Dünya gündemini yakından takip edenler için, Ukrayna-Rusya meselesi, ABD-Çin gerilimi, enerji ve gıda krizleri gibi mutat meselelerin yanı sıra bir gündem maddesi daha ön plana çıktı geçtiğimiz hafta.
- Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, beş yıllık bir aranın ardından resmî ziyarette bulunmak üzere Kuzey Afrika’nın yolunu tuttu. Bakan, bürokrat, iş adamı, sanatçı ve sporculardan müteşekkil yaklaşık 100 kişilik Fransız heyetinin varış noktası, son dönemde ilişkilerin epeyce gerildiği Cezayir’di.
132 yıl boyunca Fransız işgali altında kalan Cezayir, uzun ve zorlu bir mücadelenin nihayetinde, 1962 yazında bağımsızlığına kavuşmuştu. Fransızların işgal dönemi boyunca Cezayirlilere reva gördüğü mezalime dair ayrıntılar da bu tarihten itibaren iyiden iyiye görünür olmuş ve gün yüzüne çıkan her bir detay, ülkedeki Fransız aleyhtarlığı mevzilerini tahkim etmişti.
Bir Cezayirlinin bir Fransız tarafından katlinin vaka-i âdiyeden sayıldığı o günlerde yağma, talan, tecavüz ve sürgün de sistematik bir hâl almış; tüm bu yaşananlardan bakiye hatıralar da Cezayirlilerin zihinlerinde onulmaz yaralar açmıştı.
Elbette ki iki ülke arasında her şeye rağmen uzun yıllara dayanan bir bağ vardı. Üstüne üstlük işgal dönemi politikalarının getirdiği bir asimilasyondan söz etmek de mümkündü. Ancak Cezayir’de bilhassa her yeni kuşakla birlikte artış gösteren Fransızkarşıtlığı, ülkedeki üst düzey yetkililerin söylemlerine de sirâyet ediyor; ortaya çıkan her yeni belge, yapılan her yeni açıklama, söylenen her yeni söz ise Paris’teaksülâmel uyandırıyordu. Taraflar, geçtiğimiz yılın sonbaharında işte yine böyle bir gündemle karşı karşıya gelmiş; Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Cezayir hakkındaki çıkışı, ilişkileri kopma noktasına getirmişti.
2 Ekim 2021’de Le Monde’da neşredilen habere göre, Macron, Cezayir’deki yönetim sistemini eleştiriyor ve bu “askerî-siyasî” sistemi tarihi aslına uygun olmayan bir şekilde resmîleştirmekle suçluyordu.
Macron, Fransız işgali döneminin bugünkü Cezayir’in ortaya çıkmasına vesile olduğunu ima eden cümleler kurmaktan da geri durmuyor, “Fransız sömürgesinden önce Cezayir ulusu var mıydı?” diye soruyordu.
Fransa’nın henüz birkaç gün öncesinde aldığı, eski sömürgelerin vatandaşlarına vize kısıtlaması kararının üzerine gelen bu açıklamalar, Cezayir tarafında büyük bir öfkeye sebep olmuş; Paris Büyükelçisini geri çağıran Abdulmecid Tebbûn hükûmeti, ülkenin hava sahasını da Fransız askerî uçaklarına kapatmıştı.
Ancak Le Monde’daki haberin tek muhatabı Cezayir değildi! “Daha önce de sömürgeler vardı. Türkiye'nin Cezayir'de oynadığı rolü ve kurduğu hakimiyeti tamamen unutturabilmesi beni büyüledi ve tek sömürgecinin biz olduğumuzu anlatmak, bu harika! Cezayirliler buna inanıyor." Sözleriyle Türkiye’yi de hedef alan Macron, Cezayir’deki Fransız karşıtlığının faturasını da buraya kesiyordu.
Türkiye tarafından geçmişe yönelik dezenformasyon ve propaganda kampanyası yürütüldüğünü iddia eden Fransa Cumhurbaşkanı, bununla mücadele etmek için, Arapça ve Berberîce yayınlar hazırlamak istediklerini de sözlerine ekliyordu.
Son bir yılda yaşanan bu gerilimin ardından, geçtiğimiz hafta Cezayir’e doğru yola koyulan Macron, Cezayir konusunda artık daha ılımlı cümleler kuruyor; ziyareti öncesinde kendisine uzatılan mikrofonlar aracılığıyla, Cezayir’le ilişkileri her alanda ileriye götürmek, geçmişin yüklerinden kurtulmak, birlikte geleceğe bakmak ve benzeri iyi niyet beyanlarını öncü olarak gönderiyordu.
Macron, ziyareti boyunca da benzer söylemlere başvurmak hususunda epeyce bonkör davrandı. Şüphesiz ki bu yaklaşımın arkasında yılbaşından bu yana süratle değişen konjonktürün de etkisi vardı.
- Geçtiğimiz şubat ayında patlak veren Rusya’nın Ukrayna’yı işgal harekâtı, siyasî, iktisadî ve içtimaî alanlarda adeta bir kelebek etkisi ortaya çıkardı. Batılı devletlerin ambargo bombardımanıyla şah çektiği Rusya, enerji taşını kendisine kalkan yaparak bu hamleye karşılık verince, Avrupa’nın nur topu gibi yeni bir sorunu oldu: Doğal gaz krizi!
Rusya’nın Avrupa’ya gaz tedarikinde kısıtlamaya giden adımlarını, Avrupabaşkentlerinden yükselen karamsar açıklamalar ve tasarruf tavsiyeleri izledi. Hızla artan enerji maliyetlerinin Fransa için de yakın geleceğin en büyük problemlerinden biri olacağı aşikârdı ve çözüm arayışlarına girişen Paris’in aklına eski bir “dostun” gelmesi de son derece normaldi.
Cezayir’in sahip olduğu doğal kaynaklar; Fransa için hem kısa vadeli bir can suyu vazifesi görebilir hem de uzun vadede kıtanın doğusundaki soluk benizlilere olan bağımlılığın azalmasını sağlayabilirdi.
Cezayir’de geçirdiği süre boyunca dilinin altında gezdirdiği baklayı ülkeden ayrılmadan hemen önce çıkaran Macron, bu ziyaretten murad ettiği neticeleri almak bir yana, zaman zaman protestoların da hedefi oldu. Macron, bilhassa gençkesimden aldığı tepkiler karşısında bir kez daha hedef saptırma yoluna gitti ve konuyu Cezayir özelinden Kara Kıta’nın tamamına genişleterek, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bazı ülkelerin Afrika’daneo-kolonyal ve emperyalist ajandalarla hareket ettiği iddiasını dillendirdi.
Türkiye’yi, “siyasal İslâmcı” aktivistlerin Fransa karşıtı söylemleri marifetiyle, kendilerine karşı kamuoyu oluşturmaya çalışmakla itham eden Macron; ülkesinin Afrika topraklarındaki kötü şöhretini, bir kez daha Türkiye’nin bölgedeki faaliyetlerini öne sürerek gölgelemeye çalıştı.
Esasında bu durum, yalnızca Afrika bahislerinde değil, farklı konulardaki açıklamalarda da sık sık karşımıza çıkıyor. Fransa Cumhurbaşkanının içinde Türkiye geçen açıklamaları, gündemi biraz olsun takip edenler için hiç de sürpriz değil. Bu tutumun arka planındaysa yine Afrika üzerindeki hesaplar yatıyor elbette.
- Peki Türkiye’nin Fransa tarafından bölgede bir tehdit olarak görülmesine sebep olan süreç nasıl gelişti?
Ankara’nın 2000’li yılların ortalarından itibaren başlattığı Afrika Açılım Politikası, kısa sürede büyüyüp serpildi. Bugün itibarıyla kıtanın hemen her ülkesinde etkinlik gösteren Türkiye; kamu kurumları, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve insanî yardım örgütleriyle, insanı merkezine alan bir Afrikapolitikası izliyor.
Kıta ile ilişkilerin ve iş birliğinin geliştirilmesi, uzun zamandır Türk dış politikasının temel ilkelerinden biri. 2005 yılında gözlemci üye olarak dahil olduğu Afrika Birliği’nce 2008 yılında stratejik ortak ilân edilen Türkiye; kıtanın sahip olduğu siyasî ve iktisadî potansiyeli, “Afrika’nın sorunlarına Afrikalı çözümler” ilkesi çerçevesinde ve karşılıklı yarar anlayışı temelinde kinetiğe çevirecek politikalar üretiyor ve uyguluyor.
Siyasî ilişkiler, karşılıklı ticaret, yatırımlar, kültür, güvenlik ve askerî iş birliği ve kalkınma gibi birçok alanda eş zamanlı olarak yürütülen çalışmalar neticesinde tamamlanan açılım süreci, 2013 yılından itibaren yerini Afrika Ortaklık Politikasına bıraktı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın farklı dönemlerde kıtanın 32 farklı ülkesine gerçekleştirdiği 53 ziyaretin de katalizör görevi görmesiyle, ilişkiler gün be gün güçlendi.
- Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), Maarif Vakfı (TMV), Yunus Emre Enstitüsü (YEE), Türkiye Diyanet Vakfı (TDV), Anadolu Ajansı (AA), Kızılay ve Türk Hava Yolları (THY) gibi kurumlar aracılığıyla yaygınlaşan faaliyetler; Türkiye’nin bölgedeki siyasî, ticarî, diplomatik ve kültürel varlığının hızla artmasını sağladı.
Genişleyen varlık alanının bir getirisi olarak İHH İnsani Yardım Vakfı, Hayrat İnsani Yardım Derneği, Sadakataşı Derneği, Umuda Koşanlar Derneği, Deniz Feneri, Beşir Derneği ve İnsana Değer Veren Dernekler Federasyonu (İDDEF) gibi insanî yardım kuruluşları eliyle bölge insanına ulaşan yardımlar ise Türkiye’nin Afrika ülkelerindeki toplumsal hayatta da görünür olmasını sağladı ve Türk insanı ve Afrika halkları arasında gönül köprüleri kurulmasına vesile oldu.
Afrika’nın insanına, şehirlerine, tarım alanlarına, doğal kaynaklarına ve kültürel birikimine Batılılardan çok daha farklı bir bakış açısıyla yaklaşan Türkiye; eşit ortaklığı şiâr edindi ve yüzyıllardır sömürü düzeni altında ezilen Afrika ülkelerine başka türlü bir ilişkinin de mümkün olabileceğini göstermeyi amaçladı.
2002’den bu yana Afrika’daki üst düzey diplomatik misyonlarının sayısını hızla artıran Türkiye, bugün itibarıyla kıtadaki 54 ülkenin 44’ünde büyükelçilik seviyesinde temsil ediliyor. 45 ülkeyle kurulan ortak iş konseyleri sayesinde, Türkiye ile Afrika arasındaki ticaret, 35 milyar dolar eşiğini geride bırakmış durumda.
Bunun yanı sıra Türk müteahhitlik firmalarının Afrika kıtasında üstlendikleri projelerin hacmi de 80 milyar dolara ulaştı. Küresel havacılık sektörünün en güçlü markalarından biri olan THY de Afrika kıtasına ihtimam gösteriyor ve 41 ülkede 62 noktaya düzenlediği seferlerle adeta Afrika’yı dünyaya bağlama vazifesini üstleniyor.
Afrika’daki ilk ofisini 2005 yılında Etiyopya’da açan TİKA, Türkiye adına bu sürecin başrolü konumunda. Kendisini “Afrika’nın yol arkadaşı” olarak tanımlayan Ajans, bugün kıtanın 22 ülkesindeki ofisleri aracılığıyla zamanın yenişli yokuşlu yollarında Afrika insanına yârenlik ediyor.
- Libya Fizyoterapi Hastanesi, Somali Recep Tayyip Erdoğan Hastanesi, Nijer-Türkiye Dostluk Hastanesi, Cezayir’de Keçiova Camii’nin restorasyonu, Etiyopya’da Habeş Kralı Necaşî ve 15 Sahabe Türbesi’nin restorasyonu, Sudan’da Sevakin Adası Osmanlı Dönemi Eserleri’nin restorasyonu gibi önemli çalışmalara imza atan TİKA; yalnızca son beş yılda Afrika genelinde bin 884 projeyi başarıyla tamamladı.
TİKA ayrıca, Afrika ülkelerinin ihtiyaç duyduğu alanlarda meslekî eğitimin artırılması amacıyla da yüzlerce proje geliştirdi. Ajansın Afrika için hayatî öneme sahip sektörlere yönelik hizmetleri arasında tarım ve hayvancılıkta verdiği destekler de yer alıyor. TİKA, yoksulluğun azaltılması için temel hizmetlere erişimi artırmak, gıda güvenliğinin sağlanmasına destek olmak ve yoksul kesimler için gelir artırıcı faaliyetlere katkı sunmak amacıyla çiftçilere yönelik destek programları yürütüyor.
Kurum, kıtada son 5 yılda tarım, hayvancılık, ormancılık ve balıkçılık alanında 210, kalkınma amaçlı gıda yardımı ve gıda güvenliği alanında ise 144 proje hayata geçirdi.
TİKA; sağlıktan kültürel mirasın korunmasına, sürdürülebilir kalkınmadan eğitime, içme suyu temininden sivil altyapıların güçlendirilmesine kadar pek çok alanda kıtanın farkındalığını artırmayı ve kıta insanına doğrudan temas etmeyi amaçlayan projeler geliştirmeye ve hayata geçirmeye devam ediyor.
Türkiye’nin Afrika politikalarının başrollerinden biri de Türkiye Maarif Vakfı. Haziran 2016’da kurulan Vakıf, az zamanda çok yol aldı ve bugün artık 31 ülkede faaliyet gösteren geniş bir örgütlenmeyi tesis etmeyi başardı. 26 ülkede eğitim faaliyeti yürüten TMV, 192 okul ve 18 öğrenci yurduyla kıta genelinde on binlerce Afrikalı öğrencinin eğitim almasına vesile oluyor. Yalnızca binalar yapmak, sınıflar açmakla yetinmeyen Vakıf, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) bilhassa Afrikalı Müslümanlar üzerinde bıraktığı olumsuz etki ve din istismarının yarattığı tahribatın izlerini de siliyor.
- TMV, kurulduğu günden bu yana FETÖ ile iltisaklı 115 eğitim kurumunu uhdesine aldı. Kültürel diplomasinin başarılı örneklerinden biri olarak ön plana çıkmayı başaran TMV, kısa vadede Afrika genelindeki eğitim kurumu ve yurt sayısını artırmayı ve çok daha fazla öğrenciye muâsır bir eğitim imkânı sunmayı hedefliyor.
Yunus Emre Enstitüsü (YEE), Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) ve Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) da Türkiye’nin bilhassa eğitim ve kültürel iş birliği alanında epeyce mühim çalışmalar yürüten diğer kurumları olarak göze çarpıyor.
2007 yılında kurulan Yunus Emre Vakfı’na bağlı olarak 2009’dan itibaren faaliyet gösteren YEE; Türkiye’nin, Türk dilinin, edebiyatının, tarihinin, kültürünün ve sanatının tanıtılması yönündeki çalışmalarını Kara Kıta özelinde de yürütüyor.
2022 yılı itibarıyla Afrika’nın 10 ülkesindeki merkezleriyle hizmet veren Enstitü, adını taşıdığı Yûnûs Emre’den miras “Gelin tanış olalım” düstûruyla Türkiye ve Afrika ülkeleri arasındaki dostluğun ve kültürel bağların pekişmesine katkıda bulunuyor.
2010 Nisan’ında kurulan YTB, eğitim alanındaki çalışmalarıyla etki alanını genişletmeyi hedefliyor. Türkiye Bursları programı aracılığıyla, kuruluşundan bu yana Afrikalı gençlere burs desteği veren Kurum, son on yılda 310 binden fazla burs başvurusu topladı ve bunlar arasından kıtanın 54 ülkesinden 14 bine yakın öğrenciye destek sağladı.
Hâlihazırda YTB’nin destek programları vesilesiyle Türkiye’de lisans, yüksek lisans ve doktora seviyesinde öğrenim gören yaklaşık 5 bin Afrikalı öğrenci bulunuyor. Kendi imkânlarıyla Türkiye’ye eğitim almaya gelenlerle birlikte bu sayı, 15 bine yaklaşıyor. Ayrıca, 9 binden fazla Afrikalı öğrenci de Türkiye’deki yüksek öğrenim kurumlarından başarıyla mezun oldu.
- YTB, Türkiye Bursları, Türkiye Mezunları, Akademik ve Bilimsel İş Birliği Programları, Türkçe kurslarını ve kapasite geliştirmeye yönelik çalışmaları içeren Eğitim Destekleri Programları, Medya Eğitimi Programları ve Kültürel Hareketlilik Programları ile Afrika ülkelerinin kalkınmasında rol oynayacak insan kaynağı yetişmesi için çalışmalarını sürdürüyor.
TDV ise dinî ve insanî alanlarda yürüttüğü çalışmalarıyla, Türkiye’nin Afrika’daki etkinliğine önemli katkılar sunuyor. “Afrika: Çıkarsız Dayanışma, İyilikte Yardımlaşma” mottosuyla düzenli olarak Afrika’daki Müslüman toplum temsilcilerinin de katıldığı zirveler ve ortak çalışma toplantıları tertipleyen Vakıf; yine FETÖ’nün kıtadaki Müslümanlar üzerinde meydana getirdiği tahribatı onarmak maksadıyla faaliyetler yürütüyor. TDV; Diyanet İşleri Başkanlığı mensupları, ilgili akademisyenler ve özellikle bu alanda çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşları ve Afrikalı muhatapları arasında sürdürülebilir iş birliğinin tesis edilmesinde de etkin bir rol oynuyor.
Türkiye’nin Afrika’daki çalışmalarında sivil toplum kuruluşları ve insanî yardım örgütleri de oldukça mühim bir yer tutuyor. Kızılay, İHH, Sadakataşı, Hayrat, Umuda Koşanlar, Beşir, Aziz Mahmud Hüdayi, Deniz Feneri başta olmak üzere; bilumum vakıf, dernek ve örgüt, Afrika’nın neredeyse tamamında Türkiye’yi temsilen insanî yardım faaliyetleri yürütüyor.
Bu kuruluşlar Türkiye’deki gönüllülerden sağladıkları aynî ve nakdî destekler vesilesiyle kıtada eğitim kurumundan yetimhaneye, sürdürülebilir tarımdan sağlık hizmetlerine, tüketilebilir su kaynaklarına erişimden altyapı hizmetlerinin geliştirilmesine değin birbirinden farklı alanlarda binlerce projenin hayata geçmesini sağlıyor. Her yıl Ramazan ayı ve dinî bayramlar münasebetiyle birçok etkinlik düzenleyen bu STK’lar; Türk insanının dayanışma ruhunu Afrika’nın uçsuz bucaksız topraklarına taşıyor.
Tüm bunların yanı sıra, Türkiye ve Afrika ülkeleri arasında güvenlik ve askerî iş birliği anlaşmaları da bulunuyor. 19 Afrika ülkesinde askerî ataşeliği bulunan Türkiye; Libya ve Somali’de askerî eğitimler veriyor. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri, Birleşmiş Milletler’in (BM) Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nde icra ettiği harekât ve misyonlara destek vermek üzere, 2016 yılından bu yana bölgede görev icra ediyor.
Hızla değişen ve gelişen iletişim araçlarını son derece etkin kullanan Türkiye; Anadolu Ajansı (AA) ve Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) marifetiyle de karşılıklı haber ve veri akışının sürekli ve güvenli bir şekilde sağlanmasını ve Afrika ile arasındaki kültürel etkileşimin daha geniş kitlelere yayılmasını da temin ediyor.
- Beş farklı ülkede ofisi bulunan AA, Arapça ve Fransızca servisleri; TRT ise TRT Arabî ve TRT Français dijital mecraları ve hem dijital hem de geleneksel mecralarda varlığını sürdüren TRT World markasıyla Afrika’ya dair yayınlar yapıyor.
Afrika ile hayatın her alanında insanî temelli iş birlikleri tesis etme niyetini ilk kez 2005 yılında Afrika Açılım Planı ile somutlaştıran Türkiye, geride kalan 17 yılda kıtanın genelinde faaliyet gösteren cesametli bir yapı inşa etmeyi başardı.
Türkiye; bir yandan adı kıtlık, hastalık, yağma, sürgün, ölüm ve türlü zulümle yan yana anılan “beyaz adamın” ardında bıraktığı enkazı ayağa kaldırmaya çabalarken bir yandan da insanoğlunun Kara Kıta’nın yakın tarihinde kaybettiği haysiyetini kurtarmanın mücadelesini veriyor.
Hızla gelişen ilişkiler ve ortaya konan orta ve uzun vadeli planlar; Afrika’nın hâlâ sömürülebilecek kaynakları olduğunu düşünen ve başı her sıkıştığında bu kaynakların hayâlini kuran kimi Batılı devletlerin hoşnutsuzluğunu da beraberinde getiriyor.
Bunların başında da şüphesiz ki bilhassa 19. asrın başından itibaren izlediği sömürgecilik politikalarıyla Afrika genelinde milyonlarca insan katleden ve kıtayla kanlı bir maziye sahip olan Fransa geliyor. Kıta üzerindeki etkisinin günden güne azalmasına bir türlü çare üretemeyen Fransa; geçmişte bölgede imza attığı mezalimin karanlıkta kalan kısımlarının aydınlatılmasından ve Türkiye’nin güçlü bir stratejik ortak olarak bölgede konumlanıp hem bu karanlık geçmişe hem de Afrika’nın geleceğine ışık tutmasından ziyadesiyle rahatsız oluyor.
Üç günlük Cezayir ziyaretinden ajandasındaki başlıklara ilişkin herhangi bir gelişme kaydedemeden dönen Cumhurbaşkanı Macron da her fırsatta Türkiye’yi hedef alan mesnetsiz iddia ve ithamlarıyla bir yandan sukût eden hayâllerini diğer yandan da ülkesinin Afrika’daki mazisini perdeleme çabasından geri durmuyor. Ne var ki Macron’un olanca gayretiyle germeye çalıştığı bu perde, meraklıları için seyirlik bir gölge oyununa sahne olmaktan öteye geçmiyor.