Yaseminler Ülkesinden... Tunus Seyahat Notları

Tunus'tan manzaralar.
Tunus'tan manzaralar.

Tunus’a giderken beklentimi çok yüksek tutmamam konusunda uyarılmıştım. Gitmeden hazırlık yapmak amacıyla okumalar yaparken ülkeye dair Türkçe blog veya gezi yazısının çok az olması ve sözlükte okuduklarım canımı sıkmıştı. Ülke hakkında daha çok fikir edinmek için başka dildeki gezi yazılarını okudum. Mevsimler tecrübelerimizi etkiliyor ve ne amaçla gittiğimize göre değişiyor. Ben küçük bir grupla tura katıldım. Yerel rehberimiz, Türk rehberimiz, tur firmamız oldukça ilgiydi. Benim için güzel ve faydalı geçti diyebilirim. Sezon dışı olduğu için mi bilmiyorum çok kalabalık değildi. Ülkeye dair en çok aklımda kalan yer Zeytune Camii oldu. Ülke Turiste doymadığı için insanlar rahat ve kibar, rahatsız edici bir şeyle karşılaşmadım pazarlık dışında. İslâm tarihi açısından son derece doyurucuydu. Mağrip-maşrık bölgesinin tarihini eş zamanlı olarak yerinde tekrar etmek bilgilerimi tazeledi kafamda daha iyi bir yere oturtmamı sağladı. Tarihsel olayları karşılaştırmalı perspektifle incelemek bölgeyi analiz ederken büyük fayda sağlıyor. İbn-i Haldun’un teorilerinin doğruluğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Kendisinin Tunuslu olduğunu tekrar hatırlatayım...

Birinci Gün

12 Kasım Salı günü İstanbul Havalimanı’na gitmek için saat dörtte uyandım, altıda havaalanındaydım. Pazartesi günü de İstanbul’u gezmiş olmama rağmen gezinin heyecanıyla kendimi yorgun hissetmiyordum. Saat 09.00’da uçağımız havalandı. Yaklaşık 3 saat süren yolculuğumuz sonrasında 10.00’da Kartaca Havaalanı’na indik. Tunus ileTürkiye ile arasında iki saat farkı var. İşlerimi kolayca hallettim.

Vizesiz bir ülke olmasına rağmen girişte bazı sorular soruyorlar, bana sadece hangi otelde kalacağımı sordular, sonra rahatça geçip valizimi aldım.
Kartaca Havaalanı.
Kartaca Havaalanı.

Rehberimiz karşıladı bizi. Para bozdurma işlemini havaalanında yaptık, en sağlam yolu buymuş, Türkiye’de olduğu gibi havaalanında bozdurunca büyük farklar olmuyormuş. Para bozdurduğunuzda size bir kâğıt veriyorlar. Artan dinarları bozdurmak için kâğıdı kaybetmemek gerekiyor.

1500 dolardan fazlasına sahip olmak da sıkıntı yaşatabiliyormuş öğrendiğime göre. Çok fazla hediyelik eşya almayacaksanız 100 dolar yeterli olur. Ben 110 dolar bozdurmuştum sadece 60 dolar harcamışım. Yerel hat almadım e-sim kullandım. Geçmişteki seyahatlerimden daha rahat hissediyorum kendimi. Havaalanından çıkıp rehberimizin ayarladığı araca bindik. Hava ilkbahar havası tadında mükemmeldi.

Kartaca Harabeleri.
Kartaca Harabeleri.


Tunus seyahatimin ilk günü oldukça hareketli geçti. İlk durağımız Kartaca Harabeleri, karşıdan görünen Akdeniz, sağında Tunus Gölü karşıladı bizi. 8 dinar verip bilet alıyorsunuz. Rehberimiz yol boyunca bize bölgenin tarihinden bahsediyor. Şehirler çok fazla el değiştirmiş, bölgeyi ve dinamiklerini anlamak için tarihî arka planını öğrenmek gerekiyor.

Kartaca Harabeleri.
Kartaca Harabeleri.

Kartacalılar, milattan önceki devirlerde hükümdardan kendilerine inek derisi büyüklüğünde bir yer verilmesini talep ediyor, hükümdar kabul ediyor. Kartacalılar da inek derisini ip haline getirip Kartaca şehrinin sınırlarını çiziyorlar. Burada hüküm sürerlerken Romalılar geliyor. Uzun yıllar süren savaşlar sonucunda buraya hâkim oluyorlar. Gördüğümüz harabeler Romalılara ait. Kartacalılara ait olan her şeyi yıkıp yerine kendi şehirlerini kurmuşlar. Bunu yaparken de Kartacalılara ait taşların kullanıldığını öğreniyoruz. Geçmişte malzeme eksikliği nedeniyle bu şekilde yapılmış. Bu bilgiyi aklımızda tutmamız gerekiyor zira gezi boyunca pek çok örneğiyle karışılacağımızdan şimdilik habersizim.

Kartaca Harabeleri büyük bir alana dağılmış durumda, ilk kısmı gezip oradan Roma Hamamı kalıntılarını görmeye gidiyorum. Hamam kalıntıları yine çok büyük. Çalışanlar sakin ve güler yüzlü, etrafsa kalabalık değil. Yol boyu zeytin ağaçlarının içinden geçerek ilerliyorum. Hamamı yukarıdan izliyorum, hemen önümüzde Akdeniz var.

Roma Hamamı.
Roma Hamamı.
Roma Hamamı.
Roma Hamamı.

Roma Hamamı limanın hemen yanında, şehre gelenler temizlenmeden içeri alınmazmış. Sıcak hava ile merkezî ısıtma sistemi ilk kez Roma Hamamlarında kullanılmış. Osmanlı hamamları ile de benzer bir özelliğe sahip bu yönüyle. Roma hamamları aynı zamanda bir eğlence sohbet ve tartışma mekânı olarak da kullanılıyormuş. Kalıntıların içinden yürümeye başlıyorum, duvarlar çok yüksekti.

Roma’nın, yapıları, insanın aciz olduğunu ve Roma’nın yüceliğini göstermek için devasa şekilde yaptığını öğreniyorum. Kalıntıları dolaşıp birkaç fotoğraf çekiyorum. Çıkışta bir kafe var, oturup soğuk bir şeyler içiyorum yorgunluğum ve uykusuzluğum sıcağın etkisiyle kendini hissettiriyor. Kalıntıları izlerken bir yandan da aklıma “…(Yaşayan insanlar yok olup gidince) kullanılmaz hale gelmiş nice kuyular, sahipsiz kalmış nice ulu saraylar vardır.” (Hacc 45) ayeti geliyor. Sünnetullahı yerinde görmek hayretimi artırıyor. Bu düşünceler eşliğinde başkent Tunus şehrine doğru yola çıkıyorum. Şehrin eski kısmı tipik bir İslâm şehri çarşıları, camileri, evleriyle.

Tunus Medinası (El-medina), UNESCO tarafından 1979’da Dünya Mirası Listesi’ne alınmış.
Azize Osmana Darüşşifası.
Azize Osmana Darüşşifası.


Kasbah Meydanı’nda otobüsten iniyorum. Meydan merkezî bir konumda, klasik ve modern dönem bir arada görülebilir.

  • Tunus’ta işsiz bir üniversite mezunu Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasıyla başlayan Arap Baharı protestolarında Kasbah Meydanı stratejik bir konumdaydı. Protestocular seslerini burada duyuruyordu.

Hafif bir yağmur çiselemeye başlıyor. Özgürlük anıtının önündeyim. Anıt, 1989 yılında Tunuslu heykeltıraş Abdelfattah Boussetta tarafından tasarlanmış. Belediye binası arkamda, solumda bir okul var. Meydanda futbol oynayan okul çocukları, sağımda ise polis merkezi vardı. Meydandan çarşı tarafına doğru yürürken polis merkezinin aşağısında sağda Bir Türk hanımefendinin 1814'te yaptırdığı Azize Osmana Darüşşifası’nı görüyorum. Yapı günümüzde de hastane olarak hizmet vermeyi sürdürüyor.

Yusuf el-Dayı Camii ve Türbesi.
Yusuf el-Dayı Camii ve Türbesi.

Köşeyi dönüp sokağa girdiğimde bir yandan Yusuf el-Dayı Camii’nin minaresi, ileride de Zeytune Camii’nin minaresi görünüyor. Yusuf el-Dayı Camii sağda kalıyor, vakit namazını kılmak için içeriye giriyorum. Kasım ayında gitmemin güzelliklerinden biri havanın ilkbahar tadında olması, diğeri de namaz vakitleri arası kısa olduğu için camileri açık yakalayabilmek. Tabii, vakit ayarlamasını iyi yapan rehberimizin de bunda payı büyük.

  • Maalesef namaz vakitleri dışında camiler açılmıyor.
  • Ezan okunsa dahi merkezî bir sistem olmadığı için namazlar aynı anda kılınmıyor. Her caminin namaz kıldırma saati ekseriyetle farklıymış.


Yusuf el-Dayı Camii.
Yusuf el-Dayı Camii.

Yusuf el-Dayı Camii’ne gelmişken “dayılık müessesesi”nden bahsetmek gerekir. Dayı, XVI. yüzyılda Osmanlı Devleti idaresi altına giren Tunus, Trablusgarp ve Cezayir eyaletlerinde yönetimi ele geçiren kimselere verilen unvan. Osmanlı donanması, 1574’te Tunis’i İspanyolların elinden ikinci kez kurtarıp eyalet merkezi yaptı ve bir beylerbeyi tayin etti. Yeniçeriler, Tunus’ta isyan çıkarıp yönetime el koyunca yönetim için seçtikleri kişiye dayı dediler. 1594’te Tunus’ta, merkezden gönderilen valiler yerine dayıların sözü geçmeye başladı. Dayılar döneminde birçok cami, medrese ve türbeler inşa edildi. Cami, Dayı Yusuf tarafından 1615 yılında yaptırılıp ibadete açılmış, türbesi de cami kapısının hemen karşısında bulunmaktadır.

İbn Haldun'un evi.
İbn Haldun'un evi.

Buradan sonra labirent gibi çarşı sokaklarından geçerek İbn Haldun’un evine gidiyorum. Onun yetiştiği yerleri, ders çalıştığı, gezip dolaştığı, arkadaşlarıyla oynadığı belki düşüp dizini kanattığı sokakları görmek garip hissettiriyor. Oradan eğitim gördüğü medreseye gidiyorum şansıma açıktı. Şu anda cami olarak kullanılıyor: Ukba Camii.

İbn Haldun’un çocukken eğitim gördüğü medrese.
İbn Haldun’un çocukken eğitim gördüğü medrese.
Türbetü’l Bey’.
Türbetü’l Bey’.

Burada aşağı doğru yürüyüp vakit kaybetmeden Türbetü’l Bey’e gidiyorum. Burada kapanış saatlerine pek riayet edilmiyor, bazen erken kapatılıyormuş. Yetişmek için acele ediyorum. Kapanış saati 15.30 olmasına rağmen 15.10 geçe gittiğimde kapalıydı. Bu esnada hafiften yağmur yağıyor ve yaseminler mis gibi kokuyor. Giremediğim için üzülüyorum ama gezinin son günü tekrar gelip içine giriyorum. Bu yapıdan dördüncü gün yazımda bahsedeceğim inşallah.

Türbelerin yapısı İznik türbelerine benziyor; ancak kubbelerindeki yeşil yapılar daha farklı.
Tunus Medinası sokağı.
Tunus Medinası sokağı.

Oradan yukarı çıkıp çarşıya dönüş yolunda vaktinde yetişme telaşını geride bıraktığım için evleri sokakları daha yakından inceliyorum. Evler mavi beyaz, aralarda küçük sahaf dükkânları vardı.

Tunus Medinası çarşısı.
Tunus Medinası çarşısı.

Çarşının içinden meşhur Zeytune Camii’ne gidiyorum. Zeytune Camii nedense Tunus’ta en sevdiğim yer oldu. Camiyi ikindi çıkışında açık yakalama bahtiyarlığına eriştim. Genelde caminin tüm estetiğini göreceğimiz kısımlar erkeklere ayrılmış olduğu için ana kısıma giriyorum. İçerde bir grup sıralanmış zikir meclisi kurmuştu. Camide çekim yaparken devam etmemem işaret edildi, bir süre sonra da çıkmam söylendi. Kısmen üzüldüm ama en azından açık yakaladığım ve zikri de dinleyebildiğim için çok da üstünde durmuyorum.

Zeytune Camii.
Zeytune Camii.


Tavanlar ve bölmelerdeki süslemeler ve mihrap kısmı bana Kudüs’teki Kıble Mescidi’ni hatırlattı. Kudüs’ü özlediğim için de burayı çok sevmiş olabilirim. Minaresi 4 köşeli bir yapıdaydı. Caminin avlusunda farklı noktalarda çekim yaparken Tunus Büyükelçimiz Ahmet Misbah Demircan ve kıymetli eşini görüyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse başta tanımıyordum. Fotoğraf çekerken dikkatimi çektiler. Akıcı Arapça konuşuyordu bir ara Türkçe konuştuğunu görünce dikkat kesildim, onlar da beni fark edince konuştuk. Ara tatilde ziyarete gelen yeğenlerini gezdiriyorlarmış. Hemen bir hatıra fotoğrafı çektirdim.

Cami tekrar kapanıyordu ve çıkmamız gerekiyordu. Akşam namazını burada kılıp otele gidecektim. Bu esnada çarşıyı dolaşmak için vaktimiz vardı. Terastan camiyi ve Tunus’u görebileceğimiz hem bir kafe hem de hediyelik eşyalar ve halılar satan Teras El-Bey’e girdim. Cami kapısının çok yakınında bir mekân, Tunus’a giderseniz mutlaka ziyaret edin. Şehri kuşbakışı izledim, Zeytune’nin minaresini yakından gördüm. Bu esnada bir durup bir başlayan yağmur yeniden başladı.

Terastan Zeytune Camii ve Yusuf el-Dayı Camii.
Terastan Zeytune Camii ve Yusuf el-Dayı Camii.

Oradan inip serbest zamanda alışveriş yapmak, hediyelik eşya almak, çarşıyı dolaşmak gibi seçeneklerimiz vardı. Ben son gün de buraya uğrayacağımız için, Café Mrabet denen geleneksel tarzda tasarlanmış, birkaç bölümden oluşan mekânda oturup atmosferde kaybolup dinlemeyi tercih ettim, zira çok yorgundum. Duvar kenarları sedir şeklinde tasarlanmıştı. Ayakkabılarımı çıkarıp oturmam gerekiyordu ki ta ihtiyacım olan şeydi diyebilirim. Kendime bir kahve söyleyip akşam namazı vaktine kadar dinlendim. Sakin bir mekândı. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım.

Birçok yerde olduğu gibi burada da Feyruz çalıyordu.
Café Mrabet.
Café Mrabet.

Tunus tatlısı “makruut” denedim güzeldi, Türkiye’ye dönerken almaya karar verdim. Kara bulutlar akşam vaktinde dağılmış, günbatımında Zeytûne daha da güzelleşmişti. Mest olmuş bir şekilde bir köşede oturup atmosferde kaybolmayı tercih ettim. Şadırvan olmaması dikkatimi çekti. Köşede basitçe çıkarılmış bir hortumdan çeşme yapılmış, erkekler abdest alıyordu. Kadınlar için bir yer göremedim. Tunus’a giderseniz girdiğiniz bir kafede abdest almak iyi bir fikir, genelde temiz oluyorlar. Avluda bir de güneş saati vardı. Güzel bir kıraatle akşam namazını eda ettik.

Zeytune Camii’nin içi.
Zeytune Camii’nin içi.


Başkent Tunus’un en eski ve görkemli yapılarından biri olan Zeytûne Camii, tarihî çarşının ortasında yükseliyor. Şehrin büyük camisi olmasından dolayı Câmiu’l-Kebîr (Tunus Ulu Camii) adıyla da anılıyor. İlk kez Emevî döneminde 699 yılında inşa edilen yapı, zamanla Abbâsîler, Fâtîmîler ve Osmanlılar döneminde genişletilip yenilenmiş. Dikdörtgen planlı cami; revaklı avlusu, mermer sütunları ve zarif at nalı kemerleriyle dikkat çekiyor. Yüksek minaresi, siyah-beyaz taş süslemeleri ve ince işlenmiş alçı detayları ile Mağrib ve Endülüs mimarisinin etkilerini yansıtıyor.

Zeytune Camii’nde gün batarken.
Zeytune Camii’nde gün batarken.

Zeytûne Camii, yalnızca bir ibadet yeri olmanın ötesinde, İslâm dünyasında önemli bir ilim ve kültür merkezi olarak tanınmış. Yüzyıllar boyunca, ünlü âlimlerin ders verdiği, öğrencilerin yetiştiği ve bilimsel çalışmaların yapıldığı bir medrese işlevi görmüş.

Günümüzde ise Zeytûne Camii'nin tarihsel misyonu, Tunus Üniversitesi ve diğer İslâmî ilimler fakülteleri tarafından sürdürülüyor. 21. yüzyılda Zeytûne Camii, hem tarihî bir sembol hem de aktif bir ibadet yeri olarak önemini koruyor. Yerli ve yabancı ziyaretçileri ağırlayan mescid, aynı zamanda dinî ve toplumsal etkinliklere ev sahipliği yapıyor.

Zeytune Camii.
Zeytune Camii.

Namazdan sonra çarşıların içinden geçerek eski şehre açılan Babü’l-Bahr Kapısı’na ulaştık. Hava iyice kararmıştı. Geçmişte bir kalenin kapısı olsa da şimdi sadece bir kapı olarak yıllara meydan okuyor. Şehrin Tunus Medinası denen kısmından çıkarak Habib Burgiba Bulvarı’na çıkıyorum. İlk olarak İbni Haldun heykelini görüyorum, heykelin solunda Aziz Vicent Paul Katedrali vardı. Tunus Katolik Başpiskoposluğu’na bağlı yapı 1897’de tamamlanmış, günümüzde de hâlâ kullanılıyor. Belirli saatlerde açık olan yapıdaki Gotik, Mağribî ve Roma mimari etkilerini dışarıdan görülebiliyor.

Aziz Vicent Paul Katedrali.
Aziz Vicent Paul Katedrali.
  • Habib Burgiba Bulvarı, Fransa’da Şanzelize Caddesi’nden ilham alınarak tasarlanmış. Çarşıdan çıkıp gezerken başka bir şehre adım atmış gibi hissettiriyor.

Fransa Büyükelçiliği, Tiyatro Binası, Habib Burgiba heykeli gibi birçok yapı bulunuyor. Oradan otobüse binip otele doğru yola çıkıyoruz. Gideceğimiz yer oteller bölgesi olarak biliniyor Hammamet’de, beş yıldızlı ve mutfağı harika. Tüm yerel lezzetlere ve dünya mutfağına ulaşabiliyorsunuz. Eşyaları odaya bırakıp hemen yemeğe iniyorum. Sonra birkaç günün yorgunluğuyla uyuyakalıyorum. Ertesi gün sabah sekizde otelden çıkıp yeni rotamıza doğru ilerlememiz gerekiyor.

Babü’l-Bahr ve Habib Burgiba Bulvarı.
Babü’l-Bahr ve Habib Burgiba Bulvarı.



İkinci gün

Gece, umduğum gibi pek uyuyamadım. Sabah erken kalkıp hazırlığımı tamamladıktan sonra kahvaltıya indim. Saat 8’de hareket ettik ve Kayrevan şehrine doğru yola çıktık. "Revan", "kayrevan" ve "kervan" kelimeleri aynı kökten türemiş ve zamanla Arapçalaşmış.

Ağlebî Havuzları.
Ağlebî Havuzları.

Tunus’taki turist bilgi merkezinde durduk ve teras katına çıkarak Ağlebî Havuzlarını kuşbakışı izledim. Tunus ve çevresinde 800-909 yılları arasında hüküm süren Ağlebîler, Kayrevan’da ve çevresinde birçok eser bırakmış. Orta Çağ’da, hidrolik sistemin önemli bir örneği olarak kabul edilen havuzlar da bu eserlerden biri.

Havuzlar, şehir merkezinin kıyısında yapılmış. Uzaktan borularla gelen su, havuzların katmanlı sistemi sayesinde şehrin temiz içme suyu ve tarım suyu ihtiyacını karşılıyormuş. Geçmişte sayısız havuz bulunmasına rağmen günümüzde sadece üç büyük havuz kalmış. Yarıçapları oldukça geniş ve artık aktif olarak kullanılmıyorlar. Etrafı ise park haline getirilmiş, burada yürüyüş yapan ve spor yapan insanlar görmek mümkün.

Sahabe Ebu Zem'a el-Belevî’nin türbesi.
Sahabe Ebu Zem'a el-Belevî’nin türbesi.

Meşrik bölgesinde Kayrevan, dördüncü önemli bölge olarak öne çıkıyor. Kayrevan, büyük bir şehir; nüfusu 350 binden fazla. Şehir geçmişte, zamanla Mısır ve Şam arasında bir mücadele merkezi haline gelmiş. Halife değiştikçe, rekabetin yoğun olduğu bir merkez olmuş; Bağdat ve Şam da rekabetin yoğun olduğu şehirler arasında yer alıyor.

Sahabe Ebu Zem'a el-Belevî türbesi süslemeleri.
Sahabe Ebu Zem'a el-Belevî türbesi süslemeleri.

Emevîlerin İfrîkıye valisi Ukbe b. Nâfi tarafından, 670 yılında şehir kurulmuş ve Kayrevan adı verilmiştir. Bölgede yaşayan halkı kontrol etmek ve fetihlerin kalıcılığını sağlamak amacıyla, ordunun bir hareket ve ikmal üssü olması amaçlanmış. Ukbe b. Nâfi, Tunus’tan sonra Berberileri de hakimiyeti altına almış, Atlas Okyanusu'na kadar ilerlemiş ve Cezayir’de vefat etmiştir. Bu nedenle, Kuzey Afrika fatihi olarak bilinir.

Sahabe Ebu Zem'a el-Belevî Türbesi’nin kubbe ve duvar süslemeleri.
Sahabe Ebu Zem'a el-Belevî Türbesi’nin kubbe ve duvar süslemeleri.


Yolda giderken bir anda metrelerce kuyruk gördük. Gideceğimiz yere yetişemeyecek miyiz diye endişelenirken, şoförümüz başka bir yoldan gitmek için geri döndü. Dönüş yolunda yolun açıldığını öğrendik ve tekrar geri döndük. Aslında bir problem yokmuş; bir grup çocuk protesto amaçlı yolu kapatmış. Neyi protesto ettiklerini anlayamadan yolumuza devam ettik.

Kayrevan şehrine ulaştık. Rehberimiz, Afrika, Meğaribe ve Osmanlı'nın mimari açıdan birlikteliğinin bulunduğunu olduğunu söyledi. Endülüs etkisinin nedenlerinden biri, birinci ve ikinci göç dalgasından sonra gelen Müslüman, Yahudi ve Berberî Araplar.

Sahabe Ebu Zem'a el-Belevî Türbesi’nin içi.
Sahabe Ebu Zem'a el-Belevî Türbesi’nin içi.

İlk durağımız, Sahabe Ebu Zem'a el-Belevî’nin türbesi oldu. Ebu Zema, Rıdvan Biatı’na katılmış, Kuzey Afrika fetihlerinde bulunmuş ve Hicri 34 yılında Bizanslılarla yapılan savaşta şehit düşerek Kayrevan’a defnedilmiş. Hz. Peygamber'in saç telini taşıdığı için "Sâhibu'l-Şaarât" lakabıyla anılıyormuş.

Türbesi, 17. yüzyılda Osmanlı Valisi Hammûde Paşa tarafından yaptırılmış. İçinde birçok odanın bulunduğu avluya açılan kompleks bir yapıydı. Türbenin süslemeleri, Osmanlı ve Endülüs etkisini taşıyor. Çinilerde ağırlıklı olarak yeşil ve sarı renkler kullanılmış. Kubbeli yapılar Osmanlı etkisini, duvarlara yapılan alçı kaplama ve süslemeler ise Endülüs etkisini yansıtıyor. Sahabenin kabrinin olduğu kısmı ziyaret ettim. Etrafı demir parmaklıklarla çevriliydi, ancak içine girmek için arka tarafta bir kapı vardı. Üç kişi demir parmaklıkların içine girmiş dua ediyor ve fotoğraf çekiyordu. Pencerenin önünde ise mum yakılmıştı maalesef. Ben de duamı edip dışarı çıktım.

Kayrevan Ulu Camii.
Kayrevan Ulu Camii.


Kayrevan Ulu Camii'nin minaresi.
Kayrevan Ulu Camii'nin minaresi.

Buradan sonra, Ukbe b. Nâfi tarafından 670 yılında temeli atılan Sidi Ukbe veya Kayrevan Ulu Camii'yi ziyarete gidiyoruz. Ukbe b. Nâfi'in cami yapımında taş ve mermer ihtiyacı El-Cem'den temin edilmiş; bazı malzemeler ise Roma kalıntılarından alınmış. Çok sayıda devşirme eser bulunuyor. Özellikle sütunlar, klasik, iyonik ve dorik tarzda yapılmış. Bu bölgeye Ağlebîler, Fâtîmîler, Hâfsîler, Osmanlılar gibi birçok hanedan hükmetmiş. Her dönemde camiye eklemeler ve düzenlemeler yapılmış.

Caminin avlusuna girdim ama maalesef iç kısmı kapalıydı. Kapı büyük ve gösterişliydi. Rehberimizin dediğine göre, kapı sedir ağacından yapılmış ve bu malzeme o dönemde Lübnan’dan geliyormuş.

Kayrevan Ulu Camii'nin su deposu.
Kayrevan Ulu Camii'nin su deposu.


  • Kayrevan Ulu Camii, yapısı itibarıyla ve kare şeklindeki minaresiyle Şam Emevî Camii’ne ve Kuzey Afrika'da daha sonra yapılan yapılara örnek olmuş.

Avluda, şadırvan görmedim. Yağmur sularını toplamak amacıyla yine devşirme malzemeden yapılmış mermer bir sistem ve bir kuyu vardı.

Kayrevan Ulu Camii.
Kayrevan Ulu Camii.

Camide fotoğraf çekerken, motorcu kıyafetleri giymiş bir grup turistle karşılaştım. Fotoğraflarını çekmemi rica ettiler ve toplu fotoğraflarını çektim. Sonra Türkiye'den geldiklerini ve birçok şehir gezdiklerini söylediler. Çektikleri fotoğrafları gösterdiler. Zaman kısıtlamam olmadan ülke ülke gezerek farklı yerleri keşfetmenin nasıl olacağını düşündüm. Belki bir gün bu fırsatı bulurum, inşallah. Oradan Kayrevan Medinasına gittik. Kale kapısının girişinde bir top ve üzerinde ay yıldız olan bir kitabe vardı.

Kayrevan Medinası.
Kayrevan Medinası.

Buradan çarşıya girdik, küçüktü. Pazarlık konusunda biraz sıkıntı yaşadım. Buradan bir şey almadım gezip çıktım.

Kayrevan Medinası.
Kayrevan Medinası.

Otobüse binip Kayrevan’dan ayrıldık. Sıradaki durağımız ise merak ettiğim noktalardan biri: El-Cem.

Kayrevan’dan çıkıp El-Cem’e doğru yola çıktık. Burası, Tunus’un iç bölgelerinde, düz bir ovanın üstüne kurulmuş bir şehir. Meydanda otobüsten indik ve hava yine mükemmeldi. 15-20 dakikalık bir yürüyüşün ardından Kolezyum’a ulaştık. Ön tarafa ulaşmadan bile manzarası harika görünüyordu. Biletimizi alıp içeri girdik.

El-Cem Amfitiyatrosu.
El-Cem Amfitiyatrosu.

Kolezyumun ortasına doğru ilerledik ve rehberimiz yapının özelliklerini anlatmaya başladı. Üç katlı ve yer altı geçitleriyle devasa bir yapı.

Roma’nın, merkezinden bu kadar uzağa böyle bir tiyatro inşa etmesinin, kültürel ve siyasî gücünü ispat etme, gözdağı verme ve kültürel asimilasyon gibi sebeplerle açıklanabileceği söyleniyor.

  • M.S. 3. yüzyılda inşa edilen El-Cem Amfitiyatrosu, 35.000 kişi kapasitesiyle Roma İmparatorluğu'nun en büyük üçüncü amfitiyatrosu olarak biliniyor. Ayrıca 1979 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınmış.
El-Cem.
El-Cem.

Burada, gladyatör dövüşleri ve yerel halk etkinlikleri düzenlenmiş. Yeraltı geçitlerini, Gladyatör filmi müzikleri dinleyerek gezmek sanki Roma dönemindeymiş gibi hissettiriyor. Zira bu geçitlerde dövüşçüler, hayvanlar ve esirler tutuluyormuş. Geçitlerin üstündeki basamaklara çıkıp meydanı izledim bir süre.

Erken dönem Roma’sı pagan olduğu için, ehl-i kitabı yırtıcı hayvanlarla dövüştürüyormuş.
El-Cem.
El-Cem.


Karşı taraftaki üç katlı bölümleri de gezdim ve yapının bu kadar iyi korunmuş olmasına hayran kaldım. Tabii, bazı bölümleri aslına uygun şekilde yeniden inşa edilmiş. Roma’daki kolezyumdan farkı burada neredeyse her noktaya girebiliyor olmakmış. Vakit dolunca, hâlâ magnet almadığımı fark ettim ve Tunus’ta karşılaştığım en ucuz magneti alarak kendi rekorumu kırdım. Bu arada sıcaklık etkisini iyice artırmıştı, otobüse binip Susa’ya doğru yola çıktık.

Susa.
Susa.

Ulu Camii.
Ulu Camii.

Yolda paralı geçiş noktasına geldik. Otomatik kısımdan geçmek istedik, ancak görevli kadın bizi geçirmedi. Şoförümüz manuel geçiş kısmına yöneldiğinde, görevli normalden fazla para talep etti. Bunun üzerine şoförümüz, genel yetkiliyle görüşmeye gitti. Neyse ki sonunda sorunsuz bir şekilde geçişimizi sağladık. Ara sıra böyle küçük heyecanlar ve korkular yaşamak, seyahatin bir parçası, tabii ki olmaması tercihim.

Sahil şeridinde güzel bir şehir. Burada, Abbâsî döneminden kalma bir Ulu Camii ve ribat görüyoruz. Camiyi gezdikten sonra sahil kenarına yürüyüşe çıktım. Korsan gemisine benzeyen vapurlarla yolculuk yapılabiliyor. Gün batarken sahilde dolaştım.

Sonra şehrin nabzını tutmak için çarşıda dolaşmaya başladım. Otobüs durakları ve tren istasyonları gibi ulaşım imkânları oldukça kolay görünüyor. Akşam tek gezerken başta bir tedirgin olsam da sonraları oldukça rahattım.

Susa sokakları.
Susa sokakları.

Ardından, Tunus’un geleneksel tatlılarından “bambolü sükkeri” denedim, şekerli pişi gibi bir şeydi. Akşam ilerledikçe dükkânlar kapanmaya başladı, meydandaki büyük hediyelik eşya mağazasına girdim. Biraz dolaştıktan sonra meyve suyu alıp meydana oturdum, insanları izledim.

Buluşma saati geldiğinde otobüsümüz geldi. Arkadaşlarım da gelince, Hammamet’teki otelimize döndük. Üç gün boyunca burada kalacaktık. Mükemmel bir akşam yemeği yedikten sonra, odaya geçip gezi notlarını yazmak üzere lobiye indim. Oteldeki diğer sakinler karaoke partisi yapıyordu. Biraz onları izledikten sonra havuz kenarına gittim, arkadaşlarımı görünce onlarla sohbet etmeyi tercih ettim. Seyahatin en güzel yanlarından biri de normalde belki hiç tanımayacağın insanlarla bir araya gelmek. Hz. Ömer’in, insanları tanımak için onlarla seyahat etme tavsiyesini gerçekleştirmiş ve hemen aşama kaydetmiş oluyoruz.

Tunus sokak lezzetleri.
Tunus sokak lezzetleri.

Gezi notlarını yarın tamamlamak için kendime söz verdim. Yine sabah 8’de hareket etmemiz gerektiği için artık biraz dinlenmem gerekiyordu.


Üçüncü gün

Mehdiyye

Sabah kahvaltısı sonrası saat sekiz civarı otelden ayrılıyoruz. Yaklaşık 3 saatlik bir yolculuğumuz var. Yolda, uçsuz bucaksız zeytin tarlaları var yol hızlıca hızla bitiyor.

  • Mehdiyye, Akdeniz’e doğru çıkıntı yapan kayalık bir yarımadaya kurulmuş. Şehir, adını kurucusu Ubeydullah el-Mehdî’den almış.
Burcu’l-Kebîr.
Burcu’l-Kebîr.

Otobüsten, Osmanlı Kışlası’nın yakınlarında iniyoruz. Osmanlı’nın Akdeniz’deki hâkimiyetini pekiştiren önemli bir üs olarak inşa edilmiş. Kışladan geriye sadece Burcu’l-Kebîr kalmış. Burası, 1595 yılında Ebû Abdullah Muhammed Paşa tarafından inşa edilmiş, 1721 yılında onarılmış ve günümüzde müze olarak kullanılmakta. Kalede, özellikle Greko-Romen dönemine ait devşirme malzemelerin çokça kullanıldığını görmek mümkün.

Burcu’l-Kebîr surları.
Burcu’l-Kebîr surları.

Kısa bir yürüyüşün ardından kaleye ulaşıyoruz. Yapı oldukça bakımlı ve ziyaretçilere açık. Kalenin burçlarına çıkarak rahatça gezebilirsiniz.

Burcu’l-Kebîr’den mezarlıklar ve Akdeniz.
Burcu’l-Kebîr’den mezarlıklar ve Akdeniz.

Şehrin tarihine baktığımızda, çok fazla el değiştirdiğini görüyoruz. Son olarak Osmanlı, Tunus’u ele geçirdiğinde Mehdiyye’yi yeniden canlandırıyor. Endülüs’ten gelen Müslümanlar ve Yahudiler, şehrin çehresini değiştiren önemli etkiler yapıyor.

Burçtan deniz kenarına iniyorum. Mezarlıklar bakımdan geçiyor; Fatihalar okuyarak denizi izliyorum bir müddet.

Burcu’l-Kebîr’den Mehdiyye evleri.
Burcu’l-Kebîr’den Mehdiyye evleri.
  • Bu arada, Osmanlı döneminde Anadolu'dan gelen asker ve görevlilerin yerli kadınlarla evliliklerinden doğan “kuloğulları”, şehrin nüfusunun çoğunluğunu oluşturduğundan bahsetmeden geçmek olmaz. Bu topluluk, yaşam tarzları ve isimleriyle diğer halktan ayrılmış.

Şehirde, özellikle “Hamza” ve “Safer” aileleri tanınmış ve yaptırdıkları birçok eser varmış. Ancak onları ayrıntılı gezmeye vaktim olmadı.

Ardından Mehdiyye Ulu Camii'ni görmeye gidiyoruz. Yolda, bir grup Tunuslu gençle karşılaşıyoruz. Bizimle fotoğraf çektirmek istiyorlar. Burçtan çarşıya giden yolun çok güzel olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Mehdiyye.
Mehdiyye.

Meydanda, 912 yılında Fâtîmîler tarafından kurulan şehirde, onların inşa ettiği ilk camiyi görüyoruz: Mehdiyye Ulu Camii. Minaresi olmadığı için başta cami olduğunu anlayamadım. Büyük bir kapının önünde duruyoruz, ancak açık değildi. Bu cami, ayakta kalabilen ve ziyaret edilebilen nadir Fâtîmî camilerinden. Bu yönüyle İslâm tarihi açısından önemli bir mekân. Mihrap kısmı oldukça farklı; istiridye şeklinde bir barok dönemi üslubu kullanılmış. Camii, Kayrevan Ulu Camii ve minare formu örnek alınarak inşa edilmiş. Şehirdeki yıkımlar ve yağmalamalar sonucu caminin formunda değişiklikler olmuş. Restore edilirken minare yapılmaması ise oldukça ilginç geldi.

Mehdiyye Ulu Camii.
Mehdiyye Ulu Camii.

Mehdiyye'nin İslâm tarihi açısından önemini anlamak için Ubeydullah el-Mehdî'yi ve İsmâiliyye’yi tanımak gerekmektedir. Kısaca bahsedecek olursak, El-Mehdî, İsmâilî imamıdır ve Suriye'de gizlenerek kendisine dâîler yetiştirmiştir. Abdullah eş-Şiî'nin davetiyle Mısır üzerinden Tunus'a gelen el-Mehdî, burada açıktan davete başlar ve kendi adıyla anılan Mehdiyye şehrini kurar.

Fâtîmîler bu şehirde kök salamayacaklarını düşünerek Mısır'a gitmeye karar verirler. Birkaç denemeden sonra başarılı olup, 969 yılında Mısır'ı ele geçirip ve Kahire'yi başkent yaparlar. Sonraki hedefleri Suriye olur; çünkü Mısır'ı ele geçirenler, Suriye'yi de ele geçirerek Bağdat ve Şam'ı kontrol etmek ister. Tarih boyunca da bu böyle olmuştur.

Mehdiyye sokakları.
Mehdiyye sokakları.

Suriye'de Memlûklerle karşılaşan başlayan Fâtîmîler, kendilerine Çerkeslerden savaşçı Türk askerleri alarak zamanla Mısır'da Türk askerlerinin güçlenmesini sağlamışlar. 10’uncu yüzyıla baktığımızda, Kuzey Afrika'da Fâtîmî hilafeti, İran, Irak ve Bağdat'ta Büveyhîler (İran Şiîliği), Orta Asya'da ve İran'da ise Sünnî Selçuklular egemen olmuştur.

Sahilden Mehdiyye Ulu Camii ve kasım ayında denize giren Tunuslular.
Sahilden Mehdiyye Ulu Camii ve kasım ayında denize giren Tunuslular.

Fâtîmîler, Mısır'da büyük değişiklikler yapmıştır. Nureddin Zengî, Mısır'daki Fâtîmî hilafetini sona erdirirken, Irak'taki Büveyhîlere de son veren Selçuklu Sultanı Melikşah olmuştur.


Mehdiyye Medinası.
Mehdiyye Medinası.

Caminin önünden Mehdiyye Medinasına gitmek üzere ayrılıyoruz. Artık biliyoruz ki, medina demek o yerin çarşısı anlamına geliyor. Çay bahçelerinin ve kafelerin üstünde gölge yapan zeytin ağaçları dikkatimi çekiyor. Zeytinlerin dökülmesine çözüm olarak, altlarını şeffaf filelerle kapatmışlar. Hem ağaçları kesmemişler hem de zeytinlerin yere dökülmesini önlemek için harika bir çözüm bulmuşlar. Ülkemde olsa, çözüm olarak ağaçları keserler diye düşünerek yine bir hüzünleniyorum.

Çarşıda dolanıyoruz; hediyelik eşyalar, deri çantalar, zeytin ağacından yapılan ürünler ve bir dokuma atölyesi var. Çarşının çok büyük olduğunu söyleyemem ve sonunda kale kapısına benzer bir yapı var.
  • Şehre, Osmanlı döneminde yapılan “es-Sekîfetü’l-Kahlâ” kapısından girilmekteymiş. Geçmişte, Fâtîmîler tarafından güvenlik amacıyla inşa edilen bu kapı, Osmanlılar tarafından yeniden inşa edilmiş. Üzerinde ay-yıldız sembolü bulunuyor.
Mehdiyye sokakları.
Mehdiyye sokakları.

Çarşıda yaklaşık 45 dakika geçirip, kapıdan geçerek otobüsümüze biniyoruz ve Münestîr’e doğru yola çıkıyoruz.


Solda Münestîr ribatı, sağda tarihî Ulu Camii.
Solda Münestîr ribatı, sağda tarihî Ulu Camii.

Şehre geldiğimizde meydanda iniyoruz. Sağda tarihî cami, solda ise ribat vardı. Doğrusu, hava çok sıcak olduğundan yorgunluk ve uykusuzluğun etkisiyle bunaltıcı bir gün oldu. Kasımda böyleyse, ağustos ayında nasıl olur, diye düşünmeden edemedim.

Ulu Camii.
Ulu Camii.

Münestîr Ribatı; Katmanlaşmış bir yapı, bölgeye hâkim olan her devlet kendisinden bir şeyler katmış. Önemini yitirdiği 16-17. yüzyıla kadar aktif bir şekilde kullanılmış. Giriş ücreti 8 tunus dinarı. Kalenin içinde serbestçe dolaşılabilir. Akdeniz, yine tüm güzelliğiyle bizi selamlıyor, denize girenler vardı. Oradan çıkıp hemen yanındaki tarihî camide namaz kılmak mümkün.

Münestîr Ribatı.
Münestîr Ribatı.

Sonrasında yine serbest vaktimiz vardı. Denize arkanızı dönüp, meydandan sağ tarafa doğru yürüyünce Habib Burgiba Mozolesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Giriş ücretsiz. Meydanın sonunda, 10-15 dakikalık bir yürüyüşle ulaşabilirsiniz. Yürürken sağ tarafta mezarlıklar ve sağlı sollu zeytin ağaçları görülüyor. Kendime hatıra olarak bir zeytin yaprağı kopardım.

Habib Burgiba Mozolesi.
Habib Burgiba Mozolesi.

Habib Burgiba, Tunus'un bağımsızlık mücadelesinde önemli rol oynadı. Atatürk’ün seküler politikalarına hayran kalan Burgiba, Tunus için benzer ama daha ılımlı bir model önerdi. 1956’da bağımsızlık sonrası kadın hakları, eğitim ve toplumsal yaşamda köklü reformlar gerçekleştirdi. Ancak seküler uygulamaları ve Batı ile iş birliğini savunması, halk ve ulema tarafından eleştirildi. Sağlık sorunları nedeniyle iktidardan düştü, 2000’de hayatını kaybetti ve kendine yaptırdığı anıt mezarına defnedildi.

Habib Burgiba Mozolesi'nin iç kısmı.
Habib Burgiba Mozolesi'nin iç kısmı.
Habib Burgiba Mozolesi.
Habib Burgiba Mozolesi.

Anıt mezarı ziyaret ettiğimde, mezarın başında bir adet Kur’ân-ı Kerîm vardı. Maalesef bu topraklarda dini kullanmadan istenilen başarı elde edilemiyor.

Birkaç fotoğraf çekip burada ayrılıyorum. Meydandaki yeni yapılan caminin solundan girerseniz şehrin medinasını gezebilirsiniz. Kendime bir zeytin ağacı mozaiği aldım. Sonrasında biraz daha gezip, otobüse binip otelimizin olduğu Hammamet’e geldik. Medinasını gezme fırsatımız olmamıştı. Hammamet’e akşam saatlerinde vardık. Ribat’ın önünde otobüsten indik, Münestîr’daki Ribat’a benziyor; yapılış amaçları aynı. Medinanın labirenti andıran dar sokaklarını gezme fırsatım olmadı ama şehrin kendine has bir havası olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Münestîr sahili.
Münestîr sahili.


Münestîr.
Münestîr.

Buradan eski şehrin iç kısmında camiye gittik, maalesef açık değildi. Bir markete uğrayıp su ve Tunus hurması aldım, hurmanın fiyatı oldukça uygundu. Buluşma saatine kadar eski şehrin çevresinde dolaştık. Hammamet, oteller bölgesi olarak biliniyor. Diğer şehirlerden sonra burası bana oldukça sıradan geldi. Ancak tatil yapmak isteyenler için ideal bir destinasyon.

Otobüse binip otele dönüyorum. Yine yoğun bir gün geçirdik. Oteldeki son gecemizde arkadaşlarla vakit geçirip dinlenmek üzere odama gidiyorum. İnşallah bu gece uykumu alabilirim.

Dördüncü gün

Nebil sokaklarında bir hurma ağacı.
Nebil sokaklarında bir hurma ağacı.

Bu sabah bahçesinde hurma ağacı olan tatlı otelimizden sekiz buçuk civarı eşyalarımızı toplayıp ayrıldık. İstikametimiz: Nebil.

Nebil, eğer tek başıma gelseydim ve sınırlı bir vaktim olsaydı, muhtemelen programıma dahil etmeyeceğim bir yer olurdu diye düşünüyorum. Burası yerine Bizerte’ye gitmeyi ya da Sidi Bou Said’de daha fazla vakit geçirmeyi tercih ederdim. Belki de birbirine benzeyen şehirler, bir süre sonra büyüsünü kaybediyor.

Nebil sokakları.
Nebil sokakları.

Nebil, çömlek yapımıyla ünlü bir şehir. Burada bir dükkâna girip çömlek yapımını izledik. Şehir, Romalılar tarafından kurulmuş, iki tarafı denizle çevrili bir liman kenti. Nebil ismi zamanla Arapçalaşmış ve Osmanlı döneminde de aynı isimle anılmaya devam etmiş.

Daha sonra şehrin çarşısına, yani medinasına gittik. Diğer çarşılara kıyasla burada pazarlık yapmak çok daha rahat.

Şunu belirtmeliyim ki, pazarlık yapmadan kesinlikle alışveriş yapmayın.
Nebil sokakları.
Nebil sokakları.

Genelde fiyatın üç katını söylüyorlar. Ardından size, “Sen Müslüman kız kardeşimizsin, Türkiye’den gelmişsin, sana daha düşük bir fiyat vereyim.” gibi şeyler söylüyorlar. Normalde pazarlık yapmaktan pek hoşlanmayan biriyim, ama burada alışmak zorunda kaldım. Çatır çatır pazarlık yapsam da bir süre sonra bu durum beni çok yordu. “Sen kaç verebilirsin?” diye sorduklarında, söylediğim fiyat kabul edilince yine de kazıklanıyor muyum hissinden kurtulamadım.

Çarşıdan ayrıldıktan sonra, portakal ağaçlarıyla çevrili güzel yollardan geçerek otobüse bindik. Sıradaki durağımız: Bardo Müzesi.

Bardo Müzesi.
Bardo Müzesi.
  • Bardo Müzesi, dünyanın en büyük mozaik müzesi olarak biliniyor.

Müzenin diğerlerinden en önemli farkı, mozaiklerin üzerinde yürüyebilme imkânınızın olması. Bardo, 19. yüzyıla kadar Osmanlı döneminde Ali Paşa tarafından saray olarak kullanılmış. Tunus’un Fransız sömürgesi olduğu dönemde ise müzeye dönüştürülmüş.

Bardo Müzesi'nin tavan süslemeleri ve mozaikleri.
Bardo Müzesi'nin tavan süslemeleri ve mozaikleri.

Sarayın tavan süslemelerinde Osmanlı ve Endülüs etkilerini net bir şekilde görebiliyorsunuz.

Müzedeki mozaiklerin çoğu, Kartaca ve Roma şehirlerinden çıkarılmış. Bu eserler, tanrılar, inançlar, günlük yaşam, mitler ve destanlar gibi pek çok konuda bilgi veriyor.

Bardo Müzesi mozaikleri.
Bardo Müzesi mozaikleri.

Bardo Müzesi, Le Bardo banliyösünde yer alıyor ve kesinlikle ziyaret edilmesi gereken bir nokta. Tarih ve sanatın büyüleyici bir buluşması için burayı görmenizi şiddetle tavsiye ederim. Buradan yine otobüse ilk gün erken kapandığı için göremediğimiz Türbet’ül-Bey’e gittik.

Bardo Müzesi’nde mozaiklerin üstünde yürüyebiliriz.
Bardo Müzesi’nde mozaiklerin üstünde yürüyebiliriz.

Bu defa açık yakalayabildik. Cuma vakti Zeytune Camii'ne yetişmem gerektiği için çok detaylı vakit geçiremesem de tekrar gelebildiğim için mutluydum. Birinci gün bahsettiğim gibi çarşıdan ve İbn-i Haldun'un evinin bulunduğu yoldan geçerek türbeye ulaştık. İyi ki tekrar ziyaret etme fırsatımız olmuş.


Türbet’ül-Bey’in iç avlusu.
Türbet’ül-Bey’in iç avlusu.


Mezar taşlarındaki sararmalar dikkat çekiyor.
Mezar taşlarındaki sararmalar dikkat çekiyor.

Hüseynî Türbesi, Hüseynî Hanedanı'na mensup aile bireylerinin mezarlarının bulunduğu bir türbe. 1759-1782 yılları arasında, Tunus'un dördüncü beyi olan II. Ali bin Hüseyin döneminde inşa edilmiş. Türbenin kubbesi yeşil ve kaplumbağa kabuğu şeklinde parçalarla kaplanmış. Görünüm olarak İznik türbelerini andırsa da kubbesindeki detaylarla farklı bir tarza sahip.

Türbeyi gezmek için 8 Tunus dinarı ödemeniz gerekiyor. Avlunun her iki tarafı, mezarların bulunduğu odalara açılıyor. İçeride birbirine bağlı ve numaralandırılmış odalarda, mezarlara ve türbeye dair genel bilgiler yer alıyor.

Türbet’ül-Bey’in bahçesi.
Türbet’ül-Bey’in bahçesi.

Kubbe yapısı ve çinilerde Osmanlı tarzı göze çarpıyor. Alçı kabartmalarda Endülüs, sütunlarda ise Roma etkisi hissediliyor. Mezarların üzeri mermer kaplı; özellikle mezar taşlarını okumaktan hoşlanıyorsanız buradan çıkmak istemeyebilirsiniz. Mezar taşlarında sarıkların zamanla feslere dönüştüğünü görmek, dönemin sosyal ve kültürel değişimini anlamak açısından oldukça etkileyici. II. Mahmud döneminden sonra fes kullanımı yaygınlaştığı için mezar taşlarında da bu geçişi görmek mümkün.

Türbe, bir süre terk edilmiş bir halde kalmış, ancak restorasyon çalışmalarının ardından 1979 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne dahil edilmiş. Bahçesinde bulunan mandalina ağacı ise güzelliğiyle aklımda kalan detaylardan biri.

Hüseynîler dönemi ve Tunus tarihinde iz bırakanlar

Bu noktada Hüseynî Hanedanı'ndan da biraz bahsetmem gerek. Tunus’un tarihi, Hüseyin Paşa ile yeğeni Ali Paşa arasındaki çekişme etrafında şekillenmiştir. Bu rekabet, Tunus halkını iki gruba ayırmış. 1735 yılında, Ali Paşa, Cezayir’in desteğini alarak yönetimi ele geçirmiş ve 1770’te Fransız saldırılarına karşı Tunus’u savunmuştur.

Hüseynî ailesinin soy ağacı.
Hüseynî ailesinin soy ağacı.

Ali Paşa’nın oğlu Hammûde Paşa döneminde Tunus, ekonomik olarak güçlenmiş, dış ticaret artmış ancak yerel isyanlarla da mücadele edilmiştir. 1811’deki bir isyan sonucu yönetimi Hammûde Paşa’nın kardeşi Osman Bey devralmış, ardından Mahmud Bey vali olarak atanmıştır.

Türbet’ül-Bey mezar taşları, duvar süslemeleri ve dorik sütunlar.
Türbet’ül-Bey mezar taşları, duvar süslemeleri ve dorik sütunlar.

Mahmud Paşa, Cezayir’den gelen tehditlere karşı Osmanlı donanmasını güçlendirmiş, Osmanlı’yla ilişkileri yeniden güçlendirmiştir. 1824’te Mahmud Paşa’nın ölümüyle yerine oğlu Hüseyin Paşa geçmiştir. 1838’de Fransa’nın tehditleri sonucu Tunus, merkezi Osmanlı yönetiminden bağımsızlığını yitirmiştir.

Bu dönemde Ahmed Paşa, Batılılaşma hareketlerini başlatmış; eğitim, ordu ve maliye alanlarında reformlar gerçekleştirmiştir. Yerine geçen Mehmet Paşa, halkın yaşam koşullarını iyileştirmek için reformlar yapmış ve 1857’de yayımlanan Ahdü'l-emân ile Tunus halkına eşit haklar ve dini özgürlükler tanınmıştır. 1860’larda anayasal bir yönetim ilan edilmesine rağmen mali zorluklar ve halk isyanlarıyla mücadele edilmiştir.

  • 1881 yılında Fransızların Tunus’u işgaliyle Hüseynî ailesinin yönetimi sona ermiştir. Ancak Hüseynîler dönemi, Tunus’un sosyal hayatında büyük değişikliklere yol açmış; özellikle mimari, eğitim ve kültürel alanlarda etkili olmuştur.
Türbet’ül-Bey’in içi.
Türbet’ül-Bey’in içi.

1956’da milliyetçilik hareketlerinin güçlenmesiyle de Fransız işgali sona ermiş ve Tunus bağımsızlığını kazanmıştır. Hüseynîler dönemi, Tunus’un modernleşme sürecinde önemli bir rol oynamış, bu dönemde yetişen önemli şahsiyetler ve yapılan bayındırlık eserleri, günümüzde de varlığını hissettirmektedir.

Zeytune Camii’nde cuma vakti.
Zeytune Camii’nde cuma vakti.

Cuma namazı için yeniden Zeytune Camii’ne geldik. Şükürler olsun, bu özel vakitte burada olmak benim için tarifsiz bir mutluluktu. Namaz öncesi bekleyen teyzelerin Cuma'sını tebrik ettim. Bu anların samimiyeti ve huzuru beni derinden etkiledi.

Ancak, bu satırları yazarken Esed hükümetinin devrildiğini öğrenmiş bulunuyorum; duygularım karmakarışık. Allah’tan bir gün Şam’daki Emeviyye Camii’nde de Cuma namazı kılmayı nasip etmesini diliyorum…

İlk gün Zeytune Camii hakkında detaylı bilgi verdiğim için bu defa tekrar yazmayacağım. Camiden çıkarken, Türk olduğumuzu öğrenen bir kız bizimle konuşmaya başladı. Çok tatlı ve sıcakkanlıydı.

Türk dizileri Tunus’ta da oldukça popülermiş.


Zeytune Camii.
Zeytune Camii.

Camiden çıktıktan sonra, ilk gün yeterince gezme fırsatı bulamadığım Tunus Medinasına, yani çarşıya yöneldim. Cuma namazından sonra oluşan hareketliliği izlemek çok keyifli. Çarşıdan, “makrut” olarak bilinen Tunus tatlısı aldım. Tatlıcıların olduğu bir sokakta insanlar hem alışveriş yapıyor hem de ikram edilen tatlıları tadıyordu. Portakallı, hurmalı gibi birçok çeşidi var, ben en çok hurmalısını sevdim.

Tunus Medinası.
Tunus Medinası.

Tiyatro binasının önünde Filistin’e destek gösterisi.
Tiyatro binasının önünde Filistin’e destek gösterisi.

Medina oldukça büyük ve karmaşık; hâlâ gezmediğim sokaklar kaldı. Her sokağın bir adı var ve bunlardan biri Türk Çarşısı. Çarşıda göz alıcı şekilde dizayn edilmiş hoş kafeler de bulunuyor. Birinde kahve içerek günü biraz dinlenerek noktaladım. Kahve kültürü burada oldukça gelişmiş, genel olarak kahveler çok güzel hazırlanıyor.

Son olarak, Bab’ül-Bahr Kapısı’nda buluştuk. Otobüse doğru yürürken, ilk gün hareketliliğin olduğu tiyatro binasının önünde Filistin’e destek için bir gösteri yapılıyordu. Bu anı görmek hem duygulandırıcı hem de anlamlıydı. Ardından otobüse binip Sidi Bou Said’e doğru yola çıktık.

Sidi Bou Said

Seyahatimizin artık son gününde tüm yorgunluğuma rağmen, burası bana huzur ve sükûnet verdi. Akşam saatlerinde vardığımız için, gündüz vakti burayı görmek eminim daha güzel olurdu.

El-Gufrane Camii / Sidi Bou Said.
El-Gufrane Camii / Sidi Bou Said.

Meydanda otobüsten indik. Buraya trenle de kolayca ulaşılabiliyormuş. Meydanın solunda bir cami bulunuyor (El-Gufrane Camii); ilk gün öğle namazını burada kılmıştık. Sağındaki yokuştan yukarı doğru yürümeye başladık.

Yaklaşık üç asırdır ayakta duran bir konak, üst katı Café des Nattes.
Yaklaşık üç asırdır ayakta duran bir konak, üst katı Café des Nattes.
  • Geçmişte bu güzel kasabanın adı Cebel el-Menar iken 1893 yılında değişmiş. Şehir yeni adını Sidi Bou Said, tam adıyla Ebu Said İbn Halef İbn Yahya El-Beji (1156-1230) olarak bilinen veli bir zattan almış.

Ebu Said, bir süre Zeytune’de ders verdikten sonra, kasabanın yüksek bir noktasında uzlete çekilmiş ve 1230 yılında burada vefat etmiş. Türbesi caminin içinde yer alıyor. Halk tarafından çok sevildiği için daha hayattayken çevresinde bir yerleşim yeri oluşmuş. Caminin bahçesinde türbesi var, manzarası da çok güzel.

Sidi Bou Said Camii’nin içi ve türbe.
Sidi Bou Said Camii’nin içi ve türbe.

Yokuşun sonunda, yaklaşık üç asırdı ayakta duran bir konak var. Üst katı kafe olarak hizmet veriyor. Tarihçilere göre, 1725’te Hüseyin Bey bu konağı yaptırmış. Bölge için önemli bir merkez olmuş. 20. yüzyılın başlarında birçok sanatçının uğrak yeri haline gelmiş. Yemek yemem gerektiği ve fazla vaktim olmadığı için burada oturmadım. Giderseniz bir şans verin bence. Hemen yanında ise Sidi Bou Said Camii bulunuyor.

Sidi Bou Said sokakları.
Sidi Bou Said sokakları.


Sidi Bou Said, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor.

Şehirdeki yapılar ve renklerin korunması oldukça önemli. Akdeniz’e hâkim bir tepe üzerine kurulmuş olan bu yer, Fenikeliler döneminde gözetleme kulesi olarak kullanılmış.

Şehirde ilerlerken, güzel mavi-beyaz cumbalı evler, begonviller ve yaseminler arasında dolaştım. Sokakların sonunda deniz manzaralı seyir noktaları bulunuyordu. Bu noktalardan birine ulaşıp denizi izledim. Manzara huzur vericiydi.

Sidi Bou Said’in işlemeli kapıları ve begonviller.
Sidi Bou Said’in işlemeli kapıları ve begonviller.

Şehirdeki mavi beyaz renklerde, Fransız ressam ve müzikolog Baron Rodolphe d'Erlanger’in yaptırdığı sarayın etkili olduğu söyleniyor. Bu konuda kesin bir bilgiye ulaşamadım. Baron, 1900’lü yıllarda Sidi Bou Said’e yerleşmiş. Akdeniz’e bakan bir yamaca Ennecma Ez-Zehra (Parlayan Yıldız) veya Baron’un evi denen bir saray yaptırmış. Bu sarayı gezmek için vaktim olmadı. Evde, müzik aletleri koleksiyonu sergileniyormuş. Baron, Ma’luf denen müzik türünün yeniden canlanmasında da önemli bir rol oynamış. Ma’luf, 15. yüzyılda Endülüs’ten göç edenlerin yanında getirdiği müzik türü imiş. Mağrip (Cezayir Tunus, Libya ve Fas) klasik müzik geleneğinde kendine kabul bulmuş. Yazıyı yazarken dinledim güzeldi.

Sidi Bou Said sokakları.
Sidi Bou Said sokakları.

Şehir birçok sanatçı, düşünür ve yazarın hayatlarının bir bölünü geçirdiği yer olmuş: Michael Foucolt, Andre Gide, Yahia Turki…

Havaalanına gitmeden önce serbest zamanımız vardı. Akşam yemeğini burada yedim. Helal restoran seçenekleri bulunuyor. Ancak tercihim sokak lezzetlerinden yana oldu. “Mahluvi” adında, soslu ve dolu dolu bir dürüm yedim; fiyatı 8 Tunus dinarıydı. Yanında ise 3 dinara çilek suyu aldım. Benim için mükemmel bir akşam yemeğiydi.

Tunus sokak lezzetlerinden Mahluvi.
Tunus sokak lezzetlerinden Mahluvi.


Ara sokaklarda dolaştım. Bir düğün çekimine denk geldim. Ancak artık pazarlık yapacak veya bir şey alacak gücüm kalmadığı için dükkânlara girmedim. Sadece bir market gezip satılan ürünleri inceledim. Meydanın karşısında bir çaycı vardı. Hareket saatimize kadar burada naneli çay içerek atmosferin keyfini çıkardım. Açıkçası hava erken karardığı için kasabayı gönlümce dolaşamadım ve ilk kez üzüldüm diyebilirim. Tatilin yorgunluğunu atmak için Sidi Bou Said’de bir gün daha kalmak istedim doğrusu. Giderseniz buraya daha fazla vakit ayırmanızı ve daha erken gitmenizi öneririm.

Kartaca Havaalanı ve Dönüş

Artık bir adım daha atacak halim kalmadığından otobüse binip Kartaca Havaalanı’na doğru yola çıktık. Artan Tunus dinarlarını, ülkeye girişte aldığım kâğıdı göstererek dolara çevirdim. Sonrasında check-in için sıraya girdim. Sıra oldukça yavaş ilerliyordu, ancak Murphy Kanunu’nu düşündüğümden yerimi değiştirmedim. Neyse ki cam kenarı bir koltuk seçince keyfim yerine geldi.

Pasaport kontrolüne geçip uçağı beklemeye başladım. Havaalanı ve lavabolar oldukça temizdi. Genel olarak Tunus’ta gittiğim yerlerin temiz olduğunu söyleyebilirim. Salonda beklerken notlarımı ve fotoğraflarımı gözden geçirdim. Saat 23.00 uçağına binerek 16 Kasım’da, sabaha karşı 04.00 civarında İstanbul’a vardım.

En sevdiğim fotoğraflardan biriyle yazımı sonlandırmak istiyorum:


Zeytune Camii’nde gün batarken.
Zeytune Camii’nde gün batarken.

- Fotoğraflar: Şehri Keleş.

- Bu yazı, Kasım 2024’te gerçekleştirilen seyahati anlatmaktadır.