Bir ölüyü telefonla arama fikri
Mevcut olup artık olmayan şeyler acının en modern uygulamalarına konu olmuyor mu? Bu yüzden telefon defterinden ölen arkadaşların numaralarını siliyoruz işte. Mevcut olup var olmayanın derin sızısını giderebilmek için. Silemiyorsan eğer “Bir Fotoğrafın Arabı”nda bile bütün ölüleri hemen tanırsın.
Kapının önünde onlarca çift ayakkabı, her an sahiplerini mutlu bir yalnızlığa kaçırabilecek atlar gibi duruyor.
Kirli spor ayakkabılar, kösele olanlar, sivri ve küt burunlular, eğilip yana yatmış bir çizme, yeni alındığı belli olan ve bu çılgın kalabalıktan ötede kendi hâlinde durmak isteyen bir çift stiletto. Ancak hemen gitmek üzere gelen ayakkabılar böyle bir kalabalık oluşturabilir. Öyle de oluyor. Bir süre sonra ayakkabılar sahiplerini alıp hayatın içine taşıyorlar. Hemen arkalarından acılı olduğu için şişen göz kapakları, dağınık saçları ve derin bir inilti gibi aldığı nefeslerden belli olan kadın, bir çift erkek ayakkabısı çıkarıp, az önce boşalan kapı önüne koyuyor.
O ayakkabılar sahibini hiçbir yere götüremeyecek. Bu kez gitmeyi değil kalmayı simgeliyorlar.
Ölen arkadaşlarımın rehberimden biriken numaralarını silmeden önce ezberlemeye çalıştığımı fark ettim. Neden silmek istiyordum? Ve neden ezberlemek?
Giden gitmiştir, kalan sadece acıdır. İki gün sonra ürkek bakışları ile apartman boşluğunu ve merdivenleri kontrol eden bir çocuk ayakkabılara yaklaşıyor. Önce kulağını kapıya dayıyor, sonra ayağındaki eskileri bir kenara bırakarak kendisine epeyce büyük gelen ayakkabıları deniyor. Topuğunun arkasında kalan büyük boşluğu kapının önünde bırakarak koşarak uzaklaşıyor.
Kapının deliğinden olan biteni izleyen eğer Canetti olsa muhtemelen şöyle derdi; “Ölüler, yaşayanlardan korkar. Bunu bilmeyen yaşayanlar ise ölülerden korkarlar.” Ben ise tam burada, gözümün önüne bir Fatih Muhammet Atasever şiiri koymayı tercih ediyorum;
Kesit: dedem telefon rehberinden
ölen arkadaşlarının numarasını sildiriyor
en az beşyüzotuzbeş kez siliyor silen
gözünün önündekileri gözümün
bir ölümden doğan boşluğa kaç isim sığar
tabutun dibine kaç soru
bir cevaptan geriye kalan kaç
Bu kesite bende sahibim; ölen arkadaşlarımın rehberimden biriken numaralarını silmeden önce ezberlemeye çalıştığımı fark ettim. Neden silmek istiyordum? Ve neden ezberlemek? Onlara ulaşabilecek rakamları dijital bir çöplükte değil hafızamda saklamak, bir tuhaf bağlantı noktası gibi hayatımda kalsın istedim belki de. Hem ayakkabıları dışarı koymak hem de onları giyip kaçmak hevesi kaplıyor içimi. Gitmek ve ulaşmak, kalmak ve erişememek arasındaki araf, günleri bir bir tüketiyor. “Bir ölüyü telefonla arama fikri”nden bahsediyor Fatih. Bunu bir kere bile düşünmeden -olanaksızlığın kabulünü bir törene dönüştürmeden önce, delice bir isteğe kapılmadan hemen sonra- bir kaybın ilk gününü yaşamak mümkün mü?
- Bir ölüyü telefonla aramak fikrini
- haritalar insanları göstermez
- hâlâ hayatta olanları anlayabiliyor musun fotoğrafta.
Ben anlayamıyorum Fatih. Belki de “çoğul zaman” dan bahseden filozoflar haklı. “Fiili bir şimdiden, olup bitmiş bir şimdiye, yani mevcut olup artık olmayan bir şeye” ikna oluyoruz. Mevcut olup artık olmayan şeyler acının en modern uygulamalarına konu olmuyor mu? Bu yüzden telefon defterinden ölen arkadaşların numaralarını siliyoruz işte. Mevcut olup var olmayanın derin sızısını giderebilmek için. Silemiyorsan eğer “Bir Fotoğrafın Arabı” nda bile bütün ölüleri hemen tanırsın.
O vakit Ece Ayhan’a uyalım ve Kudüs’e gidip bir çalar saatin içine yerleşelim. Aklıma daha iyisi gelmiyor.