Bir çomarın günlüğü
Sabah ezanı huzur veren iklimiyle semayı aydınlatıyor. Ezanı duyan herkes, çok uzaklardan gelen, yıllardır beklediği önemli bir haberi duymuş gibi kulak kesiliyor sanki ezana. Herkes büyük bir itimat dairesinin içinde hissediyor kendini. Evet, müezzin de her sabah okuduğu gibi okumuyor ezanı. Sesinde aşkla yanan bir şey var. Gürül gürül bir şey. Bir kurtuluşu müjdeler gibi okuyor sanki. ‘Allah’a şükür’ der gibi. Büyük resim.
15.07.2016 Saat: 16.00: Yoğun bir günün ardından dinlenmek için geldiğim evde Çörek Otu T.V’yi izlerken uyuyakalmışım. Ne gündü be! O değil de Bağcılar geceleri bir başka oluyor. İnsanın vatanı gibisi yok. Yorgunluktan bu saatte ancak uyanabildim.
Öğlen namazı vakti geçmemişse sorun yok, derdi babam. Babalar yanılıyor olamazdı, bu bin yıldır böyle. Neyse. Karnım acıktı. Canım fena halde makarna istiyor. Makarna yedikten sonra demokrasiye inanası gelmiyor insanın ama yine de yiyemeden duramıyorum, acaba dedelerim Napoli yöresinden Bağcılar’a gelmiş olabilirler mi? Bu durum biraz sinirimi bozdu şimdi. İçimden sessizce andımızı okudum. Üstüne mutfağa gidip makarnanın suyunu da koyunca iyice sakinleştim. Televizyonu açtım, haberler yine aynı, PKK Kürtleri özgürleştirmek için genç bir öğretmeni katletmiş, Pensilvanyasevenler derneği üyeleri yine mağdur olmuş, ülkeyi yöneten diktatör katıldığı 10. seçimden de galip çıkmış, Alamanya gurbetindeki bir-kaç gazeteci ise hani bana hani bana demiş. Falan filan. Nakarat kısmına eşlik edebilirsiniz.
15.07.2016 Saat 21.00: Haberler bitti, bol uzmanlı bir açık oturuma takıldı gözüm. Yediğim ucuz makarna etkisini göstermeye başlamıştı. Bu diktatörlük yıkılacak diyen kırmızı yanaklı adama karşı hiç de demokratik olmayan hisler beslediğimi fark ettim.
15.07.2016 Saat: 17.00: Evde ekmek olmadığını fark ettim. Bakkala gitmek için aşağıya inerken emekli öğretmenimiz Cumhur Amca’yla karşılaştım. Beni görünce gözlerimin içine bakarak ‘gidecekler’ dedi. Ben de aynı sevgi dolu ifadeyle gözlerinin içine bakarak ‘gidemezler’ dedim. Birbirimizi anlamıştık. Bu siyasi bir konuşma mıydı, yoksa geçen hafta apartmanın içinde doğuran hamile kediden mi bahsediyorduk tam kestiremedim ama, hem yavru kedilerden hem de hükümetten yana olduğum için çok da sorun etmedim durumu. Apartmanın kapısından çıkarken, kendisine ‘apartman görevlisi, bina sorumlusu, hizmet asistanı’ falan dememizi hakaret sayan kapıcımız İrfan ustayı gördüm. Taşralı bir bireyin şahsıma yönelik ‘selamün aleyküm’ demesine, yavru kedilerle hükümeti aynı anda sevebilecek kadar kafası karışık bir birey olarak anında ‘aleyküm selam’ şeklinde karşılık vermem biraz ilginç oldu. Örgüt içi şifreli bir haberleşme tekniği kullanıyormuşuz gibi ikimiz de kendimizden emin ve özgüvenliydik. İrfan usta bir de üstüne Sivaslıydı. Şartlar hiç eşit değildi yani. -İrfan usta fazla mı kutuplaştık biz acaba, dedim belli belirsiz bir ses tonuyla. Nedense sorumun cevabının bu adamda olduğuna dair bir hissiyata kapılmıştım. -Hayırlısı neyse o olur, sen takma hiç kafana bunları, dedi. İşte Anadolu İrfanı. Resmen ismiyle vücut bulmuş adamda. Kutupta yaz gibi. Biraz sınıf bilinci eksik ama olsun. Bu arada tam idat konusu açılmak üzereyken bakkala doğru uygun adım yol aldım.
15.07.2016 Saat: 19.00: Makarnayı ekmekle yedikten sonra balkonda bir sigara içtim. Bağcılar gözümde yine bir başka güzeldi. Haber öncesi kuşakta bir sağlık programına denk geldim. Mucize diyet, şok kilo verme yöntemi, yiyerek zayıflayın, uçarak kanatlanın, fenkşu ile rahatlayın, abs ile frenleyin diye diye ‘gezen tavuk yumurtası’na kadar getirdiler meseleyi. Galiba en baştan beri bunu planlamışlardı. Bir şeyi fark ettim ayrıca. Her şeyin ölçüsü yıllar içinde değişiklik göstermişti ama diyet peynir ölçüsü aynı kalmıştı; ‘kibrit kutusu kadar beyaz peynir.’
15.07.2016 Saat 21.00: Haberler bitti, bol uzmanlı bir açık oturuma takıldı gözüm. Yediğim ucuz makarna etkisini göstermeye başlamıştı. Bu diktatörlük yıkılacak diyen kırmızı yanaklı adama karşı hiç de demokratik olmayan hisler beslediğimi fark ettim. Kırmızı yanaklının yanında oturan sarı kravatlı, sözü yoldaşından ‘kesmek suretiyle’ devralarak ‘Hitler de böyle gelmişti efendim, demokrasi tam olarak böyle bir şey işte’ cümlesini kurdu. ‘Bizim istediğimizi seçiyorsan seç, yoksa sen seçme’ demek istiyordu galiba.
- Sinirlenerek başka bir kanala geçtim; göle maya çalmaya çalışan acemi bir sosyoloğun makarna-kömür eğrisiyle açıkladığı oldukça bilimsel bir seçim sonuçları analizini izledim. Tam ikna olmak üzereydim ki, canım yine makarna çekti.
Bu arada salonun kapısı açıldı, yan odada hatim indirmekten gözleri nemlenen babaannem ‘büyük resmi görmek lazım evladım’ diyerek sessizce yanıma oturdu. Babaanne sen büyük resmin kendisi olmuşsun ama haberin yok, diyemedim. Birlikte büyük resmi görmeye koyulduk.
15.07.2016 Saat 22.30: Kapı çalındı. ‘Göz hakkı’dan baktım. Kapıcı İrfan usta gelmişti. 3 aydır ödenmeyen idat yüzünden kapıya mı dayanılır arkadaş diye söylenerek kapıyı açtım. İrfan usta, nefes nefese; hocam bişeyler oluyor diyorlar doğru mu, asker hükümeti mi deviriyormuş, öyle şeyler diyorlar, Tayyip’i esir etmişler, Cumhur beyler kimse dışarıya çıkmasın diye tembihliyor herkesi’ deyince benim jeton düştü.
15.07.2016 Saat 23.00: Soğuk suyla abdest aldım, babaannemin elini öptüm ve dışarı çıktım. Kapıda İrfan ustayı gördüm, 4 çocuğunu ve karısını da yanına almıştı. Az önceki tedirginliğinden eser kalmamış bir şekilde tebessüm ederek ‘yörü hocam, kimin ülkesini kimin elinden alıyorlarmış, hele bize anlatsınlar bi bakalım şunu’ dedi. Gözüme bir süper kahraman gibi görünmüştü İrfan usta. Sivaslı olması buna engel değildi. Çocukları bıraksaydın bari, dedim. ‘Yalnız hocam biz ailecek Sivaslıyız’ deyince, gözümden dökülen bir damla yaşı arkamı dönerek silmek zorunda kaldım. Meydana doğru yol aldık birlikte. Kalabalığa karıştık, düğün-bayram yerine gelmiştik sanki.
Ben kontenjandan onlar doğuştan üç roman kahramanı gibi laleliden şehadete doğru giden bir tankın üzerindeyiz. Ne acayip bir memleket şu Türkiye, darbe gecesi bir tankın üzerinde bile ‘tanıştığına memnun’ olabiliyorsun.
16.07.2016 Saat 00.30: Nerden nereye yürüdüğümü, hatta nerde olduğumu bile bilmiyorum. İrfan ustayı kaybettim. Her taraftan üstümüze ateş açılıyor. Jetler tepemizde. Mahşer yeri gibi ortalık. İki genç delikanlının ‘yürü abi’ komutuna direkt itaat ediyorum ve yürüyorum. Ve nihai zafer, evet, kendimi dev bir tankın üstünde buldum. Askerliğimi tankçı olarak yapmadığım aklıma geldi. Tank yavaş bir hızla hareket ediyor. ‘Yürü abi’nin sonunun buraya varacağını hiç tahmin etmemiştim. Serin, mübarek bir rüzgâr esiyor, püfür püfür. Tankın üzerindeyiz ve böyle bir anda bile muhabbet etmeye koyulduk. Pek uygun bir ortam değil ama isimler neydi sizin arkadaşlar dedim, kolları façalı, aslan yürekli iki roman genç. Haydar ve Hasan. Ben kontenjandan onlar doğuştan üç roman kahramanı gibi laleliden şehadete doğru giden bir tankın üzerindeyiz. Ne acayip bir memleket şu Türkiye, darbe gecesi bir tankın üzerinde bile ‘tanıştığına memnun’ olabiliyorsun.
16.07.2016 Saat 01.30: Birbirini zerre miskal tanımayan, ilk kez o gece yan yana gelmiş ve hiç de homojen olmayan bir topluluğuz. Sanki doğuştan bordo bereli eğitimi almış gibi senkronize bir şekilde aynı anda siper alıyoruz, ateş kesilince yine aynı anda hep birlikte düşmanın üzerine doğru ilerliyoruz. ‘Türkler asker millettir’ tanımı yalnızca tarih kitaplarında okunsun diye yazılmamış demek ki. Saç-sakal tıraşlarından anladığım kadarıyla çoğumuz memuruz. ‘Bordro’ bereliler timiyiz bir anlamda yani.
16.07.2016 Saat 02.30: Bütün halk sokakta ve ekonomi fena halde canlanmış durumda. Gecenin bu saatinde bütün bankamatiklerde, marketlerde ve benzin istasyonlarında uzun kuyruklar mevcut. Böyle bir gecede ekonominin kötü etkileneceğini düşünerek, cansiperane bir şekilde ekonomiye can veren yurttaşlarımızın olması insanın göğsünü kabartıyor doğrusu. Fedakârca yataklarından kalkıp gelerek; marketleri, benzinlikleri, bakkalları açtıran halkımız, ülkenin geleceğini çalan darbeci alçakların yüzüne karşı ‘ekonomiyi size yedirtmeyiz’ dercesine, makarnaları istifliyor, stokları güçlendiriyor, akaryakıtları ise içercesine fullüyorlardı adeta. ‘Türkiye tek yürek’ idi yani, o utanç gecesinde.
16.07.2016 Saat 03.30: Aziz Türk Milleti, makarnadan aldığı güçle.
16.07.2016 Saat 04.30: Sabah ezanı huzur veren iklimiyle semayı aydınlatıyor. Ezanı duyan herkes, çok uzaklardan gelen, yıllardır beklediği önemli bir haberi duymuş gibi kulak kesiliyor sanki ezana. Herkes büyük bir itimat dairesinin içinde hissediyor kendini. Evet, müezzin de her sabah okuduğu gibi okumuyor ezanı. Sesinde aşkla yanan bir şey var. Gürül gürül bir şey. Bir kurtuluşu müjdeler gibi okuyor sanki. ‘Allah’a şükür’ der gibi. Büyük resim.
16.07.2016 Saat 12.30: Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi… 250 kişi şehit oldu sadece.
16.07.2016 Saat 15.00: Evdeyim, kolumda bir ağrı var, sol ayağım çok fena uyuşmuş durumda. Tank havası çarptı galiba. Ölüm sessizliği çökmüş üzerime.
16.07.2016 Saat 16.00: Babaannemin genç kızlığında asmışlar Menderes’i, çok ağlamışlar o gece. Hep anlatır, Jandarma muhtara zorla davul-zurna çaldırmış köyde. Gururuna yedirememiş adam, sabahına asmış kendini muhtarlığın tavanına. Vermeyin evladım seçtiğiniz adamı itin-uğursuzun-hayının eline, biz verdik siz vermeyin, dedi ve bunu der demez hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı gül yüzlü babaannem, ak saçları dağılıverdi birden.
Sıkı sıkıya sarıldım omzuna, ilk kez böyle görüyordum onu. Biz verdik siz vermeyin, sürekli bunu tekrar ederek ağlıyordu. Kolumdaki ağrı iyice şiddetlendi. Babaannemin kederine gömülmüştüm. Televizyonda şehitlerin fotoğraflarına takıldı gözüm, Haydar ve Hasan’ı gördüm önce yan yana, başlarından vurulmuşlardı, sonra İrfan ustayı, iki çocuğuyla. Âmin.
Türkiye yine en güzel ihtimal.