Eğitim ile öğretim arasındaki farkı anlamamız gerekiyor
Çocukluğumdan beri Türkiye'deki eğitim sistemleri insan yetiştirmeye yönelik olmamışlardır. Kendi hesabıma öğrenmekten menedilmişimdir. Kabiliyetimin olmadığı, ilgi duymadığım şeyler bana zorla yedirilmiştir. Bu, genel bir olaydır. Aynı şey bugün de devam etmektedir. Bütün bu sınavlar, genci, öğretimden nefret ettirmeğe yöneliktirler. Hâlbuki öğrenmek sevdirilmeli. İlgi duyduğum şeyleri öğrenebilirim.
TEOG diye bir şey vardı, kaldırıldı. Pek iyi. Bir eğitim–öğretim modeli inşâ etme hususunda çaba harcıyoruz. Üstelik bu yeni de değil. Osmanlının son dönemlerinden bugüne hep aynı çaba.
Aradan geçen zaman zarfında gördüğümüz şu: Kendimize kendimiz bir örnek inşâ edemedik. Madem kendimizden inşâ edemiyoruz, o hâlde bunu pekâlâ becermiş olan toplumlardan alsak. Onlara dönüp niye bakmıyoruz? Meselâ Danimarka’nın, Finlandiya’nın, İsveç’in, Japonya’nın harikulâde eğitim–öğretimleri var. En azından bunlara bakıp oradan kendimize pay çıkarabiliriz. İngiliz dünyasının —İngiliz dünyası derken, İngiliz adası, ABD, Kanada, Yeni Zelanda ile Avustralya’yı kastediyorum— dört dörtlük eğitim–öğretim sistemleri var. Her şeyden önce insan mı yetiştirmek istiyoruz yoksa yarış atımı? Bunca sınav! Olur şey değil. Bunun yararı kime? Çocukları, gençleri sınavlara hazırlayan merkezlere, kurumlara. Fenâ da kazanmıyorlar hani. Müdhiş bir gelir kapısı. İnşaatçılık ile sağlıklılıkta birlikte eni boyu ölçülmez bir gelir kaynağı. O çocuk yahut genç gündüz gece, yıl boyu sınavlara hazırlanmakta. Peki, dev kazanç erbâbının dışında, kime ne yararı var? Anlayan varsa beri gelsin.
Bunca sınav! Olur şey değil. Bunun yararı kime? Çocukları, gençleri sınavlara hazırlayan merkezlere, kurumlara. Fenâ da kazanmıyorlar hani. Müdhiş bir gelir kapısı.
Önümüzde duran önemli bir sorun var. Bunu daha önce de çeşitli vesilelerle ifâde ettim. Aslında yıllardır söyleyip duruyorum. Birincisi, üniversite öğrenimi görmek şart olmamalı. Toplumun en çok ihtiyaç duyduğu ve insanların da en çok istediği, işe yarar bir uğraşı elde etmek, mesleğe intisâb etmektir. Bunu ortaöğretimle başlatmalıyız. İlköğrenimini tamamlayan —artık bu, 8 mi, 10 yıl mı olur?— ortaöğretime alınırken, öğrenci, iki seçenekten birini tercih edebilmeli. Birincisi sanat, zanaat öncelikli öğrenim–öğretim olmalı. İkinciyse, teorik donanımlı bilimadamlığa adayın yetişmesini sağlayacak olandır. Burada da gencin yetenekleri, yetileri, eğilimleri dikkate alınmalı. Türkçe dilbilgisi, belâgat, yeni ve klasik Türk harfli yazı, Türk edebiyatı, matematik–mantık, doğa bilimleri, Türk ve insanlık tarihleri, coğrafya, ecnebi diller —kör tuttuğunu, topal yakaladığını öper misâli, varsa yoksa İngilizce; Allah bizleri bunun tahakkümünden kurtarsın; Rus, Alman, Felemenk, Fransız, İspanyol, İtalyan, Romen, Arap, Fars, Çin, Japon, Malay, Yunan, Rum, Latin dillerinden; ayrıca Türkiye'deki (Kürtce, Zazaca, Lazca, Ermenice, Adigece, Arnavutca... ) dillerden biri öğrenilebilmeli—, din bilgisi, sanat (müzik, resim, heykeltraşlık), beden eğitimi... Öğrenci, elbette, sıraladığım derslerin hepsini almaz. Merâkı, ilgisi, istidadı doğrultusunda mantık–matematik, doğa bilimlerini (fizik, kimya, gök ve fezâ bilimleri, canlılar bilimi), coğrafya; veya tarih ile (genişletilmiş) edebiyat cinsinden dersleri seçer. Bütün öğrencilerin ortak dersi beden eğitimi, din bilgisi, Türk dili, edebiyatı ile tarih olmalı. Aslında beden eğitimi, ilk yardım, din bilgisi, Türk dili, edebiyatı ile tarih sanat–zanaat–meslek ortaöğretim kurumlarında da okutulması lazım gelen derslerdir. Tabîî her iki farklı ortaöğretim kurumunda bahse konu derslerin yoğunluğu ile süresi farklı olacaktır.
- Peki, bu nasıl yapılacak? Bahsini ettiğim ikinci türdeki —yanî bilim ağırlıklı, teorik donatımlı— öğretim kurumlarını az açacaksın yahut azaltacaksın. Okullar kendilerine mahsus sınav hazırlayabilecekler.
Gencimiz, buna meraklı, ta çocukluğundan beri eğilim duyuyorsa, o sınava girer. Sınav da bilgiden ziyâde, gencin yeteneklerini ölçme esâsına dayanmalı. Diyelim ki, yetişenin ev işlerine kabiliyeti var; marangozluğa yahut mekanik işlere eli yatkın. Buna karşılık tarihe veya teorik bilimlere ilgisi yok. Bu durumda onu niye tarih ve benzeri konulardan sınava sokuyorsun. Ne gereği var? Matematiği pek iyi olabilir, kültür dersleri ilgisini çekmeyebilir. İlköğretimde zaten bu genelliği verirsin. Bir kültür kazandırırsın çocuğa. Ortaöğretim artık onun kabiliyetlerinin geliştirildiği yer olmalı. Beden eğitimine/spora kabiliyeti ve ilgisi olabilir. Böyle bir gencin, kalkıp da 14. Louis’nin hangi seferinde, kiminle dövüştüğünü bilmesine ne gerek var? Fizik kurallarının o çocuğun kafasına zorla sokulmasının da manâsı yok. O, ortaöğretimden itibaren kabiliyeti ile eğilimine göre bir üniversiteye veya meslek yüksekokuluna gider.
Üniversite de şart değil; her okul kendine göre bir sınav hazırlar. Genç ilgisi, eğilimi doğrultusunda bunlardan birini yahut birkaçını seçer, bir tercih dökümü çıkarır.
Uzun yıllardır gençlerle, talebelerle bir arada olmuş hoca, eğitim–öğretim işlerinin içinde biri olarak söylemem gereken; Türkiye'de eli ayağı düzgün eğitim–öğretim, ne yazık ki, verilemedi. Çocukluğumdan beri Türkiye'deki eğitim sistemleri insan yetiştirmeye yönelik olmamışlardır. Kendi hesabıma öğrenmekten menedilmişimdir. Kabiliyetimin olmadığı, ilgi duymadığım şeyler bana zorla yedirilmiştir. Bu, genel bir olaydır. Aynı şey bugün de devam etmektedir. Bütün bu sınavlar, genci, öğretimden nefret ettirmeğe yöneliktirler. Hâlbuki öğrenmek sevdirilmeli. İlgi duyduğum şeyleri öğrenebilirim. Kabiliyetim olmayan şeylerle niye uğraşayım ki? Müziğe ilgim, yeteneğim yoksa o dersi niye koyarsın takvimime. Yahut da ona çok kabiliyetim varsa, niye onunla haşır neşir olmayayım? Bu örnekleri çoğaltmak mümkün…
İlk ile yükseköğretimin devlet eliyle yapılması elzem
Peki, yâdellerde başarılmış, göz önüne alınmalı diyebileceğimiz örnekler varmış? Finlandiya örneğini vermek isterim. Yanlış hatırlamıyorsam ilk üç, dört yıl çocuk sınava girmiyor. Oynarcasına öğreniyor. Eğitim hayat içinde edinilir. Öğretim zorlamaya dayalı bir olaydır. İkisi farklıdır. Buna karşılık, Finlandiya'da okula başlama evrelerinde eğitime ağırlık verilerek öğretilir. Bu, olağanüstü önemlidir. Çocuk buna alıştığında, öğrenim hayatı öylesine rahat geçer ki. Daha ilkokuldan nefret etmeğe başlarsa iflah olmaz. Bu bir.
İkincisi ailelere bırakamazsınız bu meseleyi. Anne–baba çocuğun kabiliyetini, istidadını, melekelerini, eğilimleri ile ilgilerini ölçüp biçmeğe yetkili değildir. Öğretim siyasetini tanzim edecek zevât özenle seçilmeli. Bunu tarihin önde gelen milletlerinde hep filozoflar yapmıştır.
Özel okullara, hadi ortaöğretimde, belki izin verirsin. İlk ile yükseköğretim kurumları devlet eliyle yürütülmelidirler. ‘Özel eğitim’ kadar zararlı bir şey düşünemiyorum.
Sabahtan akşama yakındığımız FETÖ olayı bu özel öğretime imkân tanınmasının sonucu olup bu, onlardan ibâret de değildir. Öbür özel okullar da genç insanların kafasını değiştiriyor. Ülkenin, devletin yararına olmayacak alanlara çevriliyorlar. Devlet eliyle yürütmek zorundasın bunu. Öyle alanlar var ki, bunları asla özele bırakmayacaksın.
- Dediğim gibi, devlet, vatandaşı şu sınav marazından kurtarması şart. Sevdirerek, ilgisini çekerek insanları yetiştirmek lazım. Vazgeçilmeyecek dersler, hâliyle, az yukarıda belirttiğim üzre, okuma, yazma, hesap, daha sonraları matematik elbette olmalı.
Hayatla ilgili bilgiler yerine göğün yedinci katındaki saçma sapan ayrıntılar değil. Hatırladığım kadarıyla, ilköğretim yıllarımda kurbağanın sindirim sistemini bile öğretirlerdi. Öyle kepazeliğe lüzum yok. Hayatla ilgili, yaşama için elzem olanları gösterirsin. Kalp sektesi geçiren kişiye ilk müdahalede ne yapılması lazım, denizde boğulma tehlikesi geçireni sudan çıkarıp nasıl tedavi etmek gerek? Buna benzer hayatla ilgili şeylere ağırlık verilebilir. Ayrıca ilköğretimde toplumla, coğrafyayla ilgili konular öğretilir. Gelgörki Adana’da yılda ne kadar pamuk üretilir? Buna lüzum var mı? Bilsen ne olur, bilmesen ne yazar. Yaşadığın ülkenin iklimiydi, nüfus hareketleriydi, sanayideki durumu nedir vs., bunlar gösterilir, anlatılır. Hatta dünyayla da ilgili böyle bilgiler verilir. Bunların ölçülü verilmesi gerekir. Ölçüyü kaçırmamak lazım. Din bilgisi şarttır. Onu hep söylüyorum. Dinsiz olacaksam da dini bilmem gerekir. Bugün dinsizlerimiz dini bilmeden ona küfrediyorlar. Dindarlarımız biliyor demiyorum. Onlar da bilmiyor. Bu olağanüstü önemli bir olay. İnansan da inanmasan da çok büyük bir temel olaydır. Bilmek zorundasındır. Ha, demin örnek gösterdiğim ülkelerde bu ders müfredatta yer almıyor olabilir. Her ülkenin toplumsal–kültürel şartları farklıdır. Ne alıp almayacağımızı iyi tartarak kararlaştırmalıyız.
Teorik bilgi ile konulara ilgi duymayan insanı sanata, zanaata/tekniğe yöneltmek zorunludur. Teoriye eğilim duyan içinse, farklı öğretimin kapıları aralanmalı. Peki, ümidim var mı? Allahtan ümit kesilmez.
Kurban olduğum akıl. O, olmayınca konuşulan, tartışılanlar havada kalmağa hükümlüdürler. Aklın bulunmadığı yerde duygular meydanı boş bulur. Başıboş kalırlar. Yıldırım aşkları ortalığı kasıp kavurur. Nedir yıldırım aşkı? Düşünülmeden, bir ânda verilen karardır. Dedim ya, yıldırım aşkı. Ne oluyor? Göz göze geldik, aramızda bir akım oluştu, birbirimize kilitlendik. Aman Allah, oysa hayatî bir olaydır evlenme.
- Birlikte yuva kuracağımız, yaşayacağımız insanla bir ânlık göz göze gelmekle her şeyin çözüleceğini sanıyorsak, mahvı perişan oluruz. Bütün kararlarımız, bu arada eğitim–öğretimle ilgili olanlar da, yıldırım aşklarını andırıyorlar.
TEOG iyi değil, bu doğru. İyi ki de kaldırıldı. Tamam. Peki, yerine ne koyulacak? Düşünülmedi. Niye? Düşünme özürlüsüyüz de ondan. Ne olacak öyleyse? Akıl yoksunu kimseler kervanı yolda düzenlerler. Aynı şey, üniversite giriş sınavları için de geçerli. Kalksın denildi, deniliyor. Evet, doğru, kalksın. Kalksın da yerine ne gelecek? Kervan yine yolda düzenlenecekse, ortada düzen müzen olmayacak demektir. Düzenleme, teşkilât, baştan tasarlanır, kervan yola çıktıktan sonra değil. Sorunlarımızın hâllini bir bilene, sahiden akıllı olana bırakma alışkanlığını bir edinebilsek, ya Rabb!