Yenilginin tescili: 6 Gün Savaşı
Altı Gün Savaşı diğer adıyla 1967 Arap-İsrail Savaşı, İsrail ile Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye arasında başlayan ve 6 gün süren savaşa verilen addır. Savaş, İsrail'in üstünlüğü ile son buldu.
1948-49 yılları arasında cereyan eden ve Filistinlilerin “Nekbe” yahut "Büyük Felâket" olarak isimlendirdikleri Birinci Arap İsrail Savaşı’nda Arap ordularının uğradığı ağır bozgun, Ortadoğu’da değişen dengelerin nirengi noktasını teşkil ediyordu. Monarşi ile yönetilenler başta olmak üzere savaşa iştirak eden ülkelerde yöneticiler, yenilginin müsebbibi olarak görülüyor, tüm suç onların ve çürümüş sistemlerinin üzerine hamlediliyordu. Değişim rüzgarı tüm Arap dünyasında esmeye başlamıştı. Ve şiddetle esen bu rüzgarın devirdiği ilk lider, Mısır Kralı Faruk olacaktı.
1952 yılında başını Cemal Abdünnâsır, Muhammed Necib, Enver Sedat gibi Filistin’deki savaşa ülkesi adına katılan ve mağlubiyetin acı gerçeğiyle yüzleşen subayların çektiği Hür Subaylar örgütü, İskenderiye’de tatil yaptığı sırada Kral Faruk ve monarşi aleyhinde darbe girişiminde bulunmuş ve kansız bir biçimde yönetimi ele geçirmişti.
Kurulan yeni hükûmette İçişleri Bakanlığı görevine getirilen Nâsır, sahne arkasında dizginleri elinde tutuyor, ülkenin Cumhurbaşkanı General Necib’e ise hiçbir şans tanımıyordu. 1954 yılında Nâsır, ülke yönetiminde ihtilafa düştüğü Necib’i kendisine suikast düzenleyen İhvân-ı Müslimîn ile iş tutmakla suçlayıp görevinden azletti ve başkanlık koltuğuna oturdu. Artık o, Mısır’ın tartışmasız tek ve gerçek lideriydi.
İktidardaki gücünü iyice pekiştiren Nâsır, ilk iş olarak İngilizlerle Mısır’ın bağımsızlığını müzakere etmeye başladı. İngilizlerin uzun zamandan beri Süveyş Kanalı dışında Mısır’da herhangi bir askeri birliği yoktu. Ancak Süveyş Kanalı gibi uluslararası ticaret için çok önemli bir mevkinin İngilizlerin denetiminde olması, Mısır’ın tam bağımsızlığına ve egemenliğine gölge düşürüyordu. Ancak İngilizler, kanal hakkında taviz vermeye hiç de istekli değildiler. Diğer bir yandan Amerikalılar Mısır’ın enerji ihtiyacını büyük oranda karşılayacak Aswan Barajı projesinin yapımı için vermeyi vadettiği krediyi Nâsır’ın Sovyetler ile görüşmesinden dolayı geri çekti. Tüm bu gelişmelerden ötürü küplere binen Nâsır, herkesi şaşırtacak bir hamle yapmaya karar verdi. Bu yolun Arap dünyasının kahramanlığına çıkacağından ise bîhaberdi.
26 Temmuz 1956’da Nâsır, sürpriz bir şekilde Süveyş Kanalı Şirketi’ni millîleştirdiğini açıkladı. Kanalın Mısırlılar tarafından inşa edilmesi, Britanya tarafından yönetilmesi ve Fransız bir şirket tarafından fonlanması hasebiyle önemi büyüktü. Şirketin millîleştirilmesi, bu anlamda İngiltere’nin dünya hakimiyetine karşı açık bir meydan okumaydı. Uluslararası arenadaki saygınlığına halel getiren bu şok edici gelişme karşısında İngiltere, yanına Fransa ve İsrail'i yanına çekerek kanalı geri alma planları yapmaya başladı. 29 Ekim 1956 günü İsrail karadan, Fransa ve İngiltere ise paraşüt birlikleriyle havadan Sina Yarımadası'na çıkarma yaparak Mısır birliklerini yenilgiye uğrattı. Askerî olarak ağır bir hezimet tadan Mısır’ın imdadına ise ABD ve Sovyetler Birliği yetişecekti.
Halihazırda Varşova Paktı’nın bir üyesi ve Sovyetlerin bir uydusu olan Macaristan’da Amerika yanlısı öğrencilerin yönetimi ele geçirmesi ile ilgilenen ve Sovyetlerin karşı darbeye girişmemesi için yoğun mesai harcayan Amerika, en yakın müttefiklerinin kendisini bilgilendirmeden böyle bir eylemde bulunması karşısında öfkeden deliye dönmüştü. Derhal Britanya ile temasa geçen ABD, Britanya’ya Sina’dan geri çekilmediği takdirde NATO’dan ihraç edileceğini bildirmişti. Amerika’nın bu jesti işe yaramış, tehdide boyun eğmek zorunda kalan üç ülke sırayla Mısır topraklarını terk etmişti. Nâsır, hiç beklemediği bir zamanda meydana gelen bu gelişmeyle askerî açıdan mağlup ayrıldığı savaştan siyasi olarak galip çıkmıştı.
- O, artık Araplar için emperyalizme karşı verdikleri direnişin timsali, Filistin topraklarının beklenen kurtarıcısı, İkinci Selahaddin Eyyubi idi.
Savaş sonrası tüm Mısır halkı sokaklara dökülmüş, Nâsır’a sevgi gösterilerinde bulunuyordu. Mısır başta olmak üzere birçok Arap ülkesinde tam bir bayram havası hakimdi. Aldığı çapından büyük övgülerle başı dönen Nâsır, Arap halklarının birliği hülyalarına kapılmıştı. Kendisi ayrıca monarşi ile yönetilen ülkelerin karşısında cumhuriyetçi rejimleri de temsil ediyordu.
Kendi emriyle kurulan Arapların Sesi gibi Arap sokağına doğrudan hitap eden radyolar ve Ümmü Gülsüm gibi her bir ferdin üzerinde konsensüs sağladığı sanatçılar üzerinden kendi adıyla özdeşleşen ideolojisini (Nâsırcılık) yaymaya çalışan Nâsır, monarşi karşıtı hareketlerden hiçbir türlü yardımı esirgemiyordu. Bu çerçevede cumhuriyetçilere destek vererek Yemen’de 1000 yıldan beri hüküm süren Zeydi imamlığının yıkılmasında katkı göstermiş, daha sonra çıkan iç savaşta Suudi Arabistan destekli monarşi ardılları ile savaşmak üzere ordusundan çok sayıda askeri Yemen’e göndermişti. Böylece Mısır, asıl düşmanı İsrail ile gireceği savaşta kullanacağı askeri gücünün büyük kısmını Yemen’in engebeli arazilerine gömmüş oluyordu. Gücünün doruğundayken yaptığı bu ölümcül hata, Nâsır’ın sonunun başlangıcının işaretiydi.
Cemal Abdünnâsır, antisiyonist retoriği sayesinde Arapların gönüllerinde kurduğu tahtı sağlamlaştırırken İsrail ise olası bir Arap saldırısına karşı teyakkuz halindeydi. Sovyetler Birliği’nin Mısır ordusunu son model silahlarla donatması ve askeri uzmanlarını ülkeye göndermesi İsrail tarafından endişeyle takip ediliyordu. Bu tehlike karşısında boş durmayan İsrail, Negev Çölü’nde askerî tatbikatlar yapmaya başlamıştı. Her iki tarafta da ciddi adımlar atılıyordu. Savaşın olup olmayacağına yönelik esrar perdesini aralayan ise Mısır istihbaratına ulaşan bazı yanlış jurnallerdi.
1967 yılının Mayıs ayında Sovyetler Birliği istihbaratı, gizlice sınırdan içeri sokulup kanlı eylemlere imza atan Filistinli gerillalara arka çıktığı gerekçesiyle İsrail’in Suriye’ye saldıracağını bildirdi. Sıhhati üzerine kafa yorulmayan bu istihbarat, doğru kabul edildi. Nâsır, bölgedeki en önemli müttefiklerinden biri olan Suriye’ye yönelik bu tehdidi cevapsız bırakmak istemiyordu. Bu sebeple Sina Yarımadası’na askerî yığınak yaptı. Bu, Nâsır’ın rakibinin gözünü korkutmak için yaptığı ilk blöftü. Mısır ordusunun ciddi bir kısmı Yemen’de savaştığından zaten Nâsır İsrail ile savaşabilecek kapasiteden mahrumdu.
Nâsır’ın yaptığı bu blöf Arap dünyasında geniş yankı bulmuş, tüm umudunu ‘’kurtarıcıya’’ bağlayan insanlar sokaklarda savaş lehine sloganlar atmaya başlamıştı. Kendisine gösterilen teveccühten yine sarhoş olan Nasır, inandırıcılığını arttırmak için yeni bir adım daha attı
1956 Süveyş Savaşı’ndan sonra iki taraf arasında ihtilaflı alan olarak kabul edilen ve BM Barış Gücü’nün bulunduğu tampon bölgeyi boşaltmaları hususunda BM karargahına ültimatom verdi. Nâsır’ın yaptığı bu ikinci blöf de karşılığını bulmuş, durumun vehametinden kaygılanan BM Barış Gücü ise tez bir şekilde Sina Yarımadası’ndan çekilmişti.
Nâsır’ın adımları tüm dünyada ciddi olarak yorumlanıyor, kulislerde yeni savaşın eli kulağında olduğu söylentileri fısıldanıyordu. Ürdün Kralı Hüseyin de Nâsır’ın adımlarını ciddi yorumlayanlardan birisiydi. Bu itibarla aniden Mısır’ın başkenti Kahire’ye gelen Kral, Nâsır ile savunma paktı imzaladı. Art arda yaşanan bu gelişmeler karşısında şaşkına dönen İsrail, Mısır’ın kendisine saldıracağına kâni olarak savaş hazırlıklarına başladı. Dananın kuyruğu ise Mısır, İsrail ekonomisinin ve ticaretinin can damarı ve dünyaya açılım yaptığı nokta olan Tiran Boğazı’nı gemi trafiğine kapattığında kopacaktı.
1 milyon dolarlık galibiyet
Takvimler 16 Ağustos 1966’yı gösterdiğinde İsrail, çok farklı bir gelişmeyle güne uyanmıştı. Irak ordusuna mensup bir pilot Sovyet tipi Mig-21 uçağı ile İsrail’e inmişti. Bu olay, Mısır ile yaşanması muhtemel bir savaşta tüm dengeleri altüst edebilecek derecede bir kıymete sahipti. Zira Sovyetler Birliği, Mısır ve Suriye’nin filosunu bu son model uçaklarla değiştirerek hava gücünü takviye etmişti. Acilen pilotla temas kuran İsrail, 1 milyon dolar gibi cüzi bir meblağ karşılığında uçağı satın aldı.
Daha savaşa girmeden düşmanlarının en gizli sırrına vakıftı artık. İleride de görüleceği gibi İsrail sadece o uçağı değil, aynı zamanda Araplara karşı galibiyeti de satın almış olacaktı.
Erkenden harekete geçerek hasımlarını gafil avlamak isteyen İsrail, 5 Haziran 1967 günü pilotlarına Mısır hava gücünün imha edilmesi emrini verdi. Sabah erkenden pisten kalkan İsrail uçakları, 11 tane Mısır hava üssünü bombardımana tutmuştu. Pilotları tarafından havalandırılmayı başaran birkaç uçak ise havada girdiği it dalaşında imha edilmişti. Tahribata uğrayan uçak sayısı 320 idi.
Kara gücünden dolayı zaten dezavantajlı konumdaki Mısır güçleri, hava gücünün %80 oranında yok edilmesi nedeniyle savaşta daha fazla bir varlık gösterememişti. Sahada yaşanan tüm facialara rağmen radyolar, ara vermeden Mısır kuvvetlerinin İsrail’i nasıl yenilgiye uğrattığını anlatıyor, böylece halkı galeyana getiriyordu. Bu tür yayınlar, sadece insanlara cesaret aşılamıyor, aynı zamanda Mısır ile müttefik devletlerin(Suriye, Ürdün) savaş politikası üzerinde de belirleyici tesire sahip oluyordu.
Mısır cephesinde olumlu gelişmeler yaşandığını haber alan Suriye, 5 Mayıs günü öğleden sonra savaşa girdi. Ancak onun da başına Mısır’ın uğradığı feci akıbet gelecek, İsrail hava kuvvetleri Suriye’ye ait uçakları daha havalanmadan yerde imha edecekti. Yine aynı gün içinde Doğu Kudüs’ün hakimiyeti için İsrail ile savaşan Ürdün Haşimi Krallığı, Doğu Kudüs ve Şeria Nehri’nden çekilerek Batı Şeria’yı İsrail’e bırakmak zorunda kaldı.
Kuzeyden hareket eden Suriye birlikleri İsrail ile Golan Tepeleri’nde karşı karşıya geldi. Suriye birliklerini mağlup eden İsrail askerleri Golan Tepeleri’ni işgal etti.
Şam’a 35 kilometre kadar yaklaşması üzerine Suriye ateşkes çağrısı yapmış,10 Haziran günü bir anlaşma imzalanmıştı. Savaş, Mısır ve Ürdün’ün de ateşkesi kabul etmesiyle beraber sona erdi.
Sadece 6 gün sürdüğü için “6 Gün Savaşı” ve Arapça’da toprak kaybetme manasına gelen Nekbe ile anılan savaş, tam bir fiyaskoyla neticelenmişti: Mısır 12 bin zayiat ve hava gücünün %80’ini, Suriye ise 25 bin kişi zayiat vermişti. Ayrıca İsrail, Mısır’ın elinden Gazze Şeridi ve Sina Yarımadası’nı, Suriye’den Golan Tepeleri’ni, Ürdün’den Doğu Kudüs ve Batı Şeria’yı alarak topraklarını 3,5 kat genişletmeyi başarmıştı. İlk başta İsrailliler için kulağa hoş gelen bu skor, günümüze kadar çözülemeyen pek çok sorunu da beraberinde getirecekti. Filistinliler ise, komşu Arap devletlerinin kendilerine hiçbir şey sunamadıklarını dillendirerek artık sahnede biz de varız diyeceklerdi.