Küçük bir Sirkeci denemesi
Sirkeci, İstanbul'un Fatih’ine bağlı bir semt. Sirke satılmaz çarşılarında. Deniz kenarındadır bir kısmı, Haliç'in ağzında. Batısında Bahçekapı, doğusunda Sarayburnu, güneyinde Cağaloğlu. Ana damarı Ankara Caddesi'dir. Ece Ayhan’ın, “şiirlerimin başkenti” dediği; İstanbul içindeki küçük İstanbul Sirkeci. Osmanlı döneminde hem Topkapı Sarayı'na yakınlığı hem de sadrazamlık binası olan Bâb-ı Âli 'ye adım başı olması bakımından önemli. 1885’te Şark Ekspresi, 1890’da Sirkeci Garı'nın hizmete girmesiyle daha da önem kazandığı söylenebilir.
Bilir misiniz, Sirkeci’de en çok kim gezerdi? Örneğin Orhan Kemal! Demirtaş Ceyhun, bir zamanlar boyuna üstadın, üstelik de bunca rahatça eleştirilmesinden şikâyetçi:
“Öylesine yakınımızda dururdu ki… Arada bir kaçıp saklandığı bir sığınağı yoktu sözün gelişi. Ömrünün bir saniyesini olsun, erişilemez bir noktada geçirmemişti. Aramızdaydı hep. Ömrünün son yirmi yılın da bir iki günlüğüne bir iki kez Ankara'ya gitmesi, bir de beşer onar günlüğüne sanırım birer kez çıktığı Sovyetler Birliği ile Bulgaristan gezileri sayılmazsa şöyle dinlenmek için olsun Babıali'den ayrıldığı söylenilemez. Sabahtan akşama Sirkeci'yle Cağaloğlu arasında dolanır dururdu. Burnumuzun dibinde.” Ne güzel, bir zamanlar o yokuşta, Abdülbaki Gölpınarlı’ya da Orhan Kemal’e de rastlamak mümkündü. Hatta bir gün Gölpınarlı, Kemal’e, Suçlu’nun sonu ne olacak evladım, kurtulacak mı o çocuk diye bile sormuştur, kaldırımdan kaldırıma.
Aklıma geliyor; ben de Sirkeci’ye hayli düşmüşümdür. Hele delikanlı yıllarımda. Konyalı vardı. Konyalı, çok daha önceleri, Orhan Kemal zamanında lokanta, benim zamanlarımda pastaneydi. Şimdi mi? Şimdi yok artık. Ne çok uğrardım. Poğaça, açma bir şeyler atıştırır, ya ada vapuruna ya da olur olmaz her şeyin satıldığı o çok acayip banliyö trenleriyle Bakırköy’e, ilk sevgiliyi görmeye. Ne günler!
İstanbul’da, bir zamanlar Sirkeci garından günde iki kez Avrupa'ya tren kalkardı. Saat 17'de, ilki Münih’e, varlıklı Almanya'ya, Ruhr bölgesine, Köln'e, hatta Danimarka'ya, İsveç’e, Norveç’e. İkincisi de saat 20’dedir, hem Münih'e hem de Paris'e. Günde iki kez, gar insanlarla, daha da kalabalıklaşırdı. Hem Sirkeci’nin hem de Haydarpaşa’nın gar lokantaları ayrıca yazılmayı hak edecek önemde.
Sirkeci’de bir otelde, Millî Mücadelemizin Yahya Kaptan’ı Osman Kaptan ile bir olup İngiliz’e, Yunan’a karşı durmuştur. Sirkeci, Cansever’in deyişiyle bir Oteller Kenti (Başka bir otel, bu kez tersinden bir otel, bir karakol (yani Sansaryan Hanı) kırklarda Attilâ İlhan’ı ağırlar.) Yaşar Kemal de aylarca Gülhane Parkı’nda yattıktan sonra röportaj yazarlığı için ilk avansını alınca Sirkeci’deki Türk Oteli’ne atmıştır kapağı. Yaşar Kemal’in hayatında giydiği ilk takım elbisesi de Sirkeci’deki Atalar Mağazası’ndan alınmadır.
Vâlâ Nurettin ile Nâzım da İstanbul’dan Millî Mücadele Ankara’sına geçerken yol paralarını Sirkeci’de Şevki isminde bir diş doktorundan alır. 1920 yılının son gecesini, Sultan Mahmut türbesinin yanındaki Mahmudiye Oteli’nde geçirdikten sonra 1921’in ilk günü Sirkeci rıhtımından kalkan çok eski, küçük Yeni Dünya vapuruna Yusuf Ziya ve Faruk Nafiz ile binerler (onlar da mücadeleye koşmaktadır, Türk milleti böyledir). Vakit gazetesi sahibi Hakkı Tarık (daha sonra Us) şuarayı geçirmeye gelmiştir.
Sirkeci’den geçenlerin, yolu Sirkeci’ye düşenlerin bir kısmı bunlar sadece. Bugün gidip baktığımızda izlerini görmekte, bulmakta zorlanabiliriz. Sadece Sirkeci’ye, Büyük Postane’nin arka tarafına uğrayın hele, oradaki kûfî hatta bakın. Basınımızın kurucularından Ebüzziyâ Mehmed Tevfik Bey’e ait olduğunu göreceksiniz o müthiş mavinin. Mavi ki huydur demişti Cansever.
Semtleri oluşturan yollar, caddeler, alışveriş merkezleri değil, bu izler, bu yaşamalar, bu anılar, bu sanat eserleri işte.