Rusya’da İslâm’ın serüveni
Volga (İdil) bölgesinde Müslüman devletlerinin var olduğu dönem, İslâm kültürünün gelişmesi ve onun aktif yayılması ile hafızlara kazınmıştır. Bu toprakların Moskova Knezliği’ne dâhil edilmesiyle birlikte, İslâmiyet’in yayılmasını önlemek ve Müslüman halkları Hristiyanlaştırılmak için baskı ve zulmün uygulandığı bir dönem başlamıştır. 20’nci yüzyılın başında, Rusya Müslümanlarında bağımsız dinî devlet kurma fikrini benimseyen reformcu akımlar ortaya çıkmıştır. Sovyet döneminde ise İslâm, diğer dinlerle aynı kaderi paylaşmıştır: Din âlimleri, camiler, medreseler ve İslâm kültürünün somut işaretleri neredeyse tamamen yok edilmişti. SSCB’nin dağılmasıyla tarih sahnesine çıkan Rusya Federasyonu’nda, sadece İslâm'ın yeniden canlanması ve harekete geçirilmesi söz konusu değildir.
Toplam nüfusu 140 milyon olan Rusya’da 30 milyon civarında Müslüman yaşamaktadır. Müslümanların yaklaşık 25 milyonu, asırlardır bu topraklarda yaşamakta olan yerli halklardan, kalan kısmı ise Azerbaycan, Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan gibi eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ülkelerinden Rusya’ya çalışmak için gelen göçmenlerden oluşmaktadır. Müslümanların büyük çoğunluğunu Sünniler oluştururken, sadece küçük bir kısmını Dağıstan’da yaşayan Şiîler teşkil etmektedir.
- Müslümanların çoğunluk olarak yaşadıkları özerk cumhuriyetleri şöyle sıralayabiliriz: Tataristan, Başkurdistan, Dağıstan, Çeçenistan, İnguşetya, Karaçay-Çerkes ve Kabardey-Balkar.
Rusya’nın siyasî ve sosyo-kültürel hayatını tanımak ve anlayabilmek için onun geçmişte ve günümüzde İslâmiyet ile olan münasebetlerine de göz atmak gerekir. Söz konusu ilişkilere baktığımızda dört dönem öne çıkmaktadır: 1) İdil Bulgar Hanlığı ve Altın Orda Devleti, 2) Moskova Knezliği ve Rusya İmparatorluğu, 3) Sovyetler Birliği, 4) Rusya Federasyonu dönemleri.
İdil Bulgar Hanlığı ve Altın Orda dönemi
Bugünkü Rusya topraklarına İslâmiyet’in ulaşması 7-8’inci yüzyıllardaki İslâm fetihlerine denk düşmektedir. 7’nci yüzyılın ortalarında Azerbaycan topraklarına ulaşan İslâm ordusunun akınları sonucu, günümüzde Dağıstan’da bulunan Derbent şehri ele geçirilmiş ve bunun sonucu olarak İslâmiyet İdil (Volga) bölgesinde yayılmaya başlamıştır.
Orta İdil bölgesinde ortaya çıkmış olan İdil Bulgar Hanlığı 9’uncu yüzyıl sonunda kurulmuştur. İdil (Volga) Nehri'nin orta havzasında kurulmasından dolayı ve diğer Türk-Bulgar devletleri ile karıştırılmaması için İdil Bulgar Hanlığı olarak isimlendirilen bu devlet ilk Müslüman-Türk devletidir. Devletin daha ilk döneminde, yöneticileri İslâm’a ilgi göstermeye başlamıştı. Örneğin, ilk bilinen Bulgar hükümdarı Almış Han Müslüman idi. Ancak iktidarını güçlendirmek ve Bulgar kabilelerini tek bir devlet çatısı altında birleştirmek için İslâm’ın devletin resmî dini olarak kabul edilmesi gerekiyordu. Bundan dolayı Almış Han, Abbasi halifesi Muktedir Billah’tan, içinde din âlimlerinin de bulunduğu bir heyet göndermesini istemiş ve bu isteği kabul edilmiştir. Bunun sonucu olarak 922’de İslâm İdil Bulgar Hanlığı’nın resmî dini olarak ilân edilmiştir.
13’üncü yüzyıla kadar ayakta kalacak olan bu hanlık, tasavvufun aktif olarak geliştiği önemli bir İslâm merkezine dönüşmüştür.
1236 yılında Moğol istilasına uğrayan İdil Bulgarları, Altın Orda Hanlığı’na bağlı olarak siyasî varlıklarını devam ettirebilmişlerdir. Özbek Han’ın hükümranlığı döneminde (1314’ten sonra) İslâmiyet Altın Orda devletinin resmî dini haline gelmiştir. Bu dönemden itibaren Müslüman-Tatar ve Hristiyan-Ruslar gibi kavramlarının birbirine zıt olarak kullanılmaya başladığını görüyoruz.
Rusya İmparatorluğu dönemi
15’inci yüzyılda, Altın Orda Devleti’nin yıkılması sonucunda birçok bağımsız Müslüman hanlığı ortaya çıktı. Rus beylikleri ile en yakın ilişki içinde bulunan hanlık ise, esas olarak İdil Bulgarları’nın devamı sayılan Kazan Hanlığı idi. 16’ncı yüzyılda, Kazan, Astrahan, Nogay ve Sibirya hanlıklarının Ruslar tarafından işgal edilmesi, Rus devletine önemli ölçüde Müslüman nüfusunun dâhil edilmesine yol açtı.
Devlet yerli Müslüman halkları düşman olarak görüyor ve bu nedenle onları, Kazan şehri ve Volga Nehri gibi, stratejik bölgelerden uzak tutmaya özen gösteriyordu. Cami ve medreselerin tahrip edilmesi ve yenilerinin inşasının yasaklanması bu dönemin bir başka önemli özelliğidir. Söz konusu baskı, Müslüman halkların Sibirya, Başkurt ve Güney Urallar bölgelerine göç etmesine ve 17 ila 18’inci yüzyılların devlet karşıtı bütün ayaklanmalarında yer almasına yol açmıştı. İslâmiyet’in etkisini kırmayı amaç edinen Rus Çarlığı, insanları İslâm’dan vazgeçirmek için ekonomik teşvikler verme yöntemini benimsemişti. Örneğin Hristiyanlığı kabul edenler vergilerden muaf tutuluyor ve toprak sahibi yapılıyordu.
Derken Büyük Petro (Deli Petro, 1682-1725) zamanı geldi. Bu dönemde, Rusya Çarlığı ilk defa İslâm’ı “anlamaya” ve “öğrenmeye” başladı. Bunun sonucunda, 1716'da Kur’ân-ı Kerîm ilk defa Rusçaya tercüme edildi. Ancak, İslâm’a yönelik baskılar da devam ettirildi. 1731’de Müslümanları Hristiyanlaştırmak için, önemli yetkilere sahip olan “Vaftiz Komisyonu” kuruldu. Bunu takip eden kısa bir dönemde, söz konusu komisyonun önderliğinde, 17 ve 18’inci yüzyıllarda devletten izin almaksızın inşa edilen camilerin çoğu yıkılmıştır.
1762’de hükümdarlık tahtına oturan çariçe İkinci Katerina (1762-1796), “baskı yerine kontrol” fikrini benimsemiş ve Müslümanlara yönelik iki yüzyıl boyunca devam eden baskıcı politikaları değiştirme yoluna gitmiştir. Çariçe, devleti dışarı doğru büyütmek istediğinden, iç güvenliği korumaya gayret etti. Buna bağlı olarak, Müslümanlara yönelik olan bir dizi kısıtlamayı kaldırma yoluyla Müslümanların gönlünü kazanmaya çalıştı. Uzun zaman geçmeden Katerina bu çabalarının sonucunu almış ve Tatarlar tarafından “Büyükanne Çariçe” ismi ile onurlandırılmıştır.
1773’te ilân edilen fermanla, daha önce cami inşaatına koyulan yasak kaldırılmış ve 10 yıl sonra, Müslümanların yaşadığı Kırım Hanlığı’nın Rusya tarafından istilasının ardından, Katerina Müslümanların dinî kurumlarını korumaya söz vermişti.
Çariçe Katerina, yukarıda bahsedilen siyasî emellerini gerçekleştirmek ve Müslümanların Rusya karşıtı çalışmalarını kontrol altında tutmak için 22 Eylül 1788'de ilân edilen fermanla, devlet tarafından atanan bir müftü ve 5-6 kadıdan oluşan Orenburg Mahkeme-i Şer’iyyesi’nin açılışına izin vermişti. Rusça adı "Orenburskoye Mogamedanskoye Duhovnoye Sohraniye" olan bu kurum Orenburg Ruhani idaresi, Ufa Müftülüğü gibi adlarla da bilinir. Böyle tek bir dinî kurumun oluşturulması, İslâm geleneğinin bir özelliği değildi, ancak Müslümanların dinî hayatını kendi kontrolü altına almaya çalışan Rus devletinin amaçlarını yansıtıyordu. Merkezi bir dinî otoriteyi kontrol etmek, çok sayıda Müslüman toplulukları kontrol etmekten daha kolaydı.
- Fakat şunu da belirtmek gerekir ki, Rusya Çarlığı hiçbir zaman kendi topraklarında yaşayan Müslümanların tek bir çatı altında toplanmasına müsaade etmemiştir. Çünkü devlet, bu tür bir örgütlenmenin önemli bir muhalefet etkisi doğurması olasılığından korku duyuyordu.
Her ne kadar Müslümanların üzerindeki baskı İkinci Katerina döneminde ciddi derecede hafiflemiş olsa da, Müslümanlar hiçbir zaman tamamen rahat bir ortama kavuşmamıştır. 19. yüzyılda Kuzey Kafkasya’nın Rusların hâkimiyetine girmesiyle birlikte, bu bölgedeki Müslüman halkları yönetme sorunu ortaya çıkmıştır. Nitekim devlet bu bölgenin yönetimi hususunda yeni bir yol haritası çıkarmış ve Tiflis merkezli olarak kurduğu “Güney Kafkasya Şii ve Sünni Dini İdareleri” üzerinden bütün bölge Müslümanlarını kontrol etmeye çalışmıştır.
Bu dönemde, Kuzey Kafkasya Müslümanlarının 18’inci yüzyıl sonlarında Ruslara karşı başlattıkları tasavvuf kökenli dinî ve millî direniş hareketi olan “Müridizm” yaygınlık kazanmıştı. 1864'te Kafkas Savaşı'nın sona ermesiyle, Müridizm etkisini önemli ölçüde kaybetmiş olmasına rağmen, bu bölgede yaygın bir dinî ve siyasî hareket olmaya devam etmiştir.
SSCB dönemi
19’uncu yüzyılda İstanbul, Mısır, Moskova ve Paris gibi merkezlere seyahat eden ve eğitim alan aydınlar, Rusya Müslümanlarını içinde bulundukları kötü şartlardan çıkarmak için harekete geçmişler ve Ceditçilik / Cedidizm (Yenilikçilik) hareketini başlatmışlardır. Cedidizm hareketi İsmail Gaspıralı önderliğinde başlamış, Usul-i Cedid okullarının açılması ve Tercüman gazetesinin yayınlanmaya başlaması ile hız kazanmıştır. Ceditçilerin amacı, ülkelerini çağdaş değerlere kavuşturmak, ahlak, inanç, hukuk vb. sosyal ve kültürel alanları tecdit-ıslah etmek, Türkistan bölgesine tekrar İslâm medeniyetini ve yerlilerin siyasî hâkimiyetini kazandırmaktı. Buna giden yol değişimden geçiyordu. Onlara göre değişim siyasî, kültürel, ekonomik ve sosyal bakımdan tecdit (yenilenme) yoluyla terakki etmek anlamına geliyordu. Amaçlarına ulaşmak için eğitim başta olmak üzere tarih, edebiyat, basın-yayın ve sanata (tiyatro) ağırlık verdiler.
Öncesinde ülkenin siyasî hayatında yer almalarına müsaade edilmeyen Müslümanlar, artık 20’nci yüzyılın başında Rusya Meclisi olan Duma’da bir parti kurmuş ve gazete yayımlamaya başlamışlardı. Bilahare Sovyetler Birliği’nin kuruluşuna giden yolu açan 1917 tarihli Şubat Devrimi’nden sonra Müslümanların Rusya’nın siyasî hayatında daha etkin şekilde yer almaya başladıklarını görüyoruz. Bolşevik yönetimi, Aralık 1917’de yayınladığı “Rusya Halkları Hakları Beyannamesi”nin “Rusya ve Doğu'nun tüm çalışan Müslümanlarına" başlıklı bölümünde Müslümanlara “bundan sonra sizin inançlarınız, örf ve adetleriniz, millî ve kültürel kurumlarınız özgür ve dokunulmazdır.” güvencesini vermişti. Bu tarihten sonra Müslümanlar arasında Sovyet hükümetine ve komünist ideolojisine sempati duyan hareketler ortaya çıkmaya başladı. Bunların en önde gelenleri ise, komünistlerle işbirliğinde bir sorun görmeyen Ceditçiler ve “Sovyet iktidarı için, şeriat için” sloganını benimseyen “Sovyet Şeriatçıları”dır.
Sovyetler’in Türkistan bölgesinde bu gelişmeler yaşanırken, Kuzey Kafkasya'da, Şubat Devrimi'nden sonra, liderleri sûfî şeyhler olan ulusal ve dinî hareketler devreye girdi. Bunlar, bütün Kafkasyalıların bir arada yaşadığı bağımsız bir cumhuriyetin kurulması gerektiğini savunuyorlardı ve 11 Mayıs 1918’de Abhazya, Adigey, Kabardey, Karaçay-Balkar, Osetya, Çeçen-İnguş ve Dağıstan eyaletlerinden oluşan Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti’ni kurduklarını ilân ettiler.
Bu dönemde Sovyetler Birliği, Beyaz Ordu ile Kızıl Ordu arasında devam eden iç savaş bataklığına saplanmış ve dağılma eşliğine gelmişti. Genel olarak Beyaz Ordu’nun monarşinin ordusu olduğu ileri sürülmektedir. Ancak bu yanlış bir genellemedir. Beyaz Ordu liderleri arasında, ne General Kornilov ne de General Denikin monarşizm taraftarıydılar.
Beyaz Ordu genel hatlarıyla tek parça, birleşik, çokuluslu Rusya'ya inanmıştı ve eski Rusya İmparatorluğu üzerinde ulus devletleri oluşturmak isteyen ayrılıkçıların karşıtıydı.
Beyaz Ordu ile şiddetli bir mücadele yürüten Kafkasyalı Müslümanlar, “düşmanımın düşmanı dostumdur” düşüncesinden yola çıkarak ve komünistlerin bağımsızlık vaatlerine inanarak Bolşeviklere yakınlaşmıştı. İç savaş Bolşeviklerin zaferiyle sonuçlanmasına rağmen, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti komünistler tarafından yıkılmış ve yerine 1921’de Dağ Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştu. 1924’e kadar Kafkaslardaki Müslüman din âlimlerinin yanı sıra, şer’î mahkemelerinin özel konumuna dokunulmamıştı.
1917’de Bolşevik Devrimi ile tarih sahnesinden silinen Rusya Çarlığı’nın yerine kurulan SSCB komünist yönetimi 1920’lerin ortasından itibaren, daha öncesinde Müslüman halklara vaat ettiği siyasî ve kültürel bağımsızlıktan vazgeçmiş ve baskıcı politikalar uygulamaya başlamıştı.
- Ateizmin yayılmasına yönelik her türlü politika teşvik edilirken, medreseler kapatılmış, yaklaşık 12 bin cami yıkılıp kullanılamaz hale getirilmiş ve din adamlarının % 90’ı kendi görevini yürütmekten mahrum bırakılmıştı.
1924 yılında Vladimir Lenin’in ölümünden sonra yönetime geçen Josef Stalin’in terör estirdiği dönemde 50 bin civarında Müslüman din âlimi infaz edilmiş ve Semerkant, Buhara ve Derbent gibi İslâm’ın önemli ilim merkezlerinde bulunan milyonlarca İslâmî eserin bulunduğu kütüphaneler yakılmıştır. Müslüman halkların dillerini ortadan kaldırmak amacıyla Arap alfabesi yerine ilk başta Latin ve daha sonra Kiril alfabeleri dayatılmıştır.
Ayrıca, Komünist rejimin Müslümanlara yönelik uyguladığı tehcir politikasıyla milyonlarca insan, anayurtlarını terk etmeye zorlanmıştı. 23 Şubat 1944’te başlayıp bir hafta sürecek olan operasyonla 500 binden fazla Çeçen ve İnguş, soğuk kış günlerinde Orta Asya topraklarına sürgün edilmiştir. Takvimler 1944’ün 18 Mayıs’ını gösterdiğinde ise 250 bine yakın Kırımlı Tatar, ana yurdundan çıkarılmış ve SSCB’nin farklı bölgelerine sürgün edilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında devletin din politikalarında belirli bazı değişiklikler meydana gelmiş ve ülkenin farklı bölgelerinde (Bakü, Taşkent, Mahaçkale ve Ufa) birbirinden bağımsız dört müftülük yeniden açılmıştır. Buna rağmen aynı dönemde cami sayısının gittikçe azaldığını görüyoruz. 1948’de resmî kayıtlarda 416 olan cami sayısı, 1968 yılına gelindiğinde 311 idi. Ancak binlerce cami, gayri resmî olarak faaliyet gösteriyor ve insanlar gizlice ibadetlerini yapıyorlardı. Bu dönemde İslâm’ın ana özelliği kamusal hayatta ifade edilmeyen “ev içi dindarlık”tır.
Yukarıda bahsedilen dinî idarelerin en eskisi, Çariçe İkinci Katerina’nın kararıyla kurulan Orenburg Mahkeme-i Şer’iyyesi’nin halefi kabul edilen “Rusya Müslümanları Merkezi Dini İdaresi”dir. SSCB döneminde bu kurum, Avrupa Rusya’sı ve Sibirya Müslümanları Dini İdaresi (ARSMDİ) adı altında hareket ediyordu ve yetkileri, Müslümanların ezici çoğunluğunu Tatarlar ve Başkırların oluşturduğu bölgelerde geçerliydi. 1980’dan bu yana kurumun başkanlık görevini Talgat Taceddin yürütmektedir.
Rusya Federasyonu
1980’lerde dağılma sürecine giren SSCB, 1991’de tarih sahnesinden silinmiş ve yerine bugünkü Rusya Federasyonu kurulmuştur. 74 yıl boyunca komünist rejimin baskısı altında yaşadıktan sonra inançlarını hayata geçirme özgürlüğüne kavuşan Rusya Müslümanları, artık daha fazla örgütlenmeye başlamıştı. Bununla birlikte 1990’ların başında ARSMDİ’nin parçalanma süreci başlamış ve çeşitli bölge müftülükleri ortaya çıkmıştır. Örneğin 1992’de Başkurdistan, Tatarstan, Saratov ve Volgograd müftülükleri açıldı. Birçok yönden bu hareketlenme, İslâm üzerindeki emperyalist etkinin üstesinden gelme ve “normal” İslâmî hayatı yeniden canlandırma arzusundan kaynaklanmaktaydı. İdarenin başkanı Talgat Taceddin Sovyet geçmişine bağlı bir insan ve “devletin adamı” olarak kabul edilmektedir. 1990’larda kısa bir dönem için ARSMDİ yönetiminden bile uzaklaştırılmış, ancak birkaç ay sonra, ismi “Rusya Müslümanları Merkezi Dini İdaresi” olarak değişen kurumun başına tekrar geçmiştir.
- Talgat Taceddin’e göre Rusya Müslümanları Rus İmparatorluğu ve SSCB’nin uyguladığı baskı ve zulüm altında yozlaşmamış, aksine, daha gelişmiş bir İslâm formuna ulaşmıştır.
Taceddin, verdiği bir röportajda şöyle diyordu: “Rusya'da Hıristiyanlarla birlikte yüzyıllardır yaşamakta olan Müslümanlar, açık, hoşgörülü ve benzersiz bir din kültürünü geliştirdiler. Rusya Müslümanları özgürlük ve demokrasi gibi modern uygarlık değerlerinin taşıyıcılarıdır”. Bu tür fikirler Rusya Müslümanlarının tepkisini çekmekte ve dinî idareye karşı şüphe uyandırmaktadır.
Siyasî ve ideolojik nedenlerle “Rusya Müslümanlarının Merkezi Dini İdaresi”ne karşı olan şüphe, baş müftünün devlete olan sadakati ve çeşitli ticari kurumlarla olan şaibeli ilişkileri merkezden bağımsız yeni dinî idarelerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu alternatif kurumlardan en önemlisi Rusya Müftüler Konseyi’dir (RMK). 1996’da kurulan Konsey’in başkanlığına Ravil Gaynuddin getirildi. Konsey, Taceddin'in dinî idaresinden ayrı olarak faaliyetlerine devam etmektedir. Bu konsey, esas olarak Müslüman Tatarları, aynı zamanda Kuzey Kafkasya dışında bulunan Tatar olmayan Müslüman topluluklarını bir araya getirmektedir.
Kuzey Kafkasya’da bulunan müftülükleri birleştiren kurum ise, 1998’de kurulan Kuzey Kafkasya Müslümanları Koordinasyon Merkezi’dir. Merkezin ana amaçları şunlardır: Müslüman örgütlerin faaliyetlerini koordine ederek İslâm'ı yeniden canlandırmak, radikal örgütlere karşı koymak, Kuzey Kafkasya'da İslâmî eğitim kurumlarını açmak ve İslâmî normlar ile çelişmeyen, Kuzey Kafkasya'nın manevi, kültürel, ahlak ve millî geleneklerinin yeniden canlandırılması. Söz konusu merkez, Dağıstan, İnguşetya, Çeçenistan, Kuzey Osetya, Kabardey-Balkar, Adigey, Karaçay-Çerkes ve Stavropol’un dinî idarelerini bir araya getirmektedir.
Müslüman nüfusunun çoğunluğunun Sünni olduğu Rusya’da sûfî tarikatlar yaygınlık kazanmıştır. Sovyetler Birliği zamanında engellenen sûfî gruplar, artık bölgesel yönetimlerle iş birliği yapmakta ve devlet desteğini almaktadır. Diğer taraftan gayrimüslim bir devletin egemenliği altında yaşamayı kabul etmeyen ve bağımsızlık taraftarı olan Selefi gruplarla sûfîler arasında da bir çatışma ortamı oluşmuştur. Tam bağımsızlık yanlısı olan Selefi gruplar, Rusya devleti tarafından “aşırıcı İslâmî unsurlar” olarak görülmektedir.
- Sûfîler gibi kontrol altına alınamayan Selefi ve Suudi Arabistan kökenli Vehhabiler, 2000’lerin başından itibaren “terörist oluşumlar” olarak Rusya genelinde yasaklanmıştır.
Özetle:
İslâm Rusya’nın tarihinde uzun bir yol kat etmiştir. Volga (İdil) bölgesinde Müslüman devletlerinin var olduğu dönem, İslâm kültürünün gelişmesi ve onun aktif yayılması ile hafızlara kazınmıştır. Bu toprakların Moskova Knezliği’ne dâhil edilmesiyle birlikte, İslâmiyet’in yayılmasını önlemek ve Müslüman halkları Hristiyanlaştırılmak için baskı ve zulmün uygulandığı bir dönem başlamıştır. Müslümanların bu uygulamalara karşı direnişi, Rus İmparatorluğu’nu politikalarını değiştirmeye ve İslâm’la bir arada yaşamaya zorlamıştı. Aynı zamanda, devletin inisiyatifiyle, Müslümanların dinî hayatında bir merkezileşme ortaya çıkmış, bu da onları kontrol altında tutmayı kolaylaştırmıştır.
20’nci yüzyılın başında, Rusya Müslümanlarında bağımsız dinî devlet kurma fikrini benimseyen reformcu akımlar ortaya çıkmıştır. Nitekim Bolşevik Devrimi ve iç savaş yıllarında bu amaca ulaşılmıştı. Sovyet döneminde İslâm, diğer dinlerle aynı kaderi paylaşmıştır: Din âlimleri, camiler, medreseler ve İslâm kültürünün somut işaretleri neredeyse tamamen yok edilmişti. SSCB’nin dağılmasıyla tarih sahnesine çıkan Rusya Federasyonu’nda, sadece İslâm'ın yeniden canlanması ve harekete geçirilmesi söz konusu değildir. Bununla birlikte, Müslümanlar arasında İslâm’ın daha fazla gelişmesinin yolları aranırken, Müslüman ve Batı uygarlıklarının münasebetleri, Hıristiyanlığa karşı tutum, geçmişin kültürel ve dinî gelenekleri gibi temel meseleler hakkında şiddetli tartışmalar yaşanmaktadır. Bunun kaçınılmaz sonucu ise, bugün Rusya Müslümanlarının içinde bulunduğu siyasî ve dinî düşüncedeki bölünmüşlüktür.