15 Temmuz öncesinde Birinci Muharebenin Adı: Gezi
15 Temmuz, Türk halkının, direnme hareketiydi. Genel olarak, iki muharebe var. Savaş sanatında strateji, ikiye ayrılır. Bir savaş vardır. O, geneldir. Onun parçalarına, cüzlerine muharebe veya vuruşma denir. İşte bu genel savaşın, şimdilik gördüğümüz iki vuruşması var. Birincisi, Gezi olaylarını takip edip yöneten odaklar; ikincisi ise, 15 Temmuz FETÖ hareketi.
Bugüne değin, 15 Temmuz gecesinde neler yaşandığına dair derinlikli bir toplum bilimsel araştırmayla karşılaşmadık. Memlekette istemediğiniz kadar toplumbilimci bulunmakla birlikte, bunların hemen hepsi sahaya inmekten kaçınıyor. 15 Temmuz gecesi tarihte özgün, ilgi çekici bir olay olmaya aday.
Bildirilenler, söylenenler, girişilen propagandalar 15 Temmuz gecesinin önemini düşürmeğe yöneliktir. O gecenin tarafsız, ayık tahlilini yapmak şarttır. Bildirilenler ile girişilen propagandalar adeta serhoş işidir. İşin içinde yer alan, duygulardır da ondan. Kahramanlar, fedakârlar veya tam tersine tiyatro diyenler... Bunların hepsi duygusal belirlemelerdir. Yerli yerinde bilimsel bir çözümleme o gece yaşananları veri olarak ortaya çıkaracaktır. Buna, fazlasıyla ihtiyacımız var.
Yakın zamanda, Güney Amerika’nın darbelerle hatırladığımız ülkesi Venezuella’da yine bir darbe girişimi oldu malumunuz. Bu kez darbeciler başaramadılar ve çabucak tutuklandılar. Ortaya çıkan fotoğraflardan, bizdeki 15 Temmuz’la benzerlikler kuruldu. Venezuella’daki darbe girişiminin önlenmesinde 15 Temmuz etkisi de konuşuldu.
Bağımsızca, olayı, felsefeciye mahsus bir edâyla yukarıdan, yüksek bir yerden seyrederek değerlendirme çabasındayım. Üstünde konuştuğumuz olayları değerlendirecek uzman yahut bilirkişi değilim. Yine de, şu aşamada iki muharebeden, vuruşmadan bahsedebileceğimizi rahatça söyleyebilirim.
Gerçekten bizden mi esinlendiler yoksa onlara ilham kaynağı olduk mu, gibi soruların cevabı da bizim 15 Temmuz gecesini derinlikli olarak tahlil etmemiz sayesinde elimize geçebilir. Çünkü bizim 15 Temmuz olayında 1991’de gerçekleşen Moskova’daki olaydan esinlendiğimiz söyleniyor. Yahut Tiananmen’de tankların önünde durup göğsünü açan adam, tankları durdurmuştu. Buradan da ilham aldığımızı söyler bazıları. Ben o kanaatte değilim. Çünkü biz o kadar uzak yerlerden besin alamıyoruz. Bizim öyle merakımız yok. En yakın örnek Moskova ama onun da ne kadar etkisi oldu bizimkiler üzerinde bilmiyoruz. Böyleyken bizim gösterdiğimiz irade ne kadar etkili oldu, onu da anlamamız lazım.
Gezi olayları ve 15 Temmuz
15 Temmuz’dan bugüne yan yana getirilip konuşulan iki başlık bu. Aralarındaki ilişkiyi doğru anlamak da yine toplum bilimcilerimizin çaplı çalışmalarına ihtiyaç duymaktadır. Şimdi Gezi ile 15 Temmuz arasında önemli anatomik farklar var. Öncelikle anlaşılması gereken şu: Gezi olayları, halk hareketi değildi. Gezi olayında iki manzara var. İlkinde bir avuç belli okullardan gelen talebe, modaya uygun olarak “ağaçlar kesilmesin, doğaya zarar verilmesin”—sanki doğa varmış gibi Gezi’de— derdiyle yanıp tutuşuyorlar. Ama kafalarının arkasında başka şeyler vardı. Onlar belki bunun farkında değildi. Gezi sahasında Osmanlı’dan kalan eserler vardı. Kışla gibi. Onları, Cumhuriyet döneminin marazı, yıktılar. Bunların yeniden inşâ edilmek suretiyle ihyâsı, aman Allah, müthiş bir günâh. Cumhurbaşkanı da Osmanlı eserlerini ihyâ etme yanlısı görünüyor. Öyle bir tasavvur var.
Bildiğimiz belli bir kesim, ‘Cumhurbaşkanı’ ile ‘Osmanlı düşmanlığı’nı çakıştırmaktadır. Bu tasarı ortaya atılınca o ağaçları koruma, onların kesilmesini önleme düşüncesinin arkasında, bir de, bu düşünce, bu kanı depreşir oldu. Osmanlı’nın ihyâsını durdurma, önleme kaygısı baş gösterdi. Gerçekten böyle bir şey var mı, yok mu, o, ayrı bir bahis. O gençler bunun nice bilincindeydiler, bilmiyorum. Bunlar böylelikle üst üste geldiler. Doğayı koruma ile Osmanlı’dan kalan eserlerin yeniden inşâsı, bir de, bunun üstüne Sol Kemâlîler tarafından her zaman olduğu gibi “buralar yıkılacak, yerine AVM’ler açılacak, sermâyecilik coşacak, para kazanılacak vs.” Böyle katmerli, saçma sapan karşı çıkışlar geldi.
- Aslında ilgi çekici olan da şu: Oradaki gençler, zâten, AVM’leri dolduran kitle değil mi? Çoğu, zengin çocuklar. Bu bir. İkincisi, o gün siyâsîlerin de dağ deviren hatası var: İktidarda olanların yerinde olsaydım, gider, yanlarına oturur, çubuğumu yakar, onlarla söze sohbete dalardım.
Ben başkasının üzerinden konuşmak istemiyorum. Ben ne yapardım o gün, onu söylemeye çalışıyorum. Tabii, geçmişimde öğretmenlik var. Gençlerle sürekli temâsta bulunduğumdan, onlarla konuşmağa alışığım. Siyâsetçilerimizin o tarafı yok. Bunu da bir eksiklik olarak görmemek gerekir. Hocalık mesleğim, işim. Bundan dolayı öyle bir şey aklıma gelir ve o insanlarla rahatlıkla temâs kurabilirdim. Bir de şunu biliyoruz: Olaylar patlak verdiği sırada başbakanımız yurt dışındaydı. Talihsizlikler peş peşe.
Şimdi kişiler üzerine bir çözümleme yapmıyorum. Onların oradaki kalışı kısa süreli olmadı. Bir kaç hafta sürdü. Giderdim yanlarına, ne oluyor, ne bitiyor öğrenirdim. Dedim ya pipomu ateşler, “Yahu çocuklar, ne diyorsunuz, derdiniz ne?” diye sorardım. “Ağaçların kesilmesini istemiyoruz.” falan diyecekler. Öyle değil mi? Peki, “helâl olsun sizlere; bu yaşta bu zekâ, bilinç vs.” Birinin elinden cebini alıp belediye başkanını arardım:
Sonuçta iktidar kazandı, Başbakan vuruşmadan muzaffer çıktı. Olay, bambaşka bitmeğe adaydı. Türkiye’de düzeni, iktidarı değiştirmeğe adaydı da, beceremediler.
“Canım kardeşim burada neler oluyor, ağaç kıyımımı olacak? Bak, şu çocuklar nasıl da dertlenmişler; öyleki birlikte dertleniyoruz.” “Olur mu? Başbakanım öyle bir şey yok. Onları oradan kökleriyle söküp başka uygun bir yere dikeceğiz.” Ben de gençlere dönüp “Çocuklar görüyor musunuz, yanlış bilgilerle donatılmışsınız.” diyerek onları bi’fasıl yatıştırır, iknâ eder, onları oradan kaldırırdım. Pekâlâ, iknâ olurlardı. Elli yıla yakın hocalık ve idârecilik (dekanlık, bölüm başkanlığı filan) hayatımda neler gördüm, geçirdim, kimleri iknâ etmedim ki. Genç insanın takatı yüksek, duyguları fırtınalıdır. Usta kaptan gibi, genci o fırtınadan sağ sâlim çıkarmasını bileceksin.
Neyse, onlar orada kalmağa devam ettiler. Güvenlik kuvvetleri geldi, bildiğimiz olaylar oldu. Böylece hasmın, bildiğimiz yıkıcı, bölücü odakların eline koz verildi. Birinci perde bitti. İkincide bambaşka bir olay baş gösteriyor. Birincisi varlıklı ailelerin çocuklarının can sıkıntısı, tepkisi. İkinci perde vuruşma, muharebedir. Bunun halkla ilgisi, ilişiği yok. Düpedüz belli bir odağın harekete geçmesidir. Fırsat bu fırsat. Boksta rakibinin kaşı yarılınca üstünde çalışmağa başlarsın. Sürekli orayı yumruklar, yarayı açmağa bakarsın. Siyâsette de bu, böyledir. Nâkıs olanın üstüne üstüne gidersin. İşte öyle yaptılar. Müthiş düzenli, teşkilâtlı bir ayaklanma oldu. Halkla ilgisi ilişkisi olmayan belli bir odağın savaşa girişmesi olayı. Sonuçta iktidar kazandı, Başbakan vuruşmadan muzaffer çıktı. Olay, bambaşka bitmeğe adaydı. Türkiye’de düzeni, iktidarı değiştirmeğe adaydı da, beceremediler.
Gezi olayı, 15 Temmuz FETÖ hareketiyle özden akrabadır. Gelgelelim ikisi, halkın tepkisi açısından taban tabana zıttır. Evet, FETÖ hareketi, Gezi Olayları’nın ikinci perdesi yahut devamı gibidir. İkinci bir muharebe. Nihayet Recep Tayyip Bey, ondan da muzaffer çıktı. Gördüğüm bu. Ama halkın direnişinin anatomisini nasıl çıkarırız derseniz, orada iş sözüm ona toplum bilimcilerimize düşmektedir. Değerli toplum bilimcilerimizin sonunda bir sonuca varmaları lazım. Bilim malzeme ister. Toplum bilimin, bilim olduğu kanısında değilim. Ama onların iddiası bu. E hadi, hodri meydan! Alsınlar malzemeyi ellerine; bakalım ne çıkaracaklar. Gördüğüm kadarıyla, 15 Temmuz, Türk halkının, halk lafını da hiç sevmem, moda ya, biz de o modaya kapılmışız, daha doğrusu, milletinin, diyeyim size, direnme hareketidir. Bağımsızca, olayı, felsefeciye mahsus bir edâyla yukarıdan, yüksek bir yerden seyrederek değerlendirme çabasındayım. Üstünde konuştuğumuz olayları değerlendirecek uzman yahut bilirkişi değilim. Yine de, şu aşamada iki muharebeden, vuruşmadan bahsedebileceğimizi rahatça söyleyebilirim. Savaş dediğimiz olay başlıca iki kısma ayrılır: Bir savaş vardır. O, geneldir. Bir de onun cüzlerinden, bölümlerinden söz edilebilir: Bunlar da muharebeler, vuruşmalardır. Buraya değin sözünü ettiğimiz genel savaşın, şimdilik gördüğümüz iki vuruşması var. Birincisi, Gezi olaylarını takip eden odaklar; ikincisi de, 15 Temmuz FETÖ hareketi.
Peki, neden hala istediğimiz ölçüde derinlikli analizler yapılmadı, neden sanatçılarımız ve akademisyenlerimiz bu konuyu geniş bir zeminde ele almadı?
Bir: Merâksızlık millî vasfımızdır. Merâk etmiyoruz. Sâdece, olaylar, modalaştıklarında peşlerine takılıyoruz. Merâk, bir şey gündeme çıkmadan ona eğilmek, onunla uğraşmak demektir. Merâkın ateşleyicisine gelince; bu da akıldır. Ne yazık ki o da bizde son derece zayıftır. Bu yüzden: Merâk edeceksin, oturup bununla ilgili çalışacaksın, araştıracaksın, inceleyeceksin; işte, bu, yapılmıyor.
Buraya değin bahse konu iki olayın, yani Gezi ile 15 Temmuzun bir cephesini ele alıp irdeledik. Öbür vecheye gelince; günümüz iktidarının düşmanları, direnenlerin, Recep Tayyip Erdoğan taraftarı olduklarını, ona âşık olanların direnişi olduğunu iddia ediyorlar. İşte tam da bu sebeple süreklice olayın üstüne gidilmesi, öyle hamasî bir havayla değil, ayık kafayla, bilimsel tavırla olayın ele alınmasını zorlaştırıyor, öyle ki durduruyor. Özellikle de bu yurtdışında pişiriliyor. Başta Almanya olmak üzere...
Neden? Eh, en çok Türk orada yaşıyor da ondan. Öbür taraflarda da aşağı kalınmıyor; Türklerin yoğun olduğu Arap ülkelerinde 15 Temmuza soğuk bir bakış, hatta sevmeme durumu var. Mezkûr kanaatin yıkılması elzem. Olay, millî bir davanın savunulmasından ibârettir. İşte bunun açık seçik ortaya konulması gerekiyor. Olabildiğince derinlikli ve her alanda…