Kazvin: İran'da bir meyve bahçesi
Azerbaycan sınırından başlayıp HazarDenizi’nin güney cephesi boyunca Türkmenistansınırına kadar uzanan, İran’ınkuzeyindeki Elburz Dağları’nın güneyeteklerinde kurulmuş bir şehir olan Kazvin,bulunduğu mevki itibarıyla insanoğlununçok erken keşfettiği ve yerleştiğibir yer.
Toprağının verimli kaynak sularıyla beslenmesi burayı bir tarım kenti yapmasından başka, şehrin bulunduğu mevki stratejik olarak da burayı kendisine merkez edinenler için büyük imkânlar sunar. Sasaniler’in, imparatorluğun kuzey sınırlarını Deylemîler’den korumak için bu şehri kurmaları tam olarak Kazvin’in bu özelliği sebebiyledir.
İslam fetihlerinin ilk yıllarında sulh yoluyla ele geçirilen Kazvin’in, aslında gerçek manada şehir hüviyeti kazanması da bu tarihten sonra olur. İnşa edilen surlar, sonradan da yapılan eklemelerle bugün hâlâ ayakta olan ve döneminde kendisine vakıf gelirlerinin tahsis edildiği Cuma Camii ve daha niceleriyle şehir mimari bakımdan bir İslam şehri hüviyeti kazanır. Daha sonra idaresine geçen yapılar da buna katkıda bulunurlar. Özellikle Selçuklular zamanında şehir mimari eserlerle süslenir. Malesef yıkıcı Moğol fırtınasının Kazvin’e de uğraması sebebiyle çok az bir kısmının günümüze kadar ulaştığı bu eserler gerçekten de sanat değeri bakımından göz doldurucudur. Meşhur Alamut Kalesi’nin de sınırları içerisinde yer aldığı şehir bu bakımdan da önemli bir değer taşır. Alamut Kalesi’ne uzanan sarp, dağlık yol Kazvin’den geçer. Bu sebep dolayısıyla olacaktır ki Moğollar Alamut Kalesi’ndeki oluşumu yok etmeden önce buraya musallat olurlar.
Şehir özellikle Safevîler zamanında önem kazanır. Günümüzde ayakta kalan eserlerin çoğu bu dönemin ürünüdürler. Safevîler’in başşehri olan Tebriz’in Osmanlılar tarafından ele geçirilmesi neticesinde bir üs mevkiinde de olan Kazvin, bu devletin yeni başşehri olur. İki ticaret yolunun kesiştiği yerde bulunuyor olması sebebiyle ticaretin ilerlemesinde kilit bir faaliyet de gösteren şehir, bu dönemde büyük bir zenginliğe kavuşur ki aslında şehrin günümüze ulaştığı kadarıyla sahip olduğu mimari eserler de bunu tüm açıklığıyla ortaya koyarlar.
Kazvin, erken tarihlerden itibaren burayı gezmeye gelen çok sayıda Avrupalı seyyahın da yazılarına konu olur. Şehrin sahip olduğu yapılar geçmişte olduğu gibi aslında günümüzde de turistleri çeker. Mesela Şah İsmail’in oğlu Şah Tahmasb’ın ismiyle de bilinen saray olan, Çihelsütûn bu eserlerin en önemlilerinden biridir. Kaçarlar zamanında tekrar elden geçmesiyle Kaçar mimarisini de taşıyan eser, gerçekten de görülmeyi hak eder. Kazvin’in özellikle yüzyıllar bir ticari merkez hâline gelmesinin neticesi olarak hayat kazanan kapalı çarşısı bir zamanların hararetli ticari faaliyetlerini âdeta hâlâ tarihi sütunlarında muhafaza ediyordur. Binlerce metrekarelik bir alana yayılmış olan pazar burayı ziyaret edenlere sadece tarihi yapısını sunmakla da kalmaz üstelik. Yüzyıllar önce yapılan bir sanat; gerek halı dokumacısı gerek ayakkabı üreticisiyle klasik anlamda varlığını burada hâlâ devam ettiriyordur. Ayrıca Kaçar Hanedanı dönemine tarihlenen Mescid-i Sultânî de şehirde görülmesi gereken yapılardan bir diğerini oluşturur.
Sanayisiyle, yollarıyla, yapılarıyla günümüzde modern bir şehir hüviyeti taşıyan Kazvin, verimli toprağı ile İran’ın adeta meyve bahçesi olma özelliğini de muhafaza eder. Buraya has olan üzüm hakikaten tadılmaya değer. Modern kimliğinin yanında şehir burayı gelip de görmek isteyenlere hâlâ çokça şey sunar. Ve tabii ki hiç şüphesiz Kazvin’e kadar gelinmişken uğramadan gidilmemesi gereken bir yer de Alamut Kalesi’dir. Şehir merkezinin 100 küsur km. kuzeydoğusunda yer alan kale, yolları sebebiyle her ne kadar size rahat bir seyahat imkânı vermese de oraya varıldığında karşılaşılan manzara kesinlikle çekilen eziyeti unutturacaktır