Linç cultı
Linci övdüğüm sanılmasın. Sosyal medyada görünüp kaybolan bu linç cultı mensuplarını anormal insan tipleri olarak düşünürsek yanılırız. Depremden sonra çadır yardımı yaparken de (mesaj göndermek suretiyle), sokak hayvanları için su kabı etkinliğinin (sosyal medyada bir fotoğraf, yanında da bir metin paylaşmak suretiyle) en ön saflarında da aynı kişileri görebiliriz.
“linç edilmem için artık bütün deliller elde”
İsmet Özel
Linç kültürü demek isteyenleri mazur görebiliriz. Kültür ortak seremonilerden, alkışlardan, eğilmelerden, kalkmalardan, yargılardan ve daha bir sürü hareketten -ve hareketsizlikten tabii, mürekkep bir organizmadır denilirse; bu istek belki makul de olabilir. Malum, kültür, insanın doğayı kendisine ikna etmesidir. Ve yine malum, bu iknanın ayrıntılı gramerini sökmek de hayli zaman alır.
Yardım da çağırabilirim:
Kültürü ‘… bir insan grubunun üyelerini diğerlerinden ayıran ortaklaşa bir akıl programlanması,’ biçiminde tanımlarsak, grup ya da kategori anlatımları da bir ulus, bir meslek, bir iş biçimi ya da bir şirket olarak kavramsallaştırılabilir.
Linç bir düşünce biçimi
Kültürün derinlere kök salmayı sevişi ve buna mukabil gelişen büyük kütlesiyle değişiminin vakit almasından güç alarak linç cultı demek modern hıza daha mutabık düşebilir. Düşmemişse de, muhakkak düşecektir. Aslolan düşmektir. Yazarını işaret etmesi için bu fişekleri aralara serpiyorum.
Burada açmaya niyetli olduğumuz meseleyi, bizi kendisine inandırmak üzere gözlerimize bakan, konuşmasa da söyleceklerinin ağırlığı dudaklarından okunan birinin yaşadığı bir anlık dalgınlık şeklinde tarif edebiliriz. Bir anlık dalgınlık, bir anlık sinir. Kervan yolda düzülür derken adalelerde oluşan kalkışma.
Tarife yol sorulmaz ama bir şansımızı deneyelim biz. Tariflerden olan ümidimizi benzete benzete aylık akbile benzetelim. İstediğin her yere gidebilirsin gibi bir his fakat aslında hiçbir yere gidemiyorsun. Gibi bir his.
Metne şöyle bir göz gezdirenler içinse şu: Kültürün topluluğu değil; cultın kültürü.
Linçten yola çıkıp başka bir yere varmayı umuyorum. Çıkılabilirse tabii. Linç, kendi içinde bir düşünmeme sistematiği taşıyor. Başlangıç noktası olarak anlamını oluşturan tepkisel hareketin ondan sıyrılmasını alıyorum.
- Daha evvel linççiler tahammülsüz bir hareket etrafında toplanırlardı. Şimdiki, akışkan üyeleri bir görünüp bir kaybolan linç cultları, yalnızca linç etmenin taşları ve sopaları üzerinden değil, hareketi içkin tüm durumlara dahi saman aleviyle karşılık veriyor. Sonuçta linç düğmesi var artık.
Linççiler ki en sinirliler, hareketin, önüne katıp kışkırtıp tozuttuğu kişiler! Kımıltısız, ruhsuz bir yere çıkıyor yol. Hareketsizliğe.
Örnekleri karşıtlık üzerinden kurarsak daha da netleşebilir görüntü. Bir yetimin başını okşamakla, bir yetim fotoğrafını beğenmek veya fotoğrafına üzülmek ve nerdeyse yetimlere yardım götüren bir derneğe maddi destekte bulunmak bile, tereddütsüz bir kesinlikle birbirinden ayrı şeylerdir. Bu ayrılık yetim başı okşamanın insanı iyi eden eczasını silip götürüyor. Ve yine hiçbir kısa yol hakiki olana ulaşmıyor. İbadetlerin de bir ritüel hareketler dizisi olarak yapılması dikkate şayandır böyle baktığımızda. En tefekküri olan ibadet için dahi asgari şart abdestli olmaktır. Demek ki yalnızca durmak değil, bir yere gelip de durmak.
Linci övdüğüm sanılmasın. Sosyal medyada görünüp kaybolan bu linç cultı mensuplarını anormal insan tipleri olarak düşünürsek yanılırız. Depremden sonra çadır yardımı yaparken de (mesaj göndermek suretiyle), sokak hayvanları için su kabı etkinliğinin (sosyal medyada bir fotoğraf, yanında da bir metin paylaşmak suretiyle) en ön saflarında da aynı kişileri görebiliriz.
Hareketsizlik, her an tazelenen bir ölü toprağı gibi üzerimize serpilip serpilip duruyor.
Konuyu, sosyal medyanın hareketi söndüren ve kendinden keskin bir bıçakla ayıran tepkisine getirdim sanırım. Ortaya çıktığı anda kaybolmaya başlayan bir tepki bu. Nerdeyse zaman ayarlı bir tepki. Sosyal medyada “yüz yüze olmama cesareti” üzerinden kuruluyor bu “tepki alanı”. Kurulan bu alan, tam da kameralar bizi çekerken, o vecibe her ne ise, o vecibeyi yerine getirirken, kameraların o anı kaydetmesini sağlıyor. Bütün her şey o an için işletiliyor. Böylelikle vecibenin hem öncesinde hem sonrasında ortaya çıkabilecek muhtemel hareketler sönmüş oluyor. Yani tepki verilmiş, sonuç alınmış. “Anda olmak” derken kastedilenin bu olmadığı açık.
Milgram deneyi
Meşhur Milgram deneyini hatırlarsınız. Şu, ahlaki değerleri ile örtüşmese de insanların otoritenin emrine uyma isteklerini ölçmek üzere yapılan deney dizisi. İtaat, vicdani sorumluluk, değerler, saf otorite, kurbanlar vesaire üzerinden deneye ilişkin yapılmış tonla çalışma var. Savaş sonrası Nazilerin yargılanması sırasında “Ben sadece emirleri uyguladım” şeklinde verdikleri ifadelerinden yola çıkıyor. Sorumluluğun yakıcı ağırlığını üzerine almak istemeyen askerlerden. Milgram’ın deney sonrası yayınlanan makalesinin adı da “İtaatin Tehlikeleri”.
- Bu deneyi anmamın sebebi şu: Naziler, önce gaz kamyonlarını sonra gaz odalarını keşfetmeden evvel idam mangalarına bu işi yaptırmış, bir süre sonra askerlerde bazı disiplinsizlikler baş göstermiş ve nihayetinde bu lanetli işi toplu bir şekilde yapmanın yolunu düşünmüşler.
Görev verilen askerlerin sürekli öldürdükleri insanların yüzüne bakmaya maruz kalması işleri sekteye uğratmış. Yüz yüze olmanın dayanılmaz şiddeti kötülüğün ısrarla devamı ve derinlere kök salmasına engel olmuş sanırım. En sonunda, Nazi askerlerinin artık hiçbir kurbanın yüzünü görmeyecekleri tek bir anahtar ya da tuşla kontrol edilen çekincesiz ve eksiksiz bir katliam yaratmışlar.
Yüz yüze olmamanın insana ettikleri uzar gider. İnsanın insana ettikleri gibi. Yüz yüze olmamaklığı, bir insana karşı değil, herhangi bir şeye karşı düşünebiliriz. Toprağa, göğe, bir ağaca, bir kuşa, ihtiyaç sahibi herhangi birine, bir Suriyeli göçmenin hikâyesine, Doğu Türkistan’dan İstanbul’a okumaya gelen bir kızın anne babasıyla yıllardır telefonla dahi görüşememesine…
Verdiğimiz tepkiler, “üzüldüyseniz diğer acıklı fotoğrafa geçebilirsiniz” otomatikliğinde, maalesef. Bir haksızlık mı gördük, domurmuş bir isyan hâlinde bir twit atıp karşılığında tertemiz bir vicdan alabiliriz. (Ortaklaşa davranışın bir sonucu olarak sosyal medyada yaratılan baskılar ve nihayetindeki etkiler bahis dışındadır.) Karşı yarı sahaya hiç girmeyen bir futbol takımını andırıyoruz. Yan pas, geri pas.
Kaçırdığımız yer: Kontrol edilebilir bir tepki alanına gömülmüş olduğumuz. Tepkiyle muhatap aldığımız kişi için şiddetle istenen bir durum bu. Zaten sosyal medyada içinde nefes aldığımız yankı fanusları, muhatap takipçilerden biri değilse eğer tepkiyi aynıyla geri iletiyor. Tepki sönmesi dediğim bu.
Kısa yol: Bütün bunlar bir Holivud filminde Amerika eleştirisi yapmak gibi. Al şimdi burada istediğin kadar bağır. Olur, bağır bağır bağırıyorum. Duyuyor musun?