Bir tarihçinin dünyasına yakından bakmak
Sade, anlaşılır bir dile sahip olmakla birlikte, İbn Haldun’u derinlemesine kavrayan, Allen James Fromherz tarafından kaleme alınan “İbn Haldun: Hayatı ve Dönemi” eser, İbn Haldun’un dünyasına girmek, kendisini tanımak isteyen okuyucular için “mukaddime” niteliğinde bir eser olacaktır.
Fikirleri, analizleri, önerileri, bir metodoloji çerçevesinde yaşadığı döneme olan tanıklığı vs. gibi özellikleriyle İbn Haldun’un İslâm medeniyet tarihi içerisinde sahip olduğu önem tartışılmaz olmakla birlikte; kendisinin ne kadar tanındığı konusunda aynı şeyi söylemek maalesef pek mümkün değildir. Özellikle günümüz İslâm dünyasının fikrî anlamda kaos içinde yaşadığı bu dönemde kendisini tanımaya olan ihtiyacın daha da arttığında şüphe yoktur. Durum böyleyken mevcut örnekler maalesef İbn Haldun’u tanımamak ya da tanınmış olsa bile mevcut birikiminden istifade edilmemek adına yürütülen cedelleşmelerle dolu.
1957 yılında Tunus’un başına geçen ülkenin kurucu lideri Habib Burgiba İbn Haldun’u bu topraklarda doğmuş bir değer olarak, kurduğu devleti için ulusal bir figür olarak kullanır ki İbn Haldun’un Burgiba tarafından belirlenen şahsiyetinin gerçeğiyle alakası bile yoktur. İbn Haldun’un kimilerince Mısırlı olduğunun düşünülmesine yol açan sebep de Burgiba’nınkine benzer bir başka bir yaklaşım dolayısıyladır. İbn Haldun’un, hayatının uzunca bir dönemini Mısır’da geçirmesi ve burada vefat etmesi kimilerinin onu kendisine mâl etmesine yol açmıştır. Hatta köken itibariyle Endülüs topraklarından gelmiş olması dolayısıyla sahip olduğu ve döneminin fikrî kabuğunu kırmakta gösterdiği başarıyla kimileri tarafından Avrupa modernizminin öncü isimlerinden bile sayılmıştır kendisi.
Kendisinden sonra yaşamış kişilerle mukayese edilmesi, mesela “İbn Haldun’da Makyavelizm” şeklindeki kimi başlıklar da işin bir diğer kötü mizahını oluşturur. İbn Haldun tanınması gereken, fikirleriyle günümüzde çokça istifade edeceğimiz bir isimdir. Bunda şüphe yoktur, fakat bunun için şüphesiz emek vermek gerekecektir, ki bu da eserleri ve içinde bulunduğu dönemi anlamak ile mümkün olabilecektir. Zira hayatına baktığımızda İbn Haldun metodolojisini ortaya çıkaran, ondaki bu cevherin oluşmasına yol açan şey genel itibariyle Kuzey Afrika coğrafyasının siyasî kaotik ortamıdır.
- Edindiği muhteşem ilmî birikimi, gözlemleri, hayal kırıklıkları, yükselişleri ile İbn Haldun, başta bu siyasî çevre içerisinde, dövülerek oluşturulan çelik gibi metodolojisini vücûda getirmiştir.
Tüm bu nedenlerden dolayı İbn Haldun’un tanımak kadar, kendisini olgunlaştıran ortamı da -kendisini anlamak için- tanımak lazımdır. Allen James Fromherz tarafından kaleme alınan, Yusuf Selman İnanç’ın gayet başarılı tercümesiyle okuma imkânına kavuşabildiğimiz “İbn Haldun, Hayatı ve Dönemi” tam da bunun için çok yerinde bir eserdir. İbn Haldun’u çok iyi anladığını düşündüğüm Fromherz, Ketebe Yayınları tarafından Türk okuyucuyla buluşturulan eserini tam da İbn Haldun’u tanımaya ve anlamaya muhtaç kişiler için bir el kitabı formatında kaleme almıştır. İslâm medeniyetinin mensupları olarak İbn Haldun’un verâset hakkına sahip olmamıza rağmen, İbn Haldun’u bir Batılı yazardan böylesine anlaşılır biçimde okumak ise yukarıda bahsettiğim fikrî kaosla açıklanabilir sanırım.
İbn Haldun bilindiği gibi otobiyografik eseri olan et-Ta'rîf'de kendi hikayesini detaylı bir şekilde anlatır. Zaten Fromherz’in eserinin temelini de şüphesiz bu eser oluşturur. İbn Haldun’un ailesi, Yemen’den Endülüs’e hicret eden Araplardandır. Endülüs topraklarında varlıklı bir konuma gelen aile Endülüs’teki istikrar bozulmaya başlayınca artık buralarda tutunamaz ve Tunus’a göç eder. İbn Haldun da ailesinin Tunus’a yerleşmesinden yaklaşık 2 asır sonra burada dünyaya gelir ki artık Tunus toprakları zaten aile tarafından çoktan vatan olarak benimsenmiştir. Eğitimini de burada alan İbn Haldun, okuduğu hatta ezberlediği eserlerle ciddi bir ilmî birikim elde eder. Fakat ilim yolunda bir ömür sürmesi o dönemde meydana çıkan veba salgını ile kesintiye uğrar. Muhtemelen bu büyük dehayı doğuran ilk kırılma da burada yaşanır.
Dünyayı kasıp kavuran, özellikle Batı’da sebep olduğu yıkım dolayısıyla literatürlerine “Kara Ölüm” olarak geçen veba salgınında İbn Haldun annesi, babası ve hocaları da dâhil olmak üzere pek çok kişiyi kaybeder.
Bu durum İbn Haldun’un hayatında bir sarsıntıya yol açar ve yaşadığı topraklardan ayrılarak artık bürokrasi ve siyaset ile iç içe geçecek olan hayata adımını atar.
İbn Haldun medreselerdeki gibi sıkıştırılmış bir eğitim almamıştı. Tecrübe kazanarak, seyahat ederek ve çok sayıda hocayla tanışarak tahsil görmüştü. Çıkarcı birisi olmamasına rağmen gelecekteki siyasi hayatında kilit noktalarda durmayı öğrenmişti.
On dördüncü asırda hem bilim adamı hem de siyaset adamı olmak birçok tehlikeyi beraberinde getiriyordu. İbn Haldun aldığı bağımsız eğitim sayesinde, hem entelektüel tartışmaların hem de siyasi aksaklıkların zayıflıklarının ötesini görebiliyordu.
Kuzey Afrika’nın doğu kesimi kısmen bir istikrara sahip olmuş olsa da bölgenin geri kalan kısmında ciddi bir siyasî istikrarsızlık vardır. Abdülvâdîler, Hafsîler, Merînîler ve bedevî kabileler arasındaki mücadele ile Kuzey Afrika coğrafyası büyük bir parçalanmışlık görüntüsü arz eder. İbn Haldun böyle bir ortam içindedir ve yıllar geçtikçe de, sahip olduğu nüfuz ve birikimle, bu oluşumlar için vazgeçilmez bir isim haline gelir. Berberî devletçiklerde hayatî öneme sahip vazifeler alan İbn Haldun; yükselme, düşme, hapsedilme, hayal kırıklığına uğrama gibi pek çok şeyle karşılaşır. Bizzat yaşadıklarından edindiği tecrübe Mukaddime’de somut bir hal alır. Onun yazdıkları, ütopik bir dünya kuran kimi düşünürlerden bu bakımdan büyük farklılık gösterir. Mukaddime’yi değerli kılan da zaten hayatın içinden, gerçek tecrübelere dayalı bir kişinin getirdiği öneriler ve düşünceler değil midir zaten? Kuzey Afrika’nın parçalanmış bu durumundan sıyrılıp da 52 yaşında yerleştiği ve ölümüne kadar yaşadığı Mısır ise, İbn Haldun’un hayatının bir başka boyutudur. Timur, Berkuk, Sultan Ferec ile görüşmesi, yaptığı seyahatler, üstlendiği görevler, muhatap kaldığı ithamlarla şüphesiz o, olayları eleş alış biçimiyle, sahip olduğu birikim dolayısıyla dönemindeki isimlerden ayrılır.
İbn Haldun’u anlama noktasında kaynak eser hüviyetinde olan mesela et-Ta'rîf'i okumak doğru olacaktır şüphesiz, ama bu tarz eserler okunmadan önce bir metod ile yazılmış açıklayıcı eserler okumak çok daha yerinde olacaktır. Zira kaynak eserlerde yer alan ve geniş bir bakış açısıyla anlaşılabilecek muğlak ifade ve meseleler, bu açıklayıcı eserlerde daha da net bir hal alır. Ki Fromherz’in eseri de bu bakımdan ayrı bir değer taşır. Mesela et-Ta'rîf'i okurken, İbn Haldun’un Kuzey Afrika’daki siyasî taraflar arasında yer değiştirmesini açıkçası yadırgamıştım. Bunu o kısmın bulunduğu sayfanın kenarına da not etmiştim. Fakat bu düşüncemin şüphesiz benim meseleyi geniş bir çerçeve içinde ele alamayışımdan kaynaklandığını sonradan fark ettim. Öyle ya, İbn Haldun’u da doğru olarak anlamak gerekecektir. Fromherz’in ilgili meseleden bahsettiği sayfanın kenarına da şu notu düşmüşüm: “İbn Haldun’un efendisine ihanet eden bir hain olmadığını anlamak için döneminin iyi bilinmesi gerekiyor”.
“Bölgenin sürekli olarak değişen siyasî ortamında, İbn Haldun’un çıkarcı muğlaklığını modern kavramlar olan ihanet ya da “vatansever” olmaması şeklinde yorumlamamak gerekir. İhanet için ihanet edilebilecek gerçek bir gücün ya da milletin olması gerekir ki ortaçağ Kuzey Afrikası’nda durum bundan çok daha karışıktır”
Osmanlıların Avrupalılardan daha önce Mukaddime ile tanıştığına değinen yazar, bu tanışmanın aslında bir zorunluluk dolayısıyla gerçekleştiğini ima eder. Kuzey Afrika’ya ulaşan Osmanlı hâkimiyeti bu bölgeyi, insanlarını, tarihini tanımak için şüphesiz yazılı kaynaklarına yönelmiş ve böylece karşılarına çıkan Mukaddime ile tanışmışlardır. Şahsım adına orjiinal olan bu detay gibi daha pek çok bilgi, kitabın sayfalarında yer alıyor. Ayrıca mesela eserinde “İbn Haldun’un İlhamları” adlı bir başlık açan yazar, okuyucu için anlaşılır olması bakımından önemli bir kolaylık sağlıyor.
Sade, anlaşılır bir dile sahip olmakla birlikte, İbn Haldun’u derinlemesine kavradığına inandığım bu eser, eminim İbn Haldun’un dünyasına girmek, kendisini tanımak isteyen okuyucular için “mukaddime” niteliğinde bir eser olacaktır.