Siyonist lobi
Paul-Eric Blanrue'nun “Sarkozy, İsrail ve Yahudiler” kitabı Fransa’da yok satmasına rağmen Fransız medyasında hakkında bir satır bile yer almadı. "İsrail'in güvenliğinin koşulsuz destekçisi" olduğunu ilân eden Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile doruk noktasına ulaşan Yahudi lobisi, Fransa'da ne şekilde ön plana çıkıyor? Lobi tabuya dönüşmüş bir konu mudur? Bu durum, bilinç zemini olmaksızın bilgi sahibi olma eğilimimizin bir göstergesi midir?
Çeviri: Firdevs Yiğit
Yahudi "lobisinin" İsrail-Filistin savaşı üzerinde çok büyük bir etkiye sahip olduğu iddialarını sık sık duyarız. Lobi nedir ve gerçek bir etkiye sahip midir?
Lobi, organize bir baskı grubudur. Bu kelime köken olarak Anglosakson kültürüne dayanır; Washington'daki Amerikan Kongresi'nin veya Londra'daki Avam Kamarası'nın koridorlarına atıfta bulunarak, çeşitli grupların temsilcilerinin çıkarlarını gözetmek adına parlamenterleri etkilemeye çalıştıkları "oturma odası" veya "koridor" anlamına gelmektedir. ABD’de ise, ama doğru ama yanlış, Yahudi lobisinden sık sık bahsedilir.
Şahsen, mercek altına aldığım olgunun Fransız örneğiyle ilgili olarak o ifadeyi kullanmamayı tercih ediyorum. Her ne kadar Proche-Orient.info'nun eski müdürü Elisabeth Schemla veya Fransa'nın Yahudi İşletme Sahipleri ve Profesyonelleri Birliği (UPJF) Başkanı Claude Barouch gibi Fransa'daki Yahudi cemaatinin belli başlı şahsiyetleri onu anlamını bulandırmadan kullanıyor olsalar da merhum Başkan Mitterrand'ın kayınbiraderi olan komedyen Roger Hanin bir zamanlar "yüzyılın başında Paris'e giden Bretonların lobisi gibi Yahudi lobisinin de Montparnasse istasyonundan dağıldığını ve her tarafa krep dükkanları açtıklarını" iddia etmişti.
Eylül 2009'da UNESCO genel direktörlüğü görevine aday olan (ve geçmişe ait revizyonist sözleri nedeniyle eleştirilen) Mısırlı Faruk Hüsnü'nün yenilgisiyle ilgili konuşan Serge Klarsfeld, "İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana Nazizm'e karşı verilen mücadelenin simgesel figürü" olarak "Yahudi lobisi" teriminin kullanılmasından dolayı en ufak bir şaşkınlık duymadı. Aksine şunları söyledi: "Claude Lanzmann, Elie Wiesel, Simone Veil, Bernard-Henri Levy ve CRIF (Çn. Fransa'daki Yahudi Kurumları Temsilcileri Konseyi (Conseil Représentatif des Institutions juives de France) tarafından alınan pozisyonlar vardı: Mısırlılar bu sonuca razı olacak. Mısır halkının güpegündüz güneşi görmesini (ç.n. gerçeği görmesini) engelleyemezsiniz... Yahudi dünyasının genel olarak Faruk Hüsnü'nün seçilmesine karşı olduğunu fark etmek kadar sıradan bir şey olamaz."
İfade kullanılıyor ancak siz tercih etmiyorsunuz?
"Yahudi lobisi" tabiri, özellikle aşağılayıcı bir anlamda kullanıldığında tartışmalara yol açmaktadır. Örneğin Cezayirli Bakan Muhammed Şerif Abbas, "Yahudi lobisi”ni kastederek, Nicolas Sarkozy'ye 2007 başkanlık seçimleri için verdikleri desteği eleştirdiğinde dört bir koldan saldırıya uğramıştı ve bu iddia dönemin Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika tarafından reddedilmişti. Ancak Fransa'da UMP'nin (Ç.n Union pour un Mouvement Populaire; merkez sağ bir siyasî parti. Bugünkü adıyla Cumhuriyetçiler Partisi) etkili bir üyesi olan Christian Estrosi bile kendisinin "Yahudilerin doğal adayı" olduğunu söylemişti.
- Kanaatime göre, "Yahudi lobisi" başlığı iki ayrı kavramı bir kapta harmanlıyor:
- Bir yanda çeşitli yorumlar üretebilmiş binlerce yıllık bir din olarak Yahudilik, öte yanda sadece bir asır öncesine dayanan siyasî, milliyetçi ve sömürgeci bir ideoloji olan Siyonizm.
- Bu bakımdan talihsiz bir ifadedir.
Bu soruyu İsrail-Filistin savaşı bağlamında inceledim. Ateşli Siyonistler de dahil olmak üzere bazı insanların "Yahudi lobisi" dedikleri şey aslında Yahudi cemaatinin iyi belirlenmiş çıkarlarını sonuna kadar savunan bir baskı grubu değil (örneğin av lobisinin avcıları savunması gibi). Bence bu lobi tam tersine, her şeyden önce İsrail'in çıkarlarını veya sahip olduğu yüksek Siyonizm idealini destekleyen bir grup (ya da daha doğru ifade etmek gerekirse gruplar birliği). Tarif ettiğim lobi, Yahudi diniyle ilişki kurmuyor. Dinle ilgili konular İsrailli şeriat kurullarının işi.
Bu nedenle söz konusu olan Siyonist lobisi ya da daha doğrusu İsrail yanlısı ilişki ağları. Bu son formülasyon bana "Yahudi lobisi"nden daha uygun ve daha az tartışmalı görünüyor. Yahudi cemaatinin bir bütün olarak değerlendirilmemesini sağlıyor. Bu aslında antisiyonizm ile antisemitizmi birbirinden ayırma meselesidir: "Yahudi lobisi" dendiğinde bu ağların onların iyiliği ve birliği için hareket ettiği imajı beliriyor. Buna kesinlikle itiraz ediyorum, zira Yahudi toplumu içinde çeşitlilikler barındırır ve birçok konuda anlaşmazlık içindedirler. Aksine bu kuruluşlar her Yahudi’yi bir İsrailli ile eşitleyerek, "çifte bağlılık" fikirlerini canlandırmaya ve Yahudi inancından herhangi birini İsrail ordusunun savaş suçlarının potansiyel destekçisi yaparak antisemitizmi körüklemeye katkıda bulunuyor.
Bu "ağlarda" kimleri bulabiliriz?
Yahudi olsun ya da olmasın Claude Goasguen'den Patrick Devedjian'a, Herve Novelli’den Pierre Lelouche ve Bernard Kouchner’e kadar, Nicolas Sarkozy'nin sherpa'sı (kişisel temsilcisi) olan Jean-David Levitte ve bizzat Sarkozy'nin kendisi gibi birçok siyasî şahsiyete rastlayabilirsiniz. Ayrıca Bernard-Henri-Levy veya Alexandre Adler gibi entelektüeller, Fransa-İsrail parlamenter dostluk grubu (577 üzerinden 113 milletvekili ile Ulusal Mecliste en önemlilerden biri), toplumsal olsun ya da olmasın le Cercle de l’Oratoire gibi örgütler, Avocats Sans Frontieres gibi bir takım dernekler (her ikisi de sağcı İsrail partisi Likud'un Fransa temsilcisi Gilles-William Goldnadel tarafından yönetiliyor), hatta 1985'te “İsrail ve Diasporaya karşı İhtiyatla Karar verin ve Harekete geçin” (DAVID) adlı birlik, ciltler dolusu uzayıp giden bir liste.
- Ancak yaklaşık altmış derneği bir araya getiren ana Siyonist örgüt, Fransa Yahudi Kurumları Temsilcileri Konseyi'dir (CRIF).
80'li yıllarda konsey başkanı Theo Klein tarafından başlatılan ve her yıl düzenlenerek geleneksel hale gelen akşam yemeği, Siyonistlerin edindiği nüfuzlu gücü gözler önüne seriyor. Gerçekten de mevcut bakanların çoğu, eski bakanlar, çok sayıda parlamenter, siyasî partilerin ana liderleri, gazeteciler ve gösteri dünyasının yıldızları yemekte boy gösteriyor.
2008 yılında cumhurbaşkanı seçilen Sarkozy, Cumhuriyet tarihinde bir ilke imza atarak iki televizyon kanalında birden yayınlanacak olan resmî bir konuşma yapmak için oraya gitti. Antisemitist olduğundan kuşku duyulan bir filozof olan Alain Finkielkraut, bu yemeği “kokteylli infaz” olarak nitelendirdi. Aslında İsrail siyasetinin her inatçı muhalifi tehdit altındadır. 2009'da Fransız Komünist Partisi (PCF) bu tarz açıklamalardan dolayı yasaklandı ve CRIF bu geçici dışlamayı haklı bir ceza olarak değerlendirdi. Tıpkı 14. Louis’nin bir saray mensubunu derebeyliğine sürmesi gibi...
Bu bakımdan, 2000 yılı CRIF tüzüğünün 1. maddesi önem arz eder: "CRIF, Fransa'daki Yahudi cemaatinin İsrail Devletine karşı dayanışma ve bağlılık duygularını her daim yasal yollarla ortaya koyacaktır.” Bu organizasyonun amacı gayet açık; bir yandan Yahudi Cemaati ve öte yandan Siyonistler gibi iki farklı olguyu bir araya getirmek. Bu karışım, Siyonist projeyi veya İsrail siyasetini sorgulayan herhangi bir kişinin kalıcı bir antisemitizm şantajı yoluyla otomatik olarak diskalifiye edilmesini mümkün kılıyor.
Irak'taki savaşı eleştirenlerin "Amerikan karşıtlığı" ile suçlanması gibi mi?
Evet, Körfez Savaşı sırasında, yayın akışlarında barış yanlılarının tamamının “Amerikan karşıtı"olduğunu ilân ettiklerinde de aynı taktiğe başvurulmuştu. Ancak İsrail'i ve Siyonizmi eleştirmenin Yahudi aleyhtarı bir hareket olmadığını hatırlatırım. Bunu İran'da çok net görebiliriz: İranlı yetkililer "Siyonist oluşuma" olan düşmanlıklarını gizlemezken, bu ülkede ikamet eden yaklaşık 25.000 Yahudi yetkiliden herhangi bir misillemeye maruz kalmıyor.
Ancak Fransa'da CRIF ve ortaklarının tahakkümü altına girmek gerekiyor, aksi halde günah keçisi ilân edilirsiniz.
- İsrail yanlısı kuruluşların etkisi artık daha dikkat çekici çünkü şimdi Sarkozy’yle birlikte Cumhurbaşkanlığı’nda "adamları" var. Ayrıca Fransa, muhaliflerinin küçümseyici bir şekilde "Arap politikası" olarak adlandırdığı geleneksel De Gaulle’cü politikasını bıraktı. Fransa Cumhurbaşkanı, "İsrail'in güvenliğinin koşulsuz destekçisi" olduğunu ilân etti.
İran'a karşı yüzde yüz Tel Aviv hattında yer alıyor. Amerika başkanlarından bile daha fazla İsrail yanlısı olmayı hayal ediyor ve bunu başarma yolunda. Marianne’de (Ç.n haftalık yayın, dergi) de yazıldığı gibi tam bir "Fransız Çalısı".
İsrail yanlısı lobinin öteki lobilerden farkı nedir?
En temel fark, eleştirilere kapalı oluşu. Kimseyi ötekileştirmeden bir şeyin yanında veya karşısında olabilirsiniz ancak İsrail konusu Fransa'da tabuya dönüştü. Yahudi devletini eleştirmek -tam olarak eylemlerini vurguladığım lobilerin etkileşimi yoluyla- antisemitik saldırganlıkla eşanlamlı hale geldi. Daha da kötüsü "aydınlanmanın ülkesinde" normal görülmesi gereken bu gibi eleştirilerin yasal anlamda bir karşılığı oluyor. Filozof Edgar Morin veya gazeteci Daniel Mermet gibi kendisinden, niyetinden şüphe edilmeyecek insanlar, konu hakkında farklı bir görüş ifade ettikleri için zor duruma düştüler. Davalarını kazandılar, ancak uzun yıllar boyunca süren mücadelelerden sonra.
Dieudonne olayının başlangıç noktası da buydu. Komedyen, İsrailli bir yerleşimci hakkında lobi tarafından ‘kabul edilemez’ görülen bir skeç hazırladı, o vakte kadar kendisini yere göğe sığdıramayan medya kuruluşları tarafından birden günah keçisi ilan edildi. Zamanın önde gelen televizyon programcılarından biri olan Thierry Ardisson, kamuoyuna yaptığı açıklamalar nedeniyle artık onu programına davet edemeyeceğini söyledi. Bugün, Dieudonne hangi şehre giderse gitsin gösterisini yalnızca bir otobüste yapabiliyor çünkü belediyeler tarafından salonlara girmesi yasaklandı. Ancak önemli olan kendi tiyatrosunun her zaman dolup taşması, sokaktaki insanı kolay kandıramazsınız.
Bu, İsrail yanlılarının en büyük zayıflığıdır, söylemleri yanlış varsayımlara ve ahlaki şantaja dayanır: Meşhur "Siyonizm=Yahudilik" derneği tarafından yanlış bir şekilde ve kötüye kullanılmak üzere "antisiyonizm = antisemitizm" çıkarımı yapıldı. Bu nedenle, şu an için sessiz kalıyor olsalar bile, halkın büyük çoğunluğu onlara karşı.
Kitabınız Fransa'da neden boykot edildi? Şirketler Siyonist lobinin baskısı yüzünden mi dağıtımını reddetti?
Bu somut, açık ve gayriresmî sansürdür; çok daha sinsi bir paralel yöntem. Çünkü kitabım basitçe yasaklanmış olsaydı, bu bir gecede on binlerce öfkeli tepkiye yol açardı. Bir eserin yayınlandığını gizlemek ise, "bir bakın, görülecek bir şey yok!" demekle aynı anlama geliyor.
Süreç tam olarak nasıl yürüdü?
Yayıncımın kendi dağıtımcısı, kitabımı raflara koymayı reddetti, oysa ne saldırıya uğramıştı ne de kovuşturmaya maruz kaldı! Benimle temasa geçen ilk editörlerin cesaretle parladıklarını söylemeliyim. Ben de yayınlanması için Belçika'ya gittim.
Ancak Fransız basınında yer almadı öyle mi?
Basınla ilgili olarak, neredeyse mutlak bir hiçlikten söz edebiliriz. Kitabımın yayınlanmasından altı ay sonra bile (ki içinde kasten tarafsız, rasyonel ve referans olmasını istediğim yaklaşık 600 kadar dipnot barındırmasına rağmen), büyük gazetelerde hakkında tek bir satıra rastlamadım. Ortadoğu uzmanı Alain Gresh, Le Monde Diplomatique'in blogunda kitabımın varlığından bahsettiği makalesinde, maruz kaldığı kısıtlamayı değil de ortaya koyduğu tezin tartışmayı hak ettiğini söyledi. Ancak bana tam bir sayfa tahsis eden ilk gazete, bir Tunus gazetesiydi!
Bu fiilî sansürü nasıl açıklarsınız?
Editörlerle bazı telefon görüşmeleri yapılmış olabilir ancak bu kitaba karşı büyük bir komplonun varlığına inanmıyorum. Her şeyden evvel, genel olarak Fransa'da gazeteciler artık gerekli konuşma özgürlüğüne sahip değiller. Her konuda olduğu gibi, birkaç elde toplanan basın, benim hakkımda da baskın düşünceden sapan konuşmalar için, bilhassa büyük patronların yeni başkanın yakın arkadaşları olması hasebiyle ifade özgürlüğünü temin edemedi.
Yine de bazı gazeteciler bu tuzağa düşmüyor.
Ama korkuyorlar, bunu bana itiraf etmeye cüret edenler var. Bu klasik otosansür olgusudur. Direnişte olan birkaç nadir ruha yapılan muameleyi göz önüne aldıklarında, kendi kendilerine böyle bir projeyi teşvik etmekten kaçınmanın daha doğru olacağını söylüyorlar, aksi takdirde pişmiş aşa su katmak riskiyle karşı karşıya kalacaklar; bu, onların özel olarak beni hedef aldıklarını söylemeye mâni değil pek tabii. Geçen sene, Kerviel davasıyla ilgili soruşturmam hakkında konuşmak için ünlü bir akşam kuşağı programındayken (Paris Match'ten bir gazeteciyle sunulan) ifade edildiği şekilde kitabımın büyük bir gazete tarafından "değerlendirilmediği" gerçeği, İsrail yanlısı kuruluşların Fransız basını üzerindeki etkisini bir kez daha ortaya koydu. Ancak aynı zamanda olumlu ve açıklayıcı olan şey, basının artık satmaması, üretilen metinlerin kitap satışları üzerindeki etkisini gerçekten yitirmesi ve insanların artık internet üzerinden bilgiye erişmeleridir. Yahut sansür, artık büsbütün medyadaki varlığından çok daha az bir şekilde biçimlendirilmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri'nde ise AIPAC gibi İsrail'in çıkarlarını savunan lobiler bu şekilde kabul görüyor, bunu herkes bilir. Bu farkın sebebi nedir?
- Amerika dahilindeki İsrail lobisi çok daha eski, güçlü ve kendinden emin. En az 30 yıl boyunca hiçbir Amerika başkanının aklına, ateşli bir İsrail yanlısı olmayan bir dışişleri bakanı atamak gelmedi; bu ABD’de Siyonist lobinin etkisinin bir tür kanıtı.
Üstelik aralarında serbestçe pazarlık etmelerine izin veren de bu teminattır. ABD'de pek çok ifade suç teşkil edebilir ancak, Vatanseverlik Yasası rejimi altında bile, İsrail’e büyük bir kararlılıkla söz hakkı tanınmaya devam ediliyor.
Fransa'da ise lobicilik olgusu, en azından organize haliyle çok daha yeni. 2007 senesinde Nicolas Sarkozy'nin Cumhurbaşkanı seçilmesiyle doruk noktasına ulaştı. O vakte kadar, İsrail yanlısı kuruluşların baskılarına Fransa zaman zaman boyun eğse bile Quai d’Orsay (Dışişleri Makamı) Roland Dumas, Hubert Vedrine veya Dominique de Villepin gibi devlet adamları sayesinde saldırılara direnmişti. Ancak Sarkozy iktidara geldiğinde tüm vanaları açtı.
Lobi, bakanların atanmasında dahi etki sahibi midir?
Vedrine’e (Ç.n Hubert Vedrine, Fransız siyasetçi ve diplomat) karşı Bernard Kouchner tercih edildiyse bunun nedeni, son derece ilham verici bir gazetecinin sözleriyle, meslektaşından daha fazla "İsrail ile uyumlu" olarak değerlendirilmesiydi.
Tüm bunlar sizi pek de iyimser yapmıyor!
Tam tersine, Fransa’daki İsrail yanlısı Siyonist ağların amaçlarına ulaşmış olmalarına rağmen, baş engizisyoncu olarak yeni rollerinde kendilerini pek de rahat hissetmedikleri anlaşılmalıdır. Yelkenlerine rüzgârın değmediğinin gayet farkındalar. Ocak 2009'daki Gazze katliamları sırasında hem vilayetlerde hem de Paris'te etkileyici gösterilerin gerçekleştiğine tanık olduk. Birçok Fransız'ın duruma isyan ettiğini anlamak için sokaktaki bir kıvılcım yeterli olacaktır.
Aslında, Siyonist ağların kendileri için zahmetli olan konularda tartışmayı teşvik etmekten bir çıkarları yoktur. Bu nedenle manevi şantajı, yani düşünce polisi olmayı sürdürmek zorunda kalıyorlar. Savaş suçlularının desteklendiği bir yerde tartışmak nasıl mümkün olur? Bu imkânsız. Dolayısıyla en kolayı, "siyaseten doğru" olmadığı düşünülen herhangi bir ifadeyi peşinen suçlamaktır.
Ancak tarih, bir halkın kalbini asla zor kullanarak ve korku salarak kazanamayacağınızı kanıtlamıştır. Zorbalıkla kısıtlandıklarında insanlar her zaman isyan eder. Bu nedenle, talihsiz bir olay gerçekleşmeden, Yahudi cemaatinin kendisini, bizzat kendi "temsilcilerinden" kurtarıp arınmaya çağırıyorum. En iyi ihtimalle sadece altıda birini temsil eder ve aynı zamanda ona büyük zarar verir.
Nobel Barış Ödülü Sahibi Jimmy Carter'ın ifade ettiği gibi, bu topluluğun imkânları var ve asıl menfaatlerinin apartheid rejimi uygulayan bir devleti ne pahasına olursa olsun savunmak olmadığının anlaşılması gerekiyor. Üstelik en seçkin üyelerinden bazılarının geçmişte yaptığı gibi insanlığın kurtuluşuna katkıda bulunmak yerine. Daha genel anlamda dinî inançları ne olursa olsun tüm Fransız halkına korkuyu bir kenara koymalarını ve özgürce konuşmalarını tavsiye ediyorum. Herhangi bir demokratik toplum tartışmaya açık olmalıdır.
Tüm bunlar hakkında endişe duymadan nasıl konuşulabiliriz?
Durmadan kendimizi haklı çıkarmayı bırakalım. Kendini haklı çıkarmak zaten çoktan kaybetmiş olmaktır. Bu, yıllarca medyanın ve politik koşullanmanın yarattığı Pavlovcu bir reflekstir. Bilakis atağa geçmeli, söz hakkı tanınmasını beklemeden konuşmalı ve tüm yalınlığıyla düşüncelerimizi dile getirmeliyiz. Gereksiz teferruatlardan kaçınarak ama hepsinden önemlisi bir inç bile geri adım atmadan.
İfade özgürlüğünden yana olduğumuz için özür dilemeyeceğiz. Gazze'de işlenen insanlık suçlarından ötürü dehşete düştüğümüzü inkâr edecek değiliz. Barış için var olmaktan korkmamalıyız. Bizler suçlu değiliz, öncüleriz; bu şekilde düşünmeliyiz ve bu umumileştirilmiş konformizm ortamında, sizi temin ederim, biraz macera ruhunuzu incitmez!
***