Büyük Ağa Tarık Buğra’nın Küçük Ağa’sı
Olaylar I. Dünya Savaşı’nın bitip, Millî Mücadele’nin başladığı yıllarda geçer. Salih cepheden perişan halde dönmüştür, gazidir. İstanbullu Hoca, düşman işgaline karşı başlayan Kuvâ-yi Milliye hareketini önlemek için Akşehir’e görevlendirilmiştir. Küçük Ağa, Osmanlılıktan Cumhuriyetçiliğe geçişi “İstanbullu Hoca” yani Küçük Ağa üzerinden anlatır. İstanbullu Hoca, eşi Emine’yi ve doğacak bebeğini korumak için Kuvvacılardan kaçarken, en cesur ve inançlı bir Kuvvacıya dönüşür. Çerkez Ethem’in kardeşi Tevfik Bey’in çetesi içinde yer alır. Ve onun Ankara’ya dönük yapacağı baskını, büyük cesareti ve teşkilatçılığıyla önler. İşi gücü kitaplar ve ilim olan bir hocayken, gözünü budaktan sakınmayan bir teşkilat reisi olur. Birçok cephede aktif rol alır. Savaş sonrasındaysa, Ankara’ya gider. Ve memleket için çalışmalarını sürdürür.
Tarık Buğra hiçbir kahramanını idealleştirmemiştir. Fakat kahramanlarını çok sevmiştir. Kötü, çıkarcı karakterlerini bile anlamaya çalışmıştır Tarık Buğra.
Ona göre insan kusursuz değildir. Öyleyse roman kahramanları neden kusursuz olsun? Firavun İmanı’nda (İletişim Yayınları, 13. Basım, 2018) kendi çıkarlarını memleket menfaatinin önünde tutan, bu yüzden sürekli hesaplar yapıp, oyunlar kuran Ali Yusuf’u bile Tarık Buğra, çocukluğunu ve gençliğini anlatarak mazur görmeye, daha doğrusu anlamaya çalışır. Ona karşı sevgi değilse bile merhamet duyar. Küçük Ağa ise, Tarık Buğra’nın en sevdiği kahramanlarından biridir. Çolak Salih’e de ayrı bir muhabbet duyar. Onları kusurları, iç hesaplaşmaları, arayışları içinde kabul eder ve anlatır.
Küçük Ağa ve Çolak Salih
Küçük Ağa ve Çolak Salih’in ortak özellikleri, realist olmalarıdır. İkisi de yaşayarak öğrenirler ve gerçeğin peşindedirler. Gerçekle karşılaştıklarında onu tereddütsüz kabul ederler. Gerçek, gururlarına ters düşse de, onun safında yer almayı bilirler. Çolak Salih, Dünya Savaşı’ndan bir kolunu kaybederek döndüğünde ona sadece Rum arkadaşı Niko sahip çıkmıştır. Salih’in karnını doyurur, üstüne başına bir şeyler alır. Hepsinden önemlisi, Salih’in derttaşı olur. Fakat Salih, Niko’nun kendinden bir şeyler sakladığından şüphelenmektedir. Niko’nun diğer Rumlarla yaptığı gizli toplantıya kulak misafiri olduğunda kararını verir. Salih ne olursa olsun yurdunu satmayacaktır. Yurduna karşı yapılan gizli planları bozacaktır.
Küçük Ağa ve Çolak Salih’in ikinci ortak özellikleri, vatan aşkıdır. Vatan söz konusu olduğunda ikisinin de gözü hiçbir şeyi görmez. Küçük Ağa, İstanbullu Hoca’yken de vatan aşığı biridir. Padişaha olan bağlılığı da vatan sevdasıyla ilgili. Ona göre padişah, yurdu düşman işgalinden kurtaracaktır.
- Vatan sevdası, ayrıca Küçük Ağa ve Çolak Salih’in kurtuluşu olur. Vatanı kurtarmak, kendilerini kurtarmakla aynı anlama gelir. Kendilerini kurtarmaktan kastımız, canlarını ve mallarını değil onur, haysiyet ve namuslarını kurtarmaktır.
Huzurlarını da diyebiliriz buna. Firavun İmanı’nda Ali Yusuf’un, Küçük Ağa’da (İletişim Yayınları, 31. Baskı, 2017) Çerkez Ethem ve onun kardeşi Tevfik Bey’in huzursuzlukları anlamlıdır. Hepsi de kendi ilkelerine ters düşmenin huzursuzluğunu yaşarlar. Özellikle Çerkez Ethem ve Tevfik Bey. Düzenli orduya katılmadıklarında vatan savunmasından da çıktıklarını anlarlar. Küçük Ağa ve Çolak Salih’te ise ilkelerine ters düşmemelerinin sağlamlığı ve dirayeti vardır. Kendilerini bütünüyle vatan savunmasına adamışlardır.
Küçük Ağa, tam bir iman adamıdır. İstanbullu Hoca’yken de öyleydi. İnancı uğruna her şeyi göze alır, hiçbir fedakarlıktan kaçınmaz. Ona, Kuvâ-yi Milliye tarafında yer alacaksın, yoksa seni öldürürüz diye haber geldiğinde, seve seve ölümü kabul eder. Kaçmasının sebebi, doğacak bebeği ve çok sevdiği eşidir. Bir de tabii İstanbullu Hoca’yı seven kasabalıların ısrarı. Kaçmakta gözü yoktur aslında. Israrlara dayanamaz. Bir de, cevabını aradığı sorulara. Tarık Buğra bu şekilde kendini sorgulayan karakterlerini daha çok sever. İnsanın da sürekli kendini sorgulaması, kendinden bu kadar da emin olmaması gerektiğini düşünür. Hoca, sorularının peşinden gidecektir. İlk sorusu, “Padişah Efendimiz” vatanı kuşatan düşmana karşı ne yapmaktadır? Kuvâ-yi Milliye gerçekten şu an Anadolu’yu savunan tek hareket midir? Bu konuda şüpheye düşmüştür, çünkü İstanbul’da savunmayla ilgili herhangi bir kıpırdanma yoktur. Yunan ordusuna karşı sadece çeteler harekete geçmiştir. Bu, İstanbullu Hoca’nın Küçük Ağa olmaya doğru attığı ilk adımdır.
Kuvâ-yi Milliye
Dürüst, sağlam ve saygıdeğer bir insan olduğu için, İstanbullu Hoca’yı öldürmeye gelenler bile üzgündür. Doktor Haydar Bey, Ali Emmi, Yüzbaşı Nazım, Ağır Ceza Reisi gibi Akşehir’in ve Kuvâ-yi Milliye’nin ileri gelenleri, onun ölüm kararını alırken de üzgündürler.
Fakat davaları bunu gerektirmektedir. İstanbullu Hoca Kuvâ-yi Milliye aleyhine konuşmaktadır. Hoca’nın halk üzerindeki etkisi büyüktür. Onun sözleri Kuvâ-yi Milliye için hizmet edecek kişileri durdurmaktadır. O yüzden öldürülmesi gerekir. İstenmese de bu yapılacaktır. İstanbullu Hoca’nın öldüğüne dair haberler geldiğindeyse, bu habere en çok ölüm kararını alanlar üzülür. Çünkü onun karakterine, sağlamlığına, yaşayışına, imanına hiç kimsenin itirazı yoktur. Sadece millî davaya zarar verdiği düşünülmektedir. İstiklal Savaşı’nın o sıcak, buhranlı ve gergin günleri düşünülürse, alınan bu kararın nedeni daha iyi anlaşılır.
İstanbullu Hoca, İstanbul’dan Akşehir’e görevli olarak gelmiştir. O, padişahın adamıdır ve Kuvâ-yi Milliye hareketini durdurup, herkesi yeniden saraya bağlayacaktır. Tarık Buğra İstanbullu Hoca üzerinden İstiklal Savaşı’nın karanlıkta kalan bu yönüne de ışık tutmak ister. O sadece şahısları değil olayları da farklı açılardan araştırmaya ve düşünmeye teşvik eder okuyucusunu. Temelde İstanbullu Hoca’nın söyledikleriyle Kuvâ-yi Milliyecilerin söyledikleri arasında fark yoktur. Her iki taraf da millet ve devletin selameti için çalıştıklarına inanırlar. Kuvvacılar da aslında padişah karşıtı değildirler. Fakat padişahın yani İstanbul’un elinden bir şey gelmediğini fark etmişlerdir. İş başa düşmüştür onlara göre. İstanbullu Hoca’ya göreyse, bu şekilde denetimsiz, başıboş hareket etmenin vatana faydadan ziyade zararı dokunacaktır. O kadar yıllık devlet geleneği nasıl vatanın düşman işgaline razı olur? “Padişah Efendimiz” bunları düşünmüyor mudur? Şimdi padişah hiç yokmuş ve olmamış gibi hareket etmenin alemi nedir? İstanbullu Hoca’nın takılıp kaldığı nokta budur.
- Tarık Buğra daha düne kadar Halife’nin sözünden çıkmamış bir milletin, şimdi Halife yokmuş gibi hareket etmekteki tereddüdünü fark eder. Bunu Çolak Salih üzerinden çok keskin ve net, İstanbullu Hoca üzerinden daha hummalı ve karışık bir şekilde anlatır. Padişah taraftarlarına kolayca hain denilip geçilemeyeceğini, olay ve şahısları şartları içinde düşünmek gerektiğini gösterir.
Kemal Tahir’in Kamil Bey’i de (Esir Şehrin İnsanları, İthaki Yayınları, 20. Basım, 2009) dava adamıdır. O da gerçeğin peşindedir. Fakat İstanbullu Hoca gibi bir muhasebeden geçmemiştir. Batı kültürü etkisindedir her şeyden önce. İstanbul’dadır. Henüz Anadolu’ya geçmemiştir. Küçük Ağa ise romanın başında Anadolu’ya geçer. Üstelik Kuvâ-yi Milliye aleyhtarı olarak. İstanbullu Hoca’daki hesaplaşma Kamil Bey’de yoktur. O daha çok “aydın” diye nitelendirilen, batı kültürünü görmüş, eli kalem tutan, paşa torunu İstanbullu tipi simgeler.
İstanbullu Hoca ise, halktandır. Halkın önderi kabul edilen sınıfın içindedir. Hatta Kamil Bey gibi kişilerin ilk cephe alacağı kişiler arasındadır. Kamil Bey’in Kuvâ-yi Milliye’yi kavrayıp kabul etmesi, İstanbullu Hoca’nınki kadar sancılı olmaz. İstanbullu Hoca altı yüzyıllık Osmanlılığı, Kamil Bey Tanzimat sonrası Osmanlılığı temsil eder. Küçük Ağa bu yüzden madalyonun bir yüzüyken, Kamil Bey diğer yüzüdür.
Şimdi ne yapmak lazım
İstanbullu Hoca Kuvâ-yi Milliye’ye katıldığında akla karayı anlar. Büyük bir hayal kırıklığına uğrasa da İstanbul davasından vazgeçer. Hele Çerkez Ethem’in kardeşi Tevfik Bey’in Mustafa Kemal ve İsmet İnönü karşısında benlik davasına düşmesi, bütünüyle uyanışına ve Kuvâ-yi Milliye’ye bağlanmasına neden olur. Tarık Buğra bu şekilde deneyimin, yaşamanın ne kadar önemli olduğunu da gösterir. Sözlerin tesiri bir yere kadardır.
Yaşamak ise, belirleyicidir. İstanbullu Hoca, en keskin uyarılara bile aldırmadan davasını güderken, bir süre çetelerin içinde kaldığında, gerçeği yaşayarak idrak eder. Sözlerin ötesine geçer. Ve gerçeği kabul eder. Adeta karanlıkta el yordamıyla hareket eden birine benzer. Gerçeğin acımasızlığı ve soğukluğu karşısında titrese ve korksa da, hatasından döner. Önüne bakar, geçmişe takılıp kalmaz. O, sanki en başından beridir Kuvvacıdır. Tarık Buğra’nın Küçük Ağa’da sevdiği diğer özellik de budur:
Şimdi ne yapmak lazım, üzerime düşen vazife nedir diye düşünmek. Başka ifadeyle vazife adamı olmak.
İlginçtir İstanbullu Hoca hitabeti güçlü, kitap okumayı seven, bir ilim adamıdır; Küçük Ağa’ysa gözünü budaktan sakınmayan, oyun kuran, önsezileri güçlü bir aksiyon adamı. Değişmeyen karakteristik özellikleri; çalışkanlık, doğruluk ve zekâ. Küçük Ağa, Tevfik Bey’in ne yapmak istediğini, hangi davayı güttüğünü hemen anlar. Hepsinden önemlisiyse, ona kendini belli etmez. Tam bir teşkilatçıdır yani Küçük Ağa. Onu anladığını, ona fark ettirmemesi diğer bir meziyetidir. Bu özellikleriyle zaten Tevfik Bey’in Ankara baskınını önleyecek büyük planı tasarlar. Oyun kurması ve bunu adım adım takip etmesi ise teşkilatçılığıyla ilgilidir.
- Küçük Ağa, Tevfik Bey’in baskınını önleyerek Kuvâ-yi Milliye çetelerinin bir araya gelip düzenli orduyu kurmasına, hayati katkıda bulunur. En büyük yardımcı ve destekçisiyse Çolak Salih’dir. Çolak Salih, Dünya Savaşı’nda nasıl fedakarlıklarda bulunmuşsa, Millî Mücadele’de de önce Doktor Nazım’ın nezaretinde, sonra Küçük Ağa’nın çetesinde görev yapar.
Çolak Salih’in I. Dünya Savaşı’nda kaybettiği kolu, acaba onun Osmanlılığı mıydı? O yüzden mi Kuvâ-yi Milliye’ye rızası ve katılı mı hızlı oldu? İstanbullu Hoca da Emine’yi kaybeder. Oğlu doğar. Acaba kaybettiği eşi Emine, İstanbullu Hoca’nın Osmanlılığı, doğan bebeğiyse Cumhuriyetçiliği miydi?