerisinde. İkincisi; her ne kadar kendi dillerinde “Çin,” yani “Jongguo” “merkez ülke” demek olsa da Çinliler kendilerini Batılılar gibi her şeyin merkezi göremiyorlar. Hâlâ edilgen bir psikolojideler. Üçüncüsü onlar da zihnî sömürgecilik yapmak istiyorlar ama bu konuda birikim ve taktik zaafları var. Kısacası; Çin, Batı’nın izinde sömürgeciliği, köleciliği, kapitalizmi başardı. Ancak onların en usta oldukları bir sanatı elde etmeden dünyaya tahakküm edemeyecek gibi görünüyor: yalanı gerçek gibi sunma sanatı...